05/04/2019 | Yazar: Yıldız Tar

5 Nisan Avukatlar Günü’nde LGBTİ+ haklarını savunan avukatlar anlatıyor.

“Önümüze, savunulması ayıp olacak insan listesi konuluyor” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

5 Nisan Avukatlar Günü’nde LGBTİ+ haklarını savunan avukatlar anlatıyor. Av. Emrah Şahin: LGBTİ+’lara ilişkin davalar kutsal savunma mesleğine yakışmayan işler sınıfından bir türlü çıkamıyor.

Bugün, 5 Nisan Avukatlar Günü. Her sene kutlanan bu günde LGBTİ+ haklarını savunan avukatlara mikrofon uzattık.

Pembe Hayat Derneği’nden Avukat Emrah Şahin, “savunmanın kutsallığı” kisvesi altında LGBTİ+ haklarını savunmanın nasıl hem LGBTİ+’ları hem de LGBTİ+ haklarını savunan avukatları ötekileştirdiğini anlattı.

“Avukatlar da ayrımcılıktan nasibini alıyor”

Bugün Avukatlar Günü. Savunma hakkının kutsallığı birçok kesim tarafından kısmen de olsa üzerinde uzlaşılmış bir konu. Peki bu “kutsallık” hakları ihlal edilen LGBTİ+’ları savunan avukatlar için de uygulamada geçerli mi? LGBTİ+ haklarını savunan bir avukat olarak adliyede nelerle karşılaşıyorsunuz?

Öncelikle belirmek gerekir ki savunma mesleği de dahil olmak üzere hiçbir mesleğin “kutsal” olduğunu düşünmüyorum. Esasında meslekleri kutsallaştırmanın sorunlu olduğuna süreçte çok şahit olduk. Kutsallık, meslekler arası ayrıcalık yarışlarına ve adaletin esas unsuru olan bireyin hiçe sayılmasına yol açıyor. Hakimlere sorsanız en kutsal olan hakimliktir, savcılara sorsanız aynı şekilde, savunma da bu yarışa girdiği zaman “adaleti tesis etme” sürecinin asıl öznesi olan birey ve hakları geri planda kalıyor. Meslek ve makam saplantısı kendisini kutsallık, yücelik gibi kavramlarla meşrulaştırıyor. Esasında hak temelli çalışan avukatların, adaletin tesis edilmesi için çabalarken karşısına çıkan en büyük problem de bu saplantı.  Yargıda üçlü sac ayağından bahsederiz. İddia (savcı), savunma (avukat) ve karar (hakim). Bu üçünden birisi olmazsa adil bir yargılanmadan bahsedilemez. Bu parçaların hiçbiri diğerinden daha önemli değildir. Yargının asıl ulaşmak istediği amaç adalettir. Sadece iddia, savunma ve kararın uyumu ile adalet tesis edilebilir. Ancak ne yazık ki Türkiye’de çoğunlukla hakim olan görüş şu ki; Hakimler kendisini savcılardan, savcılar kendisini avukatlardan daha üstün görüyor. Her yargılama aşamasında öncelikle ve en çok da bu anlayışla mücadele ediyoruz. Avukata bakış temsil ettiği özneye bakışla da doğru orantılı. Karar ve iddia makamı müvekkilinizi ötekileştiriyorsa onun avukatı olarak siz de bu ayrımcılıktan nasibinizi alıyorsunuz. Bu tabii avukatların sadece hakim savcılardan değil aynı zamanda kendi meslektaşlarından dahi gördüğü bir tutum.

“Bir sorun bu mu kaldı memlekette!”

Adliyede LGBTİ+ haklarını savunan bir avukat olarak yaşadığım deneyimleri örneklerle anlatmam sanırım okuyucular nezdinde daha somut bir yargıya yol açacaktır.

Ankara Valiliği yasağına ilişkin Pembe Hayatın İdare Mahkemesi’nde açtığı davanın duruşmasına Kaos GL’den meslektaşlarım Hayriye ve Kerem de destek olmak için katılmıştı. Duruşma zamanı mübaşir -Pembe Hayat olarak bizi takdim ettiğinde duruşma salonuna girerken karşımızda üçlü hakim heyetinin yüzünde alaylı bir gülüş olduğunu gördük. Bu alaylı gülüşten sonra ise sonucu tahmin etmek çok da zor değil zira davamız herhangi bir makul gerekçe dahi gösterilmeksizin, OHAL kalktıktan sonra -OHAL devam ediyor- denilerek reddedildi.

15 Temmuz sürecinden birkaç gün sonra Akit gazetesinin LGBTİ+’ları hedef gösteren ve nefret söylemi içeren haberlerinden bir tanesi hakkında suç duyurusunda bulunmak üzere nöbetçi basın savcısının odasına havale almak için girdim. Dosyaya bakıp konuyu gören savcı tarafından -Koyun can derdinde kasap et derdinde, bir sorun bu mu kaldı memlekette!- diyerek başvurumuzu ve maruz kaldığımız hak ihlalini hafifseyen bir yorumla karşılaştım.

Bir trans müvekkilimin ifadesini aldırmak üzere Savcılığa gittiğimde savcı müvekkilimi baştan aşağı süzdü ve karakolda verin ifadenizi ben almam diyerek hiçbir gerekçe göstermeksizin bizi başından savmaya çalıştı. Bu sırada müvekkilin ve benim yüzümüze dahi bakmıyordu.

Karşılaştığımız bu tavırlar sonrasında elbette şikayetlerde bulunduk ancak HSK’ya yapılan şikayetlerde de durum -kadıyı kadıyı şikayet etme- boyutunda.

Meslektaşlarımdan ve hakim, savcı, yargı çalışanlarından en çok karşılaştığım tavır “yahu niye bu işleri yapıyorsunuz savunulacak başka kimse mi kalmadı” söylemi çerçevesinde. Bu bakış aslında savunma mesleğinin kutsal bir değer olarak görülmesi ve lekelenmemesi gerektiğine ilişkin düşüncenin de bir ürünü. Bu da savunulacak insanlar - savunulamayacak, savunulması ayıp olacak insanlar listesini önümüze koyuyor. Toplumun genel ahlaki bakış açısına göre şekillenen kutsallık kavramı bazı bireyleri bu kavramın dışına çıkartıyor. Türkiye gibi bir ülkede de birini öldürmek dahi bazı gerekçelerle kutsal savunma mesleğine layık görülebilirken, LGBTİ+’lara ilişkin davalar kutsal savunma mesleğine yakışmayan işler sınıfından bir türlü çıkamıyor. Nitekim Kayseri Barosu trans kadın avukat adayının staj başvurusunu da bu “kutsallık” düşüncesiyle reddetti) Savunmayı temsil eden avukat düşünülenin aksine öznenin tarafı değildir. Savunmanın tarafı hak ve hukuktur. Bir avukat öncelikle hak ve hukuku savunmalıdır, onun tesis edilmesi için mücadele etmelidir. Hukuk önünde herkes eşittir, bu nedenle avukat için müvekkilinin kim olduğu değil onun haklarının savunulması önemlidir. İddia ve karar makamlarının da bu bakış açısıyla yaklaşması “Adalet” bizi bir adım daha yaklaştıracaktır.

“Yasalar çıksa da LGBTİ+ların eşitliği için mücadeleye devam etmek gerekiyor”

Avukatların ve genel olarak hukukun, LGBTİ+’ların eşitliği ve özgürlüğüne nasıl katkısı olabilir?

LGBTİ+’ların eşitliği ve özgürlüğünün önündeki en büyük engellerden bir tanesi yasalarımız. LGBTİ+ ların uğradığı hak ihlallerine, ayrımcılık ve nefret suçlarına ilişkin olarak İstanbul Sözleşmesi’nin 4’üncü maddesi ve Anayasa 90’ıncı madde bağlamında yorumlanan, uyumlaştırılan bir yasal metin yok. Bir trans kadının ayrımcılığa maruz kalması üzerine Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’na yaptığımız şikayete gelen cevap da “cinsiyet kimliği” ibaresinin ayrımcılık kategorileri arasında olmaması nedeniyle başvurumuzun Kurul tarafından incelenemeyeceğine yönelikti. Mevzuatın taraf olduğumuz sözleşmelere uyumlu hale getirilmesi sorunu çözecek mi diye soracak olursanız, bu sorunun cevabı da çocuk adalet sisteminde gizli. Çocuk Hakları açısından AB Müktesebatına uyum sürecinde oldukça güzel yasalar çıkartıldı hatta bazı Avrupa ülkelerinden de bu konuda daha ileride olduğumuzu söyleyebilirim. Ancak burada da bu yasaları uygulatma konusunda problem yaşıyoruz. Mahkeme kararları ve yasalara rağmen hala hakim, savcı, kolluk ve diğer kamu görevlileri bildiğini okuyor ve yasaya uygun iş yapılması için insanların vicdanlı olmasından medet umuyoruz. Bu örnek yasal düzenlemenin de sorunu çözmede tek başına yeterli olmayacağını açıkça ortaya koyuyor. Alanda çalışan meslektaşlarım yasal düzenlemelerin ve içtihatların oluşması için gece gündüz durmaksızın çalışıyorlar. Sürekli açılan davalar, yapılan başvurular konunun gündemde kalmasına da aracılık ediyor ve bu durum hakim, savcıların, yasa koyucuların ve toplumun bilinçlenmesini sağlıyor. Avukatların bu gayreti alanda çalışan herkesin verdiği mücadelenin parçası. Yasal düzenlemelerin oluşması elbette önemli bir adım ancak yeterli değil, yasalar çıksa da LGBTİ+ların eşitliği ve özgürlüğü için mücadeleye devam etmek gerekiyor.

İlgili haberler:

“Önümüze, savunulması ayıp olacak insan listesi konuluyor”

“LGBTİ+’ları sapkın gören yaklaşım, avukatlarını da sapkınlar kuyusuna atıyor”

“Herkes için amasız insan hakları ile avukatlık anlam kazanıyor”


Etiketler: insan hakları
nefret