08/11/2017 | Yazar: Kaos GL
İyiliği amaçlayan dayanışmacı davranışlar bir yanda, kötülüğü amaçlayan davranışlar diğer yanda.
Davranışlarımız çeşit çeşit, ama iki ana öbekte toplamak mümkün bunları: İyiliği amaçlayan dayanışmacı davranışlar bir yanda, kötülüğü amaçlayan davranışlar diğer yanda.
Fotoğraf: Ateş Alpar
Faruk Alpkaya, Kaos GL dergisinin Ahval dosya konulu 156. sayısına yazdı:
1. Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlük’ünde ‘ahval’ sözcüğüne üç karşılık veriyor: 1. Durumlar, hâller, vaziyetler; 2. Davranışlar; 3. Olaylar. Demek ki, ahvalimizi anlayabilmek, en azından kabataslak görebilmek için üçüne de bakmak şart.
‘Olaylar’dan başlayarak yakından uzağa bir bakalım: OHAL ile yönetilen bir ülkede KHK ile işinden atılmış binlerce akademisyenden, onbinlerce kamu çalışanından biriyim. Bana, bizlere yapılan haksızlığı kamuya duyuracak yüzlerce gazeteci hapiste, onlarca gazete, dergi ve televizyona el konulmuş. Bizlerin hakkını arayacak insan hakları savunucuları tutuklanmış. Ülkenin üçüncü büyük partisinin eş genel başkanları, milletvekilleri, belediye başkanları rehin alınmış, yönettiği belediyelere kayyım atanmış. Sırada ana muhalefet partisi var: Partinin eski genel başkan yardımcısı cezaevinde, itirafçılığa zorlanıyor; partinin genel başkanı tutuklanmakla tehdit ediliyor. Yanı başımızdaki iki ülkede cihatçı örgütlerin yakaladıkları kadınları cariye yaptıkları, erkeklerin başını kestikleri kanlı bir savaş sürüyor. Kendini ‘demokrasinin ve uygarlığın beşiği’ olarak gören yaşlı Avrupa’da ırkçı partiler güçleniyor; diktatörlerin yönettiği orta boy ülkeler birbiri ardına nükleer silaha kavuşuyor; dünyanın en güçlü ülkesi popülist bir liderin ağzından nükleer savaş tehditleri savuruyor. Küresel ısınma son buzulları eritiyor; vahşice talan edilen doğa kendini yenileme yeteneğini kaybediyor; canlılık, bu sefer insan eliyle yeni bir topyekûn yok oluşa sürükleniyor…
Davranışlarımız çeşit çeşit, ama iki ana öbekte toplamak mümkün bunları: İyiliği amaçlayan dayanışmacı davranışlar bir yanda, kötülüğü amaçlayan davranışlar diğer yanda. Dayanışmacı davranışlar çeşitli biçimlerde ortaya çıkıyor kuşkusuz. Bunları tüketici olmayan bir biçimde sayarsak doğayla dayanışma, hayvanlarla dayanışma, insanlarla dayanışma, cinsiyet dayanışması, kimlik dayanışması ve sınıf dayanışmasından söz edebiliriz. Bu dayanışmaları örgütleyen yapılara ve geliştirdikleri çok çeşitli eylem biçimlerine baktığımızda adeta bir gökkuşağı ile karşılaşıyoruz. Kötülüğü amaçlayan davranışlar da kuşkusuz farklı kılıklarda, yerelden genele çok çeşitli örgütlere sahip ama ortak bir noktaları var: Şiddet. Bu davranışların ister doğaya karşı, ister diğer canlılara, isterse ırkçılık, cinsiyetçilik ya da ayrımcılık kılığında diğer insanlara karşı olsun, nihai olarak gelip dayandıkları yer şiddet oluyor.
Son olarak vaziyetlere bakarsak, bir yanda her geçen gün biraz daha şiddete teslim olan, dolayısıyla çığırından çıkan bir dünya, diğer yanda tarihin hiçbir dönemiyle kıyaslanmayacak çeşit ve renkte dayanışma görmek mümkün. Bu noktada, Immanuel Wallerstein’in 1999’da ilk baskısı yapılan, Tuncay Birkan tarafından Türkçeye çevrilen bir kitabının adına bakmak lazım: Bildiğimiz Dünyanın Sonu. Birkan, çeviriye düştüğü notta ‘bildiğimiz’ derken hem tanıdığımız bir dünyadan hem de hakkında bilimsel bilgi sahibi olduğumuz bir dünyadan söz edildiğine işaret eder.[i]
2. Tanıdığımız dünya, hangi değer yargısıyla yaklaşırsak yaklaşalım, nasıl ifade edersek edelim, öngörülebilir bir dünyaydı. Öngörebiliyorduk, çünkü bu dünya hakkında doğa bilimleri, beşerî bilimler ve sosyal bilimler aracılığıyla topladığımız birikimli bir veri yığınına ve bu yığını işleyebilecek kavramsal araçlara sahiptik. Artık o eski, öngörülebilir dünyada yaşamıyoruz; biriktirdiğimiz veriler ve geliştirdiğimiz bilme araçları eskisi gibi çalışmıyor. Dolayısıyla, Mevlana’ya atfedilen fıkradaki gibi karanlıkta, elleriyle yoklaya yoklaya bir fili anlamaya ve tarif etmeye çalışan insanlara benziyoruz: Kimimiz hortumunu yakalamışız, kimimiz kulağını, kimimiz dişini, kimimiz bacağını… Her birimiz tuttuğumuz yeri bildiğimiz bir şeye benzetmeye çalışıyoruz. Herkesin benzettiği kısım doğru, ama ortaya çıkan filin tarifi değil. Fili tarif etmek istiyorsak, karanlıkta bir işe yaramayan duyu gözümüzü kapatıp gönül gözümüzü açmamız lazım -Mevlana’nın önerdiği gibi.
3. Artık geçmişte kalan bildiğimiz dünya, bütün kötülüğüne rağmen, bazen bireysel bazen de toplumsal bir umut sunuyordu: Her şey daha iyi olabilir. Yeter ki yeterince çalış ve biriktir, ya da bilinçlen, örgütlen ve mücadele et. Bu umut, kısa vadede sonuç alıcı görünüyordu, toplamda tam ise aksi bir sonuç üretiyordu: Hiçbir şey değişmez. Bugün, içinde yaşadığımız öngörülemez dünyaya, gönül gözüyle baktığımızda büyük bir belirsizlik görünüyor ve belirsizliğin kaçınılmaz bir sonucu olarak büyük bir fırsat: Başka bir dünya mümkün.
Yapmamız gereken dayanışmanın hangi biçimini amaç edinmiş olursak olalım bütün renklerimizle bir arada durmayı başarabilmek. Unutmayalım: Egemenlerin örgütlerinden daha güçlü örgütler, ordularından daha büyük ordular, medyasından daha büyük medya sahibi olamayız, ama tek tek her birimiz egemenlerin hepsinden daha ahlaklı olabiliriz. Bunu için tek bir şey yeterli: Özü sözü bir olmak. Onların yapamayacağı tek şey bu: Yalansız yaşamak.
4. Türkiye’de yaşayanlar Zülfü Livaneli’nin Ada adlı şarkısından hatırlarlar: “Dünyayı güzellik kurtaracak/Bir insanı sevmekle başlar her şey”. Sözün asıl sahibi Dostoyevski’dir. Dostoyevski, Budala’da “zavallı bir prens” olan Mişkin’in hikâyesini anlatır. Prens Mişkin, bütün saflığı ve iyi niyetiyle yani budalalığıyla yaşar bu hayatı ve diğer roman kişilerinin anlattıklarından bildiğimiz kadarıyla “insanları kendine güldürmek pahasına” “idam cezası gibi, Rusya’nın ekonomik durumu gibi veya ‘dünyayı güzellik kurtaracak’ gibi şeylerden söz eder”. Kanı, Prens aşık olduğu için “dünyayı güzellik kurtaracak” gibi bir sözü söylediğidir. Doğrudan Prens Mişkin’in ağzından duymadığımız, hep başkaları ona atfen tekrarladığı için Prens’in bu sözü söyleyip söylemediğini, hatta böyle düşünüp düşünmediğini bile bilemeyiz. Ama Dostoyevski iki kez tekrarlatır bu sav-cümleyi: Dünyayı güzellik kurtaracak.[ii]
Kahramanlar, imparatorlar, dinler, ideolojiler bugüne kadar dünyayı kurtaramadı, tam aksine daha kötü bir hale getirdi. Onların yapamadığını güzellik nasıl yapabilir, güzellik dünyayı nasıl kurtarabilir? Bunun için güzellikleri, yani dayanışmayı çoğaltmamız, gökkuşağının renklerini bir araya getirebilmemiz gerekiyor her şeyden önce. Sonra da kötülüğün karşısına dikilmemiz.
5. Ümit Kıvanç, insan hakları savunucularının Büyükada’da basılmasıyla başlayan iftira ve kara propaganda kampanyası üzerine kaleme aldığı yazıda fırıldakların baktıkları şeyleri fır dönüyor sandıklarını söyledikten sonra sorar/işaret eder:
“İnsanlığın en büyük sorunu nedir:
a.) Kötülük
b.) Kötülüğün cezasız kalması.[iii]”
Dünyayı kurtarmak için güzelliğe biraz yardımcı olmak gerekiyor galiba.
Kaos GL Dergi'ye basılı ya da internet üzerinden erişmek için abone olabilir ya da bu bağlantıda bulacağınız kitabevlerini ziyaret edebilirsiniz.
[i] Immanuel Wallerstein (çev: Tuncay Birkan), Bildiğimiz Dünyanın Sonu-Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sosyal Bilim (İstanbul: Metis Yayınları, 2000).
[ii] Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (çev: Ergin Altay), Budala, (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2012). S.: 484 ve 666.
[iii] Ümit Kıvanç, “Kimler ajan-casus olur?”, http://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2017/07/13/kimler-ajan-casus-olur/ 15 Ağustos 2017.
Etiketler: yaşam