13/03/2014 | Yazar: Kaos GL

Ezme ve ezilme ilişkileri, mal, can, onur ve hayal eşit dağıtılınca değişiyor. Karşılıklı üzünülünce, sevilip, gülünce, samimileşip eğlenince, aynı yollarda beraber yürüyüp ıslanılınca değil.

Ötekileştirmenin Duygusal Ekonomisi Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Baskıcı rejimler baskılarını etik ve estetik bir mesele haline getirirler. Oysa ötekileştirme bir vicdan meselesi değil elbette, doğru duygunun doğru zamanda doğru olaya yönelmesiyle de alt edilmiyor. Ötekileştirme birilerinin birilerinden kar etmesi, birilerinin malına, canına, onuruna, hayaline el koyması. Ezme ve ezilme ilişkileri, mal, can, onur ve hayal eşit dağıtılınca değişiyor. Karşılıklı üzünülünce, sevilip, gülünce, samimileşip eğlenince, aynı yollarda beraber yürüyüp ıslanılınca değil.  
 
Barış İçin Akademisyenler Girişimi üyesi, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden Nazan Üstündağ Kaos GL dergisinin “Ötekiler/Madunlar/Dışarıda Bırakılanlar” başlıklı 129. Sayısına yazdı:
Necla Rüzgar: Metafizik Cinayetler
 
Sosyal bilimlerde ve siyasi yaşamda, “öteki” kavramı, eşitsizlik ilişkilerini üretmekte kültürel alanın oynadığı başat rolün kavranmasıyla birlikte sıkça kullanılmaya başlanmıştır. Emekçilerle sermaye sahipleri; kadınlarla erkekler; LGBT’lerle heteroseksüeller; sömürgeleştirilenlerle sömürgeciler arasında iktisadi bir el koyma ilişkisi vardır elbette. Ancak el konulan iktisadiden fazladır. Onurdur, haktır, adalettir, akıl sağlığıdır, hayal etme gücüdür. Modern dünyanın cinsi ile, cinsiyeti ile, cinsel yönelimi ve kimliği ile, ırkı, dili, dini, inancı, sınıfı ile tarihin merkezine yapıcı, anlatıcı ve yönetici olarak konumlanmışları kimliklerini, merkezdeliklerini ve egemenliklerini ötekini kurarak; kurarken yaralayarak, acıtarak kazanırlar. İnsanlar birbirlerini “ötekileştirerek” ezer. Başkalarının yaşadığı hayatın felaketini, onları kendilerinden saymadıkları için görmezden gelirler. “Ötekileştirerek” kendilerinden uzaklaştırdıklarının, başlarına gelen yoksulluğu, şiddeti ve zalimliği hak ettiğini düşünürler. “Öteki” ile alay ederler, “öteki”ne kendilerine reva görmediklerini reva görür, acımaz, sevmez, aşağılarlar.
 
“Ötekileştirme” akla gelen tüm eşitsizlik ilişkilerinin kurucusu olan bir ilişkilenme biçimidir. Erkekler kadınları kimi zaman “duygusal” ve “narin” olarak nitelendirir, öyle olmalarını arzular, zorla öyle kılar, öyle olmayanları aşağılar ve cezalandırır, öyle olanları ise kendilerinden küçük görürler.  Başka zamanlarda kadınları “dedikoducu,” “fettan” ve “dalavereci” diye kodlarlar, böylelikle kadınlara karşı şiddete örneğin erkeğe olanınkinden daha az önem verirler. Her zaman kadınların başlarına gelen felaketi hak ettiğine dair şüphe taşırlar. Batılılar Doğulular’ı, Avrupalılar Asyalılar’ı, Amerikalılar kendilerinden başka herkesi, beyazlar siyahları daha az medeni, daha az insani görürler. Koca koca ülkeleri, aşiretleri, kabileleri, tek isimde geçer, değerlerini kendilerinden düşük biçerler. Zenginler yoksulları, heteroseksüeller heteroseksüel olmayanları, merkezdekiler varoşları ötekileştirmenin her türlü endüstrisini kurmuşlardır. Onları canları istediği gibi temsil eder, kendi ürettikleri temsilleri, öldürmek, yerlerinden etmek, haklarını ve mallarını çalmak için bahane ederler. Ötekileştime, modern dünyada beyazların, erkeklerin ve egemenlerin sistemli bir şekilde diğerlerinin emeğine el koymaları, mülksüzleştirmeleri, değersizleştirmeleri, öldürmeleri, yok sayma ve yok etmelerinin adıdır. Egemenler tüm bunları yaparken yine ötekileştirme sayesinde kendilerini sonsuz haklı görür, sever; yaptıklarından zevk alır ve hatta gerekirse kendinlerine acır ve dünyanın yükünü omuzlarında taşımaktan şikayet ederler. Öyle de kırılgandırlar.
 
Ötekileştirmenin toplumsal, iktisadi, kültürel ve siyasi dinamikleri son 30 yıldır farklı boyutlarıyla ele alındı. Hukuktan, mekan yapımına, zamanın kullanımından, reklamlara, edebiyattan, modaya kadar geniş bir alanda üretilen kültürel imajların ve kodların nasıl da sürekli olarak birilerini kategorileştirdiği, dışladığı, değersizleştirdiği ve ayrıştırdığı anlatıldı. Ötekileştirmeye uğrayanların “ötekileştirilmeleri” ile birlikte biçimlenen kimliklerini birer direnç merkezi olarak sahiplenip, egemen kültüre nasıl meydan okudukları da gittikçe daha fazla dillendiriliyor. Ötekileştirilmenin yeterince çalışılmamış, araşıtırılmamış ve tartışılmamış bir alanı ise öznel/duygusal boyutu.
 
Türkiye’de cumhuriyetin dayandığı baskıcı hukuk düzeni, kendinden başkasını tanımayan/tanıyamayan egemen Türk kimliğini anayasa aracılığı ile devlete bağlamıştır. Devlet ve Türk tek ve bütün olduğu için, devlete yönelmiş tüm “hak arayışları” ta en baştan meşruiyetsiz/bölücü/yıkıcı/anarşist görülmüş, Türklük dışındaki tüm kmlikler ise “hain” olarak algılanmıştır. Bu sebeple olsa gerek, kamusal alanda ortaya çıkmaya kalkışan kimliklerin birçoğu mücadelelerinde meşruiyetlerini duygusal bir dille kurmaya çalışırlar. Hukuk kadar vicdanlara seslenirler. Yani ötekileştirilenler için “ötekileştirilme” ve buna karşı mücadele büyük oranda bir duygusal ekonominin parçası olmak demektir.
 
Türkiye’de ötekileştirilenin ötekileştirilmemek için öncelikle ötekileştirildiğini kanıtlaması gerekir. Mesela Ermeniler sürekli soykırıma uğradıklarını kanıtlamak zorundadır. Bu bitmez tükenmez kaderleridir. 1915’de yaşadıkları soykırımı tarihsel arşivlerle, Hrant Dink’in suikastinin resmi boyutlarını mahkemeyle, en son Samatya’da olanların ırkçılıkla ilişkisini kriminal hafiyelikle “delillendirmek” zorundadırlar. Kürtler kaybedildiklerini, kadınlar katledildiklerini ispatlamakla mükelleftir. Rumlar ayrımcılığa uğradıklarını, LGBT’ler nefret cinayetlerine kurban edildiklerini...
 
Bunun için aynı anda birden fazla cephede savaşırlar. Bir kere farklı olduklarını, farklı bir kader ve deneyime sahip olduklarını anlatmaları gerekir. Türk değil Kürt, Müslüman değil Hıristiyan’dırlar. Farklarını tarifleyipdururlar. Her tarif, ötekileşme ve ötekileştirilmiş-lik sınırında gezinir. Farklı ve eşit yan yana durmakta zorlanır. Kadınlar eşitse mesela neden kota isterler, neden Kürtler kendilerine temsil hakkı isterler, eşcinseller eğer ötekileştirilmek istemiyorlarsa neden cinselliklerini belli ederler, Ermeniler neden geçmişi unutmazlar, Aleviler neden cem evlerine statü isterler ve Çerkezler/Lazlar/Boşnaklar gibi asimile olmazlar? Her fark beyanı, bir itiraf muamelesi görür. Her hak arama suç üstü yakalanır.
 
Sonra ötekileştirilmiş oldukları için başlarına geleni sayıp, dökmeleri, acılarını göstermeleri istenir. Bunu yaparken “empati” elde edeceklerdir ancak siyasi bir talepte bulunmamaları, direnmemeleri, kızmamaları, suçlamamaları, verilenle yetinmeleri, lafı fazla uzatmamaları, karşılarındakini utandırmamaları, kırmamaları, bıktırmamaları karşılığında. Herşeyin bir “dozu” vardır ve herkesin bir “kırmızı” çizgisi bulunur; göz, nizam, ahlak, duyarlılık, hassasiyet, kamu vicdanı vardır. Ötekiler bunlara pek çabuk zarar verirler ve baştan beri neden ötekileştirilmiş oldukları çok çabuk hatırlanır.
 
Ötekileştirilenler “acılarını” anlatırlarken kısa bir zamanda insanlıktan çıkarılıverirler. İşkence, infaz, katliam, taciz, tecavüz ve dışlanma; ifade edildiği anda ifade edilene yapışan cinsten anlatılardır. Kendi kendini arttıran bir yanları vardır. Başlarına gelene şaşıranlar gittikçe azalır. Üzüntü yerini sıkıntıya bırakır. Mademki bu kadar zulme dayanmışlardır, demek insandan farkları vardır. Aklıselim’e davet edilirler. Aklına gelmeyenin aklına türlü fantazi düşürürler. Söylemeyeni söyletirler.
 
Böyle bir duygusal ekonomi içinde zehirlidir. “Öteki” kendini kabul ettirmeye çalıştıkça dünya ile ilgili pek feci birtakım zehirli bilgiler elde eder. Hakikatin uçucu kaçıcılığı, hak, hakkaniyet ve adaletin keyfiliği, ahlaki ölçütlerin egemen kimliği, güce uzak olanlar için gündeliktir. Hayalet görüp de etrafındakileri ikna edemeyen çocuklar gibi; dünyanın sırlarına vakıf ama kimseyi inandıramayıp kötülükle yalnız savaşan seçilmişler gibi; hırçınlaşırlar. Her oyunu bozdukları için can sıkarlar. Gerçekleri sayıp döktükleri için hayalci olmakla suçlanırlar. Onlar için akıtılan gözyaşlarına aldırmayıp nankörleşmekle itham edilirler.
      
Türkiye Cumhuriyeti fütursuz bir ötekileştirme cemiyeti, bir ırkçılık, ayrımcılık, sınıfçılık, cinsiyetçilik, türcülük cehennemi. Hiç kimsenin dediğinden sakınmadığı, utanmadığı; merkezdekilerin kimliğinin etraftakilerini yiyerek gittikçe daha fazla şişmanladığı bir ülke. Bu şişman kimlik bir de üstüne kamusal alanı gözyaşlarıyla boğarak hakikatleri buğulandırıyor. Onun başarısıyla gurur duymayan üniversite öğrencilerini, yaptığı açılımları hayranlıkla izlemeyen Kürtleri, embriyolara dahi gösterdiği şefkat karşısında nedamet getirmeyen kadınları, vajina kelimesinden hicap duymayanları düşman ediniyor.
 
Baskıcı rejimler baskılarını etik ve estetik bir mesele haline getirirler. Oysa ötekileştirme bir vicdan meselesi değil elbette, doğru duygunun doğru zamanda doğru olaya yönelmesiyle de alt edilmiyor. Ötekileştirme birilerinin birilerinden kar etmesi, birilerinin malına, canına, onuruna, hayaline el koyması. Ezme ve ezilme ilişkileri, mal, can, onur ve hayal eşit dağıtılınca değişiyor. Karşılıklı üzünülünce, sevilip, gülünce, samimileşip eğlenince, aynı yollarda beraber yürüyüp ıslanılınca değil.   

Etiketler: yaşam
İstihdam