04/12/2024 | Yazar: Umut Güven
Mertcan Karakuş’la queer edebiyat tarihine dair keyifli bir sohbetin yanı sıra Edebiyatta LGBTİQ+’nın Sesi Projesi’ni konuştuk.
Birçoğumuzun, Yüzen Küçük Şeyler - Hatıra Gezer’in Toplama Albümü kitabıyla tanıdığı Mertcan Karakuş’la buluştuk. Dünden bugüne queer edebiyat tarihine dair keyifli bir sohbetin yanı sıra Edebiyatta LGBTİQ+'nın Sesi Projesi’ni konuştuk. Edebiyatta LGBTİQ+’nın Sesi Öykü Atölyesi’nin finalinde, dokuz katılımcının öykülerinden oluşan “Bizden Bize Öyküler” kitabı yayımlandı. Proje, sosyal baskı nedeniyle kendi seslerini bulmakta zorlanan yeni LGBTİ+ yazarlarla bir araya gelme, edebiyat yolculuklarının ilk adımlarında onlara ufak da olsa bir destek sağlama hedefiyle yola çıktı. Kitabın içindeki her bir öykü; proje süresince incelenen eserlere, birbirine ve birbirlerinin öykülerine açık, keskin dimağlarla ve bolca şefkatle yaklaşan katılımcıların dayanışmalarının sonucu. Bu yüzden gerçekten etkileyici bir çalışma.
Mertcan, gerçekleştirdikleri atölyeleri ve bu atölyelerin sonucunda yayımlanan “Bizden Bize Öyküler -Dokuz Yeni Kalemden Dokuz Kuir Öykü” kitabını Kaos GL okurları için anlattı. Keyifli okumalar!
Mertcan selam! Neler yapıyorsun?
Bu hep zor bir soru olmuştur benim için, bir sürü şey yapıyorum, hiçbir şey de yapmıyormuşum gibi geliyor bazen. Şu an Edebiyatta LGBTİQ+'nın Sesi Projesi'ni bitirdik. Bu bir öykü atölyesiydi, öykü kitabı çıktı. Bir yandan ikinci romanımı yazmaya çalışıyorum ama bu şartlar altında pek ilerleyemiyor.
Edebiyatta LGBTİQ+'nın Sesi Öykü Atölyesi nedir?
Edebiyatla ilgilenen lubunyalar olarak son dönemki üretimlere baktığımızda biraz geçmişle bağlantılarının kopuk olduğunu düşünüyorduk. Buradan hareketle edebiyat tarihindeki eski temsillerin de öğrenilmesi, onlara dair yorum yapılması, düşünülmesi gerektiğini düşünüyordum. Tüm bunlar yazarın hem kalemine hem düşünme biçimine katkı sağlıyor.
Bu atölyelerde her hafta buluşarak, Erken Cumhuriyet Dönemi’nden günümüze kadar gelen 100 yıllık bir süreci ele aldık, LGBTİ+ temsilleri bağlamında eserler inceledik.
İkinci dönemdeyse her oturumda bir öykü okuduk, bu öyküler katılımcıların öyküleriydi. Bu öykülere dair birlikte sohbet ettik, düşüncelerimizi paylaştık. Tüm bu öyküler ise az önce bahsettiğim kitabı oluşturdu. Çok da güzel öyküler hepsi!
Ekip olarak da enerjimiz çok güzeldi, sanatsal üretimlere dair rahat yorum yapmak zor. Üreten, kişisel bir noktadan algılayabiliyor geribildirimleri. Fakat böyle olmadı ve geldiğimiz noktadan, yol boyunca hep birlikte öğrendiklerimizden dolayı çok mutluyum.
“Hem LGBTİ+’lar hem de edebiyat dar bir boğazdan geçiyor”
Böyle güvenli bir çalışma ortamı oluşturmak çok kıymetli. Duygusal bir yatırım var her bir öyküde ve bu durum konuşmayı zorlaştıran etkenlerden. Yine de bunu güzel kolektif bir emeğe dönüştürmüş olmanız mutlu etti beni.
Evet! Birlikte çok fazla okuma yapmak o ortamı sağladı bence. Katılımcıların öykülerine geçmeden önce, ilk dönemde edebiyat tarihindeki üretimleri okuyup beraber yorumlarken ister istemez birbirimizi tanıdık ve yakınlaştık ve böylece güvenli ortama geçiş oldu gibi hissediyorum ben. Bunlar yavaş yavaş unuttuğumuz şeyler. Eskiden, internet yokken bir romanı alır ve hep beraber okurduk. Sonra arkadaş grubunda elden ele dolaşırdı ve onun üzerine konuşurduk. Bu konuşmaların, okuduğunuz şeyi anlamlandırma açısından da ne kadar önemli olduğunu hatırladım.
Buradan bir dayanışma da umarım çıkar. Çünkü hem LGBTİ+’lar hem de edebiyat dar bir boğazdan geçiyor gibi hissediyorum bu dönemde.
Çıkan kitabı araştırırken tanıtım metninde LGBTİ+'ların geçtiği dar boğazın queer edebiyattaki yansımalarına değindiğinizi gördüm. Peki bu kitabın hazırlık süreci senin için nasıldı, nasıl bir ekiple hazırladınız?
Yola 12 kişiyle çıktık ama yolda çok kişiyi kaybettik. Kişisel sebeplerden bırakmak zorunda kaldılar, ekip iki kez yenilendi ve sonunda 9 kişi kaldı. Çok farklı zamanlardan, çok farklı şehirlerden, çok farklı geçmişlerden gelen insanlarız. Hepimizin ortak noktası ise hikaye anlatmakla ilgili tutkumuz.
Bir yandan farklı yerlerden gelme deneyimleri bizi çok geliştirdi. Öykülerin içinde de görülüyor bu çeşitlilik.
“Okuyucuları demlenmiş ve iyi yazılmış öyküler bekliyor”
Kitapta okuyucuyu neler bekliyor? “Dokuz Yeni Kalemden Dokuz Kuir Öykü” yazıyor kitabın üstünde. Öyküleri kuir kılan ortaklık neydi?
Bu büyük bir tartışma konusu. Bu tartışmayı çok geliştirecek fırsatımız olmadı ama bir sürü insanın zihninde bu soru var: “Neye kuir edebiyat diyeceğiz?” LGBTİ+ hikayeler anlatan edebiyat mı yoksa LGBTİ+'lar tarafından yazılmış edebiyat mı? Kuir kavramının kendisi de başlıca bir tartışma konusu. Bence şu an bunları konuşabilmemiz için yeterince veri yok elimizde, yeterince üretimimiz yok. Tüm bunların hepsine de diyebiliriz gibi geliyor. Birini kuir edebiyata dahil ettiğimizde diğeri dışarda kalmıyor.
Fakat bu proje özelinde bizim kriterimiz, kendini LGBTİ+ şemsiyesi içerisinde tanımlıyor olmaktı. Öykülere baktığımızda da hepsinde bir şekilde bu kimliklerin yansımalarını görebiliyoruz, çünkü her biri kendi deneyimlerimizden besleniyor.
Sorunun devamına gelirsek, okuyucuları demlenmiş ve iyi yazılmış öyküler bekliyor, bunu garanti edebilirim. Umarım kendilerinden de bir şeyler bulurlar. Ben kendimi edebiyat yoluyla keşfetmiştim, kendimi edebiyatla doğru şekilde tanımlayabildim. Edebiyatın bu gücünü çok önemsiyorum. Birilerine ulaşabileceğimizi, kendini yalnız hisseden veya ötekileştirilen insanların edebiyat yoluyla güçlenebileceklerini düşünüyorum.
Atölyelerde edebiyat tarihinin son yüz yılına odaklandığınızı belirtmiştin, genel hatlarıyla da olsa. Kendin de bir yazar gözüyle baktığında, dünden bugüne Türkçe kuir edebiyatta neler değişti?
Dedikodular yoluyla da olsa, açık olamayan lubunya yazarların, erken dönemlerde bile var olduklarını biliyoruz. Onların yazdıkları eserler de, ne yazık ki homofobiden arınmış olmasa da, var. LGBTİ+ temsilinin de genelde yan karakterlerde görüldüğünü, üçüncü bir göz olarak dışarıdan yazıldığını söyleyebiliriz. Erken dönemlerde kimlik çeşitliliğini çok göremesek de son yıllarda bir şeyler değişti.
Günümüze geldikçe, özneler kendileri, kendi sesleriyle yazmaya başladıkça işler değişiyor. Deneyimle bağlantısı olan daha içten, gerçek karakterler okuyoruz ki bu çok önemli. 2010 yılından sonra üretimlerde bir artma var fakat nitelikte bir artış var mı, emin değilim.
“Araştırmaların çoğalması, çeşitlenmesi önemli”
Az önce günümüz eserleriyle geçmişteki eserler arasında bir kopukluk olduğundan bahsettin. Sence neden böyle?
Galiba geçmiş dönem eserlerde LGBTİ+ temsiliyetin olmadığını düşünüyoruz. Bu konularda araştırmalar yapılsa da yeterli değil, bu da geçmiş dönemlerdeki temsilleri görünmezleştiriyor. Akademik bir çalışma da gerekli değil, genel olarak ilgi pek yok sanırım. Bunun sebeplerinden biri de olumsuz örneklerin çokluğu olabilir. İnsanlar “kötü” temsillerle karşılaşmak istemiyor olabilirler.
Bir yandan, tüm bu hikayeleri önemli buluyorum açıkçası. Tabii ki ‘‘lubunyalarca’’ yazılan bir dolu eser de homofobi ve transfobiden azade değil. Yine de geçmişteki bu temsillere toleransımızı arttırmalıyız gibi geliyor. Ders alma kelimesini çok sevmiyorum ama ders alarak ilerleyeceksek gözümüzü karartmalıyız gibi geliyor. Araştırmaların çoğalması, çeşitlenmesi önemli.
Peki eserlerin politik açıdan da günümüze uyarlanması hakkında ne düşünüyorsun?
En son büyük tartışma Agatha Christie'nin “nigger” kelimeli romanı üstünden çıktı, bu gibi kelimeleri çıkartıyorlar romanlarından, resmen saçmalık! Kelimenin o dönemki kullanımıyla şu anki aynı değil, dil sürekli değişiyor ama o da o dönemde, bu şekilde, bu kelimeyle yazılmış roman, tarihe gömülecekse de gömülecek. Bunu yaptığında o üretimi tarihteki yerinden koparmış oluyorsun, yani tarihsel bağlamda anlattığı şeyi, önemini onun elinden alıyorsun.
“Bir alan var ama çok dar bir alan”
Biraz günümüze dönelim, bugün LGBTİ+ yazarlar neler yaşıyor? Bu projenin çıkış noktasında da LGBTİ+ yazarlara bir alan açma arzusu olduğundan bahsettin zaten. Bir alan bulmak artık daha mı zor?
Bir alan var ama çok dar bir alan. Örneğin büyük yayınevleri çok satan LGBTİ+ temalı kitapları çeviriyorlar ama bültenlerinde bu ibareyle paylaşmıyorlar. Türkçe yazılmış eserlere zaten çok az yer veriyorlar. Piyasada yer edinmen için ya doğru insanı bulman gerekiyor ya da tanıdıkların olmalı.
Bu görünmezleştirmenin sebebi korku mu, baskı mı, bilmiyorum. Şu an elimde bir LGBTİ+ açılma hikayesini konu edinen bir öykü kitabı var, tanıtımında “yasak aşk” yazıyor sadece. LGBTİ+’nın adı yok.
Yayınevleri dönüş bile yapmıyor sanırım, öyle duyuyorum. Doğru mu?
Yayınevlerinin çoğu bakmıyor gerçekten. Yeni yazarlara alan açtığını bildiğim bir yere kitabımı göndermiştim, aylar sonra zoraki cevap alabildim. Bir yandan birçok yayınevi LGBTİ+ temalı üretimleri doğru şekilde değerlendirebilecek göze sahip mi, emin değilim. Kendine özgü ihtiyaçları, kavram setleri var bu eserlerin.
Bu sorunlar kitabın basılmasıyla da son bulmuyor. Dağıtımları da yapılmıyor yeterince. Sen ne düşünüyorsun?
Küçük yayınevleri zaten büyük dağıtımcılarla çalışamıyor. Dağıtımcılar o yayınevlerini tanımıyor bile. Çünkü çerez parası oradan kazanacakları.
Tüm bu konuştuklarımızdan dolayı sizin yürüttüğünüz bu proje gibi birçok çalışmaya ihtiyacımız var. Bundan sonra yürütmeyi düşündüğün projeler var mı?
Bu projeyi devam ettirmek çok isterim. Aynı ekiple yeni bir program üzerine çalışabiliriz ya da yeni kalemlerle aynı projeyi yürütebiliriz. Bu sefer Cultur Civic destek oldu bize ama işin finansal yükü de azımsanacak gibi değil. Katılımcıların üstüne yüklenemez bu, çünkü çoğu lubunya gün geçtikçe daha zor koşullara, daha az kazanca evet demek durumunda kalıyor. İşsizliği saymıyorum bile. Bakalım diyebiliyorum sadece, bakalım…
Bu söyleşi ilk olarak Kaos GL Dergisi'nin Uluslararası Ahval dosya konulu 197. sayısında yayınlanmıştır. Dergiye kitapçılardan veya Notebene Yayınları’nın sitesinden ulaşabilirsiniz. Online aboneler dergi sitesinden dergiyi okuyabilir.
Etiketler: kültür sanat, yaşam