03/10/2012 | Yazar: Kaos GL

KESK Kadın Sekreteri Sakine Esen Yılmaz mahpushaneden yazdı ve tüm kadınları 4 Ekim’deki davaya çağırdı.

KESK’li dokuz kadın ve "Dava" - Sakine Esen Yılmaz Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

“ İnsanların önünde duvar örülmüş bir gelecekte yaşamaları ilk kez olmuyor. Ama insanlar daha önce bu duvarları sözün ve çağrının yardımıyla aşarlardı…” -Albert Camus/Ne Kurban Ne de Cellat 

“Gidemezsiniz çünkü tutuklusunuz… Peki, ama neden? Kovuşturma artık başladığına göre her şeyi öğreneceksiniz” diye başlamıştı “ K”nın bilmediği bir suçtan, bilmediği bir davadan yargılanması. 13 Şubat 2012’de dokuz KESK’li kadın da Kafka’nın “Dava” isimli romanının kahramanı “K” gibi bir monologla uyandılar güne. Evleri basıldı, çocuklarının gözü önünde aşağılandı, kelepçelendi, aylarca neden tutuklandıklarını bilmeden, anlayamadan cezaevine atıldılar. Tutuklu bulundukları yedi ay boyunca da “ Peki ama neden? ” sorusunu sordular kendilerine. Beşinci ayın sonunda iddianame çiktı. Bu sefer kendilerine sordukları sorulara “şaka mı bu?” da eklendi. İddianame “ barış için bir söz söyle” demenin, bunun için “Barçelan Yaylası’na gitmenin” suç olduğunu ifade ediyordu. Sonra öteki “suçlar” sıralanmıştı bir bir. “Jın, Jiyan azadi/ kadın, yaşam, özgürlük” demek de “suç” idi. Hele en temel insan haklarından ve pedagojinin temel ilkelerinden anadil meselesi üzerine yoğunlaşmak, Kürt sorununun demokratik ve barışçı yollarla çözümünü istemek kabul edilemezdi. Zaten öyle kadın başına meydanlara çıkıp “ yaşasın kadın dayanışması” gibi sloganlar atmak da hiç mi hiç yakışmıyordu kadınlara. Hem “istemek” denilen şey ki, bu ister barışı, ister demokrasiyi, isterse özgürlüğü istemek olsun, nefsin terbiyesine de aykırıydı. O yüzden şarkılardan ve kitaplardan oluşan upuzun bir liste “ kuvvetli suç” delili olarak konulmuştu iddianameye. Artık sıra, olmayan bir hukukla orta oyununa dönmüş mahkeme de yargılanmadaydı. 

4 Ekim 2012’de, halen tutuklu olan dokuz KESK yöneticisi kadın, KESK Kadın Sekreteri Canan Çalağan, Tüm Bel Sen Genel Kadın Sekreteri Güler Elveren, SES Genel Kadın Sekreteri Bedriye Yorgun, şube yönetimlerinde görev yapmış olan Güldane Erdoğan, Nurşat Yeşil, Belkız Yurtseven, Evrim Özdemir Oğraş, Hatice Beydilli Kahraman ve Hülya Mendilligil, 3. Yargı Paketi ile hukuken kaldırılan Özel Yetkili Ankara Ağır Ceza Mahkemesi’nde aradan geçen 8 ay sonra ilk defa hakim karşısına çıkarılacak. 

Çizgi film kahramanı Cedric her bölümde “ 8 yaşındaysan ve aşıksan hayat çok zor olabiliyor bazen” diyordu. Hatice, Evrim, Canan, Bedriye, Hülya gibi kadınların çocukları da Cedric’in bu meşhur sözünü “annen sendikacıysa ve bu sendika sözünü sakınmayan muhalif bir örgüt olan KESK’se hayat çok zor olabiliyor bazen” diyerek kendi yaşamlarına tercüme ediyor. KESK’li olmak hele cüret edip yöneticisi olmak, ileri demokrasi koşullarında hem çocuklar hem de kadınlar için gerçekten zor. Bir de bu kadınlar Kafka’nın “K” sı gibi “bir hukuk devletinde” yaşadıklarını varsayarak; kadın örgütlülüğünü büyütmek, kadın cinayetlerine, tacize, tecavüze dur demek, eşitlik istemek için eylem ve etkinlikler yaparlarsa, kendini bir anda Sincan cezaevinde bulabilirler. Çünkü ” yargıya zaten söyledik, yargı da gereğini yapıyor ” diyen bir başbakanın başında bulunduğu bir hükümetin, kadın politikalarının karşısında“kadın olarak gereğini yapmak” suçtur, AKP tipi ileri demokrasilerde. Bu hükümetin aynı zamanda devlet adına işveren olduğu da düşünülürse işler daha da çetrefilleşir. 

Kamu sendikacılığının ve sendikaların en büyük handikaplarından biri hükümetin aynı zamanda işveren temsilcisi olmasıdır. Böylesi orantısız bir güçle karşı karşıya kalan sendikalar ya işveren olan hükümete yakın durarak, yandaş olarak üye sayılarını yüzde bin beş yüz arttırırlar ya da KESK gibi altı ay içerisinde üç kez sendika binalarının basılmasını, yöneticilerinin, üyelerinin tutuklanmasını, sürgüne gönderilmesini göze alarak “haklarını pazarlık konusu yapmaz” ve hak mücadelesine devam eder. Güney Afrika’da olsaydı belki üyeleri yaylım ateşine tutularak maden işçileri gibi öldürülebilirdi de. Ama KESK Türkiye’de olduğundan “ terörist” olarak itham edilmekle yetiniliyor. Eeee haliyle KESK’li kadın üye ve yöneticileri de bundan nasibini alıyor. 

Fakat Albert Camus’un dediği gibi “ İnsanların önünde duvar örülmüş bir gelecekte yaşamaları ilk defa olmuyor. Ama insanlar daha önce bu duvarları sözün ve çağrının yardımıyla aşardı.” Şimdi de gerçeğin, tüm bu polis, yargı, hükümet ve işverenin haksız uygulamalarına son verecek güçte olduğuna inanıyorum. Bunun için KESK’li kadınların aylar boyunca kendilerine sordukları “Peki ama neden?” sorusunu hepimizin kendisine sorması ve 4 Ekim Perşembe günü henüz elleri kelepçelenmemiş tüm kadınların, demokrasi güçlerinin Ankara Adliyesi önünde olması gerekiyor. 4 Ekim’i, kadınların “barış, özgürlük, eşitlik” taleplerinin yargılanmak istenmesine karşı bizler AKP’nin kadın düşmanlığının yargılandığı bir davaya dönüştürmek zorundayız. Yoksa bu “Dava” ebediyete yazgılanmaktan kurtulamaz. 

Sakine Esen Yılmaz 
Eğitim-Sen Genel Kadın Sekreteri 

Kapalı Kadın Cezaevi Sincan /Ankara

(sendika.org)


Etiketler: insan hakları, çalışma hayatı
İstihdam