20/11/2015 | Yazar: Kaos GL

Kovalanması gereken siyaset, Queer’in sınırları bulanıklaştırıcı etkisini kamusal/özel alan ayrımı eriterek kullanmak ve görünürlülükleri özel alana hapsedilmiş grupların kamusala iştirakini sağlamaktır.

Kovalanması gereken siyaset, Queer’in sınırları bulanıklaştırıcı etkisini kamusal/özel alan ayrımı eriterek kullanmak ve görünürlülükleri özel alana hapsedilmiş grupların kamusala iştirakini sağlamaktır. 

Fotoğraf: İstanbul Onur Yürüyüşü 2015, Şener Yılmaz Arslan

Şengül Kılıç Kaos GL Dergisi’nin “Queer Çalışmaları” dosya konulu 144. sayısına yazdı:

İktidarın kırılganlığında kendine kimlik bulan Queer’in, yeni toplumsal imkânlar yaratma ve hakların onlardan mahrum bırakılmış olanlara genişletilmesi noktasında, modern kavramları yeniden anlamlandırma potansiyeli göz önüne alındığında, Butler’ın demokrasiyi dönüştürme çağrısının Queer hareket içerisindeki merkeziliği anlaşılabilir. Ancak Butler’ın radikal demokrasi tahayyülüne geçmeden önce, bahsedilen demokrasi tasarısını üzerine temellendirdiği Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe’un radikal demokrasi kuramından bahsetmekte fayda var.

1985 tarihli Hegemonya ve Sosyalist Strateji kitabında “demokratik devrimin derinleştirilmesi” için işçi sınıfı dışındaki kimliklerin –ki eser içerisinde bu kimliklerden antagonizma olarak bahsedilir- politik alana dâhil edildiği bir demokrasi anlayışından söz eden Laclau ve Mouffe, yeni politik öznelerin ortaya çıkmasını “demokratik devrimin momenti”  olarak ele alır. İkili, bu çokluk halinin taşıdığı politik gücü, “evrensel bir işçi sınıfı anlayışı terk edildiğinde keyfi bir şekilde “işçi mücadeleleri” etiketi altında toplanan antagonizmaların çoğulluğunu ve bunların büyük çoğunluğunun demokratik sürecin derinleştirilmesi için taşıdıkları paha biçilmez önemi kabul etmek olanaklı hale gelir”  şeklinde özetler.

Laclau ve Mouffe, mücadelelerin birleşikliğinin reddedilmesi ve antagonizmaların çoğalmasını “özgürlükçü ve klasik solunkilerle karşılaştırılamayacak ölçüde büyük hedefleri olan yeni bir politik tasavvurun dayanağı” olarak görür. Dahası, evrensellik iddiasının reddedilerek radikal heterojenliğin yerleştirildiği demokratik düzlemde çoğulculuk ancak her kimlik “geçerliliğinin ilkesini kendi içinde bulduğu ölçüde”  radikal hale gelebilecektir.

Radikal ve çoğul bir demokrasinin, farklı antagonizmalar için demokratik eşdeğerliği zorunlu kıldığına değinen Laclau ve Mouffe, toplumsal dengesizliklerin bu eşdeğerlik ilkesini sarsıntıya uğratabileceğini de kabul eder. Bu nedenle radikal demokrasi açısından eşitlik talebinin özgürlük talebiyle dengelenmesi gerekmektedir. Demokratik hak ve özgürlüklerin ancak tüm özne konumlarınca “kolektif biçimde kullanıldığında” ve “başkaları için de var olduklarında” asli amacına ulaşacağından söz eden Laclau ve Mouffe, “bireysel hakların yatılmışlığını”  bu açıdan reddeder.

Laclau ve Mouffe’un radikal demokrasi siyasetini temel kavramlarıyla yukarıdaki şekilde kısaca özetledikten sonra Judith Butler’ın kendi demokrasi yorumunu özneleşme süreçleri ışığında ele alabiliriz.

Öznenin Kuruluşu ve Demokratik Kırılganlık

Öznenin kendini kendi gibi olmayanlar üzerinden tanımladığı bir özneleşme söz konusu ise ve kamusal alanda kendini heteroseksizm üzerinden var eden her özneleşme biçimi kendini heteroseksüel olmayanın inkârı üzerinde şekilleniyor demektir. Butler öznenin reddettiği kimliğe paradoksal biçimdeki bağımlılığını Bela Bedenler’de “öznenin hiçbir zaman kendi içinde uyumlu ve kendi kendine denk (self-identical) olamaması” ve “süreksizliğe ve yarım kalmışlığa neden olan baskı yollarıyla öznenin sürekli olarak yeniden inşa edilmesi”  ile açıklar. Kendi gibi olmayan üzerinden tanımlanan özne bu yolla kendini kendine karşı sınırlandırır ve özne kuruluşunun merkezine tanımlayıcı bir olumsuzluk yerleştirilmiş olur. Bu açıdan Butler’a göre kimlik üzerinden şekillendirilmiş her siyaset biçimi “hayali (phantasmatic)”  olmak zorundadır, zira kimlik temsil ettiğini savunduğu şeyi tam anlamıyla temsil etmekten acizdir. Tam da bu noktada demokratik bir öngörülemezlik ve “gerçekleşemezlik”  Queer’in anlamıyla müsemma biçimde kimlik siyasetinin içine yerleşir ve sonsuz imkâna olanak sağlar. Başlarda demokratik “gerçekleşemezliğin” “siyasal bir kötümserliği” de beraberinde getirebileceğini teslim eden Butler, Olumsallık, Hegemonya ve Evrensellik’te Zizek ve Laclau ile girdiği tartışmada demokratik gerçekleşemezliğin tam da “demokrasinin çözülmesini önlemeye”  hizmet ettiğini savunur. Öznenin kuruluşunda “outside” her zaman olacağı için demokrasinin radikal olmak zorunda olduğunu koyutlarsak, Butler’ın demokrasinin “ulaşılamadan kalmasının bu pratik açısından özsel olması” ve “tikel politika ve yasama zaferlerinin demokrasi pratiğini tüketmemesi”  savunusu anlamlı hale gelir.

Tüm “özdeşleşme ve kimlik inşa süreçlerinin kalbinde yatan “eksiğin” tüm kimlik projelerinin ortak koşulunu”  teşkil edip etmediği sorusu Butler için “kültürel karışma siyasetinin” imkânlılığını da cevaplayacağı için can alıcıdır. Her kimlik ve kültürün inşa sürecinde kendi yıkımını da koşullamasının saf bir öz-kimliği namümkün hale getirmesini Butler “herhangi bir tikel kültür için öz-kimlik yoktur ve kültürel özerklik adıyla diğer kültürlerden çitle ayrılan her kültür, başka yerde değilse bile sınırında gerçekleşen kültür geçişleriyle kısmen bozulur”  şeklinde özetler. Eğer kimliklerin amorf halde birbirine geçişleri kaçınılmazsa bu geçişlerin var ettiği “kültürel karışma siyasetinin nasıl ve hangi amaçlarla harekete geçirilmesi gerektiği”  Butler açısından taktiksel olarak asıl önemli soru haline gelir. Bu açıdan kaçınılmaz bir tamamlanmamışlık ve olumsuzlama ile kurulan kültürel karışma siyasetinin kadınlar ya da Queer’i temel alarak “geçici dışlamalar” üretmesi demokratikleştirici yinelemelerinin ve hak, özgürlük kavramlarının yeniden anlamlandırılmasının da önünü açar. Örneğin Butler açısından kadınları feminist mücadelenin kalıcı alanı olarak sabitlemek “mücadele alanındaki kategorilerde bir kapanma olamayacağını ve zaten politik açıdan olmaması gerektiğini” varsaymaktır ki bu kategorileşme politik mücadelenin ön koşuludur. Bir diğer deyişle bölünmüşlük ve gruplaşmışlık “betimleyici olmayan perspektif açısından açık ve demokratikleştiricidir” . Bela Bedenler’de Butler, politik gösterenlerin, “özellikle de özne konumlarını belirleyenlerin betimleyici olmadıklarını” ve “hâlihazırdaki iştirakçilerini (constituencies) temsil etmediklerini” vurgular, ona göre “hiçbir gösteren radikal biçimde temsil edici olamaz, çünkü her gösteren süreğen bir yanılgı (meconnaisance ) alanıdır; bir birliğin, hiçbir zaman başarılamayacak olan tam ve nihai tanınmanın beklentisini üretir” .

Butler, politik gösterenlerin betimlemeyi hedefledikleri grupları tam biçimde betimlemedeki başarısızlıklarını, bu gösterenlerin fantazmatik (hayali) ve söylemsele ait oluşlarına bağlar. Bu söylemsele ait oluş ve fantazmatik konum, kavramların yeniden anlamlandırılması yoluyla inşa edilecek politik dönüşümü de imkânlı hale getirir. Politik gösterenlerin fantazmatik donatım (phantasmatic investment) ve iştiraklerini betimlemeye yönelik yarattığı beklentinin kısmen de olsa sağlanabilmesi için, kurucu söylemden neyin ve kimlerin dışlanacağının belirlenmesi ve kuruculuğun sabitlenmesi için politik gösterenlerin performativite yoluyla kendini tekrar etmesi gerekmektedir. Örneğin kadın konumu açısından “kadınlar arasında onların ezilmesini önceleyen bir ortaklık var mıdır, yoksa kadınlar arasındaki bağı kuran şey ezilmelerinden mi ibaret”  açık değildir. Irksal, sınıfsal, etnik, cinsel kimlik hallerini kesen politik bir özne olarak “kadının” herhangi bir feminist siyasi vaatte bulunabilmesi için, kadınlar arasındaki sınıfsal, ırksal ya da dini farklılıkların sürekli biçimde ikinci plana itilerek homojen ve fantazmatik bir kadın konumu olumlanmalıdır. Ontolojik olan ile politik olanın ayrımına karşı çıkan Butler’ın, Cinsiyet Belası’nda toplumsal cinsiyetin öyleymiş gibi olduğunu kanıtlamak için sürekli olarak tekrar edilmesi gereken performatif bir edim olduğu, performatifliğin ise “tekerrür yoluyla bedeni stilize”  ettiği iddiasını ele alırsak; bedenlerin ontolojisinden bağımsız olmayan politik kimliklerin, performatif tekrarlarla kurulmuş olduğunu ve yeniden kurulabileceğini kabul etmemiz gerekir. Diğer bir deyişle performativite yolu ile biyolojik cinsiyetin ontolojik sabitliğini bozmak mümkünse, politik kimliklerin istikrarının bozulması da demokratik geleceğe açıklık(futurity) noktasında ihtimal dâhilindedir. Butler bu durumu kendi ağzından şöyle ifade ediyor:

Toplumsal cinsiyet niteliklerinin dışavurumsal değil de performatif olmaları, bu niteliklerin ifade ettikleri, dışa vurdukları ve ya ortaya koydukları söylenen kimliği aslında fiilen oluşturdukları anlamına gelir. Dışavurum ile performatiflik arasındaki fark hayati önemdedir. Toplumsal cinsiyet nitelikleri ve edimleri, bir bedenin kültürel imlemini gösterme veya üretme biçimleri performatifse, bir edimin veya niteliğin ölçüsü olabilecek, önceden var olan bir kimlik yok demektir.

Butler, başta feminist siyaset açısından aynılaşmayı çağrıştıran birlik anlayışına eleştirel yaklaşır ve birlik olmanın etkili bir siyasi eylem için zorunlu olup olmadığını sorgular. Ona göre birlik olmak konusundaki “aceleci ısrar” ileri vadede “saflarda meydana gelen parçalanmaların”  nedeni olabilir. Kadınlar arasındaki kimlik ayrışmalarını göz ardı ederek “kadın” gibi devasa kategorilere başvurmanın demokratik koalisyonu zorlaştırması Butler açısından kuvvetle olasıdır. Feminist bir “biz’in her zaman için tabanının bir kesiminin dışlanması üzerine kurulan fantazmatik bir inşa olduğunu savunan Butler, bu imkânsız “biz”in yalnızca umutsuzluğa hizmet etmemesi gerektiğini de ekler. Ona göre kadınlar kategorisinin istikrarsız oluşu “feminist siyasetin temelindeki kısıtlamaları tartışmaya açar ve yalnızca toplumsal cinsiyetlerin ve bedenlerin değil, siyasetin kendisinin de farklı biçimlenimlerini mümkün kılar” .

Butler’a göre politik “dışlamaların daha az kalıcı/değişmez” hale gelmesi ve politikadaki “psikoz figürü olarak dışlananların”  nasıl geri dönebileceği radikal demokratik bir dönüşüm için merkezi konumdadır. Radikal demokratik kuramın temelindeki politik gösterenlerin, iştiraklerini betimlemek için girdikleri performatif tekrarlar, Butler’ın performativite kavramlaştırmasının kurucu gücüne atıf yapar. Performatifliğin yalnızca tekrarlama yoluyla değil dışlama yoluyla da işlediğini vurgulayan Butler, bu dışlamaların “dışkı sınırları (abject borders) ya da yadsınmalar olarak anlama musallat olacağını”  belirtir. Ona göre bütüncül-nihai kimlik kurmak isteyen politik manevraların son kertede uğrayacağı başarısızlığın nedeni tam olarak bu “söylemsel performatifliğin” sonucudur.

Butler açısından mevcut kimlik iddiaları, politik bir dönüşüm için merkeze alındığında “bütünlüğü, dayanışmayı, evrenselliği vaat ediyor gibi”  görünse de bu vaadin yerine getirilmesi, kimliğin kuruluş sürecinin dışlamalar dizisinin birer sonucu olmasından dolayı imkânsızdır. Ancak bir kategori olarak kimliğin hiçbir zaman tamamlanamayacağının kabulü, kimliğin radikal demokratik ve çoğulcu bir siyaset için moment olarak ele alınmasını ve evrensellik iddiası karşısında öznelliklerin ve tikelliklerin savunulmasını mümkün hale getirir. Politikaya ve kimlik siyasetine bu tarz bir bakış, Queer’in her türlü normatif, durağan kimlik anlayışını reddederek, mevcut kimlikleri bozan ve tuhaflaştıran yapısını politik olarak işlevli hale getirir. Nasıl ki Queer-oluş siyaseten her türlü normatif kimliğin dışlayıcı bir kuruculuk yoluyla baskıcılığını yüzümüze çarpıyorsa, evrenselliği mikro kimliklerle parçalayan ve iktidarın yeni kimliklerin eklemlenmesiyle sürekli yeniden şekillenmesine açık kapı bırakan radikal bir demokrasi de dışlananı (abject) anlaşılabilir, konuşulabilir hale getirmenin siyasi olanaklılığını taşır.

Queer siyasetin toplumsal cinsiyet pratiklerini ve bedenleri tartışmaya açan, çözen, yeniden anlamlandıran ve eklemleyen yapısı, politik gösterenler olarak kimliklerin anlaşılabilmesi için önce toplumsal cinsiyet kimlikleri üzerine konuşulmasını zorunlu kılar. Normatif heteroseksüelliğin olumsuzladığı öznelliklerin kamusal alandaki temsil edilebilirlikleri, bu öznelliklerin idrak edilebilirliğine bağlı ise ilk önce sorgulanması gereken kimlikleri var eden toplumsal cinsiyetliliğin kendisidir. Eğer kişilerin “ancak toplumsal cinsiyetin idrak edilebilirlik standartlarına uygun bir şekilde cinsiyetlendiklerinde idrak edilebilir hale geldiğini”  kabul ediyorsak, idrak edilebilirliğin haklardan faydalanmayı öncelediği kadük bir demokratik ortamda modern özgürlük, eşitlik kavramlarının evrenselliğinden söz etmek mümkün olmayacaktır. Diğer bir ifadeyle, idrak edilebilirlik toplumsal cinsiyetin normatif sınırlarına hapsedildiği sürece “politik olarak uyarılmış olan” “kırılgan gruplar”  açısından özgürlük ve insan haklarının gerçek bir kullanımından söz edilemez. Tam da bu noktada heteronormativiteyi sorgulamaya açan cinsel imkânların varlığı modern kavramlarının kapsayıcılığını genişletme ihtimalini taşıması hasebiyle demokratik etik açısından hayati önem taşır.

Tarihi, olaylar arasındaki neden sonuç ilişkisinden ziyade “politik gösterenlerin içinde bulundukları olumsal ilişkilenme” biçimleriyle açıklamaya çalışan radikal demokrasi kuramı, “ideolojiyi de politik gösterenleri birbirlerine bağlayan” bir unsur olarak ele alır. Bu sebepten radikal demokratik bir dönüşümü hedefleyen bir ideolojinin imkânlılığı, ideolojiyi mümkün kılan politik gösterenlerin kendilerini sürekli biçimde yeniden ifade etmelerinden geçmektedir Butler’a göre. Politik gösterenlerin asla tamamlanamayacak olması da radikal demokrasinin gelecekte kendini yeniden ve yeniden üretmesine siyaseten olanak sağlamaktadır. İdeolojik kuruluşta politik gösterenlerin sürekli tekrarı “demokrasinin geçici düzenini hesap edilemeyen bir gelecek olarak kurar, politikleştirme için odak noktaları haline gelmek adına yeni-özne konumlarının, yeni politik gösterenlerin ve yeni bağlantıların üretimini açık bırakır.”

Butler’ın Laclau ve Mouffe’un radikal demokrasi yorumlamasına göre adalet ve eşitlik alanından(kamusal alan) dışlanan pozisyonları -ki burada ele aldığımız dışlananlar LGBTİ öznellikler- bu alana dâhil etme çağrısı söz konusu olduğu müddetçe radikal demokrasinin geleceğe açıklığı(futurity) mümkün olur. Alev Özkazanç, Feminizm ve Queer Kuram’da Butler’ın radikal demokrasi anlayışının “kapsama, kucaklama, eklemleme ve genişleme”yi koşulladığını ve modernizmin hak, özgürlük, demokrasi gibi “temel kavramlarının geleneksel olarak dışlanmış grupları kapsayacak şekilde”  genişletilmesini savunduğunu belirtir. Özkazanç’ın Undoing Gender’dan aktardığı şekilde Butler için:

Radikal demokratik kuramın ve siyasetin görevi, yaşanabilir bir hayatı sağlayan normları mevcut durumda hakları tanınmamış olan topluluklara genişletmektir.

İktidarın “değişmez ve durağan” olduğunu reddederek, toplumsal dönüşümün gündelik yaşamdaki “ilişkilerin yeniden eklemlenmesi” ve “aykırı ya da yıkıcı pratikler” ile yeni kavramsal ufukların açılmasıyla gerçekleşeceğini savunan Butler, “modernliğin temel terimlerinin öngörülemeyecek”  bir gelecek siyasetine gebe olduğu görüşündedir. Queer siyasetin yerinden edici, yıkıcı ve yeniden inşa edici potansiyellerini entelektüel hazlarla ateşli biçimde olumlarken, sokakta transfobik nefret cinayetine kurban giden transseksüel bireyler için özgürlüğün aslında ne demek olduğunu ve mevcut özgürlük algımızın kırılgan grupları kapsayan pratik bir evrensellik vaadi taşıyıp taşımadığını da kendimize sormak zorundayız. Özgürlük ve insan haklarının toplumsal cinsiyetli koşulluluğunun politik düzlemde kimliklerin konuşabilmesini öncelediğini düşünürsek, modern kavramların kapsayıcılığının genişletilebilmesi için Queer’in yerinden edici siyasi dinamizmine demokratik etik adına ihtiyacımız var demektir. Butler’ın demokratik etik vurgusu, radikal bir demokrasinin imkânlılığı için “öteki hakkında belki hiçbir zaman bilinemeyecek bir geleceğe açık olma(futurity)”  halini gerekli kılar. Diğer bir deyişle, belki asla bilemeyeceğimiz öznelliklerin hayatına değer atfedebilmek Butler açısından hem radikal demokratik siyasetin hem de demokrasi etiğinin bir koşuludur.

Butler, 2010 yılında Ankara’da yaptığı konuşmasında “bedenin tek bir görünümü olmadığını” ve “kamusal alanda görünür olma hakkının tüm demokratik politikaların temelinde yattığını” söylerken kamusal alanın dönüştürülmesinin radikal demokratik politika açısından olmazsa olmazlığına dikkat çeker. Özel alan her türlü öznelliğin yaşanmasına olanak tanısa da bu öznelliklerin kamusal alanda tanınırlığı olmadan özel alanda gerçek bir özgürlükten ve korunmadan söz etmenin gerçek dışılığını vurgular ve toplumsal normlarda yenilikçi dönüşüm yaşanmadan bedenlerin “kabul edilebilirliğinin” mümkün olamayacağını; kabul edilir olmayan bir bedenin ise yasının tutulamayacağını da ekler. Butler’ın kabul edilebilirlik ile kast ettiği şey “sosyal mekân ve zamanda anlaşılmaya değer olma” ve dışlanmış, aşağılanmış, marjinalleştirilmiş olanlar ile ilişkilenebilirlik halidir.

Queer’in ikircikli, geçirgen ve yerinden sarsıcı yapısının kamusal alandaki tezahürü kamusal alanda “rahatsız ve huzursuzluğumuzla yaşamayı kabul etmeyi gerektirir”, zira demokratik bir siyasete içkin olan asıl duruş yabancı olan, tanınmayan ve anlamadığımıza karşı olan sorumluluğumuzdur. Butler, Ankara konuşmasında bunu şöyle dile getiriyor:

Eğer tehlikede olan başka bir sosyallik kavramı ve evrensel sorumluluklar için bir gelecek var ise, “biz” kendini tanımadığı, tanıyamadığı yerde kendi sınırlarına karşı çıkmalıdır. İşte o zaman, burada queer bir durum olur”… “benim queer’le kendi ilişkim farklılıklar arasında birliktelik politikasını onaylamak anlamına gelir.

Butler’ın defaatle üzerinde durduğu nokta demokratik bir toplumsallaşmanın olmazsa olmazı “birlikte yaşamayı seçmediğimiz” ve “beden ve toplumsal cinsiyetle ilgili ön kabullerimizi sarsan”  öznelliklerin haklarına saygı duymak ve bu öznelliklere karşı yükümlülüklerimizi kabul etmektir. Saygı duyma öteki ile kamusal alanda salt bir ilişkilenmeme halini aldığında, saygının tecrit ve kimliksel gettolaşmaya varabileceği ve bu gettolaşma halinin de radikal demokrasinin geleceğe açıklığını baltalayabileceği göz önüne alındığında, kamusal alanda politik dönüşüm vaat eden samimi bir saygı duyuşun, ötekinin hayatının yasını tutabilmeyi koşulladığı açıktır. Butler’a göre yası tutulmayanlar öldürüldüklerinde herhangi bir suç, kayıp ya da pişmanlık yaşanmayanlardır ve yası tutulmayanların politik kırılganlıklarının sonlandırılması ve tanınırlıklarının gerçekleşmesi için adalet, eşitlik ve haklar temelinde şekillenen politik edimsellik şarttır. Queer’in radikal bir siyaset açısından neleri sorunsallaştırdığının hedeflenen politik sonuçlar açısından önemi göz önüne alındığında “kendini ifade edemeyen topluluklar seslerini nasıl çıkaracak ve taleplerini nasıl bildirecekler? ; Bu iktidar alanında nasıl bir sarsıntıya yok açar?”  sorulması gereken sorular olmalıdır. Bu noktada Butler açısından, ayrımcılığa uğrayan her öznelliğin radikal demokratik siyaset alanında temsil edilebilirliğinin teminatı Queer’dir demek mümkündür.

Sonuç

Toplumsalın tek bir özü olduğunu reddedilerek bütün kimliklerin olumlandığı ve muğlâklıklarının kabul edildiği bir siyaset anlayışını temsil eden radikal demokrasi, Queer’in kimliklerin sabitliğini sarsıcı potansiyelini politik alan açısından imkânlı ve işlevsel hale getirir. Bedenin sahip olabileceği tek bir görüntü ve cinsiyetlilik hali olamayacağından, cinsiyetlilik hallerinin var ettiği kimliklerin bazılarının anlaşılabilirlik sınırlarının dışına itildiği ve kırılganlaştırıldığı bir kamusal alan eşit yurttaşlık taleplerini karşılamaktan acizdir. Kovalanması gereken siyaset, Queer’in sınırları bulanıklaştırıcı etkisini kamusal/özel alan ayrımı eriterek kullanmak ve görünürlülükleri özel alana hapsedilmiş grupların kamusala iştirakini sağlamaktır.  Çünkü ancak bu şekilde Butler’ın hayatiliğini vurguladığı biçimde farklılıklar arasında birlikteliğin mümkün olacağı ve bizim gibi olmayan ve belki gelecekte de bize asla tanınır olmayacak özne gruplarının haklarından bahsedilebilecek radikal, heterojen ve demokratik bir siyaset olanaklı olabilecektir.

Modernist evrensellik iddiasının karşısına tikellikleri koyan radikal demokrasinin, iktidarın kimliğini iktidarın karşıtını kucaklayacak şekilde dönüştürebilmesi için Queer’in yıkıcı-dönüştürücü gücüne ve tuhaflığına ihtiyacı vardır.

Kaynakça

Butler, Judith, Bela Bedenler, Çev: Cüneyt Çakırlar, Zeynep Talay, Pinhan Yayıncılık, İstanbul, 2014a, 1. Baskı.

Butler, Judith, Bodies That Matter: On Discursive Limits of Sex. Routhledge, New York, 1993.

Butler, Judith, Cinsiyet Belası, Çev: Başak Ertür, Metis Yayınevi, İstanbul, 2014b, 4. Baskı.

Butler, Judith, “Dinamik Sonuçlar”,Olumsallık, Hegemonya ve Evrensellik: Solda Güncel Diyaloglar içinde, Judith Butler; Ernesto Laclau ve Slavoj Zizek, Çev: Ahmet Fethi Yıldırım, Hil Yayınları, İstanbul, 2005.

Butler, Judith, “Queer Yoldaşlığı ve Savaş Karşıtı Siyaset”,Anti-Homofobi Kitabı-2: Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma içinde, Kaos GL, Ankara, 2010.

Laclau, Ernesto, Mouffe, Chantal. Hegemonya ve Sosyalist Strateji, Çev: Ahmet Kardan,  Birikim Yayınları, İstanbul, 1992, 1. Baskı.

Özkazanç, Alev, Feminizm ve Queer Kuram, Dipnot Yayınları, Ankara, 2015, 1. Baskı.


Etiketler: insan hakları, eğitim
İstihdam