13/02/2025 | Yazar: Suay Yüksel
SOLDEP kadın ve LGBTİ+ örgütlerinin “2025: Aile Değil, Mücadele Yılı” etkinliğinde DEM Parti İstanbul Milletvekili Özgül Saki ve Gazeteci Yıldız Tar konuştu.

Sosyalistler Partisi’nin (SOLDEP) kadın ve LGBTİ+ örgütleri 2025’in Aile Yılı ilan edilmesini tartışmak üzere ortak etkinlik düzenledi. Sosyalist Kadınlar ve SOLDEP LGBTİ+ Komisyonu’nun “2025: Aile Değil, Mücadele Yılı” başlığıyla dün (12 Şubat) X üzerinden düzenlediği çevrimiçi etkinlikte DEM Parti İstanbul Milletvekili Özgül Saki ve KaosGL.org Genel Yayın Yönetmeni Yıldız Tar konuştu.
Etkinlikte, iktidarın kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikaları üzerine konuşulurken, katılımcılarla birlikte dayanışma, direniş ve mücadele yolları da tartışıldı.
2025’in Aile Yılı olarak belirlenmesine tepki gösteren Sosyalist Kadınlar ve SOLDEP LGBTİ+ Komisyonu, etkinliğin açılışında şu ifadeleri kullandı:
“Aile yılının yıkıcı politikalarını konuşmak için bugün bir araya geldik. Devletin ilan ettiği Aile Yılı adı altında ev içi bakım emeğinin yalnızca kadınların omuzlarına yüklendiği, cishetero, heteronormatif patriyarkal dayatmaların yeniden üretimine alan açıldığı, heteronormatif ataerkil bir aile modelinin dayatılmasıyla karşı karşıyayız. Oysa bizler eşitlik, özgürlük ve adalet istiyoruz. Biz lubunyalar ve kadınlar ataerkinin mağdurları olarak sesimizin, sözümüzün ve emeğimizin görünür kılınmadığı evlere hapsedilmeye çalışıldığımız bu düşmanlığa karşı çıkıyoruz. İnanç, ırk ve cinsiyet kimliklerinin eşit olduğu bir dünya düzeni istiyoruz.”
“Aile mefhumunu konuşurken patriyarkayı konuşmadan olmaz”
Ardından Özgül Saki, şunları söyledi:
“Aile mefhumunu konuşurken patriyarkayı konuşmadan olmaz. Bu Aile Yılı ilanında asıl amaç olarak ‘dinamik nüfus yapısı ile aile ve evlilik kurumunun korunması’ olarak açıklandı. Asıl amaç bu. Burada kadın yok. Zaten AKP’nin 22 yıllık iktidarı boyunca kadının adı her yerden silindi ve aile eklendi. Bunun böyle olmasında şunun da etkisi var: Uluslararası faşizan, despotik yönetimlerin de kendilerini LGBTİ+ düşmanlığından, kadın haklarına olan saldırılarıyla meşrulaştırmalarından da güç alınıyor aynı zamanda. Yani AKP’ye mahsus bir şey değil ailenin güçlendirilmesi denilen mefhumun yeniden üretilmesi. Bunun yeniden önümüze serilmesi aslında şunu gösteriyor; dönemin, patriyarkanın, erkek egemenliğinin ve kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda kadın bedenini, lubunyaların yaşamını kendi iktidarları ve istedikleri toplumun inşası için merkeze alıyorlar. Bunu aslında biliyoruz, bunun niye böyle olduğunu birçok defa konuştuk. AKP’nin politikalarını konuşurken şunu çok güzel ifade ettiğini görüyoruz; güçlü devlet, güçlü aile. Bu politikaları, devletin ihtiyaçlarına göre sizin yaşamlarınızı yeniden ben denetleyeceğim, sizin bedenleriniz üzerinde ben tahakküm kuracağım ve sizi ancak aile, ailenin değerleri yani iktidarın değerleri içinde tanımlayacağım, bu değerler içinde tanımlanmayan hiçbir toplumsal kesimi buraya dahil etmeyeceğim, onlar benim düşmanımdır diyerek açıkça ifade ediyor. Erkek egemenliği ise AKP ile başlayan ya da biten bir şey değil, biliyoruz bunu. Erkek egemenliğinin köklerinin çok eski dönemlerden beri patriyarkanın kapitalizm ile birlikte iç içe işleyen bir sistem olduğunun farkındayız. Ama bu AKP politikalarının özellikle bugün güçlenerek, patriyarkayı güçlendirerek ne yapmaya çalıştığının farkında olduğumuzda aslında mücadele alanlarımızı da tarif etmiş oluyoruz.”
“Devlet, erkeğin yapması gereken her şeyi kadının omuzlarına yüklüyor”
AKP’nin heteronormatif aile odaklı politikalarını da değerlendiren Saki, devlet tarafından bir “makbul kadın” ayrımının yaratıldığını ekleyerek, şunları ifade etti:
“Dinamik nüfus yapısı derken aslında doğurganlık oranı azalıyor diyor, nitekim azalıyor. Üstelik de AKP iktidara geldiğinden beri üç çocuk doğurun, doğurganlığımız azalıyor demesine rağmen kendi kitlesi içinde bile buna ilişkin bir kazanç sağlayamadı. Kadınlar artık kaç çocuk doğuracaklarına, doğurup doğurmayacaklarına kendileri karar veriyorlar, bu kadar yoğun politikaya rağmen doğurganlık azalıyor. Peki neden dinamik nüfus yapısına ihtiyacı var? Çünkü ucuz iş gücü istiyor. Çünkü ucuz emeği sömürmek istiyor dinamik nüfus yapısına ihtiyacı var. Aile ve evlilik kurumunu yüceltecek peki neden? Hane içinde kadının emeğine el koyacak, bütün Aile Yılı ifadelerine bakarsanız eğer bize şu şekilde sunduklarını görüyoruz; kadınlar için harika bir dönem olacak çünkü onlara esnek bir çalışma, evden çalışma yapacağız yani ücretli emeği de konu ediyor ama bir dakika diyor hane içinde yapılması gereken her şeyi, ev temizliğinden tut çocukların bakımı, yaşlıların bakımı, erkeğin bakımı onları da yapacaksın. Üstelik bunları yaparken şikâyet etmeyeceksin çünkü kutsal aileye hizmet ediyorsun sen diyor. Burada devlet, erkeğin yapması gereken her şeyi kadının omuzlarına yüklüyor. Bunu yaparken makbul kadın profili ile de devlet, kadınlar arasında bir ayrım yaratıyor. Yani makbul olan ve makbul olmayan kadın. Makbul olan kadın aileye, erkeğe biat edecek, hiç sesini çıkartmayacak, bunları mutluluk ve keyifle yapacak, aynı zamanda şiddete uğrayacak hane içinde ve toplumsal yaşamda da ama şiddete uğrasa bile kol kırılır yen içinde kalır diyecek ve şikâyete konu etmeyecek. Peki lubunyalar için öngördüğü şey ne? Onların varoluşları zaten tehdit bu iktidara göre. Varoluşları tehdit olduğu için o nefret politikalarını güçlendirdikçe güçlendiriyor ama buna rağmen sonuç alamıyor.”
“Aile, kişisel bir tercih değil; bir kurum”
Aile Yılı ve patriyarkal iktidar politikalarına karşı muhalefetin de problemli yanlarına dikkat çeken Saki, şunları ekledi:
“Burada tabii değinmemiz gereken mühim bir mesele var. Bu aile mefhumunun tartışılmasında aslında bir bütün olarak muhalefetin de birtakım problemli yanları var. Aileyi bir değer olarak kabul ettiğin zaman ve aile içindeki cinsiyetçi iş bölümünün sözünü etmediğinde muhalefet de olsan iktidarın bu aileci politikalarından, kadınların, lubunyaların bütün yaşam ve bedenlerinin denetlemesine aslında güçlü, radikal, köktenci bir itiraz etmemiş oluyorsun. Bu anlamda aile kişisel bir tercih falan değil. Aile bir kurum. Althusser diyor ki devletin ideolojik aygıtlarını sayarken; okul, aile ve kilise. Bugün bu ideolojik aygıtlarla bütün toplumsal yaşamın tüm hücreleri dizayn edilmeye çalışılıyor bu topraklarda da. Mesela bütün aile politikalarının içinde Diyanet var. Milli Eğitim diyoruz, yeni müfredata baktığımızda aile kaç defa geçiyor görüyoruz ama kadının adı yok. Ve bu müfredatta yine Diyanet’in politikaları var. Bunlar dolayısıyla iç içe geçmiş ve bütünlüklü bir mücadeleyi bizim önümüze koyan mücadeleler. Mecliste muhalefet temsili siyasette de buna ilişkin DEM Parti olarak da zaman zaman CHP ile dirsek teması yaparak da birtakım şeyler yapılıyor. Ama biz şunu biliyoruz mücadele eğer toplumsal yaşamın içinde olmazsa ve orada güçlenmezse buralarda yapılabilecek hiçbir şey yoktur. O yüzden bizim toplumsal yaşamda bu mücadeleyi güçlendirmeye ihtiyacımız var.”
“Patriyarkaya karşı bağımsız mücadele zeminlerimizi güçlendirmek zorundayız”
Bağımsız feminist hareket ve bağımsız LGBTİ+ mücadelesinin dayanışma pratiklerinin güçlendirilmesi gerektiğini ekleyen Saki, şu ifadeleri kullandı:
“Bunun için de hangi birimde olursa olsun ister sendikada ister siyasi partide, bu iktidara karşı olsan da bağımsız kadın hareketinin, feminist hareketin ve LGBTİ+’ların bağımsız örgütlenmesinin, bağımsız mücadelesinin çok büyük önemi var çünkü biz kendi bulunduğumuz zeminlerde de erkek egemenliğinin sönümlenmediğini, patriyarkanın buralara sirayet ettiğini çok net görüyoruz. Bu bağlamda bu bütünlüklü mücadele içinde mesela savaş koşulları ve sömürgeci politikalar ile bunun çok bağı var, ailenin çok bağı var, aile mefhumunu bu şekilde kurmanın çok bağı var. Yine ekonomik şiddet dediğimiz ücretli emeğin kapitalizmin ihtiyaçlarına uygun bir hayatı kurması ile bu aileci politikaların çok yakın bağı var. En önemlisi bugün Trump’tan Macaristan’a, bu topraklara kadar kendilerini meşrulaştıran, “aileye tehdit” diye gördükleri LGBTİ+’ların varoluşlarına ağır saldırı var. Dolayısıyla eğer patriyarka kocaman bir sistemse ve tüm mekanizmaları ile toplumsal hayatın içindeyse biz de o birimlerde patriyarkaya karşı bağımsız mücadele zeminlerimizi güçlendirmek ve dayanışma ilişkilerini somutlamak zorundayız. Bu karamsar tablo içinde 22 yıllık iktidar boyunca aslında bir taraftan da mücadelenin yarattığı bir set görüyorlar önlerinde. Boşanmalar artıyor, doğurganlık azalıyor, kadınlar artık hayır diyorlar. Bunun yanında yasal kazanımlarımıza çok büyük bir saldırı var. Şimdi 6284’ü gündeme getirecekler ama şunu da unutmamak lazım ki yasaların içeriklerinin nasıl olacağını mücadele belirliyor. Bu anlamda LGBTİ+ mücadelesi bu topraklarda sol sosyalist hareket ile ittifak halinde olabilmesi ise bence Gezi ile oldu. Yani Gezi’de LGBTİ+’ların siyasal, bağımsız bir varoluş olarak kendilerini mücadele içinde gösteriyor olmaları bu ilişkiyi güçlendirdi. Aynı Feminist Hareketin yaptığı gibi. Feminist hareket de siyasal olarak toplumun her yanında kendi örgütlerini kurduğu zaman ancak sosyalistlerin, solun göz ardı edemeyeceği bir mücadele odağı oldu.”
Siyasal şiddet olarak LGBTİ+ düşmanlığı
Saki’nin konuşmasından sonra söz alan Tar, şunları söyledi:
“Aile Yılı meselesini bir semptom olarak ele almak gerekiyor. Aile Yılı aslında arka plandaki patriyarka ile heteroseksizm ve ikili cinsiyet rejiminin ittifakından doğan 2015’ten beri her geçen gün daha da saldırganlaştırdıkları siyasetin bir semptomu, en son görünen yüzü. Her yıl başka bir konseptle, başka bir saldırı dalgası ile zaten adım adım LGBTİ+ mücadelesinin ve bana kalırsa feminist hareketin de toplumun geri kalanıyla arasına bir duvar örmeye çalışıyor AKP ve onun ortağı MHP, Cumhur İttifakı. Bu mesele tabii ki de sadece AKP ve onun iktidarıyla ilgili değil ama AKP iktidarının çok ekstra olarak burada bir savaş konseptini devreye soktuğunu düşünüyorum, özellikle LGBTİ+’lar söz konusu olduğunda. Daha öncesinde LGBTİ+ hareketi barış mücadelesinin bir parçası olurken şu cümleyi kuruyordu; LGBTİ+’lara dönük ilan edilmemiş savaşa da son. 2015’ten beri o savaş bir şekilde ilan edildi ve patriyarkayla heteroseksizmin ittifakı bir yandan şu anlama da geliyor; bir ikili cinsiyet matrisinde evet kadınların toplumsal düzen içerisinde emeğine el konularak, ailenin içine hapsedilerek, sömürülerek bir konumu var diyor, ayrıca bunu bir makbul kadınlıkla çizerek kadınları itaat ettirmek için bütün bu politikaları yapıyor. LGBTİ+’ları ise o ikili matrisin tamamen dışında, mümkünse yok edebilecek yok edemezse yok sayabileceği kadar görünmezleştireceği bir alana hapsedecek bir anlayışla karşı karşıyayız. LGBTİ+’ların görece daha özgür olduğu, eşitliğe kısmen yaklaşıldığı ülkelerde bile LGBTİ+ düşmanı dalga ile karşı karşıyayız. Bu birçok yapılan yorumda, özellikle anaakım siyasetçiler ya da akademisyenler yaptıkları yorumlarda bunu bir dip dalgaya bağlıyorlar, dipte aslında muhafazakarlığın etkisine göre siyasetin şekillendiğini söylüyorlar ama ben buna çok katılmıyorum. Bana kalırsa tam da Özgül’ün bıraktığı yerden feminist mücadele ve LGBTİ+ mücadelesi sadece Türkiye’yi değil bütün bir dünyayı geri dönüşü çok zor bir şekilde değiştirdi, dönüştürdü. Başka bir kavram seti, bir değerler bütününü dünyaya kazandırdı. Şu anda siyasal şiddetin hedef aldığı şey bu değişim ve dönüşümü durdurabilmek ve durdurmanın ötesine geçtiği noktada ise geriye çevirmek. Yani aslında bir tür herkesin LGBTİ+ düşmanlığında birleştiği ve siyasetçilerin de oylarını konsolide etmek için bunu kullandığı bir yerde olduğumuz fikrinde değilim ben tam tersine toplumsal bir dönüşümün olduğu ve bu dönüşüme karşı kendi gücünü, iktidarını kaybetmek istemeyen, yönetilebilir kılmak isteyen bir siyasal anlayışın devletin zor gücünü, şiddet mekanizmalarını devreye soktuğu fikrindeyim.”
“Cinsiyetsizleştirme dedikleri LGBTİ+’ların var; kadınların ise eşit ve özgür olması”
İktidar tarafından sıklıkla kullanılan “cinsiyetsizleştirme” kavramından da bahseden Tar, şunları ekledi:
“Bu içinden geçtiğimiz dönemin belirleyici iki özelliği var ama ona gelmeden önce Aile Yılı meselesinde çok kullandıkları bir kavram var: cinsiyetsizleştirme. Bu cinsiyetsizleştirme ifadesini belli ki önümüzdeki dönemlerde de toplum mühendisliği yaparken, algı operasyonlarını yaparken bir araç olarak kullanacaklar. Peki neyi kastediyorlar bu ifade ile? Çok açık; LGBTİ+’ların var olması kadınların ise eşit ve özgür olması cinsiyetsizleştirme. Esasen karşı oldukları şeyin adını net olarak koymak gerekiyor. Fıtrat diyerek savundukları ise LGBTİ+’ların sanki mümkünmüş gibi yok edilmesi, kadınların ise cinsiyet rolleriyle eve kapatılıp itaat etmesi. Haliyle Aile Yılından Cumhur İttifakının isteği bir yanıyla kendi homofobik, transfobik ve cinsiyetçi ajandalarını bütün bir topluma yaymak. Ve aile üzerinden devletin sorumluluğu olan meseleleri evde kadının üzerine yıkmaya çalıştıkları fikrindeyim ben. Çocuk bakımı, yaşlı bakımı, hasta bakımı yani dönüp hem içeriye hapsetmek hem de devletin yapması gerekenleri aile içinde çözmek. Sosyal politikaları, sosyal hizmetleri aile içerisine biz havale edelim ve kar üzerine kar elde etmek. Hem gasp ettiği hem de yapması gerekeni içeriye hapsettiği için. Bu sadece bir yanıyla bir ayrımcılık ya da nefret söylemi sorununu aşan bilinçli bir siyasal şiddet kampanyası. Ve burada iktidar LGBTİ+’ları aile düşmanı olarak işaretliyor, geçtiğimiz yıllarda da bu retoriğin taşıyıcıları Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu idi, RTÜK’tü, Ticaret Bakanlığı’ydı, İçişleri Bakanlığı’ydı özellikle Süleyman Soylu döneminde diyanet idi şimdi koçbaşı görevini Aile Bakanlığı üstleniyor. Bütün bu aile vizyon belgelerine baktığımızda da görüyoruz ki Aile Bakanlığı çevresinde Diyanet gibi başka kurumların da bir araya geldiği bir mekanizma ile karşı karşıyayız.”
“LGBTİ+ düşmanlığından siyasal, sosyal ve ekonomik çıkar elde etmek istiyorlar”
Tar, son yıllarda Türkiye ve dünyada artan LGBTİ+ düşmanlığına dair şunları ifade etti:
“Bu meselede, iki belirleyici özellik var bunların ilki komplo teorilerinin artık hiç olmadığı kadar yaygınlaşması ve siyasal gücü elinde tutan yöneticiler tarafından açıktan sahiplenilmesi. O komplocu mantıkta şöyle görülüyor; o zamanki tabir ile bu homoseksüeller ulus devlet sınırlarını aşan bağlar kurabiliyorlar birbirleri ile bu da bizim için bir tehlike. Şimdi bakıyoruz, şu an bütün dünyada neredeyse aynı düşünce hortlamış durumda. Amerika’daki Trump’ın da LGBTİ+ düşmanlığında benzer bir ton var, Türkiye’de de AKP’nin LGBTİ+ düşmanlığında benzer bir ton var. LGBTİ+’ları kendisinin dışına iten, kendisi dışında bir mesele olarak gören ve biz batıya atfediyoruz o başka yere atfediyor ama bir “küreselciler” söylemi ile hedef gösteriyor. Bizim anladığımız anlamda bir kapitalist küreselleşme karşıtlığı değil burada mesele, buradaki mesele tam olarak enternasyonal bir dayanışma imkanının ulus devletlerin sınırlarını aşan bir birlikteliği tehdit olarak algılamaları ve güvenlikçi yaklaşımın duvarlarına bir tuğla olarak LGBTİ+’ları koymaları. Bu dönemin bir diğer meselesi ise dünya açısından böyle, Türkiye açısından çok uzun zamandır böyleydi; artık iktidarlar zevahiri kurtarmak adına dahi temel hak ve özgürlüklerden yana olduğunu söyleme gereği duymadığı ve tamamen bir vitrinin aradan çıkarıldığı, özünde taşıdığı sureti bizlere daha da gösterdiği bir yerdeyiz artık söylemde dahi olsa böyle bir şeye gerek duyulmuyor. İkinci belirleyici mesele ise dünya genelinde de Türkiye’de de siyasal şiddet kavramı ile bunu algılamak gerekiyor. Devletler egemenlik araçlarını LGBTİ+’ların kamusal alandaki varlığını yok etmek için seferber etti. 2015’ten beri Türkiye’de bunun dozu artıyor ve son adım Aile Yılı ilan edilmesi ama bunun öncesinde zaten LGBTİ+ hareketinin toplumun geri kalanıyla arasına ördüğü duvarın en önemli adımı yasaklardı. Bu yasaklar salt bir etkinliği, yürüyüşü yapamama anlamına gelmiyor. Senin toplumun geri kalanı ile kurabileceğin sahici, dönüştürücü, parçası olduğun toplumun eşit bir öznesi olabilme imkanını elinden alıyor. Bunu yaparken de şunu söylüyor; LGBTİ+’lar çok ortalıkta, her yeri ele geçirmeye çalışıyorlar, çocuklarımıza kötü örnek oluyor, onlar yüzünden aileler yıkılıyor bu küreselcilerin bir oyunu. Bu bir paradoks bir yanıyla, yani sen o kadar yıldır yasaklıyorsun ama aynı zamanda da hala daha çok büyük bir tehdit olduğunu söylüyorsun. Şu an maalesef ki bu paradoksu ifşa etmenin kendisi yeterli değil çünkü mesele tutarlı bir LGBTİ+ düşmanlığı meselesi değil, LGBTİ+ düşmanı olmanın sosyal, ekonomik ve politik piyasalarda bir karşılığının inşa edilmesi. Yani bu bir ahlaki sinyalleme. LGBTİ+ düşmanı örgütleri de bir tür çıkar örgütlenmeleri olarak görmek lazım. Türkiye’de Büyük Aile Yürüyüşü denilen nefret mitingleri yapılıyor. Buraya katılan insanlar miting adı altında reklamlar yaptılar ve buna devam ediyorlar. Ve bu örgütlenmelerin maddi çıkarları var buradan, ekonomik bir piyasa oluşturuldu. LGBTİ+ düşmanlığı üzerinden para kazanan özneler var, az buz paralar da değil bunlar. Bununla ilgili iktidarın akıttığı paraların dışında bir tür insanlara işkence etme sistemleri üzerinden de para kazandıklarını görüyoruz. LGBTİ+ düşmanlığında bütün bu milliyetçi ve güvenlikçi eksene ek olarak bunun ekonomik, sosyal ve politik çıkar meselesine de dönüştüğünü görmek gerekiyor.”
“O duvarları yıkmak…”
Devletin ayrımcı nefret politikaları karşısında direnç, dayanışma ve mücadele mekanizmaları hakkında da konuşan Tar, şunları ekledi:
“Bu oyunu nasıl bozabiliriz peki? Bana kalırsa ilk yapılabilecek şey, LGBTİ+ hareketi ile toplumun geri kalanı arasındaki o duvarları yıkacak adımları atmak gerekiyor. Biz LGBTİ+ hareketinin yarattığı o değişimin sürebilmesi için o duvarı ortadan kaldırmalı ve toplumun geri kalanı ile diyalog ve temas kurabileceği alanları çoğaltmalıyız. Bağımsız LGBTİ+ hareketi dışındaki öznelere bence önemli bir sorumluluk da düşüyor burada. Bir diğer mesele, iktidarın dilinin artık bir tür sol sosyalist düşünceye de sirayet ettirme gibi bir stratejisi olduğunun görülmesi gerekiyor. Yani özellikle sosyal medya üzerinde yapılıyor bu, sadece orada da değil tabii, LGBTİ+’ları savunan sol olmaz, sol esas sorunlarıyla uğraşmayıp şimdi de LGBTİ+’ların derdine mi düştü söylemi bilinçli ve planlı olarak zerk edilen bir söylem. Bu birlikte mücadelenin ve meselelerin birbirleriyle olan bağlarını görünür kılabilmenin önüne geçmek için üretilen bir söylem. Bu söyleme hem pratikte hem de söylemsel alanda karşı çıkmak gerekiyor. Burası LGBTİ+ meselesini daha da marjinal bir konuma sürüklüyor bunun üzerinden de olabilecek bir ittifakı yok etmek için yapıldığı çok belli. Özgül’ün bahsettiği Gezi tezine ben de katılıyorum. Şimdi o zamanki birlikteliği tek tek zaten farklı adımlarla parçalamak için çok yol kat etti iktidar. Bizim belki de tekrardan o birlikteliği nasıl kurabileceğimizi düşünmemiz, o birlikteliğin asgari zeminlerinin ne olabileceği üzerine kafa yormamız gerekiyor.”
Saki ve Tar’ın paylaşımları ardından katılımcılardan gelen sorular alınarak etkinlik sonlandı.
Etiketler: insan hakları, kadın, nefret suçları, çalışma hayatı, sosyal hizmet, aile, siyaset, dünyadan, tarihimizden, onur yürüyüşü, ekonomi, özel haber, beda, araştırma, inceleme, yorum