14/03/2012 | Yazar: Kaos GL

Bugün 50 yaşın üzerinde olan dokuz trans bireyin anlattıklarından derlenen ve Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği’nin Global Diyalog Vakfı desteğiyle kolektif bir biçimde hazırladığı tarih dizisinin ilki yayınlandı.

‘80’lerde Lubunya Olmak’ Kitabı Yayınlandı Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Bugün 50 yaşın üzerinde olan dokuz trans bireyin anlattıklarından derlenen ve Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği’nin Global Diyalog Vakfı desteğiyle kolektif bir biçimde hazırladığı tarih dizisinin ilki yayınlandı.
 
Kitabı edinmek isteyenler Siyah Pembe Üçgen İzmir’le ve Türkiye’deki diğer LGBT Dernekleriyle irtibata geçebilirler.
 
80’lerde Lubunya Olmak kitabında en genci bugün 50 yaşında olan dokuz Trans birey bize bu ülkede Lubunya olmanın genel ve özel tarihini anlatıyorlar.
 
Kitapta deneyimlerini paylaşan dokuz TT birey bize kendi hikayelerini anlatıyorlar ve parklarda, üçüncü sınıf otellerde, randevuevlerinde, gece kulüplerinde, Pürtelaş’ta, Bayram Sokak’ta, Dolapdere’de, sokaklarda, karakollarda, kışlalarda yaşamak için direnen, hayata delicesine tutunan ve çoğu zaman birbirlerinden başka sarılacak kimsesi olmayan Lubunya bireylerin gözünden bu ülkenin korkunç bir döneminin korkunç hikayesini gözler önüne seriyorlar.
 
Kitaptaki söyleşilerden bazı bölümler:
 
Bennu (50):
“O yıllar benim dehşetle hatırladığım zamanlar. Çok kötü zamanlardı. Polis falan… Kötüydü yani. Sizin kimliğiniz, kişiliğiniz, içiniz, dışınız değil yani tamamen var olmanız onlar için kötü bir şeydi. Senin insanlığın, düşüncen, ailende üzülenler, acı çekenler olması, birilerinin bişeyi olman ilgilendirmiyor onları yani. Bu toplumda olmamalısınız.”
 
Özlem (50):
“80 Darbesi’ni hatırlamaz mıyım? Bir eve gitmiştik. Ben ve arkadaşım bir eve gitmiştik. Koliye. Dışarı çıkmak yasak, dediler. Mecbur kaldık sabaha kadar o evde. Zeytinburnu’ndaydı, hiç unutmam.  Sabah bir dışarı çıktık, her yer asker… Asker polisten daha iyi davranıyordu. Mesela Dolapdere’de bizi aldılar, sıraya geçirdiler. Hepimize dayak attılar. Sırada kaç kişi varsa, herkes yanındakine tokat atacak. En samimi arkadaşın bile olsa mecbursun vurmaya…”
 
Demet (51):
“Havada böyle bir sonbahar sıkıntısı vardı, sanki her şeyin bir mânâsı vardı. Hava İstanbul’da o kadar kapalı oldu ki, zaten 4 gün sokağa çıkma yasağı oldu. 12 Eylül’de daha okullar açılmamıştı, sabah kalktık, hayda, “Darbe oldu” dediler, “Aa ne darbesi” dedik, “çıkmıyorsunuz dışarıya” dediler. Biz o zaman sitede oturuyoruz, gökdelende. 15 katlı, dört tane bina vardı bizim o sitenin içinde. Hava resmen insanların acısını yansıtıyordu, böyle kasvetli. Eylül’de biraz böyle kapalı olur sonra düzelirdi hava İstanbul’da. O süreçte uzun bir müddet hava hep kara bulutlu kaldı; insanın içini acıtan bir hava vardı, sanki o şiddete maruz kalacak insanların yasını tutar gibi, bir ironisi vardı havanın.”
 
Ahu (52):
“80 İhtilali’ne kadar Ankara’daydım. Evdeydik. Benim laçom vardı. Yatıyorduk. Arkadaşım geldi, kapıyı çaldı: Kalk, dedi. N’oldu, dedim. İhtilal oldu, dedi. Ben dedim, ihtilal ne demek? N’oldu, ihtilal ne, bilmiyorum çünkü… Bana dedi ki, kocana sor. Kocam da makine mühendisiydi, Sümerbank’ta çalışıyordu. Ben 20 yaşındaydım, o da 23-24… İhtilal olmuş, dedim ben. Okumuş kültürlü bir insandı. O bana izah etti. “Askeriye el koydu” dedi, “sokağa çıkma yasağı var.” Ben de, tamam, dedim o zaman.”
 
Filiz (54):
“Darbe sabahı Beyoğlu’nda askerlerin yürüme sesine uyandım. Sokağa inicez, makyajımı falan yaptık. Ev basıldı. Bizi askeriye orduevine götürdüler. Karakola teslim etmediler. Hastanemiz vardı bizim: Cancan. Bizi Cancan’a yolladılar. Ordan da çıktık Ahlak’a geldik. Ahlak’ta saçlar kesildi. Sirkeci’de… Seni çuvalın içine koyuyorlar Ahlak’ta. Kediler de var. Kediler seni parçalıyor çuvalın içinde. Beni bıraktılar öğleden sonra saat üç dört gibi… Ben Sultanahmet’e gittim. Bir esnaf dedi ki: Senin bu halin ney?, dedi. Suratım paramparça. Elbiselerim yırtılmış. Her tarafım delik deşik olmuştu…”
 
Cansel (57):
“Bir gün beni de otostoptayken aldılar ve nezarete attılar. Üzerinden 2-3 saat geçti geçmedi, sorgu sual bittikten sonra ‘Hadi gidiyorsun, araba bulamazsın bu saatte, biz seni bırakalım’ dediler. Ben de bindim araca. Sonra bunlar benim gözlerimi ve ellerimi bağladılar, “Hani serbesttim” dedim bunlara, ‘Dur,’ dediler ‘şimdi bırakacağız seni, bir teftiş var, oraya götürüyoruz’. Ay korktum, aklıma birini öldürdükleri ve suçu benim üzerime yıkmak istedikleri ihtimali geldi. Beni götürdüler Eski İzmir’in dağlarına, öyle bir yere geldik ki kurtlar köpekler uluyor. Gözlerimi açtılar, aldılar copları, beni dövmeye başladılar. ‘Utanmıyor musun? Sen bu işi bir daha yapacak mısın? Bir daha yaparsan seni geberteceğiz, öldüreceğiz.’”
 
Belgin (60):
“O 80’li yıllar içerisinde çalışma alanlarımız gündüze döndü, ondan sonracığıma, gündüz müşteri edinmeye başladık. İşte kelle koltukta, kimimiz Belgrad Ormanları’na gidip çalışıyorduk, kimimiz karşılara gidip çalışıyorduk, yani kelle koltukta hayatı devam ettirmek zorundaydık: Çünkü ev sahibi darbeden anlamaz, elektrik darbeden anlamaz, ekmek, su darbeden anlamaz, ondan sonracığıma, diğer giderlerin, kuaför darbe oldu anlamaz, bunların hepsi parayla dönen şeyler, bakkalına, kasabına, kirana, ekmeğine, kıyafetine, aa bugün darbe oldu beni idare edin, diyemezsin: Yapacağın tek bir şey vardır; bugün de olduğu gibi, seks işçiliği yapmak zorundasın.”
 
N.K. (60):
“On iki kişiydik galiba, bizi bir trene bindirdiler Haydarpaşa’dan. Kış, kar yağıyor. Bolu Dağı’na doğru iki dağın arası bir vadide bizi trenden indirdiler. Kışın kar yağıyor ve gece. Kar ışığında yolumuzu bularak ana caddeye çıktık. Bizi dağda ölüme terk ettiler. Öyle olaylar da yaşadık.”
 
Deniz (68):
“Eve gitsem bir türlü, gitmesem bir türlü. Ne olursa olsun dedim, gideyim. “Gittim, niye geldin?” dediler bu sefer. “Uslu duracaksan, rahat duracaksan, bir şeyler yapmayacaksan… Otur.” dediler. Saçlarımı uzatmışım. Korkudan damda yattım. Dam da yüksek. Abime söylemişler geldi diye. Merdivenle dama çıktım. Abim nerede bulacak beni, o da bir merdiven bulmuş gece. Uykudayken saçlarımı makasla kesmiş. Sabah oldu gözümü açtım. Yastık saç dolu. O zaman çıldırdım, ağlıyorum, tuğlaları avluya atıyorum. Avlumuz Taksim Bahçesi gibi.”
 
80′lerde Lubunya Olmak, Siyah Pembe Üçgen Tarih Dizisi, 240 sf, Şubat 2012, İzmir

Etiketler: yaşam
İstihdam