20/11/2014 | Yazar: Kaos GL
‘Taş Dile Geldiğinde’ adlı kitabı Nota Bene Yayınları’ndan çıkan Sedat Yağcıoğlu anlatıyor

Çocuklar taş atarak aslında hepimizle iletişim kurmaya çalışıyorlar, dertlerini ve çocukluklarını anlatmaya çalışıyorlar…
20 Kasım Dünya Çocuk Hakları Günü vesilesiyle “Taş Dile Geldiğinde” adlı kitabı Nota Bene Yayınları’ndan çıkan Sedat Yağcıoğlu sorularımızı cevapladı
Çocuk diye Türkiye Cumhuriyeti neyi tanımlıyor?
Türkiye Cumhuriyeti için çocuk, resmi ideolojisi çizgisinde gizli paternalist politikalarının gelecek odaklı ekonomik yatarım alanı aslında. O nedenle de özgür çocukluk yerine, “biat eden” çocukluk tipolojisi devlet tarafından sürekli teşvik ediliyor.
Taş atan çocuklar ile ilgili bir araştırma yaptın. Bu araştırmada “taş atan çocuklar” Türkiye’nin gündemine nasıl girdi?
Aslında çocuklar hep sokaklardaydı. Çeşitli toplumsal gösterilere kendi talepleri doğrultusunda, demokratik bir hak kullanım aracı olarak katılıyorlardı. Ancak Türkiye gündeminde yoğun biçimde yer teşkil etmeleri 2006 yılının Mart ayında, Diyarbakır’da PKK’li gerillalarının cenaze töreni sırasında çıkan toplumsal gösterilerle başladı denilebilir. Devletin tüm zor araçlarıyla saldırdığı cenaze töreni sırasında çocukların en önde yer alması ve daha sonra kamuoyunda da anılacağı üzere taş atma gibi eylemliliklerde bulunmasıyla, toplumda görünür olmaya başladılar. 2006 özellikle Kürt çocukların toplumsal gösterilere katılımları açısından milat niteliğinde diyebiliriz ancak örneğin 1,5 yıl önce başlayan ve aylarca süren Gezi direnişi sırasında da çocukların gösterilere katıldığını gördük.
Taş atma eylemini bir katılım ya da protesto eylemi olarak okumak mümkün mü?
Elbette mümkün. Taş Dile Geldiğinde[1] adlı kitabımda derlediğim, 2011 yılında Diyarbakır’da çocuklarla yaptığım görüşmelerde, çocuklar istisnasız gösterilere katılımlarını hak olarak tanımlıyorlardı. Yıllarca etnik baskı ve ayrımcı pratiklere maruz kalan, anadillerini kullanamayan, yoksullaştırılan çocuklar bunlara karşı taleplerini dile getirmek için gösterilere katıldıklarını söylüyorlardı.
Taş atma eylemi ise çocuklara göre açık devlet şiddetine karşı bir meşru savunma. Görüşme yaptığım bir çocuk; “Babamı, dayımı, amcamı polis katletmiş, asker katletmiş. Benim onlara taş atmam saçma, onlara kayalar atmam lazım” derken; aslında taşın arkasındaki motivasyonu çok açık dile getiriyordu. Bir başka çocuk; “taş atıyorum çünkü özgür değilim” dediğinde anlıyoruz ki, çocuklar için gösterilere katılım ve taş atma gibi demokratik bir protesto yöntemini seçmeleri; devlet zoruna karşı, savaşa karşı, özgürlüklerin ihlaline karşı neredeyse tek yol… Kürt çocukları kimler ne zaman ciddiye aldı, ne zaman onların isteklerine ve taleplerine yanıt verildi, ne zaman diyalog yoluyla sorun çözüldü. Anadillerinde bile eğitim alamıyorlarken hâlâ, sokaklarda asker ya da polis devletin militarist yüzüyle büyüyen çocuklar, elbette kendilerine yönelik bu topyekün şiddete karşı, haksız biçimde “şiddet eylemi” olarak adlandırılan “taş atma” eylemine yöneliyorlar...
Şunu unutmamak gerekiyor; “taş atma” aslında sembolik eylem, “taş” da sembolik bir araç… Sorun yaşam alanlarının her aşamasında savaş, şiddet, yok sayma ve yıkım olan çocukların söyleyecekleri söze dönüşmesi o taşın… Çocuklar taş atarak aslında hepimizle iletişim kurmaya çalışıyorlar, dertlerini ve çocukluklarını anlatmaya çalışıyorlar…
Taş atan çocuklarla ilgili dönem dönem Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın müdahil olması gerektiği yönünde talepler ortaya çıkıyor. Taş atan çocukların ailelerine yönelik sosyal hizmet bünyesinde kurum bakımının bir tehdit olarak ileri sürülmesiyle karşılaşıyoruz! Sosyal hizmet bir tehdit aracı olarak kurgulanabilir mi?
Öncelikle şunu söylemeliyim, ben devlet koruması sistemine inanmıyorum. Her konuşmamda sıklıkla kullandığım bir mottom var: “Çocukları devletin koruduğu değil, devletten koruyan bir yaklaşıma ihtiyacımız var!”. Çocukların özgürlüğünün önündeki en ağır engel, iki paternalist kurumun kökleşmiş mevcudiyeti: Devlet ve aile… Her iki kurum da, çocuğun korunması söylemiyle örtük olarak çocuklar üzerindeki güç ve iktidarlarını pekiştirerek, çocukları nesneleştiriyor. Devlet ve çocuk için neyin iyi olduğunu biliyor, çocuk için çocuğa sorulmadan mekanizma ve kurumlar oluşturuluyor, bu kurumlar içinde kurumların kendi ideolojileri içinde çocuklar “korunuyor”; ve aslında çocukların öznellikleri, özgürlükleri yok ediliyor ve en nihayetinde çocuklar yoklaşıyor…
Sosyal hizmet, her zaman iktidarlar açısından güçlü bir ideolojik manipülasyon aracı niteliğindedir. Sosyal yardımlar, bağımlı ve sessiz yurttaşlar yaratır, kapalı kurumlar koruma söylemi ardında devletin meşrulaştırılmış ideolojik toplama kamplarıdır, sosyal politikalar politikaların ehlileştirilmiş görünümleridir. Velhasıl, gösterilere katılan çocuklara geldiğimizde de devlet yok etmeye çalıştığı çocukların gösterilerde daha da güçlenmesi sonucunda nasıl başedeceğini bilemediği için, sosyal hizmet kozunu masaya sürdü. Çocukların gösterilere yer almasını pek çok “çocuk hakları örgütü” ve “bilim insanı”nın da desteğini alarak “şiddet” olarak tanımladı ve çocukları bu şiddet ortamından arındırmak için ailelerinden alarak kurum bakımına alma tehdidini öne sürdü. Devlet aileler aracılığıyla çocuğu biçimlendirebildiği sürece ailelere pek çok devlet yardımı sunar ancak sonuç “istediği gibi olmazsa” sıra aileden kopararak kendi “koruma kurumları” aracılığıyla kapatarak değiştirmeye çalışıyor özetle.
Taş atan çocuklar beraberinde ceza infaz kurumundaki çocukların maruz kaldığı işkence, kötü muamele ve cinsel saldırıları da gündeme getiriliyor!
Çok doğru. Çünkü gösterilere katılan çocukların mücadelesi, kendi sorunlarının toplum gündemine taşınmasında önemli rol oynadı. Demokratik haklarını kullanarak cezaevine kapatılarak tutsak alınan çocuklar, toplumsal baskı nedeniyle serbest bırakıldı ancak tüm Türkiye’de süren baskı Kürdistan’da çok daha ağır biçimde sürüyor. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerde ya da mahallelerde polisin ve askerin günlük hayat üzerindeki baskısı devam ediyor. Onun dışında halen cezaevlerinde olan binlerce çocuk var. Pozantı, Şakran cezaevlerinde yaşananların sadece görünen yüzü oldu. Cezaevinin kendisi zaten çocuklar için şiddet demektir. Kapatılma, çocukluk dönemine uygun değildir. Üstelik bir de bu kurumlarda sistematik biçimde devlet şiddeti yaşanıyor. Çünkü devlet eğitimle, aileyle, sokakta polis ve askeriyle yapamadığını, cezaevleri aracılığıyla yapmaya ve çocukları baskı altında tutarak değiştirmeye çalışıyor. Ancak bu sadece özgürlük mücadelesinin daha da güçlenmesiyle sonuçlanıyor.
Türkiye’de bu anlamda ilk defa çocuk cezaevlerinin kapatılmasına yönelik pek çok örgütün katılımıyla güçlü bir irade doğru ve “Çocuk Cezaevleri Kapatılsın Girişimi” ciddi emek ve özveriyle ve büyük bir mücadeleyle çocuk cezaevlerinin kapatılması için çalışıyor. Çocuk tutukluluğu konusunda alınması gereken tavır açıktır; çocuklar suçlu olamaz. Çocuk hırsızlık yapıyorsa, ekonomik eşitsizlik olduğu içindir; çocuk “cinsel suça” yöneliyorsa, özgürce cinselliğini yaşayamadığı içindir; çocuk toplumsal gösterilere katılıyorsa, sesine kulak verilmediği içindir. Bu nedenle çocukların tutsak alınması kabul edilemez ve tüm çocuk cezaevleri acilen kapatılmalı ve yerine “kapalı kurum” mekanizması dışında “birlikte öğrenmeye” dayalı yöntemler devreye sokulmalıdır.
Diğer yandan Başbakanlık Çocukları Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu gibi ya da internetin çocuklar için kısıtlanması gibi durumlar söz konusu? Yoksa internette örneğin LGBTİ’lere ilişkin bilgiye ulaşmaması mı gerekiyor çocukların?
Aslında sadece Türkiye’ye özgü değil, tüm dünyada “çocuk cinselliği” konusunda oldukça muhafazakâr bir noktadayız. Çocuk ve cinsellik konusu sadece “cinsel sağlık eğitimi” noktasında meşru olarak ele alınıyor. Oysaki çocukların da cinsel arzuları vardır, üstelik yaşamlarının ilk eğitici deneyimlerini yaşayacakları dönemdedirler ve çocuk cinselliği olağandır, güzeldir ve temel bir çocuk hakkıdır. Cem Terzi hoca “sevişmek şahane bir insan hakkıdır” demişti, aynı hak çocuklar için de geçerlidir ve “cinsellik çocukların şahane bir hakkıdır”. Velhasıl heteroseksüel olsun olmasın, çocuklar cinsellik alanından dışlanmış durumdalar. Verilidurum böyleyken, elbette bir de farklı cinsel varoluşa sahip çocuklara yönelik daha muhafazakâr bir baskı mekanizması işliyor. Bir trans çocuğun, eşcinsel / biseksüel çocuğun kendi arzularıyla ve cinsellik pratikleriyle özgürce yaşaması neredeyse imkânsız durumda. Bizim çocukların cinselliklerini özgür biçimde yaşayabilecekleri bilgi ve deneyimlere ışık tutmamız gerekiyor.
Etiketler: yaşam