03/07/2014 | Yazar: Kaos GL

Tartışıp anlatmaya çalışmaktansa yap, tavır al, safını belli et, dostlarınla yan yana ol.

Mahalle baskısı kardeşliği: Sakatlar-LGBTİ Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
22. İstanbul LGBTİ Onur Haftası kapsamında geçtiğimiz hafta “Engel”lenen Kimlikler, Engelli LGBTİ’ler paneli yapıldı. Panelde konuşan Engelliler.Biz Platformu’ndan Bülent Küçükaslan’ın tam konuşma metnini yayınlıyoruz:
 
Bu topraklarda dışlanmadan yaşayabilmek için Sağlam-Beyaz-Türk-Erkeği olmak lazım; ne LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks) olmak makbul ne de sakat! Hangi siyasi yelpazede olursa olsun iliklerine kadar muhafazakâr yetiştirilen, kendilerine ezberletilmiş birçok hal ve durum karşısında olduğu gibi cinsel yönelim ve cinsel kimlik sözlerini duyduklarında da hiç tereddüt etmeden tırnaklarını çıkarıp kabaran bu insanlar, konu sakatlar olduğunda, uyanıklık edip, kimse görmeden kardeşini yuvadan atmaya çalışan kuşa dönüşüveriyorlar. Evet, söylemek istediğim şey tam olarak bu: hepimizi yuvadan atmak istiyorlar!
 
Kötü bir konuşmacı olmama rağmen bu masanın ardında bulunmaya cesaret edebilmemin nedeni de budur. Üstümüze yüklenmek istenen bu lanetli role karşı saf tutup, gülümseyerek “haydin oradan” demek için buradayım.
 
Bundan yıllar önce, 80’lerin sonlarında, henüz 20’li yaşlarıma gelmemişken bir olay yaşadım, onu anlatarak başlamak istiyorum: Akşam saatleriydi, Mecidiyeköy’den belediye otobüsüne bindim. İstanbul şartlarına göre kalabalık sayılmayacak bir otobüstü. Birkaç durak sonra ön tarafta bir hareketlenme olmaya başladı, dönüp baktığımda, janjanlı diyebileceğimiz bir kıyafet giymiş ben yaşlarında bir çocuğun otobüse bindiğini ve arkaya doğru ilerlediğini gördüm. Çocuk arkaya doğru ilerledikçe otobüsün arkasında bulunanlar birer birer ayağa kalkıp ön tarafa doğru gelmeye başladılar. Öyle ki, çocuk en arkaya ulaştığında arka beşli koltukta ve çevresinde tek bir kişi bile kalmamıştı. Çocuk yürüdü, kimseyi umursamadan bir başına arka koltuğa oturdu ve gözlerini dışarıdaki karanlığa çevirdi… Canının yandığı bakışlarından anlaşılıyordu. Çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Kimseye bir zararı olmayan bu çocuğa karşı yapılan muameleye isyan etmemek mümkün değildi! Ortada toplaşan insanları yararak arkaya doğru yürüdüm, çocuğa gülümsedim, başımla selamladım ve tam yanına oturdum. Yol boyunca hiç konuşmadık. Doğrusu ya otobüsteki diğer insanların ne düşündüğünü anlamak için yüzlerine baktığımı da anımsamıyorum. Anımsadığım, her durakta yeni yolcuların geldiği ve birkaç durak sonra hiçbir şey olmamış gibi etrafımızın tümüyle dolduğu… Bir süre sonra çocuk inmek için ayağa kalktı, düğmeye bastı, bana döndü, kocaman gülümsedi ve iyi akşamlar diyerek otobüsten indi.
 
***
 
Şimdi de sakatlara dair engelliler.biz web sitemiz aracılığıyla haberdar olduğumuz birkaç anekdot aktarmak istiyorum: Bir anne ev kiralamak istiyor, ev sahibinden aldığı yanıt: “Sana ev kiralamam mümkün değil, çünkü çocuğun sakat. Komşular rahatsız olur”. Bir grup veli toplanıp anaokulu öğretmenine kazan kaldırıyor: “Ya tekerlekli sandalye kullanan o çocuk gider okuldan ya da biz”. Ortaokulu ve liseyi birlikte okuduğu en yakın arkadaşının annesi çocuğuna öğüt veriyor: "Oğlum, bugüne dek yaşın küçüktü, söylemiyorduk, ama şimdi büyüdün; bırak artık bu arkadaşını, o engelli, seninle aynı şartlarda değil, yoksa çevrendeki insanlar senden de soğumaya başlar". Sakatlığı olan kadınla uzun süredir flört eden adam: “Seni seviyorum, sakatlığın da benim için hiç önemli değil, ama seninle dışarı çıkmaya utanıyorum”. Konservatuar eğitimi almak isteyen kişinin üzerine okulun müdürü kusuyor: “Benim okulumda sakat öğrenci olamaz”. Sakat damgası bulunan plakaya sahip otomobille seyahat etmek zorunda bırakılan kişiyi trafikte sıkıştırıp bağırıyor biri: “Ne işin var kardeşim sakat halinle dışarıda! Yürü git evinde otur”. Sonradan sakatlanan bir çocuk dert yanıyor: “Arkadaşlarım arasında en sevilen kişilerden biriydim, ta ki tekerlekli sandalye kullanmaya başlayana kadar! Eski arkadaşlarımın çoğu artık benden uzak durmayı tercih ediyor”. Askere gitmek istediğinde “sakatsın, çürüğe ayrılacaksın”, askerden muaf olmak istediğinde “dur bakalım, buna biz karar veririz”. Bunlara bir de kolay lokma olarak görülüp tacize-tecavüze uğramayı ekleyin...
 
***
 
Kısacası dışlanmak, sözlü ya da fiziki şiddete uğramak, kadından da erkekten de sayılmamak, istenmeyen olmak, iş bulamamak, konut bulamamak, mümkünse kendini gizlemek vb. yaşam pratikleri hepimizin maruz kaldığı günlük rutinler. Hatta bir fırsat yakaladıklarında “haydin bozuk genleri ayıklayıp arı ırk yaratalım” telaşıyla yüz binlercemizi aynı vagona koyup katletmekten de geri kalmıyorlar (Nazi Almanya’sında olan kırım).
 
15 yıldır tekerlekli sandalye kullanan biri olarak tüm bunları alt alta koyduğumda, LGBTİ’lerin yaşadıkları ve yaşayamadıkları ile sakatların yaşadıkları ve yaşamadıkları bana bayağı bir örtüşüyormuş gibi geliyor. Çürük ve iyileştirilmesi gereken hasta bedenlerimiz, saygıyı hak etmeyen hafifliğimiz, yeraltına itilişlerimiz ve “sözde vatandaş”lığımız bizi bayağı bayağı yoldaş yapıyor.
 
***
 
Şimdi, böyle kendinden emin bir halde basitçe sonuca ulaşmış gibi görünsem de, aslında hiç de öyle değil. Bunca yıldır gördüm ki, sakat hareketi ile LGBTİ hareketini yan yana getirmeyi deneyen her türlü girişim sakatların büyük çoğunluğu tarafından nefretle karşılanıyor. “Biz ibne miyiz”den girip “Allah belanızı versin”e kadar giden keskin saldırıların muhatabı oluveriyorsunuz. Bundan birkaç sene öncesine kadar böylesi tartışmalarda durup uzun uzun anlatmaya çalışırdım. Bakın derdim, sakatlar olarak toplumda gördüğümüz neredeyse tüm kötü muameleler diğer grupların gördüğü kötü muamelelerle aynı mantık silsilesinin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Yalnız başımıza kurtuluş mümkün değil! Ya hep beraber mücadele ederiz ya da hepimiz git gide içine dolandığımız örümcek ağlarının kurbanı olmaya devam ederiz. Tamam, içinde doğduğumuz verili toplumda bize belletilen bakış açısını değiştirmek kolay değil, en kolay yaptığımız şey nefret etmek, en beceremediğimiz şeyse eğlenmek. Eyvallah! Ama bir durup düşünmenin zamanı hiç mi gelmeyecek? Hiç mi bizden tümüyle farklı düşünen insanların yaşamlarını anlamak ve onlara saygı göstermek için çaba sarf etmeyeceğiz? Kocaman bir dünyada muhteşem çeşitlilikte insanlar olduğunu, hafsalamızın almakta zorlanacağı değer yargılarının başkaları için gayet de sıradan olduğunu, tüm benliğiyle var olamayan insanların yaşamlarının zehrolduğunu, bunu yapmaya kimsenin hakkı olmadığını vs. kabullenmek bu kadar mı zor?
 
İşte bu minvalde anlatırdım, anlatırdım, anlatırdım. Sonra fark ettim ki anlatarak birilerini ikna etmek Gezi Parkı’nda eylem yapmaktan zor! Hiç kasma Bülent, tartışıp anlatmaya çalışmaktansa yap, tavır al, safını belli et, dostlarınla yan yana ol. Böyle yaptığında, “Yahu bu Bülent ne yapıyor! O iyi bir adam, ne işi var bu tarz insanlarla anlayamıyorum” ile başlayan kafa karışıklığının zaman içerisinde yerini daha pozitif bir değerlendirmeye bırakacağını düşünüyorum. Yani, hasbelkader sevilen ve saygı gösterilen kişiler olarak bütün samimiyetimizle kendimizi ortaya koyarsak, inanıyorum ki bunun karşılığını göreceğiz, daha çok insanı etkileyip daha mutlu bir toplum olabileceğiz. Engelliler.Biz sitesini kurduğumuz 2003 yılından bugüne dek edindiğim deneyim bana doğru yolun bu olduğunu söylüyor. Kolay değil tabii. Ama toplum değişiyor, birbirimiz hakkında daha çok şey duyuyoruz, aşina oluyoruz. Böyle başlayacak her şey... Mücadeleye devam. 

Etiketler: yaşam
İstihdam