11/04/2014 | Yazar: Kaos GL

Erkeklerin dokunmasını engelleyen homofobik toplumsal yasaklar eşcinsel erkeklere olduğu kadar heteroseksüel erkeklere de zarar veriyor.

Naif Dokunuşlardan Tecrit Edilmek: Homofobi Erkekleri Dokunmaktan Nasıl Mahrum Ediyor? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Mark Green’e göre herkesin homofobiyle savaşması için önemli bir gerekçesi var. Erkeklerin dokunmasını engelleyen homofobik toplumsal yasaklar eşcinsel erkeklere olduğu kadar heteroseksüel erkeklere de zarar veriyor.
 
“Erkekler gördükleri şey her neyse onu taklit ediyorlar. Eğer gördükleri duygusal olarak alınmış bir mesafeyse, tedbirse ve soğukluksa erkekler arasında bu kendini tekrar etmek üzere büyüyor... Peki, erkekler etraflarında birbirleriyle yakın arkadaşlıkları olan hemcinslerini görmeyince ne öğreniyorlar? Yaşamlarında eşi haricinde göze çarpan bir samimiyet ilişkisi kurdukları biri yoksa erkekler ne öğreniyorlar?”
-Kindlon and Thompson, RaisingCain

Geçenlerde “Yaşantılarında Naif Dokunuşların Eksikliği Erkekleri Öldürüyor” (http://goodmenproject.com/featured-content/megasahd-the-lack-of-gentle-platonic-touch-in-mens-lives-is-a-killer) başlıklı bir makale yazmıştım, bu makale sırasıyla aşağıdakileri işliyordu:
 
Amerikalı erkekler, istenmeyen herhangi bir cinsel dokunuştan kaçınmak için hayatlarındaki zararsız dokunuşlardan vazgeçiyorlar. Ben bunu ‘dokunmaktan tecrit edilmek’ olarak adlandırıyorum. Homofobik toplumsal kara lekeler, yaygın cinsel istismarın uzun vadede çıkardığı zorluklar ve fiziksel keyfe karşı bağnaz bir kuşkuya batmış bir toplum Amerikan erkeklerinin hiçbir insana dokunmadan günler veya haftalar geçirmesine sebep olan bir tecrit kapanı yarattı.
 
Bu tecridin erkeklerin sağlık ve mutluluğu üzerindeki olası etkileri ise büyük. Zararsız dokunuşlar bebeklik zamanlarımızın merkezindedir. Kadın ve erkeklerin tüm hayatı boyunca da gelişimimiz, duygusal ve sağlık gelişimimiz açısından önemli bir rol oynamaya devam eder, ta ki yaşlılık dönemlerine kadar. Bundan bahsederken, sırt sıvazlamak, el sıkışmak gibi şeylerden değil ama ilişkilerde iletişim ve güveni aynı zamanda kalıcılığı sağlayan o temastan bahsediyorum. Belli bir süre sırtınızı birine yaslamayı aklınıza getirin veya el ele tutuşmayı, sırtını ovuşturmayı, yan yana oturmayı... Böyle olması gerektiği için değil fakat ama bunu tercih ettiğiniz için.
 
Fakat kültürel olarak bizde bu gibi naif dokunuşlar erkeklerde rastlandığında her zaman şaşkınlıkla karşılanır ve bu ta gençlik çağlarından itibaren böyledir.
 
Bebekler hayatlarının ilk yıllarında kucağa alındır, onlara sarılırız ve onları dokunmaları için yüreklendiririz bu temas genellikle erkek çocuklar için bebeklik sonrası azalıverir. Oğlan çocukları yara aldıklarında üstesinden gelmeye ve güçlü, kaya gibi (sapasağlam) olmaya zorlanırlar. Bu “güçlü ol” üslubunun başlamasıyla birlikte, erkekler birbirlerine veya birilerine dokunma haklarının sessizce ortadan kaybolduğunu anlarlar. Anne ve babalar genelde genç oğullarını kucaklamaktan ve onlara sarılmaktan kaçınırlar. Fiziksel teması kırıldıklarında bir güven ihtiyacı olarak gören oğlanlar ise ‘mızmız’, ‘süt kuzusu’ olarak yaftalanırlar.
 
Ergenliğe girdiklerinde ise, birçok oğlan dokunmayı kaba, şiddetli oyunlarla ve takım sporlarıyla saldırgan bir biçimde öğrenir. Ve eğer yaşamlarında dokunmanın peşine düşerlerse, bunun flört etmenin oldukça yoğun ve cinselleştirilmiş bir durumunda gerçekleşmesi umulur. Bu genç kızlar üzerinde yoğun baskı yaratır, özellikle böylesine bir yükü omuzlamaya uygun olmayanlar üzerinde. Dokunmak için alternatif yolların varlığı düşünülmediğinden, dokunmak kız arkadaş bulamayan genç erkeklerin ezici bir çoğunluğu tarafından bir günah olarak yaşanır. Peki ya gey olanlar? Özetle, çocuklarımızı ilk gençlik yıllarında felaketvari bir biçimde dokunmakla hiçbir zaman barışamayacakları bir hayata ve fiziksel tecrit alanına sürüklüyoruz. Dokunmaya düşman, homofobik kültürün büyümeye olan duygusal etkisi korkunç derecede tehlikelidir. Gençlerimizin salgın bir hastalık gibi cinsel istismar, istenmeyen hamilelik, tecavüz, uyuşturucu ve alkol konusunda sorunlar yaşamaları hiç de şaşırtıcı değil.
 
Amerika özelinde, eğer bir genç adam başka bir genç adamla zararsız ve naif bir temas kurmak isterse, o kişi tarafından veya bu temasa şahit olmuş biri tarafından çok gerçek homofobik bir tepkiyle karşılaşır. Bu kısmen, aksi kanıtlanmadığı sürece, erkekler tarafından gelen bütün temasları ilk olarak cinsel algıladığımız içindir. Bunu şimdi kültürümüzde artık kontrolden çıkmış olan homofobiyle birleştirin ve erkeklerin muazzam ölçüde büyük bir kısmının hayatlarına zarar veren yükselişteki ‘dokunma tecriti’nin reçetesini elde edin.
 
Eğer erkeklerin tarih boyunca böyle olduğunu düşünüyorsanız, Brett ve Kate McKay tarafından “Canciğer Kankalar: Erkeklerin Duygusal Yakınlıklarının Fotoğraflı Bir Tarihçesi” adlı makalesi için bir araya getirilmiş tarihi fotoğrafları incelemelisiniz. Erkeklerin yoldaşlığına önemli bir bakış açısı sunan bu koleksiyon, bizi fotoğrafçılık tarihinin ilk zamanlarına götürüyor.
 
McKay’ler makalelerinde bu tespiti de not ediyorlar:
“Fakat 20. yüzyıla girilmesiyle birlikte erkekler için ya ‘homoseksüel’ ya da ‘heteroseksüel’dir algısı yaygınlaştı. Kimliğin bu yeni kategorisi aynı zamanda patolojikleştirildi –psikiyatrlar tarafından bir akıl hastalığı, devlet bakanları tarafından bir sapkınlık ve politikacılar tarafından karşı bir yasa çıkarılması gereken bir şey olarak tanımlanarak. Eşcinselliğin bu yeni konsepti kategorize edilmiş, önemli bir belirleyici öğe olarak Amerikan kültürüne damgasını vurdu ve onun esas köklerini oluşturdu. Erkekler kadınlara ve diğer erkeklere gey oldukları mesajını vermemek için çok daha dikkatli oldular. Kanıtlanmıştır ki, bu son yüzyıl boyunca erkeklerin tepkilerini göstermekte daha çekingen olmalarındaki başlıca neden bu oldu.”
 
Bu önemli fotoğraflar üzerinde biraz zaman harcayın. Erkeklerde neyin kayıp olduğuna dair bir algı geliştireceksiniz.
 
Bugünlerde, on kişiyi bir odaya koyun, bu sırada iki erkek birbirlerine bir dakika süresince uzun uzun dokunuyor olsun, içlerinden biri muhakkak aşağılık bir şaka yapacaktır, tiksinme belirtisi gösterecektir, hatta kavgaya bile tutuşmaya başlayacaklardır. Homofobik, dokunma düşmanı damgayı zorlayan kişinin bir kadın olması, bu kişinin bir erkek olması kadar olası. Erkekler arasındaki ‘dokunma yasağı’nın yaptırımı kalkık bir kaş gibi algılaması güç veya bir yumruklaşma gibi cezai olabilir, öyle ki hiçbir zaman nereden geleceğini ve ne kadar hızlı tırmanacağını bilmezsiniz.
 
Ve erkek ve kadın arasındaki temasın da güven, iletişim ve öz saygı nedeni olduğu kanıtlandı. Fakat kadınlar toplum içinde dokunmakta daha özgürken, erkekler değiller. Çünkü erkeklere erkekliği nasıl uygulamalarına izin verdiğimiz kıstası çok sınırlayıcı. Charlie Glickman makalesinde bundan oldukça etkili bir biçimde bahsediyor.” ’Erkek Gibi Ol’ Kutusu’ndan Kaçın” (http://goodmenproject.com/featured-content/megasahd-escape-the-act-like-a-man-box/). Okuyun. Gerçekten zihin açıcı.
 
Erkeklerin dokunmaktan alıkonulması eşcinsel evliliği için girişimleri desteklememin en güçlü nedenlerinden biri. Eşcinsel olmak ne kadar erken tamamen normalleşirse, dokunma önündeki homofobik yasaklar da heteroseksüel erkekler üzerinden o kadar erkek kalkacak. Birçok eşcinsel erkeğin homofobik şiddet darbesiyle yüz yüze geldiği kadar heteroseksüel erkekler de lezbiyen ve geyleri denetleyen aynı homofobik fanatikler yüzünden dokunmanın, fiziksel temasın olmadığı bu çöle sürgün edildi. Sonuç birbirine sarılmayan, el ele tutuşmayan ve bu homofobik turnusol testi devreye girmeden birlikte yan yana bile oturamayan Amerikan erkek nesli oldu.
 
Erkeklerin hayatlarında dokunma eksikliği yüksek depresyon olasılığına, alkolizm, ruh ve fizik hastalıklarına yol açıyor. Basitçe söylemek gerekirse, dokunmaktan alıkonmak erkeklerin yaşamlarını daha az sağlıklı ve daha yalnız kılıyor.
 
                                                                     ♦◊♦
 
Geçenlerde, 87 yaşındaki yaşlı babamı birkaç günlüğüne ziyaret ettiğimde, ona dokunmak için bir hamle yaptım. Onunla temas kurmak için. Tepkimi ifade etmek, kuru bir ziyaret için binlerce mil uçmak değil de orada olduğum an o adama dokunmak için. Basit gözükebilir ama bunu yapmayı seçmek her zaman o kadar da basit değil. Bu bir ömür iç sesinizin yükselmesine sebep olabilir, birçoğu kaybedilmiş ve kaçırılmış fırsatlardan bahseden. Ama ona sarıldım. Kollarımla onu sardım ve sigara ve kokteyller paylaştık. Ne zaman sandalyesinin yakınından geçsem ona dokundum. Her akşamüstü, bir film izlerdik. Geceye özgü ritüelin bir parçası olarak, ben yerde otururdum, ayakkabılarını ve çoraplarını çıkarır ve çıplak ayaklarını bir süre için ovardım. Bu, o gittiğinde onunla ilgili hatırlayacağım bir şey. Doğru yaptığım bir şey. Ona onu sevdiğimi söyledim. Beni ona bağlayan, 50 yıl önce onun yanına oturup akşam programını izlerken o güçlü kollarıyla beni sardığı aynı derin dokunuş seviyesinde konuştuk.
 
Bu dokunma meselesi çok hayati, ehemmiyetli. Oğlumu sürekli kucaklar ve öperim. Benimle yan yana ve kucağımda oturur. Onu her gördüğümde onunla temas etmek için bir hamle yaparım. Onunla kurduğum fiziksel temas hayatımda bana benim insan olmak ve baba olmakla ilgili değer yargılarım hakkında her zaman dönüştürücü ve öğretici olmuştur.
 
Erkekleri dokunmak için teşvik etmek zorundayız. Cinsel olarak bastırılmış, takıntılı Amerikan toplumunu onarmak ve o her yerde karşımıza çıkan homofobik insanların diğer erkeklere ahlâk polisi olmasına izin veren bozuk, nefret dolu taraflarına baştan aşağı bir son vermek durumundayız.
 
Benim hayatımda bu kalıpların etkilerini sona erdirmek için çok geç ancak kendi oğlum için çok umutluyum. Hep beraber eşcinsel hayatı ve ilişkileri normalleştirdiğimizde, oğlum, gelecekte cinsel yönelimi her ne olursa olsun, zararsız tepkilerini başkalarına göstermekte özgür olacak, erkek veya kadın, kimi uygun görürse. Amerika’da nefreti körükleyen kudurmuş homofobikler uzun bir zaman içerisinde sonunda susturulacaklar ve erkekler birbirlerine elini uzatmak ve dokunmakta özgür olacaklar, her nasılsa daha az erkek olarak yaftalanma korkuları olmadan.
 
Bu benim daha iyi bir Amerika hayalim, şimdiden gerçekleşmeye başladığını görebildiğim.
 
Mark Greene
 
Çeviren: Gizem Yılmazer

Etiketler: yaşam
İstihdam