07/07/2010 | Yazar: Alp Biricik

İktidar, gün­delik hayatın her alanında ideal yurttaş öznesini ‘heteroseksüel erkek’ olarak kurguladığından, sayısı gün geçtikçe artan

Öteki’nin Ürettiği Mekânlar  Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

İktidar, gün­delik hayatın her alanında ideal yurttaş öznesini ‘heteroseksüel erkek’ olarak kurguladığından, sayısı gün geçtikçe artan kent, semt ve çeşitli mekânlara ilişkin çıkan yayınlarda (eş)cinsel mekân öyküleri görünmez oluyor.

Öteki’nin Ürettiği Mekânlar ve Toplumsal Cinsiyet/Cinsellik Kurguları1
I.
Güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum
düşüverecek ellerinizden ve
bir gün elbette Zeki Müren’i seveceksiniz
(Zeki Müren’i seviniz)
Arkadaş Zekai Özger, Merhaba Canım2

Taksim Meydan’ına akşamüstü saat beşe yirmi kala vardım. İndiğim taksiden meydana doğru kıvrılırken, her renkten çiçek satmaya çalışan esnafın sesleri ve çiçeklerin kokuları içinde buldum ken­dimi. Burası İstanbul’un en sevdiğim köşelerinden birisidir. Gece gündüz öbek öbek teneke kutulara yerleştirilmiş çiçekler, insanı Beyoğlu’nun bitmez sanılan keşmekeşine karışmadan önce sessizce karşılar.

İstiklâl Caddesi’nin girişine doğru yöneldiğimde, ileride birikmiş küçük grubu gördüm. Gözlerim uzaktan bir iki gökkuşağı bayrağını seçerken, top­luluğa yaklaştıkça bazı yüzler aşinalaşmaya başla­dı. Bazıları yıllar içinde sayısı bir elin parmakla­rından daha az olan eşcinsel mekânlarında zaman zaman gördüğüm, bildiğim yüzlerdi. Her zamanki gibi uzaktan başımızı hafif öne eğerek tebessümle birbirimize selam verdik.
 
Açıkçası biraz gergindim. Türkiye’de her barışçıl politik etkinlik öncesi yaşanan “umarım bir olay çıkmaz” kaygısından bahsediyorum biraz. Bir ara polis ellerinde gaz maskeleriyle yanımızdan ikili sıra halinde geçerken, birilerinin, “eğer gaz mas­kelerini taktıklarını görürseniz hemen kaçın” dedi­ğini hatırlıyorum.
 
On yedincisi olduğu açıklanan ancak gerçekte çok daha az sayıda kamu alanında izinli düzenlenmiş “Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti, Transseksüel Onur Yürüyüşü”’ anons edilen saatten yaklaşık bir saat sonra başladı. Kimine göre 1500 kimine göre 2000 kişilik kalabalık, sabırsızca polisin oluş­turduğu barikatın açılması için haykırırken, koordine edenler ile polis arasında yapılan pazarlığın tamamlanmasıyla yürüyüş akşam altı sularında başlayabildi. Etkinliğin sorunsuz geçmesi için ça­balayan gönüllülerin, ellerindeki megafonlardan sessizce “arkadaşlar slogan atmıyoruz” uyarılarına, “barikatı geçince bağrıyoruz” diyen sesler eklenir­ken, kortej sessizce polisin oluşturduğu ‘çevik’ güç barikatını geçerek yürümeye başladı.
 
İstiklâl Caddesi’ndeki başta ne olduğunu pek anla­madığını düşündüğüm kalabalığı yararak ilerleyen grup, pencerelerden sarkan insanların bazen me­raklı sessiz bakışları, bazense alkışları, sloganlar, düdük sesleri, şarkılar ve neşeli kahkahalar ara­sında ilerliyordu. Grup, her on beş dakikada bir kortejin ortasından geçmeye çalışan tramvaya yol vererek Galatasaray Meydanı’na geldi ve kısa bir basın açıklaması yaptıktan sonra gösteriyi sona er­dirdi.
 
Yürüyüş biterken bir sonraki gösteride kullanılmak üzere ellerimizdeki küçük pankartları toplayan gö­nüllülere elimdeki “buradayız, alışın” pankartını verdikten sonra, bir an Özger’in 1970’li yıllarda yazdığı yukarıdaki şiirinin son dizelerindeki keha­neti hatırladım.
Türkiye’de kamu alanında eşcinsel kimlik mücade­lesi 1980’li yıllarda özellikle travesti ve transseksüellere yapılan baskılara karşı düzenlenen açlık gre­vi ve ev toplantılarında (eş)cinsel bilinç yükseltme maksadıyla oluşturulmuş gruplar olarak örgütlen­di, 1990’lı yıllardan itibaren ise örgütlü eylem ve basılı dergi oluşumlarına dönüştü. Son yıllarda da yasal tüzel kişiliği dernek olacak şekilde kurumsal­laşma yoluna girdi. Bu bağlamda, makalenin ama­cı yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım eşcinsel kimliğin politikleşmesi süreci ve öncesinde kamu alanlarında yer alan eşcinsel mekânlarını tartış­mak. Bir başka deyişle bu çalışma, gerek Özger’in dizelerinde, gerekse İstanbul’un en popüler kamu alanlarından birinde düzenlenen eylemdeki poli­tik performanslarda vurgulanan ben/biz ve sen/siz arasında o görünmez gibi duran ama Türkiye’de hayatın her alanında ötekileştirmek üzerinden kurulan iktidar ilişkilerinin kesişim noktalarını, mekân / toplumsal cinsiyet / cinsellik kategorileri üzerinden kısa tarihsel bir okumaya yönelik. Bu kapsamda, İstanbul’da Beyoğlu semtinde 1970 ortalarından 1990’lı yılların ortalarına dek çoğun­lukla eşcinsel erkek, travesti ve transseksüellerin buluştukları mekânları, hali hazırda yürüttüğüm doktora araştırması süresince yaptığım görüşme notları üzerinden aktarmaya çalışacağım.3

II.
1990’lı yıllarda Kuzey Amerika ve Batı Avrupalı akademisyenlerin post-modern ve post-yapısalcı feminist, queer/o biçim, post-koloniyel teorileri öne çıkararak yaptıkları çalışmalarda, kültürel, beşeri coğrafya ve mimarlık disiplinlerinden feyz alınarak özne ve iktidar ilişkileri cinsellik, toplumsal cinsiyet, beden, mekân, ırk gibi ka­tegoriler mercek altına alınarak incelenmiştir.4 Türkiye’de ise son yıllarda umut verici bir şekilde akademisyen ve aktivistlerin yerelin deneyimle­rini öne çıkarmak isteyen çalışmalarıyla mekân, cinsellik ve toplumsal cinsiyet kategorileri doğ­rudan veya dolaylı olarak modernleşme ve öznelsellik ilişkilerini gündeme getirerek mekân ve iktidar ilişkilerini tartışmaktadır.5

Ben de Lefebvre’in6 altını çizdiği sosyal alanın sosyal üretimle olan ilişkisini hatırlayarak, 1970’li ve 1990’lı yıllar arasında İstanbul’un Beyoğlu semtindeki çoğunluk erkek eşcinsellerin oluştur­duğu mekânların ürettiği ve birbirine geçişken toplumsal cinsiyet ve cinsellik kategorilerinin nasıl ilişkilendiği ve bu süreçte sınıfsal ilişkile­rin etkisinin neler olduğu sorusundan yola çıkıp, gündelik hayat içindeki kimlik üretim ilişkilerinin nasıl kurgulandığını tahlil etmeye çalışacağım.
 
III.
Yıllar önce okuduğum ve zaman içinde unuttu­ğum Tezer Özlü’nün Eski Bahçe Eski Sevgi kita­bında “İstanbul’un her yanından gidilir”7 diye ta­rif ettiği, seksenli yılların ortasında kapanmadan önce Taksim Cumhuriyet Caddesi’nin başında yer alan,“bir de bakarsınız, kalabalık arasından giysileri ve sakal bıyığı ile on dokuzuncu yüzyıl adamını andıran bir genç geçer” diyerek betim­lediği Café Boulevard, araştırma kapsamında yaptığım ilk görüşmede ellili yaşlarına yeni gir­miş erkek bir eşcinselin kendi kişisel tarihindeki ilk mekân olarak karşıma çıktı. “Geyler ilk orada görüşüp kesişmeye başladılar” diye anlatılan ve aslında kadın bir yazarın gözünden bildiğim bu mekânı farklı bir hayattan dinlemek, ona başka bir yerden ‘gitmemi’ sağladı. Daha önemlisi son­raki görüşmelerde dinlediğim mekân hikâyeleri sayesinde aynı dönemde kişilerin sınıfı, cinsiyeti, cinsel kimliği, yaşı ve etnik kimliği doğrultusunda çeşitlenen farklı mekânlar olduğunu fark etmem, baştaki ‘sadece Café Boulevard varmış’ yanılsa­mamı kırdı. Örneğin, yine erken ellili yaşta bir başka erkek eşcinsel, oturduğu semtteki bir arka­daşının 1975 yılında, “[Beyoğlu] Balık Pazarı’nda çok eğlenceli bir yer var” diyerek onu gitmeye ikna ettiği, “balıkçının altında, izbe, karanlık, tu­haf bir yer. Tuhaftan kastım...şey, dediğim mah­zen gibi...Çok renkli bir ışık, kimse kimseyi doğru dürüst göremiyor” diye tarif ettiği Çilli Taverna bu mekânlardan biri.
 
İsmini bir viski markasından alan kulüp VAT 69’ın, 1970’li yılların ikinci yarısında, İstiklâl Cadde­si İmam Adnan Sokak’ta bir iş hanının gece kepenklerinin kapanması ve girişindeki alanın erkek eşcinsellere hizmet veren bir bara dönüşmesiyle başlayan hikâyesinin, mekânın bulunduğu bina­nın yan tarafına taşınarak, “parası bol” müşterilere hizmet veren, neredeyse iki içki parası karşılığına gelenlerin kıyafetlerinin vestiyere bırakmasının zo­runlu olduğu “pahalı bir gece kulübü” olarak de­vam ettiği, bir anlamda üst sınıfın oluşturduğu ilk mekânlardan biri olduğu görüşmelerde tekrarlan­dı. Ancak daha ‘elit’ müşterilere hizmet vermesi onu iktidarın gözünde daha ‘temiz’ kılmamıştı. Bir görüşmecinin mekânla ilgili aktardığı biçimiyle:
 
Ve haftada bir iki gece baskın olur oraya..Yukarıdan polisi gördükleri zaman [işletmeciler] yuka­rıdan bir tesisat kurmuşlar aşağıdaki ışıkları açar­lardı hemen. O bir sinyal hemen toparlansınlar diye. İşte oradan daha çok travestiye benzeyen­leri götürürlerdi...Bu hep olurdu.
 
Günümüzde yukarıdaki örneğe benzer baskın ve gözaltına alınmalar hâlâ devam ediyor. Son iki yıldır kamu alanında meselâ bakkaldan alışveriş yaparken veya gündüz yolda yürürken İstanbul, Ankara ve İzmir’de yaşayan travesti ve transseksüel kadın yurttaşlara, Kabahatler Kanununun 32. maddesine aykırı davranmaktan ceza kesilebiliyor. Polis baskı ve baskınları, bir barda gece eğlenirken müşterilerin neden ‘toparlanmaları’ gerektiği ve neden hep ‘kadın/kadınsı’ öznelerin tehdit oluştur­duğu sorularının cevaplarını araştırmamın bu aşa­masında net olarak verebileceğimi sanmıyorum. Ancak, tarihsel süreçte özellikle ataerkil söylemin en önemli koruyucularından olan resmi kurum ve pratiklerinin kamu alanında kimin erişim izni var­dır sorusuna verdiği cevabın öncellikle ‘adam gibi davranan heteroseksüel erkek’ olmasının açıklayı­cı olabileceğini düşünüyorum.
 
Toplumsal cinsiyetin bir süreç ve birbirinin içine geçmiş birçok kategorinin birbirini etkileyerek oluşturduğu bir iktidar alanı olduğunu kabul et­mekteyim. Bu bağlamda 90’lı yıllarda Beyoğlu Ta­limhane tarafında açılan, bugün büyük bir otopark ve turistik dükkân kompleksine dönüşmüş, Clup 14 ve daha sonra aynı işletmecinin açmış olduğu Maslak 2019 isimli eğlence mekânları Türkiye’nin neo-liberal ekonomiyle tanıştığı ve geri dönülmesi zor sınıf farklılıklarının ortaya çıkmaya başladığı döneme ilişkin toplumsal cinsiyet ve cinsellik ilişkilerini açıklamama yardımcı oluyor. Bir başka deyişle, bazı görüşme yaptığım kişilerin anlattıkla­rından yola çıkarak, Clup 14 öncesindeki eşcinsel mekânlarının müşterileri her sınıftan erkek eşcin­sel, travesti ve transseksüeller olabilirken, yeni açı­lan bu mekânlara öncellikle ‘batılı’ görünümünde­ki, öyle davranan ve giyinen müşterilerin alınması oldukça düşündürücü. Bu yeni sınıfsal ayrım, esa­sen ötekileştirilmiş öznelerin kendi alanları içinde iktidarın dilinden konuşup, kendi içlerindeki daha zayıf görüneni, en azından ekonomik açıdan öyle olanı, nasıl ötekileştirdiğine ilişkin işaretler taşımakta.8 Ancak bu sınıf çatışmasının galibi, daha sonraları kulübün meraklı müdavimleri olacak yeni zengin heteroseksüel kadın ve erkekler ola­caktır. Görüşmecilerin aktardıklarından özetle, uzun zaman polis şiddetinden yorulmuş olan bu yeni mekânların yöneticileri gerektiğinde polise rüşvet vererek ve daha önemlisi gerektiğindeyse bu mekânların kapılarını üst sınıf heteroseksüel erkek ve kadın müşterilere açarak kamu alanında eşcinselliğin meşrulaştırılmasının yolunu açmaya çalışmışlardır.
 
G: 2019 gey bir mekân değil, karma bir yerdi. Çok acayip bir yerdi. Çok yani parmak ısırtacak bir yerdi doğrusunu söylemem gerekiyorsa. Bir araba mezarlığını almışlar. Ölü arabalar duruyor. Onların arasından giriyorsun açıklığa. Mad Max flmi gibi. Bidonlar var. Ateşler yanıyor bidonlar­da. Orada lastikler var. Her şey demir ve demir konstrüksiyonlar var ve üstlerinden çıkıyorsun. Demir konstrüksiyondan pistler var. Korkunç yüksek spotlu kuleleri var...Yani bir şeydi. Hollywood seti diyeyim sana fevkaladeydi dönemi için... Lazer ışıkları, hem yüksek teknoloji, hem çok döküntü.
 
Yukarıdaki anlatıdan ve diğer görüşmecilerin yap­tıkları benzer yorumlardan yola çıkarak, Maslak 2019’u cazip kılan ve dönemi için oldukça ilerici bulunan fütürist iç mekân düzeninin Türkiye’nin 90’lı yıllarda geçirmekte olduğu politik ve ekono­mik değişimlerle benzerlikler taşıdığını düşünü­yorum. Altını çizmeye çalıştığım karmaşa biraz Güneydoğu’da süren çatışmalarla yeniden kur­gulanan militarist ve milliyetçi kamu ve özel alan denetim mekanizmaları (örneğin, Güneydoğu’da uzun yıllar süren olağanüstü hal sistemi) ve biraz da Türkiye’nin neo-liberal ekonomiyle geçirmeye başladığı sınıfsal değişimle ilgili.
Otuz yaş üstü görüşmecilerin çoğunun belirttiği 90’lı yılların ortasından itibaren Türkiye’de kullanımı yaygınlaşan internet teknolojileriyle, özellik­le eşcinsel tanışma ve partner bulma siteleri, bi­reylerin (eş)cinsellik ve kimlik politikalarına ilişkin yerel ve uluslararası bilgi kaynaklarına erişimin kolaylaştırmıştır. Ayrıca, Türkiye’de cinsel politi­ka üreten eşcinsel girişim ve örgütlerin politikala­rının (örneğin Lambdaistanbul, Kaos GL) gerek fiziksel gerekse internetin oluşturduğu kamusal alanlarda görünürlük kazanmasının, o zamana dek kamu alanındaki eşcinsel mekânlardan ha­bersiz olan eşcinsel bireylerin mekânları bulma yönünde olumlu anlamda cesaretlendirdiğini düşünüyorum. Bu yeni hareketlilik, görüşmecilerin anlatılarından yola çıkarak, o zamana dek birbirini bilen gerektiğinde cemaat gibi davranan ve çoğun­luğunu erkek eşcinsellerin oluşturduğu mekânla­rın sınıf dengelerini değiştirmiştir. Yukarıda kısa­ca bahsetmeye çalıştığım üzere, çoğunluğu erkek olan ‘Batılı/kentli’ görünümlü üst sınıf eşcinseller kısıtlı sayıdaki eşcinsel mekânlarda ‘kendileri’ gibi olmayan ve farklı sınıftan gelen yeni ziyaretçile­ri yadırgamaya başlamışlardır. Buna en iyi örnek bazı görüşmecilerin altını çizdiği gibi son on yılda özellikle İstanbul’da kendilerini ‘eşcinsel ayı’ ola­rak tanımlayan ve ‘erkeksi’ olmayı cinsel kimliğin ön koşulu sayan erkeklerin bu dışlamayı takiben kendilerine ait mekânları oluşturmalarıdır.
 
Mekân isimleri dönemlerinin toplumsal, kültü­rel ve baskı mekanizmaları ile bağlantılı olarak değişmektedir. Görüşmelerde bahsedilen kapalı eğlence ve buluşma mekânları, 70’lerin sonların­dan 90’ların sonuna dek, çoğunlukla herhangi bir mesaj içermeyen adlarını kapı numaralarından almıştır. Klüp 33, Clup 14, Beybon 63. Bir başka erkek eşcinselin görüşmede aktardığı gibi, 80’lerin ortalarında Café Boulevard ile aynı cadde üstün­de açılmış olan bir mekân ise ismini Türkiye’deki siyah beyaz televizyon döneminin popüler Amerikan dizisi Bonanza’daki kovboy çiftliği Pandorosa’dan alabilmektedir. Bu mekânda çiftlik dekoruna uygun olarak, at arabası tekerleği, nal ve benzeri objelerle iç mekân düzenlemesi yapı­larak dizideki hava yaratılmaya çalışılmış. Mekân daha sonra 90’lı yılların başından 2000’li yıllara dek önceki dekorunu muhafaza ederek, Han ismi altında yine eşcinsel erkeklerin uğrak yeri ve ak­şamları iş çıkışında ‘gizli’ buluşma mekânı olma­ya devam etmiştir. Bugünse mekân bir lahmacun salonuna dönüşmüştür. 2000’li yıllardan bugüne ise Beyoğlu’ndaki eşcinsellere ait olarak bilinen mekânların isimleri mekânın içeriğini daha çok anlatır biçimdedir: Love, Tekyön, Eko, Bearphorous, Sahra, Bar Bahçe, Douche, Be Club, De Javu ve sadece kadınlara özel olan Bigudi gibi.
 
IV.
Araştırmaya ilk başladığım günlerde dinlediğim kişisel deneyimler ve mekân öyküleri karşısında duyduğum heyecanın yerini mekânlar hakkında daha detaylı bilgi toplamaya çalıştıkça önce ha­yal kırıklığına ve sonrasında da tuhaf bir kızgın­lığa bıraktığını itiraf etmeliyim. Bu kızgınlığımın sebebi İstanbul ve özellikle Beyoğlu üzerine son on yılda sayısı gün geçtikçe artan kent, semt ve çeşitli mekânlara ilişkin çıkan yayınlarda (eş)cinsel mekân öykülerinin bu kadar görünmez olması. Bunun önemli sebeplerinden birinin iktidarın gün­delik hayatın her alanında kurguladığı ideal yurt­taş öznesinin ‘heteroseksüel erkek’ olması olarak görüyorum.
 
Kamu alanındaki eşcinsel eğlence mekânları içinde bulundukları kentin geçirdiği toplumsal, ekonomik ve kültürel değişimlerden etkilenerek zaman içinde başka mekânlara dönüşmekte. Ya­şanan bu değişimin tarihini incelemek birçok ka­tegoriyi aynı anda düşünmeyi ve eleştirmeyi ge­rektiriyor. Her sosyal olguda olduğu gibi yaptığım analizin geçici ve herhangi mutlak bir doğruyu bulmak amacı taşımadığını hatırlayarak, esas amacımın çalışma kapsamında görüşme yapılan kişi­lerin anlattıklarından yola çıkarak günümüz gerek feminist gerekse eşcinsel kimlik politikalarının işa­ret ettiği ‘biz’ ve ‘siz’ arasındaki ilişkiyi anlamak olarak özetleyebilirim. Bir başka deyişle, Beyoğlu semtindeki erkek eşcinsel, travesti ve transseksüel mekânlarının, üretimi üzerine toplumsal cinsiyet ve cinselliğin sınıfa olan ilişkilerine değinerek küçük çaplı bir harita çıkarmaya çalıştım. Ancak her sosyal analizde olduğu gibi çoğu önemli tar­tışma oluşturmaya çalıştığım resmin dışında kaldı, özellikle biseksüel, eşcinsel ve diğer öteki sayılan cinsel yönelimli kadınların neden 90’lı yılların so­nuna doğru mekânlarda görünürlük kazandığına ilişkin analiz. Bu tartışmanın yanı sıra bir başka tartışmadığım konu, cep telefonu ve internet kul­lanımının olmadığı dönemlerde akşamları iş çıkışı birbirine haber vermeden ama aslında herkesin bir diğerinin o mekâna geleceğinden emin olduğu, ör­neğin Kafe Pandorosa’daki eşcinsel cemaat halinin bugün neden neredeyse imkânsız olduğu ve yeni cemaati birleştiren mekânların hangisi olduğu.
 
Bu tür soruların cevaplanabilmesi için bir önerim özellikle 1980 askeri darbesi sırasında ve sonra­sında militarist ve milliyetçi söylem ve pratiklerle üretilen kamu ve özel alanlarda yaşanan değişimle ortaya çıkan yeni değerler sistemi, sınıf, toplum­sal cinsiyet kurguları ve dolayısıyla cinsellik/arzu ilişkisinin incelenmesidir. Böyle bir analizden çıkacak sonuçlar belki de hâlâ belirsiz olan Zeki Müren’i ne kadar sevdiğimizi/alıştığımızı bizlere gösterecektir.

Alp Biricik, Linköping Üniversitesi
Ankara Mimarlar Odası Dergisi- Dosya 19- Cinsiyet ve Mimarlık- Nisan 2010

D
İPNOTLAR
1Metnin ilk halini okuyarak düzeltme ve eleştiri yapan Nil Mutluer’e çok teşekkür ederim.
2A. Z. Özger, Sevdadır, Mayıs Yayıncılık, Izmir, 6. Basım, 2001, s. 26.
3 Bahsettiğim doktora saha çalışması Ağustos-Aralık 2009
aralığında İstanbul’da yaşayan eşcinsel, biseksüel, travesti ve transseksüel kadın ve erkeklerle derinlemesine, yarı yapılandırılmış, bire bir görüşmelerde aktarılan 1970’li
yıllardan bugüne Beyoğlu ve Aksaray semtlerindeki eşcinsel mekânları çok metotlu bir metodolojiyle incelemeyi amaçlamaktadır. Bunun yanısıra değişen teknoloji ve mekân ilişkilerini incelemek için internette web-kamera kullanımı olan sohbet odalarındaki cinsellik ve toplumsal cinsiyet ilişkileri üzerine bir siber etnografya çalışması yürütülecektir. Şimdiye dek görüşmelerde ortaya çıkan otuz­dan fazla bar, kafe, park, hamam, ve sinema gibi kamu­sal/yarı kamusal mekânların tümünü tahlil etmek veya en azından bahsetmek yazının sınırlarını aşacağı için, gerek dönemsel gerekse mekansal kısıtlamaya gittim.
4 D. Massey, Space, Place, and Gender, University of Minneapolis, Minneapolis, 1994; D. Bell ve G. Valentine (der.), Mapping Desire: Geographies of Sexualities, Routledge, London and New York, 1995; W. Leap (der.), Pub­lic Sex / Gay Space Columbia University Press, New York, 1999; P. Hubbard, “Sex Zones: Intimacy, Citizenship and
Public Space”, Sexualities, cilt 4, sayı 1, 2001., s. 51-71; J. Halberstam, İn a Queer Time and Place: Transgender Bodies, Subcultural Lives, New York University Press, New York ve Londra, 2005.
5 N. Mutluer (der.), Cinsiyet Halleri, Varlık, İstanbul, 2008; A. Alkan (der.), Cins Cins Mekân, Varlık, İstanbul, 2009; S. Sancar, Erkeklik: İmkansız İktidar, Metis, İstanbul, 2009; P. Selek, Sürüne Sürüne Erkek Olmak, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 1009.
6 H. Lefebvre, The Production of Space, Blackwell, Oxford and Massachusetts, 1974/1995.
7 T. Özlü, “Café Boulevard”, Eski Bahçe Eski Sevgi, 2. Bas­kı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1994, s. 38-41.
8 Batı formlarındaki ‘erkek eşcinsel’ kimlik tartışmaları için bakınız, H. Tapınç, “Masculinity, Femininity, and Turkish Male Homosexuality’, Modern Homosexualities:
Fragments of Lesbian and Gay Experience, Ken Plummer (der.), Routledge, London, s. 39-49; Bereket, T. ve B.D Adam, “The Emergence of Gay Identities in Contemporary
Turkey”, Sexualities, cilt 9, sayı 2, 2006, s. 131-151.
 
KAYNAKÇA
Alkan, A. (der.), Cins Cins Mekan, Varlık, İstanbul, 2009.
Bereket, T., ve Adam, B. D., “The Emergence of Gay Iden­tities in Contemporary Turkey”, Sexualities, cilt 9, sayı 2, 2006, s. 131-151.
Bell, D., ve Valentine,G., (der.) Mapping Desire: Geog­raphies of Sexualities, Routledge, London and New York, 1995.
Halberstam, J., İn a Queer Time and Place: Transgender Bodies, Subcultural Lives, New York University Press, New York ve Londra, 2005.
Hubbard, P., “Sex Zones: Intimacy, Citizenship and Public Space”, Sexualities, cilt 4, sayı 1, 2001., s. 51-71.
Leap, W. , Public Sex / Gay Space, Columbia University Press, New York, 1999.
Lefebvre, H., The Production of Space, Blackwell, Oxford and Massachusetts, 1974/1995.
Massey, D., Space, Place, and Gender, University of Min­neapolis, Minneapolis, 1994.
Mutluer, N. (der.), Cinsiyet Halleri, Varlık, İstanbul, 2008.
Özger, A. Z., Sevdadır, Mayıs Yayıncılık, Izmir, 6. Basım, 2001.
Özlü, T, “Café Boulevard”, Eski Bahçe Eski Sevgi, 2. Bas­kı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1994.
Sancar, S., Erkeklik: İmkansız İktidar, Metis, İstanbul, 2009.
Selek, P., Sürüne Sürüne Erkek Olmak, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009.
Tapınç, H., “Masculinity, Femininity, and Turkish Male Homosexuality’, Modern Homosexualities: Fragments of Lesbian and Gay Experience, Ken Plummer (der.), Routle­dge, London, s. 39-49.
 

Etiketler: yaşam, gezi/mekan
İstihdam