22/12/2014 | Yazar: Kaos GL
"Cumhuriyet boyunca merkeze dâhil edilmeyen farklı hayatlar, farklı inançlar, farklı düşüncelerin marjinalleştirilmesi ve yasaklanması devlet geleneğidir.’

"Cumhuriyet boyunca merkeze dâhil edilmeyen farklı hayatlar, farklı inançlar, farklı düşüncelerin marjinalleştirilmesi ve yasaklanması devlet geleneğidir.”
Kaos GL’den Ali Erol, “Farklı Hayatlar, Farklı İnançlar ve Farklı Düşünceler”i yasaklayan “Yeni İnsan Hakları Paradigması”na getirilecek eleştirilerin mevcut iktidarla sınırlı kalmasının eksiklik olacağını belirtti.
“Yeni İnsan Hakları Paradigması: Yasaklanan Farklılıklar” konferansı Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yapıldı. Tartışmalar “Farklı Hayatlar, Farklı İnançlar ve Farklı Düşünceler” başlıklı üç farklılık ekseni üzerinde gerçekleşti.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İnsan Hakları Merkezi ve İnsan Hakları Ortak Platformu işbirliğiyle düzenlenen konferansa Kaos GL’den Ali Erol da katıldı.

Aziz Köklü Konferans Salonunda 19 Aralık Cuma günü gerçekleşen oturumlardan “Farklı Yaşamlar” oturumunda, muhafazakâr hayat tarzının dışında bir hayatı tercih edenlerin söz konusu yeni paradigmadan nasıl etkilendiği tartışıldı. Yeni dönemin en önemli hedefleri olan LGBTİ ve kadınlar yanında bu baskıyı daha çok hissetmeye başlayan beyaz yakalılar konuşmacılar tarafından oturumda ele alındı.
İnsan Hakları Ortak Platformu’ndan Feray Salman’ın moderatörlüğünde gerçekleşen oturumda Hacettepe Üniversitesi İnsan Hakları ve Felsefesi Uygulama ve Araştırma Merkezi’nden Harun Tepe, araştırmacı/yayıncı Tanıl Bora, Sosyalist Feminist Kolektif’ten Yeşim Dinçer ile Kaos GL’den Ali Erol “farklı hayatlara yönelen müdahaleleri nasıl hissediyorlar, neler yaşıyorlar, neler yapılabilir” gündemiyle konuşmalarını gerçekleştirdiler.
“Enflasyon mu yoksa haklar çiçek mi açıyor?”
Hacettepe Üniversitesi İnsan Hakları ve Felsefesi Uygulama ve Araştırma Merkezi’nden Harun Tepe, “insan hakları fikri herkesin yalnızca insan olduğu için onur ve haklar bakımından eşit olduğu” demek ise bunun muhteşem bir fikir olduğunu söyledi.
1948’lerden bu yana İnsan Hakları mücadelesi alanını anlatan Tepe, Magna Carta’dan Virginia haklar bildirgesine, Fransız devrimi insan hakları bildirgesi ve günümüze hakların seyrindeki genişlemeye dikkat çekti. Tepe, “birinci kuşak, ikinci kuşak derken 5. kuşak haklardan bahseder olduk” diye konuştu.
Kuşak olarak hakların seyrinin “haklar çiçek açıyor” olarak da değerlendirilebileceğini belirten Tepe, “hakların çiçeklenmesi çoğalması hakların enflasyonuna yol açar mı? açarsa bu hakların korunmasını engeller mi?” sorularının altını çizdi.
Ne isteniyorsa onun “hak” olarak talep edildiğine dikkat çeken Tepe, “er arzu, istek oturma, koşma, soyunma hakkı” şeklinde seyreden süreçte “temel haklar”ın korunup korunmadığının önemini hatırlattı.
Yeni dönemde milliyetçilikten muhafazakârlığa kayan bir kimlik yaratılmaya çalışıldığını belirten Harun Tepe, “daha önce merkezde yer alan kişileri marjinalleştiren islamcı-muhafazakâr yeni kimliğin daha özgürleştirici mi yoksa daha mı baskıcı” olduğuna bakmak gerekir diye konuştu.
“Şerefine Tayyip!”
Tanıl Bora ise konuşmasında “beyaz türk, beyaz yakalı, tahsilli, laik ve tabi ulusalcılığa yatkın zümre”nin hayat tarzı üzerinde hissettiği baskının altını çizdi. Bora, Dünya Rakı Günü etkinlikleriyle bu kesimin hissettiği tehdide karşı nasıl mücadele ettiğini, ne tür eylem pratikleri geliştirdiğini anlattı.
“Bir eylem biçimi olarak Adana’da çarşıda, İstanbul’da Moda iskelesinde içki içme etkinliğinde rakı sofraları kuruluyor, neşelendiklerinde “şerefine Tayyip” deniliyor.”
Pek çok kişinin katıldığı, politik hoşlukla bahsettiği bir eylem biçimi olan “rakı sofraları”nı değerlendiren Tanıl Bora, “gülerek andığımız bir tepki biçimi”nde altı boyut tespit etti.
Simgesel boyutta, “rakı kadehi bir sembol olarak okunabilir” sanki bir Atatürk rozeti taşır gibi.
Bir nevi güç müdahalesidir, iktidara “sizlerin kapattıkları yerler varsa, işte böyle bizim de alanlarımız var” denilir.
İçki içme eyleminin milli veçhesinde ise Beyaz Türk’ün beyazlığı kadar Türklüğü vurgulanır, Türk insanının doğru tanımını yapma gayreti sergilenir.
“Hayatın her alanına hükmetmek isteyen, doğru yaşam dikte eden vesayete karşı kendi bildiğimiz gibi yaşarız” tepkisiyle anti-otoriter ve anti-vesayetçi direniş tutumu gösterilir.
Din dışı bir alanda kalma arzusuyla söz konusu eylemler laisist tepki olarak gerçekleşir.
Bora son olarak hayat tarzı mücadelesi ve ahlak mücadelesi olarak içki içme eylemlerinde “rakı masası adabı”yla iktidara karşı bir etik boyuta dikkat çekti.

“Haklar enflasyonu söylemi haklar hiyerarşisini gölgelemesin!”
Kaos GL’den Ali Erol, “Farklı Hayatlar, Farklı İnançlar ve Farklı Düşünceler”i yasaklayan “Yeni İnsan Hakları Paradigması”na getirilecek eleştirilerin mevcut iktidarla sınırlı kalmasının eksiklik olacağını belirtti.
Farklılıkların yasaklanmasının devlet geleneği boyutuna dikkat çeken Erol, mevcut iktidarın “Yeni İnsan Hakları Paradigması”yla marjinalleştirdiği “farklı hayatlar, farklı inançlar, farklı düşünceler”den çoğunun cumhuriyet boyunca zaten merkeze dahil edilmediklerini hatırlattı.
Hakların sürekli çoğalmasının bir “haklar enflasyonu” olarak görülmesinin yanlış olacağını belirten Erol, merkezden dışlananların geliştirdiği bütün bu hak taleplerinin yatay bir ağ ile koalisyon oluşturabileceğine ve farklılıkları yasaklayan yeni insan hakları paradigmasına karşı bir muhalefetin geliştirebileceğine dikkat çekti.
Kadın hakları dahil hak taleplerinin sürekli artıyor olmasına karşı kaygıları temelsiz bulduğunu belirten Erol, temel haklar dışında gelişen hak mücadelelerinin “temel hakların” içini boşalttığı eleştirinin aslında “haklar hiyerarşisi”ni gölgeleme işlevi gördüğünü söyledi.
“Hastalıktan” hak talebine, “homoseksüelden” LGBT hakları aktivizmine seyreden süreci aktaran Erol, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği mücadelesinin Psikoloji/Psikiyatri alanından Sosyoloji/Siyasetbilimi alanına geçişiyle LGBT’lerin hak talebinin eşit katılım ve vatandaşlık mücadelesine dönüştüğünü anlattı.

“Kadın aileye hapsedilmek isteniyor!”
Sosyalist Feminist Kolektif’ten Yeşim Dinçer ise sistematik hale geldiğini belirttiği kadın cinayetlerine dikkat çekti.
Yeni dönemde kadın hakları meselesinin muhafazakâr değerler ve kalıplar üzerinden yeniden tanımlandığını anlatan Dinçer, hükümetin “fıtrat” yaklaşımıyla kadınları geleneksel rollerin taşıyıcısı olarak aile alanına hapsettiğini söyledi.
Etiketler: yaşam