05/09/2011 | Yazar: Buğra Tokmakoğlu

İzmir Siyah Pembe Üçgen Derneği cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri sebebiyle ayrımcılığa uğrayanların sesi oluyor.

Özellikle gelişmiş batılı ülkelerde insan hakları ve demokrasi kavramları ile birlikte gitgide yerleşen ve anayasalara da giren eşcinsel hakları Türkiye için yeni yeni konuşuluyor. Toplumsal yaşamda cinsel yönelimleri sebebiyle ayrımcılığa maruz kalan, dışlanan, şiddet gören LGBTT’lerin haklarını savunan örgütler zor şartlarda ayakta kalma mücadelesi veriyor. İzmir’in tek lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transeksüel (LGBTT) derneği Siyah Pembe Üçgen Derneği temsilcisi Yavuz Cingöz dernekleşme süreci ve faaliyetler hakkında Ege Telgraf’a konuştu.
 
Derneğin kuruluş öyküsünü anlatır mısınız?
Siyah Pembe Üçgen Derneği İzmir 2009 yılında alandaki tüm kuruluşların emek ve mücadeleleriyle yaratılmış; Türkiye LGBTT hareketini ideolojik mirasını benimseyen anlayışla, İzmir’de dernekleşmiştir. Türkiye’nin bu alanda kurulan 5.derneğiyiz.
 
Medyada derneğinizin kapatma süreci ile onlarca haber yer almıştı…
Siyah Pembe Üçgen, İzmir İl Dernekler Müdürlüğü’ne tüzüğünü teslim ettikten kısa bir süre sonra, Dernekler İl Müdürlüğü’nün genel ahlaka ve aile kurumunun korunmasına aykırı bulduğu için dernek hakkındaki kapatılma talebiyle karşılaştı. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı bu başvuruyu kabul etti ve dava açıldı. 4 duruşmanın sonrasında davanın reddedilmesine karar verildi.
 
Derneğin varlık sebebi nedir?
Örgütleniyoruz çünkü LGBTT’lerin var olduğu her alanda farklı farklı hak ihlalleri ve ayrımcılıklarla karşılaşıyoruz. Sosyal hayatta bir travestinin sadece travesti olduğu için ev kiralayamadığını, polis şiddetine maruz kaldığını ve kafelere giremediğini görüyoruz. Birçok LGBTT birey ailesine açıldıktan sonra cinsel yönelimi ve/ya da cinsiyet kimliği ailesi tarafından kabul edilmediği için yalnızlaştırıldığını, LGBTT bireylerin onarım terapisi altında eylemlere maruz kaldığını biliyoruz. LGBTT var oluşunun ceza uygulamalarında bir neden olarak görüldüğünü; bir LGBTT öğrencinin cinsel yönelimi ve/ya da cinsiyet kimliğinden dolayı tacize ve şiddete maruz kaldığını; LGBTT konulara dair haberlerin medyada sansür mekanizmalarına maruz kaldığını; LGBTT bireylerin sağlık haklarına eşit koşullarda ulaşmakta zorlandığını; LGBTT olmanın işten atılmak için haklı bir sebep olarak gösterilebilindiğini biliyoruz. Gün geçtikçe LGBTT bireylerin nefret suçlarına maruz kalmaya devam ettiği takip ediyoruz.
 
LGBTT’lerin sosyal yaşamda sıkıntıları nelerdir?
LGBTT bireyler sosyal hayat içinde cinsel yönelim ve/ya da kimliklerini açıklayamamak, gizlemek zorunda bırakılmaktadır. LGBTT örgütlenmelerinin içinde olmayan bireyler, ağırlıklı olarak karşıcinsellere yönelik kurulmuş sosyal ortamlarda var olmaya zorlanmaktadır.
 
İnternetin kullanımının artması bir yanda LGBTT bireylerin sosyalleşmesi için yeni bir imkân yaratırken diğer yanda LGBTT bireyler için bir tehdit aracına dönüşmektedir.
 
LGBTT bireylere yönelik fiziksel şiddet çok yoğun olarak yaşanmakla beraber nefret suçlarında, özellikle de LGBTT cinayetlerinde gözle görünür bir artış vardır. Fiziksel şiddete uğrayan bireyler karakollara gidip şikâyetçi olmaktan çekinmekle beraber şiddet olayının polise yansıyacağını düşünerek tıbbi yardım alamamaktadır. Şiddet yaşayan bireyler LGBTT olmalarından kaynaklı suçluluk duygusuna kapılabilmekte ve kendilerine psikolojik baskı uygulayabilmektedir. Fiziksel şiddetin çok yoğun olarak yaşandığını tahmin etmekle beraber şiddete maruz kalan bireylerin bunu gizleme eğilimlerinden ötürü istatistiksel verilere ulaşılamamaktadır.
 
Travesti ve transeksüel bireylerin toplu taşıma araçlarını kullanamaması, yine travesti ve transeksüel bireylere bürokratik işlemlerde ayrımcılık uygulanması, zorluk yaşatılması, kimliği açık ve görünür olan bireylerin ev kiralamakta zorlanması, LGBTT bireylerin kamusal alanlarda gizlenmek zorunda kalması LGBTT bireylerin karşısına çıkan zorluklardandır.
 
Toplumsal baskıların kaynağını aile olarak değerlendirebilir miyiz?
Türkiye’deki hâkim sosyal atmosferi belirleyen geleneksel aile değerleri LGBTT bireyler için bir başka engel oluşturmaktadır. Aile içi ilişkiler ve akrabalık ilişkilerinin yavaş yavaş değişmekte olduğunu söylemek mümkünse de bireylerin tutum ve davranışlarının üzerinde aile dinamiklerinin etki ve kontrolü halen sürmektedir. Ailelerin otoriter tutumları, sadece bireyler üzerindeki sosyal güçleri nedeniyle değil, ekonomik güçleri nedeniyle de sosyal düzeni belirlemede önemli bir etken olmaktadır.
 
Aile desteğini ve güvencesini kaybetme tehlikesi birçok insanı ailesine açılmaktan alıkoymaktadır. Çocuklarının LGBTT olduğunu, zorlanarak ya da kolayca kabullenen aileler varsa da, ayrımcı, katı aileler, LGBTT çocuklarını “değiştirmek”, “tıbbi müdahalede bulunmak” veya tehdit etmek, baskılamak için çeşitli yöntemler kullanmaktadır.
 
LGBTT bireylerin ailelerine açılması “LGBTT annesi, babası” gibi kimlikleri beraberinde getirmekte, ebeveynler bu durumu gizlemek istemektedir. Çünkü onların da kendilerini bu toplumda var ederken ördükleri bir sosyal değerler bütünü bulunmaktadır. Bu bütünden dışarı çıkmak istememektedirler. Toplumun LGBTT bireyi dışlaması sık karşılaşılan bir olguyken, aynı toplum LGBTT bireylerin anne babalarını da “Ne biçim anne, baba” etiketiyle yaftalamaktadır. Toplumda birçok kimse birbirlerinin annelik, babalık vasfını yargılama hakkını kendinde bulabilmektedir. Kendi çocuklarının olumsuz yorumlanmasını istemeyen ebeveynler de çocuklarına kendilerini acındırmak, onları bizzat engellemeye çalışmak şeklinde onları değiştirmeye yönelik stratejiler geliştirmektedir.
 
Evinden kaçtıktan sonra sonra metropollere gelip iş bulamayan LGBTT bireyler zorunlu seks işçiliğine itilmektedir. Seks işçiliğine itilen geyler travesti alt kültürüyle tanışmakta ve cinsel kimliğini bir gey olarak kurabileceği bilgisinden yoksun olduğu için travestiliği ve transeksüelliği tek çözüm olarak görmektedir.
 
Zorla evlendirilen LGBTT bireyler eşleri tarafından cinsel yönelimleri ve/ya da kimlikleri öğrenildiğinde, bu durumdan ötürü baskı altında tutulabilmekte, bu durum boşanma gerekçesi olarak gösterebilmekte, hatta velayet davaları LGBTT bireylerin aleyhine sonuçlanabilmektedir.
 
Cinsel yönelimleri ve/ya da kimlikleri nedeniyle aileleri ve yakın çevreleri tarafından tacize, fiziksel ve psikolojik şiddete uğrayan, öldürülen, intihara sürüklenen LGBTT bireylere yönelik verilere ulaşılamamaktadır. LGBTT varoluşu sürekli bastırıldığı, göz ardı edildiği için, LGBTT bireylere yönelik ayrımcılık konusunda istatistiksel bilgiye ulaşmak neredeyse imkansızdır.
 
Yeni anayasa çalışmalarının başlayacağı konuşuluyor. Eşcinseller yeni anayasadan ne bekliyor?
Türkiye Cumhuriyeti’nin ne anayasasında ne de Türk Ceza Kanunu’nda LGBTT bireyler hakkında herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. LGBTT bireyleri ayrımcılığa karşı korumak için LGBTT varoluşuna değinilmediği gibi eşcinsel davranışını ve/ya da TT kimliğini cezalandırmak için de LGBTT varoluşuna değinilmemektedir.
 
Emniyet güçleri travesti ve transeksüeller başta olmak üzere LGBTT bireylere yönelik sistematik şiddet uygulamaktadır. LGBTT bireyler adil yargılanma hakkından yoksun bırakılmakta, işkence ve kötü muameleye maruz kalmaktadır.
 
Anayasa, son 10 yıldır yapılan pek çok değişikliğe rağmen, halen daha temel hak ve özgürlükleri sınırlayıcı ve yargı bağımsızlığı ilkesini zedeleyici nitelikleri içinde barındırmaya devam etmektedir. Bu durum Türkiye’yi gerçek bir hukuk devleti olma niteliğinden de uzaklaştırmıştır. Bu anayasanın altında üretilen ve yaşamın her alanını düzenleyen yasaların ve kurumsal yapıların da temel olarak aynı felsefi temele sahip olması, LGBTT bireylerin insan hakları ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesinin önünde bir engel olarak ortaya çıkmaktadır.
 
Kamu görevlilerinin ve politikacıların, LGBTT bireylerin insan hakları savunucularını, sivil toplum temsilcilerini hedef alan yaklaşım ve uygulamaları, LGBTT bireylerin açılmalarını engellerken örgütlenmeyi de geciktirmektedir.
 
Kamu yönetiminin etkinliklerinde sivil toplumun görüş ve önerilerini dikkat alabilecek sağlıklı mekanizmalar bulunmamaktadır. Ahlakçı ve tutucu önyargılar LGBTT örgütlenmelerinin önünde engel oluşturmaktadır.
 
Eğitimde de hak ihlalleri yaşanıyor mu?
Okul öncesinden başlayarak eğitim-öğretim hayatı boyunca bireylere yalnızca karşıcinsellik gösterilmekte, travestilik ve transeksüellik yok sayılmaktadır. Öğrenci LGBTT bireyler ayrımcılığa uğrayacakları, eğitimci LGBTT bireyler ise görevlerinden edilecekleri korkusuyla gizlenmek zorunda bırakılmaktadır.
 
Türkiye’de cinsel eğitim son birkaç yıldır gündemde olan ve kısıtlı sayıda uygulanan bir eğitim şeklidir. Bu eğitimlerin ülkedeki eğitim programlarına yerleştirilmesi, sadece üremeye dayalı cinsel eğitimden kurtarılması, LGBTT varoluşuna dair doğru ve eksiksiz bilginin okullarda verilmesi gerekmektedir.
 
 LGBTT örgütleri lise ve bazı üniversite etkinliklerinde stant açamamaktadır ve kulüpleşmekte zorlanmaktadır. Cinsel yönelimi ve/ya da kimliği açık olan LGBTT bireyler yurtlardan atılmaktadır.
 
LGBTT varoluşu üzerine yapılmak istenen ödevler geri çevrilmekte, eğitmenler tarafından geçerli not alamamaktadır. Travesti ve transseksüeller lisans ve lisansüstü eğitime kabul edilirken ayrımcılık yaşamaktadır.
 
Peki, iş hayatında durum nasıl?
Türkiye’de LGBTT olmak işe girme sürecinde sorun olabildiği gibi işten atılma nedeni de sayılabilmektedir. Cinsel yönelimi ve/ya da kimliği açık LGBTT bireyler iş yerinde sosyal dışlanmaya maruz kalmakta, doğrudan ya da dolaylı olarak tacize ve ayrımcılığa uğramaktadır.
 
LGBTT bireyler, Medeni Kanun ve İş Kanunu’nda cinsel yönelime ve/ya da kimliğe dair bir madde bulunmadığı için karşıcinsellerin yararlandığı sosyal haklardan yararlanamamakta, sendikal faaliyetlerde bulunamamakta, sendikal haklardan yararlanamamaktadır.
 
LGBTT çalışanların LGBTT derneklerine katılımı işten atılma tehlikesini de beraberinde getirebilmektedir. LGBTT bireyler özgüven eksikliği ve dışlanma korkusu yüzünden istedikleri iş alanlarında çalışamamakta, çalışılan işin ağır yükümlülüklerine katlanmak zorunda kalmaktadır. LGBTT bireyleri yıldırmak için işten ayrılmaları talep edilmektedir.
 
Türkiye’de seks işçiliği özellikle travesti ve transeksüeller için zorunlu iş alanı haline getirilmekte ve kayıtlı seks işçiliği yapabilen az sayıdaki trans- kadın dışında seks işçilerine hiçbir sosyal hak tanınmamaktadır.
 
Eşcinsellerin sağlıkla ilgili sıkıntıları var mı?
Sağlık çalışanları mesleki eğitim programlarında LGBTT varoluşu üzerine bir eğitim almadıkları için, sağlık çalışanlarının konuya bakışlarının, toplumun ataerkil atmosferinden etkilenmesi kaçınılmazdır. Hayatlarının belli bir döneminde psikolog ve psikiyatra giden LGB bireylerin %30’u eşcinselliğin psikolog ve psikiyatrlar tarafından hastalık olarak görüldüğünü, %22’si istemedikleri halde ilaç tedavisine zorlandıklarını, %29’u ise karşıcinsel olmaya zorlandığını, alâkalı-alâkasız anlattıkları her şeyin eşcinselliklerine/biseksüelliklerine bağlandığını söylemişlerdir.
 
LGBTT bireyler, genel tıp etiğine aykırı bir şekilde farklı muameleye maruz kalabildikleri gibi, sözel ve fiziksel şiddete de maruz kalabilmektedir. Sağlık çalışanlarının olası olumsuz yaklaşımı nedeniyle kişinin eşcinsel ilişkide bulunduğu bilgisini doktorundan gizlemek zorunda kalması ( özellikle cinsel yolla bulaşan hastalıklarla ilgili olarak ) gereken sağlık hizmetinden mahrum kalması sonucunu doğurmaktadır. Benzer şekilde LGBTT bireyler, sağlık sisteminin ’gizlilik’ ilkesine güvenememekte, haliyle sağlık hizmetlerinden yararlanamamaktadır.
 
Türkiye’de sağlık personeli tarafından bile AIDS’in bir eşcinsel hastalığı olduğu düşünülmekte, Sağlık Bakanlığı’nda HIV+ ve AIDS olmak konusunda güvenilir istatistikler bulunmamaktadır. AIDS konusunda herhangi bir sistematik eğitimin bulunmaması, HIV+ bireyleri koruyucu bir kanun olmaması, LGBTT bireylerin kan bağışı yapamıyor olması, test formlarındaki ayrımcı söylem ve mevcut sosyal güvenlik kayıt sisteminin hasta bireyleri deşifre etmesi sağlık alanındaki ayrımcı politikalardır. 18 yaş altındaki LBGTT bireylerin zoraki psikiyatrik tedaviye maruz kalmaları, cinsel sağlık alanında danışma hizmetlerinin ücretli ve/ya da eksik olması, tek tip kondom (lâteks) üretimi, kayganlaştırıcının bulunamaması ve son olarak askerlik yapmış, çocuk sahibi olmuş trans-kadınların kısırlıklarını kanıtlayamadıkları sürece cinsiyet düzeltme operasyonu geçirememesi gibi engellemeler sağlık alanında LGBTT bireylerin karşısına çıkan sorunlardandır.
 
Medyanın eşcinselleri yok saydığını belirttiniz…
Türkiye’deki yaygın medyada LGBTT bireyler toplumsal imgeler üzerinden kurulmakta, karikatürleştirilmekte ve var olan toplumsal önyargılar güçlendirilmektedir. LGBTT bireyler medyada ağırlıklı olarak geyler, trans kadın temsil edilmektedir. Lezbiyenlerin, biseksüellerin, trans erkek görünmezlikleri medyada da sürdürmektedir.
 
Dilde ayrımcılık uygulanmakta, manşetler taraflı atılmaktadır. LGBTT örgütleri hedef gösterilmektedir.
 
LGBTT bireyler haberlerde çok az temsil edilmekte, buna karşın cinayet ve fuhuşla ilgili haberlerde ön plana çıkarılmaktadır. Haberlerde cinsel kimlik ve şiddet arasında bağ kurulmakta, LGBTT olmak şiddete yönelmenin sebebi olarak sunulmaktadır. Ünlü insanların ve yabancı politikacıların cinsel yönelimleri ve/ya da kimlikleri, haberle hiç bir ilgisi olmasa bile vurgulanmaktadır.
 
1994’te faaliyete başlayan RTÜK özellikle AKP iktidarı sırasında politikleşmiş, adeta bir sansür üst kurulu haline getirilmiş, Türkiye’nin en homofobik, transfobik kurumlarından birisi olmuştur. Yayınlarda, kurumun yayın ilkelerinin 4’üncü maddesinin z bendinden Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlakî gelişimini zedeleyecek türden programların, bunların seyredebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmaması” hareketle yayın kuruluşlarına baskı uygulanmaktadır. Bugün itibarıyla RTÜK ifade özgürlüğünün önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır. RTÜK faaliyetleri takip edilmeli, söz konusu kurumun kararlarına, eylemlerine cevap verecek devamlı yenilenen bir iletişim ağı oluşturulmalıdır.
 
Son zamanlarda, internet kafelerde uygulanan filtre programları ile lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transeksüel bireylerin yok sayıldığı, dünyada yapayalnız olduklarını sanarak bunalımlar yaşadığı, diğer LGBTT bireylerle tanışamadığı toplumumuzda, internete erişim ve bilgilenme hakkı engellenmekte, LGBTT bireylere hali hazırda uygulanan ayrımcılıklar bir kat daha arttırılmak istenmektedir.
 
Erişkinler arasındaki, rızaya dayalı hiçbir duygusal, cinsel beraberlik çocuk pornosuna, pedofiliye benzetilemez. Asla ve asla birbiriyle karıştırılamaz.
 
“Müstehcenlik ve genel ahlak” gibi muğlak kavramların sürekli olarak LGBTT bireyler aleyhine kullanılması yetmiyormuş gibi, şimdi aynı kavramlar LGBTT varoluşunu tanımlayan kelimelere yüklenerek sansür uygulanmaktadır.
 
Eşcinsel/biseksüel bireylerin %58’inin biseksüelliğin kararsızlık olduğunu, %56’sının ise doğru bilgiye ulaşamadığı için cinsel yönelimi ile ilgili olumsuz duygulara kapıldığını, yalnız kalmaktan korktuğunu söylediği Türkiye’de filtre kelimeler yöntemiyle “Her bireyin eşit ve doğru bilgiye erişim hakkı” ihlal edilmektedir.
 
Nefret suçlarıyla mücadele haftası etkinlikleri düzenliyorsunuz…
Nefret Suçları ile ilgili LGBTT bireylerin ve diğer sivil toplum örgütlerinin ve sokağın nefret suçları ve nefret söylemi konusunda farkındalık kazanması ve gün geçtikçe artan nefret suçlarının önlenmesi ve bu alandaki çalışmalara destek sunmak amacıyla yine bir nefret suçu sonucu hayatını kaybeden gazeteci Baki Koşar anısına nefret suçlarıyla mücadele haftasını düzenliyoruz ve bu alanda yapılan çalışmaları desteklemek için hukuk ve medya alanlarında Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Ödülleri’ni veriyoruz. Bu kapsamda gerçekleştirdiğimiz üç haftada, ilk yıl LGBTT bireylerin uğradığı nefret suçlarına yoğunlaşarak ilk haftamızı gerçekleştirdik. Ardından nefret suçu ile karşılaşan gruplar ile bir araya gelerek bu konuyu “Ayrımcı Tutum ve Zihniyetin Teşhiri” başlığı altında ötekileştirilen diğer gruplar ile ortak bir çalışma hazırladık. Üçüncü yılında ise Paulo Freire’nin Ezilenlerin Pedagojisi adlı eserinden ilham alarak “Özgürleşme Korkusu ve İktidar” başlığı altında nefret suçlarını konu alan etkinlikler düzenledik.
 
Son olarak ne söylemek istersiniz?
Hala nedeni bilinmeyen ve sadece sevdiğimiz insanlara duyduğumuz hisler bağlamında yaşadığımız farklılıklar aramızda nefrete dönüşmesin. Sadece biraz anlayış ve düşünceyle çok yol alabiliriz.
 
Siyah ve Pembe Üçgen Nedir?
Pembe Üçgen  eşcinsel kültürün en sık rastlanan ve en popüler simgelerinden biridir. Kökeni II. Dünya Savaşı’na uzanan Pembe Üçgen, Naziler tarafından cinsel yönelimi nedeniyle toplama kamplarına konulmuş erkek eşcinsellere verilmiştir. Yine cinsel yönelim nedeniyle tutuklanmış eşcinsel kadınlar (lezbiyenler) ise Siyah Üçgen takmak zorunda bırakılmıştır. Eşcinseller, Nazi rejiminin baskı ve soykırımına maruz kalan gruplardan biridir.
 
Pembe Üçgen, Gökkuşağı Bayrağı ile birlikte eşcinsel yürüyüşlerinin ve eşcinsel haklarının başlıca sembollerinden biri olarak kullanılmaktadır.
 

Etiketler: yaşam
İstihdam