20/02/2021 | Yazar: Defne Güzel

SU Gender’ın konferansında Kaos GL’den Yıldız Tar, pandemide LGBTİ+ düşmanı kampanyaları anlattı: Hükümetin LGBTİ+ hakları konusunda açık ve seçik bir politikası varken; muhalefetin, belediyelerin, sendikaların, meslek odalarının bir politikası yok. Ne acı!

“LGBTİ+ düşmanlığı pandemide iyice kurumsallaştı” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

İllüstrasyon: Gizem Karagöz, KaosGL.org için stok görsel

Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (SU Gender) bugün (20 Şubat) çevrimiçi olarak düzenlediği “Covid-19 Pandemisinin Birinci Senesinde Toplumsal Cinsiyet Üzerine Konuşmak” başlığıyla yıl boyunca hazırlanan raporlama ve savunuculuk çalışmalarını dinlemek ve tartışmaya açmak için sivil toplum temsilcilerini bir araya getirdiği panelin ikinci oturumu verilen aranın ardından devam etti.

İlk oturumda “Pandemi Sürecinde Deneyimleri Görünür Kılmak” başlığıyla söz alan konuşmacıların sunumlarının ardından Pandemi Sürecinde Eşitliği ve Hakları Savunmak başlığı altında ikinci oturumun konuşmacıları söz aldı.

lgbti-dusmanligi-pandemide-iyice-kurumsallasti-1

Pandemide LGBTİ+’lara düşmanlık kampanyaları

Oturumda ilk olarak Kaos GL’den Yıldız Tar söz aldı. Tar, LGBTİ+’lar özelinde pandemi sürecini şöyle değerlendirdi:

“2020 senesi denildiğinde ben pandemiyi düşünmüyorum. İlk aklıma gelen şey pandemi ya da salgın olmuyor. LGBTİ+’ların sistematik olarak hedef gösterildiği, karalama kampanyaları yürütüldüğü, LGBTİ+ varoluşunun aile, din, batı ajanı gibi söylemlerle düşmanlaştırıldığını hatırlıyorum. Bu bile pandemiyi LGBTİ+’ların nasıl deneyimlediğini gösteriyor. Herkesin ekmek yaptığı, evde sıkıldığı bir pandemi yaşarken LGBTİ+’lar en üstten en alta devlet kademelerine kadar nefret kampanyalarına maruz bırakıldı. Bundan önceki yıllarda hükümet açısından LGBTİ+ hakları alanında belki bir politika eksikliğinden bahsedilebilecekken artık LGBTİ+ politikalarının olduğunu söyleyebiliriz hükümetin. Çok net bir LGBTİ+ politikaları var ve bu da devletin tüm kurumlarını LGBTİ+ düşmanlığı ekseninde yeniden ve yeniden dizayn etmek. Şu an bilgili, donanımlı kendi politikasını gerçekleştirmiş bir düşmanlaştırma stratejisi var.

“Pandemi geçtiğimiz Mart ayında başlamadan önce sınırdaydı hepimizin gözleri. Mültecilerin Türkiye Yunanistan sınırına gittiği ve sınır kapılarının açılacağı vaadiyle çok ciddi hak ihlallerine maruz kaldığı bir gündemdeydik. Pandemiyle birlikte bakış açımız ordan başka bir yere çevrildi. Sınıra giden LGBTİ+ mültecilerle yaptığım röportajlarda “Türkiye bizim için bir cehennem. Bu kapının açılmayacağını biliyoruz ama binde bir açılma ihtimali varsa bile bunu değerlendirmek zorundayız.

“LGBTİ+’ların ve LGBTİ+ mültecilerin nelerle karşılaştığına dair resmi çok iyi özetliyordu bu cümle. 24 Nisan bir dönemeç noktasıdır. Diyanet işleri başkanı pandeminin sebebi olarak LGBTİ+’ları, HIV’le yaşayanları ve ‘zina yapanları’ göstermeden önce bir yazı yazmışım LGBTİ+’ların pandemiyi nasıl deneyimlediğinde dair beş başlık çıkarmışım. İlki sağlığa erişimdeki sıkıntılardı. Sağlıktaki halihazırda devam eden ayrımcılığın yansımaları. İkincisi çalışma hayatına ilişkindi. Eğlence sektörünün dışında da istihdam araştırmalarımız her yıl tutarlı bir şekilde bize LGBTİ+’ların daha işe alım aşamasından başlayarak devamında bütün iş yaşamında ayrımcılık ve nefret söylemiyle karşılaştığını gösteriyor. Kimliklerini saklamak zorunda kalıyorlar ancak yine de dedikodular ve varsayımlar üzerinden LGBTİ+’ların bırakın eşit olarak var olmasını, var olamadığını görüyoruz. Sizi işe alıyor olmanın kendisi bir lütuf olarak görülüyor. Sizin herhangi bir kriz anında ilk vazgeçilen olacağınızı söylüyorlar. “LGBTİ+’ların ne kadar kırılgan koşullarda olduğunu bir kez daha gördük. Sadece para kazandığınız bir yer değil çalışma hayatı. İş hayatı geri kalan bütün alanları da belirleyen bir yer. Burada yaşanan bir ayrımcılık bir bütün olarak hayatımızı etkiliyor. O dönem bir de ‘ev sahiden de güvenli mi’ sorusunu sormuşum. Son başlıksa bu sürecin LGBTİ+’ları düşmanlaştırmak için bir fırsata dönüştürme ihtimaliydi. Çocukların çizimleri üzerinden konu LGBTİ+’lara bağlandı, çocukların gökkuşağı çizip pencereye asmalarından Milli Eğitim Bakanlığı devreye girdi. Kurumların kendi aralarında iletişim sorunu yaşarken pandemide LGBTİ+ nefretinde öyle koordineli bir şekilde çalıştıklarını gördük ki… Düşmanlaştırmak için tankla tüfekle gelecekler neredeyse. Sonra Netflix meselesi başladı. RTÜK devreye girdi. 23 Nisan’da LGBTİ+ çocuklar vardır diye insanlar çocukluk fotoğraflarını paylaştılar. Nasıl paylaşılır diye öyle bir infial yaratıldı ki. Söz konusu LGBTİ+ çocuklara şiddet uygulamak olduğunda vardık ama ben bu sefer de 31 yaşımda yok olduğumu öğrendim.

Ve 24 Nisan’a gelindiğinde Diyanet’in hutbesiyle birlikte devletin tüm kurumları sıraya girdi, LGBTİ+’lara nefrette birleştiler. Ticaret bakanlığı devreye girdi, reklamlara yasak getirildi. Derken Boğaziçi direnişinde artık biz LGBTİ+’ların düşmanlaştırılmasıyla ilgili sistematik bir ortamda yaşadığımızı gördük. Bu ortamda pandemiyle birlikte size dünyanın genel gidişatından soyutlamayı da hedefleyen bir şey.”

“Kameraları alt kamaralara çevirmek…”

Yıldız Tar, konuşmasının devamında Bayram Sokak’ta yaşananları ve nefret saldırılarını anlattı ve şöyle devam etti:

“Koronavirüse karşı alınan önlemleri düşünürken haklara erişimde ciddi sorunlarla karşı karşıya kalan LGBTİ+’ları da akılda tutmak ve LGBTİ+’ların maruz bırakıldığı hak ihlallerinin derinleşmesinin önüne geçmek gerekiyor. Bu konuda hükümetin ve ilgili bakanlıkların bir çalışması bulunmadığı gibi LGBTİ+’ları düşmanlaştırma bir hükümet politikasına dönüşmüş durumda. Koronavirüs ve ayrımcılığın sıkıştırdığı LGBTİ+’lar yalnızlaşma, damgalama ve şiddet çemberinde hayatlarını sürdürmeye çalışıyor. LGBTİ+ örgütlerinin ve kolektiflerinin dayanışma ağları, online etkinliklerini her ne kadar bu sorunlara karşı önemli olsa da; ilgili devlet kurumlarının sorumluluğunu yerine getirecek adımları atmaması ve hem tarihsel hem de güncel olarak LGBTİ+ haklarını ihlal eden failler arasında olması “herkesin aynı gemide olmadığını”, aynı gemide olsak bile bazıları kaptan kamarasındayken bazılarının geminin en altında çalışmaya devam ettiğini gösteriyor.

“2020 senesinde pandemiyle birlikte Titanik filmi yeniden aklıma geldi. Bir cis-hetero romans başyapıtı olan filmde hatırlarsanız gemi buzdağına çarpıyordu. Öncesinde ilmek ilmek örülen bayağı ve vasat cis-hetero romans doruk noktasına ulaşıyor ve biz gemi batarken o muhteşem (!) aşk hikayesini izliyorduk. Kameralar cis-hetero bir çifte dönük, onların ileride ikonikleşecek anlarını çekerken geminin en altında çalışanlar çoktan ölmüştü bile. Ancak kameranın kadrajına girmeleri söz konusu bile değildi. Ancak cis-hetero çiftimizin cis-hetero romanslarının geçtiği yerlerden birindelerse belki birkaç saniye izleyebiliyorduk onları. Pandemide gemi metaforu tam da böyle bir şey. Kameralar bir milyon kere izlediğimiz cis-hetero romansları bize tekrar tekrar izletedursun, alt kamaralardakiler ölüm kalım mücadelesi veriyor. Kameraları o alt kamaralara çevirmedikçe de durum değişecek gibi durmuyor.”

“Hükümetin LGBTİ+ politikası varken, muhalefetin maalesef yok”

Tar, Türkiye’de hiçbir kurumun LGBTİ+’ların hakları erişimleri konusunda iyi bir sınav vermediğini de vurgulayarak şöyle devam etti:

“Hükümetin LGBTİ+ hakları konusunda açık ve seçik bir politikası varken, bütün kurumlarını seferber etmişken hükümet dışı aktörlerin, yerel yönetimlerin, sivil toplum örgütlerinin, sendikaların, meslek odalarının bir politikası yok. Ya hedef gösterildiğinde en iyi ihtimalle bir açıklama yapmakla sınırlı ya da ‘kadınlar ve LGBTİ+’lar’ demekle geçiştirilen bir konumdayız. Kamuya adım attıran toplumsal ve siyasal baskıdır çoğu zaman. Bunu kurabilmek de diğer kurumların LGBTİ+ politikalarını kendi politikalarının merkezine çekmeleri, gündeme göre lütfettikleri veya vitrin olarak görmedikleri bir düzlemle mümkün. Hak mücadelesi yürüttüğünü söyleyen kurumların anlık bir refleksle değil politika geliştirebilecekleri bir düzlemle ilerlemesi gerekiyor. Bu çok acı bir durum. Muhalefetin, muhalefet partisi yönetimindeki belediyelerin, sendikaların, meslek odalarının, insan hakları örgütlerinin LGBTİ+ hakları politikasının olmadığı ancak Hükümet’in LGBTİ+ hakları konusunda politikasının olduğu bir dönemdeyiz.”

Küresel salgın dönemi raporu

Yıldız Tar’ın ardından KAMER Vakfı’ndan Rojda Zaman sunumu için söz aldı. Zaman, pandemi dönemi çalışmalarından bahsetti. Pandemi döneminde tam bir kapanma yaşamadıklarını ve evlerden çalışmak durumunda kaldıklarını belirten Zaman, Küresel Salgın Dönemi Raporu’ndan da söz etti. Kendi veri tabanlarına göre aramalar gerçekleştirdiklerini söyleyen Zaman kadınların mevcut süreçlerini analiz ettiklerini aktardı. 15.000’e yakın görüşme gerçekleştirdiklerini belirten Zaman, analiz sonucu ihtiyaçların saptanması ve tespit raporunun da oluştuğunu anlattı. Zaman sözlerine şöyle devam etti:

“Önce temel ihtiyaçların karşılanması gerektiğini fark ettik. Nasıl bir bütçe ayarlayabiliriz, nasıl ihtiyaç paketleri oluşturabilir ve kişilere ulaştırabilirizin derdine düştük.”

Zaman, tespitler sonucu hanelere televizyon desteğinde bulunduklarını, tablet desteği sağlayan kurumlarla iletişime geçip tablete erişim sağladıklarını, kadınların hijyen malzemesine erişimi için temizlik ve hijyen paketi ulaştırdıklarını, iki ay yetecek kadar gıda ve hijyen paketi çalışması yürüttüklerini belirtti.

Tıp ve patriyarkal kapitalist sistem

Rojda Zaman’ın ardından İstanbul Tabip Odası Kadın Komisyonu ve Türkiye Psikiyatri Derneği Kadın ve Ruh Sağlığı Çalışma Birimi’nden Suzan Saner söz aldı. Saner sunumunda kadınların ve LGBTİ+’ların pandemide yaşadıkları deneyimlerin insan hakları perspektifinten görülmesi gerektiğinin önemine değindi. Covid-19 pandemisinin doğal etmenlerle oluşmuş ama insan eliyle şiddetinin arttırılmış bir afet olduğunu belirten Saner, bu durumun temel insan haklarını yoğun bir biçimde etkilediğini de belirtti. Pandeminin insan eliyle karmaşıklaştığını da belirten Saner, patriyarkal kapitalist sistemin de bu süreçte rol oynadığından söz etti. Evin öneminin arttığı bir dönemde kadına yönelik beklentilerin de arttığını söyleyen Saner, bu durumun kadına yönelik şiddete de sebebiyet verdiğinin altını çizerek hak temelli yaklaşımın önemine değinerek sözlerini sonlandırdı.

Pandemi ve yoksulluk

Saner’in ardından İBB Sosyal Politikalar Koordinatörü Zelal Yalçın sunumuna başladı. Yerel yönetimlerde toplumsal cinsiyet eşitliğinin nasıl sağlanabileceği üzerine sunumunu gerçekleştiren Yalçın, belediyecilik hizmetlerine bakarken pek çok farklılıkların göz önünde bulundurularak hizmet üretilmesi gerektiğine değindi.

Kadına yönelik şiddetin engellenmesi meselesini gündeme aldıklarını belirten Yalçın, sığınmaevlerinin hayata geçmesinin öneminden bahsetti. Sığınmaevlerini gündeme alan İBB’nin bu süreçte pandemi ile karşılaştığını ve bu süreçte 40 oda kapasiteli bir sığınmaevini hayata geçirebildiklerini anlattı. Bu gerçekleştirilen alanın kadınlar için önemine de değinen Yalçın ikinci bir sığınmaevinin de hazırlığı içerisinde olduklarını belirtti.

Yoksulluk konusuna da değinen Yalçın, “Pandemi yoksulluk meselesinin ortaya çıktığı bir dönemdi. Yaklaşık 600.000 kişiye gıda desteğinde bulunuldu. Yaklaşık %50.8’inin kadın başvurucular üzerinden hanelere ulaştığını söyleyebilirim” diye belirtti. Farklı kesimlerden yardım taleplerini de karşılamaya çalıştıklarını belirten Yalçın, ilk dönemin çok akut ve yakıcı bir dönem olduğunun da altını çizdi.

Bu süreçte psikolojik destek hizmeti oluşturulmasının gerekliliğini de aktaran Yalçın, çok dilli Kadın Destek Hattı’nın açıldığını duyurdu ve bir senedir eşitliğin kalıcı olabilmesi için yapılandırılmış bir modele ihtiyaç olduğunu söyledi.

Soru-cevap bölümünün ardından etkinlik sonlandırıldı.


Etiketler: insan hakları, kadın, sosyal hizmet, sağlık
İstihdam