08/08/2012 | Yazar: İdil Engindeniz

Hollanda Eğitim, Kültür ve Bilim Bakanlığı ile Hollanda Dışişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen bir program çerçevesinde Amsterdam’daki Onur Haftası ve Kanal Geçidi’ne katılma olanağı buldum.

‘Hollanda Notları’ (1) Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Türkiye’de yirminci yılını kutladığımız / idrak ettiğimiz LGBT Onur Haftası ve onuncu yılını yaşadığımız Onur Yürüyüşü deneyiminin ardından, Hollanda Eğitim, Kültür ve Bilim Bakanlığı ile Hollanda Dışişleri Bakanlığı tarafından düzenlenen bir program çerçevesinde Amsterdam’daki Onur Haftası ve Kanal Geçidi’ne katılma olanağı buldum. Tam Onur Haftası’yla ilgili politik olma, karnavala dönme vb. tartışmaları devam ederken Türkiye’dekinden tamamen farklı bir deneyimi yaşamak nasıl bir şeydi, biraz anlatmaya çalışacağım. Program kapsamında çeşitli derneklerle de temas kurulduğu için Hollanda’dan daha çok yazı çıkacağını sanıyorum. “Hollanda Notları” serisini okuyanları bezdirmeden toparlarım umarım.
Program sonrasındaki en temel izlenimim Hollanda’nın da bize gül bahçesi vaat etmediği yönünde oldu. Orada yaşayan LGBT’lerin hakları mutlaka bizden çok daha fazla, sokakta tabi ki bizden daha rahat yürüyebiliyorlar ama mücadele alanlarımız çok da ortak aslında: trans ameliyatlarıyla ilgili kısırlaştırılma koşulunun kaldırılması, eğitimcilerin ve öğrencilerin LGBT bireyler hakkında eğitilmesi ve onları heteroseksüel sosyalizasyona zorlamaması, güvenlikle ilgili konuların iyileştirilmesi, özetle hepimiz için daha eşit ama ondan da önemlisi daha iyi bir dünya talebi.
 
Kanal Geçidi’ne gelince… Dışarıdan bakıldığında muhakkak ki son derece karnavalvari, herkes kostümler içinde, şarkılar söyleniyor, dans ediliyor, içki içiliyor, pek boş, pek gayriciddi. Ama Belediye’nin kendine ait bir botunun olması, o botta yine o kostümlerle, o danslarla ama bu sefer belediye çalışanlarının olmasını; bir diğer botun hükümete ait olup “Yanınızdayız” pankartıyla süslenmesini, çeşitli devlet görevlilerinin ellerinde “LGBT hakları insan haklarıdır” yazılarıyla durmasını; polisin, askerlerin, farklı meslek gruplarının yine kendi botlarında kendileri için önemli sloganları paylaşmalarını, kanal etrafında dizilmiş, çocuklarıyla evlerinin balkonuna çıkmış insanların desteğini, sadece evlere değil resmi binalara da asılmış gökkuşağı bayraklarını, bütün bu toplumsal dayanışma ve desteği “politik değil” olarak değerlendirmek mümkün mü? Belki fazla renkli bir politika ama Türkiye’de Onur Yürüyüşü’nde sloganların yeterince duyulmadığından yakınan ben bile orada olmaktan herhangi bir rahatsızlık duymadım. Sonraki “notlar”da belki birlikte biraz daha deşebiliriz aradaki farkın ne olduğunu.
 
Bu yılki Kanal Geçidi’nin çok önemli bir özelliği de ilk defa bir Türk Botu’nun törene katılıyor olmasıydı. Botun hazırlanmasında, kolaylıkla tahmin edilebileceği gibi, Türkiye’nin herhangi bir katkısı olmamış ama hayatın ironisi bitmiyor, gerekli masrafların bir kısmı Türkiye – Hollanda ilişkilerinin dört yüzüncü yılı vesilesiyle Hollanda tarafından karşılanmış. Türkiyeli LGBT’lerin göçmenlik tarihlerinde ilk kez görünür olmalarını sağlayan botun başlıca organizatörleri toplumda tabu konuların tartışılmasını, özellikle de kadınların güçlendirilmesini amaçlayan bir vakfın başında olan Aytun Aydın, Döne Fil ve PinkAmsterdam’ın da düzenleyicilerinden olan Serdar Manavoğlu. Botta olmak, aynı nesnelerin taşıdığı anlamın farklı bağlamlarda nasıl değişebileceğini görmek açısından da ilginçti. Türkiye’de herhangi bir eylemde Türk bayraklı tişört giydiğim takdirde neyi temsil edeceğim açıkken Amsterdam’da Türk Botu’nda aynı tişörtü giymek, orada izole edilen bir grubun görünürlüğüne katkıda bulunmak anlamına geliyor. Botta çok da katılmadığım, çeşitli klişelerin yeniden üretilmesine hizmet ettiğini düşündüğüm unsurlar da vardı hiç şüphesiz. Bunlardan biri fes, bir diğeri de “queer” Mevlevilerdi. Döneminde bir Batılılaşma simgesi olarak ortaya çıkmış bir nesnenin sonradan geleneği temsil eden bir hâl alması, şimdi temsil ettiği şey, bunun günümüzde neye tekabül ettiği, bunun neden Türkiyeli LGBT’leri simgeleyen bir nesne haline geldiği soruları ayrı ayrı ve uzun uzun tartışılabilir. “Queer” Mevlevilere gelince, nasıl ki olur olmadık her yerde sema gösterileri yapılmasından hoşlanmıyor ve bunu, bir dünya görüşünün hafifleştirilmesi olarak görüyorsam “queer” Mevlevileri de bu çerçevede değerlendirdim. Che fotoğraflarının her yerde basılması gibi de düşünülebilir. Amma velâkin bambaşka bir bağlamda aynı performans çok sanatsal bir yer bulabilir kendine.
 
Bu kadar ahkâm kestikten sonra, Hollanda’daki LGBT derneklerle, ülkenin trans politikasıyla, ülkedeki LGBT haklarının tarihiyle ilgili kısmı da yakın zamanda “notlar”a eklemek üzere şimdilik parmaklarımı klavyeden çekiyorum.
 

Etiketler: yaşam, dünyadan
İstihdam