09/08/2014 | Yazar: Kaos GL

Vergini ödemek gibi resmi yaptırımlar herkese eşit gibi görünse de geri dönüşü ne kadar eşittir?

Mutluyum diyene! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Hatice Çevik, Kaos GL Dergisi’nin “Ötekiler/Madunlar/Dışarıda Bırakılanlar” başlıklı Mart-Nisan 2013 tarihli 129. sayısına yazdı.
 
Türkiye’de doğmuşsan kader çizgin bellidir. Türk ve Sünni olmayan birine yani ötekilere doğduğunda söyleyecek iyi ve güzel sözlerin devamında  “Seni çok zor bir hayat bekliyor!” demek en gerçekçi sözlerdir aslında...
 
Bir Kürt’ün, Kızılbaş’ın elindeki kader çizgileri hiç değişmez mi?
 
Kadını, erkeği ayrı eziyet çeker bu topraklarda; öteki olmanın dayanılmaz ağırlığıyla dünyaya gelmiştir. Doğduğun anda başlayan kendine yabancı bir hayat çizgisi… Kendisine biçilen yaşam elbisesini giymek zorundadır.  İsmi, anadili ve inancı, doğduğu eve yabancı değildir ama yaşadığı ülkeye yabancıdır. Daha düne kadar bu ülke isim davalarını yaşadı. Adı için mücadele etmek istemeyen ise iki isim birden verdi çocuğuna, evde anadilinde çağrıldı dışarıda resmi dilde. Asimilasyona direnmekti bu bir anlamda… Adına sahip çıkabilmekle başladı direnmek!
 
Berxwedan jîyane! Yaşamak direnmektir!
 
Sonra her sabah devletin okuluna gitmek ve her sabah Türk olduğunu ve bundan mutluluğunu Kürdistan dağlarına haykırmak zorunda bırakıldı. Asimilasyon uygulamaları hiç bıkmadan usanmadan her sabah her gün seni işler. İnancın ister Kızılbaş, ister Şafi, ister Zerdüşt, ister Yezidi olsun, tek dine dayalı din dersine girmek zorundasın. Bu geçmişten günümüze atalarının da çok derin yaşadığı, inancını yok etmek isteyen sistemin sadece bir parçasıdır. Aleviler asırlardır çeşitli, fetvalar, yalan yanlış bilgilerle toplum dışına itilip kötü, kafir ilan edildi. İnsanlar etnik kimlikleri ve inançları yüzünden, özellikle dayatılan sisteme biat etmedikleri için yaşadıkları topraklardan insanlık dışı yöntemlerle koparıldılar; sağ kalanlar ise kara vagonlarla bilmedikleri diyarlara gönderildiler. Bir çoğumuzun bildiği birçoğunun da görmezden geldiği katliamlar, soykırımlar, sürgünler bir halkı silmek, yok etmek, değiştirmek ve korkutmak amacıyla tekrar tekrar yaşandı. Değişmezse katline ferman vardı zaten.
 
Koçgiri, Dersim, Ağrı, Zilan, Maraş, Çorum, Sivas ve Roboski… Genç-yaşlı, çoluk çocuk demeden katledilen insanların çığlığı bugüne kadar ulaştı. Geride kalanlar ise korkutularak, sürgünlere maruz bırakılarak, sözde kılıflar uydurularak zindanlara atıldılar. Devletin bekası için haklı gerekçeler yaratıldı. Bugün bile sözde bir demokrat Dersim sürgünleri için iyi ki oldu adam oldular diyecek kadar nefretini kusmaya devam etti, pervasız açıklamalar birbiri ardına geldi. Okuyoruz, görüyoruz, yaşıyoruz… Yani dünden bugüne değişen sadece yöntemler aslında.
 
Sosyal hayatın içinde açıkça söyleyemezsiniz kimliğinizi, yoksa işsiz kalır, yalnızlaşırsınız. Sizin gibi olanla yaşamak zorunluluktur. Tehlikenin nerden geleceğini bilememek, güvensiz gizli bir yaşam sürmek kaçınılmazdır. Açıkladığınızda sizin inancınıza saygı gösteriyormuş gibi yapıp insanların sizden uzaklaştığını görürsünüz. Ona sizin ondan olmadığı ve uzak durulması gerektiği arkadaşlığın dostluğun, insanlığın önemi değil günahın büyüklüğü korkutucu sonuçları öğretilmiştir. Empoze edilen bu önyargılar birbirimizi tanımamıza, bağlar kurmamıza engeldir. Oysa tanış olmaktan çıkıp birlikte yaşamaya çaba olsa; sistemin körüklediği ne kadar büyük bir kandırmacanın içinde olduğunu anlayacaktır.
 
Bir başkasını aşağılamak ve kötülemek için kullanılan sözlere bakın; bu toplumda öteki olmanın ne olduğunu anlamaya yeter aslında… Nasıl dışlandığını, kardeşiz söylemlerinin ne kadar içi boş olduğunu görmeğe yeter de artar bile… Mum söndüren Aleviler, Kızılbaşlar, Ermeni dölü, Rum tohumu, Gavur, Yahudi dönmesi, Kürt Memed’in nöbeti hiç bitmedi… Bütün iyi meziyetler Türk’te toplanırken nedense ne kadar yanlış varsa ötekinin üstüne yıkılır. Ondan sonra gel de toplumla barışık yaşa!
 
“Hemşerim, memleket nere?” sorusu ne kadar doğaldır. Verilen yanıtın yüzündeki ifadesi ise kaçamak bir gülümsemeyle saklanır. Gerçek yüzünün renginde, dilinde ve alışkanlıklarında ele verir seni… Birden üçüncü sınıf insan oluverirsin soruyu soranın gözünde. İstisnalar vardır elbet ama elit bir yaşam sana hak değildir, ne kadar zeki ya da becerikli olursan ol… Oysa atalarının mirasını gizleyerek yaşamak ne kadar mümkündür. İnsanlar toprağına benzer, özgürce gururla söylemek haktır insana… Taşıdığın resmi kimliğin görünürde herkestekindendir, sözde eşit haklara sahip yurttaşsındır. Vergini ödemek gibi resmi yaptırımlar herkese eşit gibi görünse de geri dönüşü ne kadar eşittir? Sana da Diyanet’in camisi, sana da “Türküm doğruyum”la başlayan devletin okulu, sana da kilometrelerce uzakta doktorsuz hastane, sana da “Türkçe konuş” yazan hapishaneler…
 
Cumhuriyet döneminden beri Türk-İslam sentezi uygulanıyor bu topraklarda. Kızılbaşlar Osmanlı’dan bu yana yaşıyor kültürel soykırımı, Türk olsun Kürt olsun etnik kökeni fark etmiyor. Kürtler ise Cumhuriyet’le beraber çeşitli bahaneler oyalamalarla verilen sözler geçiştirilerek bugüne geldi.  Kürt yoktur dağlı Türkler vardır. Karda yürüyen Türkler’dir, Kürt kelimesi kart kurt dan gelir gibi sözlerle açıklanmaya çalışılan Kürt halkı yüzyıllardır direniyor kimliğini kaybetmemek için. Gerekçeler yaratılarak köyleri yakıldı veya boşaltıldı. Zaten Kürtçe olan köylerinin adı çoktan değiştirilmişti. Son 30 yıldır bu direnişle tanışan Türk halkının aklının karışması normaldir çünkü onların beyni “Kürt yoktur” diye yıkandı uzun yıllar. “İsyancı” oldu adları, “bölücü” oldu medyada ve “siyasi sermaye” babalarının dilinde. Kürdistan’da yüzyıllardır yaşayan bir halk yoktu onların resmi tarih kitaplarında, ülkelerini bölmeye çalışan ötekiler vardı. Uyanan Kürt halkı özgürlük direnişini uluslararası alana taşıyarak devletin ezberini bozdu. 
 
Mezopotamya’da bunca acı bunca zulüm varken bir de kadın olmak dertlerinizin ikiye katlanmasıdır. Eskiden beri törelerin kurbanı edilen kadın kültürün gelecek kuşaklara taşıcısıdır. Bunu çok iyi bilen sistem kadının özgürleşmesine asla müsaade etmez. Öteki olmanın ne demek olduğunu bilen ve sisteme başkaldıran Kızılbaş ve Kürt kadınları en ön saflarda yer alarak özgürlük hareketinin bayrağını taşımaktan asla vazgeçmediler. Kültürün yarınlara taşıyıcısı olan kadın artık özgürlük bayrağını taşımaktadır. Beyaz tülbentleriyle barışa, üç renk oyalarıyla “ben varım” diye haykırıyorlar artık. Kadın ana, bacı olmanın yanında yoldaş oldu özgürlük yolunda… Bu direniş, töre diye dayatılan kendisine reva görülen hayata bir başkaldırıdır.
 
Mezopotamya’da var olan ve var olmak için yüzyıllarca direnen bir halk… Oysa insan kendi toprağında neden dirensin? Coğrafyanın özelliğinden kaynaklanan koşullara karşı direnebilir insan. Tekçi zihniyet kimliğini kültürünü yok sayıyorsa işte o zaman direnmek zorundasın! Aksi takdirde yok olmak kaderdir senin için.
 
Emperyalizm, faşist öğretilerle hareket eder. Osmanlı’nın devamında geliştirilen politikalar bu ülkede sizden tek şey ister doğumdan ölüme kadar: Tek ırk, tek dil, tek din. İster Kızılbaş, Zerdüşt, Şafi, Kürt, Ermeni, Süryani, Rum veya Yezidi doğmuş olun, hatta yüzyıllardır bu topraklar da yaşamış olun, ister haklı istekleriniz olsun, bugün tek şey vardır: Yoksunuz! Tek olanı seçmezseniz, öteki olan kaderiniz tarifsiz acılar yaşamanıza neden olur. Zalim politikalar, işkenceler sizi yok edene kadar peşinizi bırakmaz. Korkudan mecburiyetten boyun eğmeniz kültürünüzün yok olmasına nedendir.
 
Direnmekten başka çare var mı?
 
Ezber bozan herkes aslında ötekidir ve onu dışlamak, sorunları ötelemek kolay yoldur. Yıllardır ötelenen sorunların yarattığı çözümsüzlük, bilmez ki kendi mutluğunu bir gün bozacaktır. Bugün kan ve gözyaşı, ötekinin hayatından çıkmış mutlu çoğunluğu boğmaya başlamıştır.
 
Zaten öteki değilseniz sizin için öteki olmak nedir ki?
 
Çoğunluk diğerlerini ötekileştirirken, kendilerinin de ötekileştirdiklerinin farkında değil. Türk halkı, emperyalist sistemin diğer halklara ve bireylere uyguladığı dayatmaları aslında kendisine de dayatarak varlığını koruduğunu gördüğünde gerçekle yüzleşebilir ve sahte bir mutluluğun içinde olduğunu fark edebilir ancak. Barış ve kardeşlik söylemlerinde ve eylemlerinde samimi olmadıkları sürece de öteki olarak kalmaya mahkûmdurlar ötekilerin gözünde. Kardeşim dediğiniz ve Kızılbaş, Kürt kanıyla ve gözyaşıyla sulanmış bu topraklarda, var olmak için direnen ötekilerin yaşadığını bile bile yok sayarak hala mutlu musunuz? 

Etiketler: yaşam, din/inanç
nefret