17/03/2022 | Yazar: Ayçe İdil Ağca
Av. Umut Rojda Yıldırım’la onur yürüyüşlerine açılan davaları konuştuk: Bu; artık hukuk önünde çözülebilecek bir durum değil, politik bir mesele.
2021 yılı LGBTİ+’lar ve kadınlar için birçok hak ihlaline maruz kalınan bir yıl oldu. Kaos GL’nin hazırlamış olduğu, "Her Şeye Rağmen" başlığıyla çıkan LGBTİ+'ların İnsan Hakları 2021 Raporu’na göre valilikler veya kaymakamlıklar LGBTİ+’ların 2021 yılında organize ettiği istisnasız bütün açık hava etkinliklerini yasakladı, polis şiddeti yaygındı.
Yasaklanan etkinliklerden biri de İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’ydü. Polis, tüm gün boyunca LGBTİ+’lara saldırdı. 29. İstanbul Onur Yürüyüşü’nde gözaltına alınan 46 kişiye 6 ayrı dava açıldı.
LGBTİ+’lara hangi gerekçelerle davalar açılıyor? Onur Yürüyüşleri’ne her yıl artan polis şiddeti nelere yol açıyor? Tüm bu soruları ve dahasını Sosyal Politika Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD) Hukuk ve Adalete Erişim Koordinatörü Avukat Umut Rojda Yıldırım ile konuştuk.
“LGBTİ+ varoluşlar yasadışı olamaz”
SPoD’ta da Onur Haftası dava süreçlerini takip eden Yıldırım 2021 yılında ilk defa bu kadar çok sayıda insanın yargılandığı bir süreç olduğunu söyledi ve dava süreçlerini şöyle anlattı:
“5 tanesi Onur Yürüyüşü’nün yapıldığı gün, 1 tanesi de Maçka Parkı'nda yapılmak istenen piknik günü olmak üzere toplam 6 davada 2’si çocuk 41 kişi yargılanıyor. 5 davada suçlama 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa muhalefet, 1 davada ise suçlama kamu görevlisine hakaret olarak karşımıza çıktı. Eskişehir Onur Yürüyüşü’ne ilişkin açılan davada ise ilk kez LGBTİ+ bayrakları yasadışı örgüt sembolü olarak nitelendirildi. Bu yargılamanın Türkiye’de LGBTİ+ hak mücadelesi için bir eşik olduğunu düşünüyorum. LGBTİ+ bayraklarını yasadışı örgüt sembolü olarak görüp iddianame düzenlemek ve yargılama yapmanın hukukla uzaktan yakından alakası yoktur, olamaz.”
Zaten Onur Yürüyüşü günü anayasal hakları olan ifade özgürlüğünü, toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme haklarını yasaklamalar ve kolluk müdahalesiyle kullanamayan insanların bir de yargılamalarla karşılaştığını hatırlayan Av. Yıldırım, bu davaları LGBTİ+’lara ve muhalefete bir gözdağı olarak değerlendiriyor ve şöyle devam ediyor:
“Suçlamaların çoğunun zemini olan 2911 sayılı Kanunun ilgili maddesine göre ‘Kanuna aykırı toplantı veya gösteri yürüyüşlerine katılanlar, ihtara ve zor kullanmaya rağmen dağılmamakta ısrar ederlerse, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.’ Eskişehir’deki suçlama ise ‘Yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşıyarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyerek katılanlar ile kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşıyarak veya bu nitelikte sloganlar söyleyerek veya ses cihazları ile yayınlayarak katılanlar altı aydan üç yıla kadar, hapis cezası ile cezalandırılırlar.’ Oysa biz biliyoruz ki hem AİHM’in istikrarlı içtihadı hem de AYM’nin ilgili kararları uyarınca Onur Yürüyüşü kanuna aykırı bir gösteri yürüyüşü değildir, olamaz da. Kaymakamlığın, valiliğin vs. yasaklama kararları ayrımcı pratiklere dayandığından hukuka aykırıdır. Yasadışı örgüt değerlendirmesi ise hukuki değil politik bir değerlendirme olabilir ancak. LGBTİ+ varoluşlar yasadışı olamaz. Savcılık da bunu biliyor aslında, hakimler de bunun farkında ama bu davalar artık politik sebeplerle açılıp sürdürüldüğü için kendi adıma burada sadece hukuk konuşmayı bir noktada eksik görüyorum. Yüksek mahkemelerin kararlarını bir kenara bıraksak mevzuata göre dahi bu davaların açılmamış olması, soruşturma bile yapılmamış olması ve bu yürüyüşlerin, etkinliklerin son 6 yıldır gerçekleştirilebiliyor olması gerekirdi.”
“Bu şiddet aslında bir politikanın ürünü; nefret politikası.”
Avukat Umut Rojda Yıldırım “Onur Haftası”nda ve “Feminist Gece Yürüyüşleri”nde her yıl artan şiddeti şu şekilde değerlendiriyor:
“2015 yılından itibaren hukuka aykırı şekilde ve torba gerekçelerle yasaklanmaya başlayan Onur Yürüyüşleriyle, LGBTİ+ etkinlikleri, Feminist Gece Yürüyüşleri vs. ile birlikte iktidarın LGBTİ+’lara ve kadınlara olan şiddeti katlanarak artmaya başladı. Tabii sırf bizlere değil, toplumun muhalif her kesiminin seslerinin kısılmaya başlandığı, anayasal hakların ayaklar altına alındığı, LGBTİ+’ların bu kadar açıkça kriminalize edildiği bir dönemden geçiyoruz. Bu şiddet aslında bir politikanın ürünü; nefret politikası. Tıpkı tüm dünyada olduğu gibi sağ popülist iktidarların haklarını gasp etmek için saldırdığı ilk grup olan kadın ve LGBTİ+’lar Türkiye’de de bu politikanın öznesi haline geldi. Bu yasakların, şiddetin hukuki olarak açıklanabilir herhangi bir yanı tabii ki yok. Devletin şiddeti arttıkça LGBTİ+’lar olarak dayanışmamızın ve mücadelemizin de güçlendiğini düşünüyorum açıkçası. Biz hep buradaydık, varız, var olmaya da devam edeceğiz; gidecek olan onlar, biz değiliz.”
“İçi boş gerekçeler son 6 yıldır her seferinde karşımıza çıkıyor”
Av. Yıldırım tüm bu gösterilerde/yürüyüşlerde gerçekleştirilen müdahalenin yasal zeminin sorduğumuzda ise müdahaleyi iki yönlü olarak açıklıyor:
“Devletin, yürüyüşün yapılmamasına dair yasaklama kararı alması bir müdahaledir. Kolluğun, yürüyüş esnasında kişilere uyguladığı zor kullanma ve devamı başka bir müdahale demektir. Yürüyüşlerin yasaklama kararları, kanunlar tarafından idareye (Valilik, kaymakamlık) belirli ve zorunlu durumlarda son seçenek olarak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklama yetkisi verir. Ancak bu belirli durumların ne olduğunun, idare tarafından yasaklama kararlarında açıkça belirtilmesi, somut ve öngörülebilir bir tehlikenin mevcut olması gerekmektedir. Çünkü aslolan, ifade özgürlüğünü kullanmak isteyen kişilerin bu haklarını dilediğince kullanmaları için devlet tarafından ilgili sorumlulukların yerine getirilmesi yani hakkın korunması gerekliliğidir ancak biz bu pratiğe daha hiç rastlamadık. Örneğin 19. İstanbul Onur Yürüyüşü, Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından ‘devletin ülkesi ve bölünmez bütünlüğüne, anayasal düzene, genel sağlığa ve genel ahlaka aykırı olabileceği veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla’ yasaklandı. Bu ne anlama geldiği belirsiz, içi boş gerekçeler son 6 yıldır her seferinde karşımıza çıkıyor. Müdahalenin yasal zemini mevcut mu? Evet. Bu yasal zemin yani 2911 sayılı Kanun ifade özgürlüğüne aykırı çokça düzenleme içeriyor mu? Evet. Buna rağmen idare takdir yetkisini ifade özgürlüğü lehine kullanması gerekirken yasal zemine dahi uygun olarak hareket ediyor mu? Hayır. Buna şaşırıyor muyuz? Hayır. Onur Yürüyüşlerine ve LGBTİ+ etkinlikleri getirilen yasaklama kararları İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Mersin’de ve daha birçok yerde idare mahkemeleri önünde dava konusu edildi. Yine ceza yargılamaları sonrası beraat kararları var elimizde. Bu yasaklama kararları, mahkeme kararlarıyla iptal edilse de hem yapılması planlanan etkinlikler gerçekleştirilmemiş oluyor hem de bir sonraki senelerde idareler yine aynı gerekçelerle yasaklama kararı vermeye devam ediyorlar. Çünkü burada, hukukun artık işlevsel olmadığı bir hak ihlali serisinden bahsediyoruz. Bu artık hukuk önünde çözülebilecek bir durum değil, politik bir mesele bana göre. Kolluğun da toplantı ve gösteri yürüyüşlerine dair görev ve sorumlulukları, hem 2911 sayılı Kanun, ilgili Yönetmelik ve Polis Vazife ve Salahiyetleri Hakkında Kanun kapsamında düzenlenmiştir. Ancak hiçbiri, örneğin Onur Yürüyüşlerinde darpla ve kötü muamele ile gözaltına alınmanın hukuki gerekçesi olamaz. Gözaltına alınmamış olsa da yürüyüş esnasında darp ve kötü muameleye maruz kalan kişilerin olay sonrası hızlıca en yakın sağlık kuruluşuna gidip adli muayene raporu almaları, hatta TİHV, İHD gibi kurumlara da başvurarak ek raporlar alıp kasten yaralama, görevi kötüye kullanma gibi suçlar açısından kolluk hakkında suç duyurusunda bulunmak gerekmektedir. Kötü muamele ve işkence mutlak bir yasaktır. Hiçbir surette kolluk, mevzuattaki yetkilerini aşarak kişilere bu şekilde müdahalede bulunamaz.”
“Hukuka uygun hareket etme gayesinde olan herkes için yeterli sayıda emsal kararımız var”
Sonraki yıllarda emsal olabilecek kararları sorduğumuzda ise, Onur Yürüyüşlerine ve LGBTİ+ etkinliklerine karşı alınan yasaklama kararlarına ilişkin mahkeme kararlarını hatırlatıyor Av. Yıldırım. 17.İstanbul Onur Yürüyüşü, Queer Olympix, Ankara yasakları, 5. Mersin Onur Yürüyüşü, 7. İzmir Onur Yürüyüşü’ne yasak kararlarının hukuksuz bulunduğunu hatırlatan Av. Yıldırım, “Sadece bunlar da değil” diyerek, AYM’nin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına dair, AİHM’in Rusya, Polonya, Macaristan gibi kimi ülkelerde direkt olarak LGBTİ+ etkinliklerinin yasaklanmasına ve katılımcıların cezalandırılmasına dair kararlarından da bahsediyor:
“Buna dair çok yakın bir zamanda SPoD Hukuk ve Adalete Erişim Alanı olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin LGBTİ+ haklarına ilişkin AİHM kararlarından oluşan içtihat rehberini Türkçeye çevirdik. Rehber AİHM’in resmi internet sitesinde ve SPoD’un internet sitesinde yayınlandı. Hatta bu sene bile, 19.İstanbul Onur Yürüyüşü kapsamında açılan davaların ilkinde beraat kararı verildi. Hukuka uygun hareket etme gayesinde olan herkes için yeterli sayıda emsal kararımız var. Sorun, buna rağmen yasaklamaların, yargılamaların devam ediyor oluşu.”
“Sokakta, adliyede, Mecliste, yaşamın her alanında varlığımız meşrudur ve haklıdır”
Sistematik olarak nefret politikalarıyla baskı altında olan LGBTİ+’ların ve kadınların bir kez daha hukuk yoluyla sindirilmeye çalışıldığını tekrar tekrar vurgulayan Avukat Umut Rojda Yıldırım bunun aynı zamanda politik bir tercih olduğunu belirtiyor:
“Bu tercih karşısında biz LGBTİ+’lar olarak, kadınlar olarak hak temelli mücadelemizden, eşitlik taleplerimizden vazgeçmiyoruz. Sokakta, adliyede, Mecliste, yaşamın her alanında varlığımız meşrudur ve haklıdır. Hiçbir iktidar politikası, mahkeme kararı bu gerçeği değiştiremez. Hukuk yoluyla sindirmek istedikleri LGBTİ+’ların, kadınların yanında örgütlü mücadelemiz ve hukukçu kimliğimizle var olmaya devam ediyoruz.”
*Bu haber Kaos GL Medya Okulu kapsamında hazırlanıp yayınlanmıştır.
Etiketler: insan hakları, medya okulu