19/06/2012 | Yazar: Kaos GL

İçinde büyüdüğüm coğrafya hep çok sert, hep çok çetindi; bana dünyanın hiç kolay bir yer olmadığını erken öğretti.

Murathan Mungan: Mardin benim çocukluk gökyüzüm Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

İçinde büyüdüğüm coğrafya hep çok sert, hep çok çetindi; bana dünyanın hiç kolay bir yer olmadığını erken öğretti. 

Hürriyet Gazetesinden Sibel Arna, Murathan Mungan’ın büyüdüğü şehri, Mardin’i şairle birlikte gezdi: Tüylerimiz diken diken, gözlerimiz dolu dolu gezdik Mardin sokaklarında. Murathan Mungan ise gittiğimiz her mekânda, anlattığı her hikâyeyle o günlere tekrar döndü
 
Şehirlerin anlamı herkes için farklıdır. Yaşadığın şehir seni biçimlendirir. Mesela Mardin’deki mimari, gözlerimi terbiye etti. Işığın gölgesini içime taşıdım. Belki sen şiirimi okurken o ışık ve gölgeyi görmezsin ama o şiiri var eden ışık ve gölge Mardin’den süzülmüştür.
 
Her şehir sana bir şeyler vermeye hazırdır ama önemli olan senin ne kadar aldığın. O yüzden bazı bölgelerden ancak birtakım insanlar çıkar.
Ben her zaman kozmopolit zenginliği çok önemsedim. Mardin de çokkültürlüdür. Civar bölgelerinde Doğu Roma İmparatorluğu’ndan kalma kalıntılar var. İskender’in geçtiği bölgeden bahsediyoruz.
 
Mardin gibi şehirlerde büyüyünce bir biçimde zaman duygusu da kazanmış oluyorsun. Çarpık kentleşmeyle büyüyen şimdiki çocukların ileride nasıl sanatçı, ressam, mimar, yazar olacaklarından şüphe ediyorum. Çünkü ses, renk ya da koku; ilk kayıtlarımız çok önemlidir. 
 
Edip Cansever’in çok sevdiğim bir dizesi var: “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, nereye gitsen gitmiyor.” Bu anlamda Mardin benim çocukluk gökyüzüm. Yıldızları ilk saydığım yer, yıldızlarla birlikte uykuya daldığım yer. Bu kadar gökyüzüne yakın bir yerde oturmak, insanı kâinat konusunda daha dikkatli, daha duyarlı yapıyor. Bu nedenle kâinatın seslerini dinlemeye daha açık oldu kulaklarım. Ruhi arınmaya belki bu yüzden kıymet verdim. İçinde büyüdüğüm coğrafya hep çok sert, hep çok çetindi; bana dünyanın hiç kolay bir yer olmadığını erken öğretti. Bu size bir iç güç kazandırıyor. Hayatta çeşitli örselenmelerde o iç gücü size çok yardımcı oluyor. Ben Mardin’e her zaman aşkla bağlıyım. 50 yaşını geçmiş bir insan hâlâ memleketinden, ailesinden, köklerinden, babasından bahsederken gözleri nemlenebiliyorsa o hâlâ kalbini büyütememiş demektir. Aklın ne kadar büyürse büyüsün kalbin çocuk kalmasıdır, insanı sanatçı yapan.
 
Tam taşra sıkıntısı. Boz gündelik...
 
Benim gençlik yıllarımda Mardin’de bir tek bu 1. Cadde vardı. Akşamüzerleri, sürekli aynı yüzlerle karşılaşarak, her seferinde aynı kişilere selam vererek bir aşağı bir yukarı defalarca yürüdüğümüz bu cadde... Tam taşra sıkıntısı. Boz gündelik... Kulaklarına radyo dayayıp maç dinlemekten başka eğlencesi olmayan gençler... Yapacak pek bir şey yoktur. Kitaplara, filmlere sığınmam boş değil, bana hayal kurmaktan başka bir şey kalmıyordu. Mardin’in en önemli eğlencesi sinemaydı. Bütün cumartesilerim sinemada geçerdi.
 
Mardin, Venedik olabilecekken neden bir kötü doğu Bodrum’u olsun ki?
 
En çok neye üzülüyorum biliyor musunuz? Eski evlerin yıkılmış olmasına ve yapılan kötü işlere... Yeni yapılanmalarda tek sevdiğim Keldani Kilisesi’nin önünün açılmış olması. Ama gelin görün ki, bir sürü eski ev, özenti kafelere dönüşmüş. Tuhaf bir şekilde her yere butik otel yapayım, kafe yapayım krizine girilmiş. Bir doğu Bodrumlaşması görüyorum ve üzülüyorum. Mardin, Venedik olabilecekken neden bir kötü doğu Bodrum’u olsun ki?
 
Babamı da, şarkıyı da, beklemeyi de seviyordum
 
Yaz geceleri avluda yatardık. Yatakların avluya çıkma zamanı, diye bir takvim başlangıcı vardı o taş kentin, bir zaman işareti.
Mardin’in şehir merkezinde, postanenin tam karşısındaki evimizin geniş avlusunda, Şehidiye Camii’nin minaresinin üstümüze vuran kızıl gölgesinde, güvercin gurultularıyla uyanırdım her sabah.
 
Geceleri, yatmadan önce avluda oturur, ahşap parmaklıklara dayanarak, karşıda görünen Suriye’nin uzak ışıklarına dalar, hayal kurar, yıldızlarla konuşur ve caminin hemen yanı başındaki yazlık bahçede çalınan şarkıları dinleyerek uyurdum. ‘Park’ denirdi o yazlık bahçeye. Çoğu yaz geceleri babam arkadaşlarıyla birlikte orada olurdu. Annemle birlikte babamı beklerdik. Ve Sevim Şengül söylerdi: ‘Mehtaplı Gecelerde Hep Seni Andım’. Bu şarkı çok hüzünlendirirdi beni, içinde bulunduğum durumu, belki de bire bir ifade ettiği için. Babamı da, şarkıyı da, beklemeyi de seviyordum.
 
Babamın yine birine âşık olduğu, evini ihmal ettiği, geceleri geç geldiği zamanlarda da söylediği bir şarkı oldu bu. Daha sonraki yıllarda her şeyin yolundaymış gibi göründüğü zamanlarda da, hiç kimseye âşık değilken, hiç kimseyi beklemezken bile hüzünlendiğim kimi yaz gecelerinde bu şarkıyı söyleyerek içlendiğim çok olmuştur: ‘Mehtaplı gecelerde hep seni andım…’
 
Sanatımı besleyen her şey hayatımı zehir etti
 
Mardin’deki yıllar çok zor yıllardı. 14 Eylül 1972’de ayrıldım Mardin’den. Mutsuzdum. Ergenlik, ilk aşkın hüsranı, belirsiz bir gelecek... Sürekli aile içi itişmeler... Dışarıdan nasıl görünüyor bilmiyorum ama gerçekten zor bir hayatım olduğunu düşünüyorum. Evet, tüm bunlar sanatımı besledi ama sanatımı besleyen her şey hayatımı zehir etti. Bazı insanlar diyor ki, “En azından tüm bunları bir yaratıma dönüştürme yeteneğin var.” Eh bu da avuntuysa, avuntu. 
 
1972’den sonra çok yıllar gelmedim. Gece rüyalarıma falan girerdi. Sonra arkadaşımla geldim. İki gün boyunca sokakları gezerken o kadar ağladım ki şehri göremedim. Sadece gözyaşımın perdesini gördüm. Dedim ki, bu kadar ara verdiğim için zamanın hülyası girmiş işin içine, daha sık gidip gelmelisin. O gidip gelişlerimde benim için durum biraz daha normalleşti tabii.
 
Yıllarca yaşadığım evin önünde size poz veririm ama içine giremem
 
5 yaşıma kadar büyüdüğüm ev satılıkmış. Alabilir miyim diye bile düşündüm. Fakat 1 milyon lira olmuş. Ben bu evde sünnet oldum, bu evde haşlandım. Mangaldaki kaynar su bacağıma dökülmüştü. Aylarca yürüyemeyip tedavi gördüm. Tam Mardin’in ortasında benim okula başladığım ve yıllarca yaşadığım evin önünde size poz veririm ama içine giremem. Buna hazır değilim henüz. Duygusal olarak kaldırabileceğimi sanmıyorum.
 
Adliye, mahkeme, hapishane, kışla ve okulun yan yanalığı…
 
Okulun tam karşısındaki adliye. Babamın mitinglerde konuşma yaptığı meydan, hemen okulumun önü. Babam, okulum ve ötekiler… Benim erken uzayım. Adliye, mahkeme, hapishane, kışla ve okulun yan yanalığı çocukluğumla ilgili bende adalet duygusunu çok yükselten bir durum. Tam meydanın yanında Son Haber Gazetesi’nin basıldığı matbaa... Ve ben ilk yazılarımı 14 yaşımdayken bu gazetede yazdım. Hatta ‘Hoyrat Rüzgarlar’ diye bir roman tefrika etmiştik. Aman Allahım düşünün, 14 yaşında roman! 

Etiketler: yaşam, gezi/mekan
İstihdam