22/11/2008 | Yazar: Esra Doğan

Eda Kocaoktay

Eda Kocaoktay
"Bu sefer son!" dediğim her aptallığım, bir sonrakinin hazırlığı olmuş, gözü kör kedilerin tüylerine saklanmaya çalışırken, farelere yem olmuşum. Günü, geceyi, zamanı unutup haftalarca uyumuşum. İstanbul'un dibi kaynarken, ben yıldızlarla oynaşır olmuşum; o yıldız sandığım şeylerin "küçük kırmızı şekerler" olduğunu, kim bilir kaçıncı adam üzerimdeyken anlamışım.

Yürüdüm...
Öyle çok yürüdüm ki nereden başladığımı unuttum.
Ne çok şeyi unutmuşum olmadık yerlerde,
Aptal manzaralara dalıp, donuma kadar soyulmuşum!
Gereksiz şeylere anlamlar yüklemişim; beni süzen her gözü "âşık" sanmışım...
Onların kafalarında kurduğu "küçük kırmızı şekerli" resimlerden habersiz...
Konuştum...
Öyle çok konuştum ki neyi anlatmak için konuşmaya başladığımı unuttum.
Ne boş sözler vermişim! Ama hepsini tutmuşum,
Hep enayiyi oynamışım;
Pasaklı, bok götüren kalpleri yuva edinmişim,
Kovulmuşum, tekmeyi yemişim, çamura gömülmüşüm.
Özür dileyen yine ben olmuşum; her yutkunmaya çalıştığımda "küçük kırmızı şekerler" boğazıma takılmış, boğulmuşum...

"Bu sefer son!" dediğim her aptallığım, bir sonrakinin hazırlığı olmuş,
Gözü kör kedilerin tüylerine saklanmaya çalışırken, farelere yem olmuşum.
Günü, geceyi, zamanı unutup haftalarca uyumuşum.
İstanbul'un dibi kaynarken, ben yıldızlarla oynaşır olmuşum;
Ama o yıldız sandığım şeylerin "küçük kırmızı şekerler" olduğunu, kim bilir kaçıncı adam üzerimdeyken anlamışım.
Her önüme gelene, uğradığım haksızlıkları anlatırsam belki birileri acır da beni yatağının altında saklar diye heveslenmişim;
Her defasında yatağın üstünde, o koca cüsselerin altında kalmışım, aptalmışım...
Adımı "sokak orospusu" koyup, arabalarını üzerime sürenlere boyun eğmek zorunda olduğum her şehri lanetleyip kusmuşum;

Her kaldırımda bin adım, her kaldırımda bir "küçük kırmızı şeker"...
Açıklama yapmak için hep yanlış insanları seçmişim,
Boğazıma basan her ayak, tenimi okşamış,
Tenime değen her "el" beni tokatlamış...
Ne kadar pis çarşaflı otel varsa hepsinin tuvaletinde aşırı doz uyuşturucudan ölmüşüm.
Tırnaklarıma yapışan pislikleri, ağzımdan sarkan tükürüğümle temizlediğim gibi,
kendimi de her açık fermuardan akan sıvıyla yıkamaya çalışmışım;
Saçlarımdan akan yine "küçük kırmızı şekerler"...
Kendimi attığım her dipsiz kuyu mabedim olmuş; ben olmuş, sen olmamış, bok olmuş!

Bana sıçtığım yerde ibadet ettirenleri, kulaklarından sarkan beyinlerinden duvara çakmışım; bakmışım, yakmışım...
Kimsenin söndürmeye cesaret edemediği ateşlerin kibritleri hep benim elimde çakılmış,
Her suçun günah keçisi benmişim; adımmış, soyadımmış, varlığımmış!
Ben daha ne olduğumu çözemeden, onlar yaftayı yapıştırmış; avucuma "küçük kırmızı şekerler" tutuşturup...
Ben istemedikçe peşimden gelmiş,
Ben gözümü kaçırdıkça yüzüme bakmış,
İç geçirmiş, beğenmiş ve yanağıma leke kondurmuş.
Bedenimin yanlış olduğunu dışa vurduğumda, lanetlenen ben olmuşum;
Pismişim, günahkârmışım...
Günaha girmek isteyen her ereksiyon halindeki "erkeğin" son durağı olmuşum.
Ben yanlışmışım, hataymışım, olamazmışım!
Konuşamaz, susamaz, yaşayamaz, ölemezmişim…
Sevemez, sevilemez, kalem tutamazmışım...
Ben sadece "küçük kırmızı şeker" paketlerinde bir varmııışşş, bir yokmuşum...

Etiketler: yaşam
nefret