06/06/2011 | Yazar: Peter Drucker
Gey aktivist Peter Drucker, ‘LGBTT Mücadelesi ve Queer Mar
Gey aktivist Peter Drucker, ‘LGBTT Mücadelesi ve Queer Marksizm’ başlıklı söyleşide, 6 Mayıs 2011’de, İstanbul’da konuşmuştu.
Drucker, gerek gey kimliğinin inşasının, gerekse LGBTT mücadelelerinin tarihinin Marksist bir perspektiften nasıl irdelenebileceği, irdelenmesi gerektiği ve queer aktivizminin geleneksel gey-lezbiyen hareketine tepki olarak geliştirdiği siyasetin imkan ve sınırları hakkındaki görüşlerini dinleyicilerle paylaşmıştı.
Peter Drucker’ın bu makalesi Yeniyol dergisinde yayınlandı.
Cinselliğe akademik yaklaşımlar 1980'lerden beri pratik cinsel siyasetten koptu ve her iki taraf da eskiden var olan Marksizm ile temas kurma çabasını büyük ölçüde terketti. Bu günlerde durum değişiyor gibi. Kevin Floyd'un ilham verici yeni kitabı queer çalışmaları yapanların Marksizm'in "açıklayıcı gücü"ne daha fazla ilgi duymaya başladığını öne sürmekte (s. 2). (Kevin Floyd, 2009, Arzunun Şeyleşmesi: Queer Bir Marksizm'e Doğru [The Reification of Desire: Toward a Queer Marxism], Minnesota Üniversitesi Yayınları). Aktivist cephede ise International Socialist Organization (Uluslararası Sosyalist Örgüt, ISO) üyesi Sherry Wolf, LGBT (Lezbiyen/Gey/Biseksüel/Trans) teori ve pratiğini Marksist bir bakış açısı altında toplamak için etkileyici bir çaba göstermekte (Sherry Wolf, 2009, Cinsellik ve Sosyalizm: LGBT Özgürleşmesinin Tarihi, Siyaseti ve Teorisi [Sexuality and Socialism: History, Politics, and Theory of LGBT Liberation], Şikago: Haymarket Kitapları).
İki kitap da yararlı bir katkı sunmakta. Wolf'un kitabının özellikle güçlü olan yanı gey işçi eylemliliği, Demokrat Parti'nin getirdiği tehlikeler, ve cinselliğin biyolojik faktörlerle belirlendiğini iddia eden yaklaşımların çarpıklığı konularına eğilmesi. Floyd ise Macar Marksist György Lukács tarafından geliştirilmiş Marksist kavramları cinsellik problemlerine ve son dönem queer teorisine büyüleyici bir şekilde uygulamakta.
Ne yazık ki iki kitap da (farklı taraflardan) siyasetin akademik dünyadan yabancılaşması sürecini yansıtmakta. Wolf, son dönem toplumsal cinsiyet ve queer çalışmalarının katkılarına çok küçük bir yer verirken, İngilizce hocası olan Floyd siyasetten çok Hemingway'in Güneş de Doğar romanına ve "Geceyarısı Kovboyu" gibi filmlere odaklanmakta.
Ayrıca, bu iki çok farklı kitabın bazı ortak yetersizlikleri var. İki kitap da 1970'lerden beri gelişmekte olan sosyalist-feminist düşünceden faydalanmıyor. Wolf'un Marksizm'i, kadın ve LGBT özgürleşmesini ilişkilendirirken, hikâyeye feminizmi yeterince dahil etmiyor. Floyd, toplumsal cinsiyet ve cinsellik arasında önemli bağlantılar kuruyor fakat tek taraflı bir bakış açısıyla Amerikan orta sınıf gey erkeklere odaklanıyor. Üstelik iki kitap da bir yanda heteroseksüellik ve homoseksüellik kategorilerinin tarihsel karakterini gözler önüne sererken öbür yanda radikal queerlerin gey/heteroseksüel ikiliğine günümüzdeki meydan okuma çabalarını göz ardı ediyor.
Sherry Wolf'un Cinsellik ve Sosyalizm kitabının en güçlü kısımları sınıf ve parti siyaseti üzerine olanlar. İstatistiklere dayanarak ortaya koyduğu LGBT cemaatleri içindeki sınıf farklılıkları konusunda gözleri çok keskin. Ticari gey çevresi, lezbiyen/gey burjuvazisi ve "homocon"lar (muhafazakar homoseksüeller) hakkında çizdiği resim oldukça sert. Kitabı ayrıca lezbiyen/gey emek örgütlenmesi hakkında sağlam ve yararlı bir hikâye anlatıyor. Kitap haklı olarak ısrarla "şu anki maddi koşullar altında cinsel olarak özgürleşmiş bir hayat yaşamak veya yaşamaya çabalamak için başlatılan her hangi bir girişimin insanların günlük varoluşlarının gerçek sınırlarıyla karşı karşıya gelmeye mahkûm" (s. 276) olduğunu öne sürüyor.
Cinsellik ve Sosyalizm'in özellikle güçlü olan yanı lezbiyen/geylerin Demokrat Parti’ye itaatinin tarihini anlatması. Bill Clinton'un 1992'de ordudaki gey karşıtı ayrımcılığa son vermeye dair sözünü gecikmiş olarak Obama'nın tutmasına rağmen Wolf'un vardığı sonuç doğru görünüyor: LGBT aktivistlerinin Demokratlarla olan ilişkisi "hep arızalı olageldi... Demokratlar geylerin ve lezbiyenlerin oylarından ve paralarından faydalanmalarına rağmen karşılığında çok az şey sunmaktadırlar." (s. 139) Kongre'deki Demokratlar Evliliğin Korunması Kanunu’nun geçmesine yardımcı oldu ve birçok ileri kapitalist ülkelerin yıllarca önce çıkardığı ulusal bir ayrımcılığı engelleme yasasına Amerika Birleşik Devletleri'nin de sahip olmasını engelledi.
Düzensiz Teori
Wolf'un siyasetinin teorik temeli ise daha düzensiz. Bana kalırsa başlangıç noktası doğru bir nokta: "Tıpkı kadının ezilmesi gibi LGBT'nin ezilmesi de, kapitalizmin toplumsal cinsiyet normlarını telkin etmesine ve şu anki ve gelecekteki işçi nesillerinin bakımının devlete en az masraf çıkaracak şekilde taşeronlaştırılmasına yarayan araçlarından biri olarak, çekirdek ailenin işgal ettiği merkezi konuma bağlıdır." (s. 19)
Wolf'un tarihsel kanıtlara dayanarak yazdığı gibi "insanların kişisel arzulara dayanan mahrem hayatlar yaşayabilmesine uygun koşulları yaratan" kapitalizmin kendisidir (s. 21). Wolf bu durumun kendini lezbiyen/gey cemaatlerin ve kimliklerin 19. ve 20. yüzyıldaki gelişiminde nasıl gösterdiğini John D'Emilio'nun çok önemli makalesi "Kapitalizm ve Gey Kimliği"den alıntı yaparak izah ediyor. A.B.D. Lezbiyen/gey tarihi hakkındaki son dönem çalışmaların faydalı bir özeti kitaba dahil edilmiş.
Wolf, kitabın en kıymetli bölümlerinden birinde toplumsal ve tarihsel yaklaşımların medyada hakim olan "biyolojik belirlenimciliğe" (determinism) üstün gelen yanlarını gösteriyor. "Bilim haberleri" yazan çoğu gazeteciyi utandıracak biçimde, insan yapısında ille de bir "gey geni" olması gerektiği sonucuna ulaşan araştırmaların altında yatan yanlış düşünceleri tahlil ediyor. Çocukluk dönemi cinsel gelişim üzerine yapılan çalışmalar hakkında, kavrayışı güçlü ve derinlemesine bir bakış açısıyla "çoğu gey geni araştırmasında halen mevcut olan cinsel ikilik varsayımı hem uzun bir tarihi olan gözleme dayalı araştırmalar hem de bazı LGBT bireylerin yaşanmış tecrübeleri tarafından çürütülmüştür: cinsel kimliğin büyük bir kısmı akışkan ve belirsizdir" (s. 217-8) diye yazıyor.
Wolf'un analizi, bütün bu boyutlarıyla, 1970'lerin başında geliştirilen LGBT'nin ezilmesi ve kurtuluşu hakkındaki sosyalist-feminist analizle örtüşüyor. Fakat "feminist" kelimesini kullanmaktan kaçınıyor. Bu sadece bir anlambilim (semantics) sorunu değil. Hem Marksist geleneğin içinde derin kökleri bulunan hem de Wolf'un siyasi akımının içinde son zamanlarda köklenen bir mesele.
Kadınların kurtuluşu üzerine, Clara Zetkin gibi, önde gelen düşünürler de dahil, 2. ve 3. Enternasyonallerdeki hemen hemen her Marksist, feminizmi bir orta sınıf ideolojisi olarak göz ardı etmiş ve geniş, sınıfları kesen, bağımsız bir kadın hareketini reddetmiştir. Sosyalist-feministler, Marksizm ve feminizm arasında yavaş yavaş birçok Marksist akımı etkisi altına alacak yeni bir sentezi ancak 1970'lerde oluşturabilmiştir.
Wolf'un kendi örgütü ISO, başlarda bu sosyalist-feminist atılımda önemli bir rol oynadı; ISO'nun eski lideri Barbara Winslow bir önde gelen üreme hakları aktivisti ve sosyalist-feminist teorisyendi. Fakat 1980'lerde adını Sosyalist İşçi Partisi (Socialist Workers Party, SWP) olarak değiştiren ISO'nun İngiltere'deki hamisi olan örgüt geniş toplumsal hareketlere sırtını döndü ve kendi Leninist parti inşası yorumunu geliştirmeye başladı. Himayesinde bulunan Women's Voice (Kadınların Sesi) adlı bağımsız kadın gazetesini dağıttı ve Friedrich Engels'in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni adlı kitabının kadının kurtuluşu üzerine hala sağlam bir temel metin olduğunu açıkladı. Durumu protesto ettiğinde de Winslow'u tasfiye etti.
ISO, İngiliz SWP ile yollarını uzun yıllar önce ayırdı, dolayısıyla şu anda feminizm hakkındaki duruşunu gözden geçirmekte özgür. Ne yazık ki Cinsellik ve Sosyalizm bunu yapmamış olduğu izlenimini uyandırıyor. Wolf, erkeğin kadın üzerindeki hakimiyetinin kapitalist baskı sisteminden bağımsız olduğu fikrini savunan ve onun "ataerki teorisi" (patriarchy theory) adını verdiği fikre saldırdığı noktanın ötesinde feminizme zar zor değiniyor.
Iris Young'ın çığır açan 1980 tarihli makalesi "Sosyalist Feminizm ve İkili Sistemler Teorisi" [1] başta olmak üzere, Wolf sosyalist-feministler arasındaki kapsamlı ve sofistike tartışmalara hiç değinmiyor. Bugün birçok sosyalist-feministin paylaştığı, içinde sınıfın olduğu kadar toplumsal cinsiyetin de (Stephanie Coontz'un kullandığı anlamda) "hareket ettirici çelişki" olarak barındığı bütüncül bir sistem olarak, ataerkil kapitalizm anlayışı ile angaje olmuyor.
Wolf hâlâ "Marx ve Engels'in ... [LGBT'nin] ezilmesinin analizi ve buna karşı verilecek başarılı bir savaş için gerekli kavramsal araçları sağladığı"na inanmakta (s. 9-10). Çok kapsamlı olan mevcut feminist tartışmaya verilen birkaç referansa dayanarak "Engels'in [Ailenin Kökeni'ndeki] teorik çıkarımlarının daha güncel tarih araştırmaları tarafından desteklendiği" (s. 26) gibi şüpheli bir iddiada bulunmakta.
Temelde Wolf hâkim sınıfların yönetmek için böldüğü fikrini Marksistlere atfetmektedir. Bu bir noktaya kadar faydalı bir fikir, fakat heteroseksüel normun gücünü veya doğrudan ve görünür bir hâkim sınıf etkisi olmadığında dahi LGBT karşıtı önyargıların sürmesini anlamamız için yeterli değildir.
"Boka Lokum Demek"
Wolf bazı kaba sosyalizm karşıtı çarpıtmaları çürütüp Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin ve Rus Devrimi'nin erken dönem sicilini savunmakta haklıdır. Genç Sovyet rejiminin homoseksüelliği yasallaştırmasının altını çiziyor, fakat tarihçi Dan Healey'in vazgeçilmez çalışmalarına dayanan hikâyesi, parlak noktaları cımbızla seçerken problemleri hasır altı ediyor.
Örneğin Healey'in, Zetkin ve Alexandra Kollontay'ın cinsel özgürlüğü arttırmaya yönelik çabalarına karşı Lenin'in yaptığı aşağılayıcı yorumları eleştirmesini göz ardı ediyor. Wolf Bolşeviklerin eksikliklerinin suçunu, tamamen "devrimcilerin yüz yüze kaldığı imkânsızlıklar"a (s. 99) atmaktadır. 90 yıl sonra Bolşeviklerin bu tarz bir kayıtsız şartsız savunmaya ihtiyacı yok.
Akıntıya Karşı okurları ilerleyen dönemlerde ortaya çıkan Sovyet, Çin ve Küba homofobisinin Marksizm'e içkin bir homofobiyi değil bu rejimlerin Marksizm'in demokratik özünden uzaklaşmasını yansıttığı konusunda Wolf'la hemfikir olacaktır. Fakat Wolf bundan daha ileriye gidiyor ve Marksizm'in içinde homofobik bir silsilenin barındığı fikrini bir efsane olarak değerlendirip reddediyor. [2]
Marks ve Engels'in mektuplarından bazı kötü şöhretli (şakayla karışık ifade edilmiş sikilme korkusu içeren) homofobik yorumları alıntıladıktan sonra "Burada boku lokum gibi göstermenin hiçbir manası yok" (s. 77-8) yorumunu yapıyor. Fakat devamında buna çok benzer birşey yapmaya çalışıyor. Marx'ın Engels'e, gey sosyalist Johann von Schweitzer'e etrafa homofobik şakalar yayarak saldırması önerisiyle karşılaştırıldığında Wolf'un Von Schweitzer'in siyasi günahları hakkında yaptığı tartışma en hafif ifadeyle abes kalıyor.
Wolf'un, feminizmi teorik olarak kapsayan bir eleştirel Marksizm'den yoksun oluşunun siyasi sonuçları var. Sosyalist feministler erkek egemenliği ve sınıf egemenliğini ayrı fakat içi içe geçmiş olarak anlamalarından hareketle, kendi liderlerini seçen ve bağımsız bir işçi hareketinin yanı sıra kendi rotasını çizen (ve ikisi içinde de siyasetleri için mücadele vermek durumunda olan) bir bağımsız kadın hareketini savunmaktadır.
Bu teorik temelden yoksun olan Wolf kitabında bağımsız bir kadın veya LGBT hareketi için hiçbir tez ortaya sürmemektedir. Bazı grupların LGBT bünyesindeki Marksizm'in kötülenmesine hizmet eden çıkarcı hareketleri göz önüne alındığında bu bir sorundur.
Evlilik Tartışması
Wolf'un belirgin bir feminist siyasetten yoksun oluşunun Cinsellik ve Sosyalizm'in en çok üstünde durduğu siyasi mesele olan eşcinsel evliliği konusunda da bazı sonuçları var. Eşcinsel evlilikler için eşit hakları gayretle savunması, haklı olarak eşcinsel çiftlerin sağlık hizmetleri, vergi iadeleri, göçmen statüsü ve barınma hakları gibi konularda acil pratik ihtiyaçlarının altını çizmekte. Fakat evlilik kurumunun mevcut haliyle eleştirisi için yeterince vakit harcamamakta.
Bu onun kapitalist çekirdek ailenin toplumsal ihtiyaçları nasıl özel alana hapsettiğine dair eleştirisiyle çelişiyor. Wolf eşcinsel evliliğin yaygınlaşmasının çekirdek ailenin etki alanını genişletme ihtimalini bir an olsun düşünmeksizin, eşcinsel evliliğin yasallaşmasının "heteroseksüel çekirdek ailenin en doğal aile biçimi olduğu fikrine açık bir meydan okuma" (s. 36) olduğunu iddia ediyor.
Bir cümlede, belki de günümüzün en etkili queer teorisyeni olan, Judith Butler'ın eşcinsel evliliklere yapılan homofobik saldırılara karşı çıkmasını destekliyor; bir sonraki cümlede de geri dönüp, eşcinsel evlilik talebine odaklanmanın "eşi olmayan veya birden çok eşi olan LGBT bireylerin alternatif yaşam tarzını bir şekilde zayıflattığı ve gey imajını mevcut çiftlerin din veya devlet tarafından uygun görülmüş bir alt kümesi olarak lanse etmeye giriştiği"ni hatırlatan Butler'a saldırıyor. Peki ya durum gerçekten bu değil mi? [3] Evlilik geçtiğimiz yüzyılda ne kadar çok evrim geçirmiş olursa olsun hâlâ çekirdek ailenin bir unsuru değil mi?
Bu tutum, Cinsellik ve Sosyalizm'in Wolf'un "gey ayrılıkçılığı" ve "kimlik siyaseti" olarak adlandırdığı (bu arada radikal LGBT aktivizminin büyük kısmını da içeren) şeye saldırısı olarak özetlenebilecek genel çerçevesine uygun. ACT UP'a karşı sağdan ve soldan ayrım yapmaksızın aldığı eleştirileri sıraladığı uzun bir münakaşası var. Anlattığı hikâye örgütün genişliğini ve kazandığı zaferleri azımsıyor; kaç tane ilerici grup haftalık genel toplantılarına 500 kişi getirmeyi başarabilir? New York ACT UP en güçlü olduğu zamanlarda bunu başarabiliyordu.
Wolf en azından bir örnekte olayları yanlış aktarıyor: ACT UP'ın genel sağlık sigortası için mücadelesinin ancak 2007'de başladığını iddia ediyor (s. 189). Bir ACT UP komitesi 1980'lerin sonu ve 1990'ların başında ulusal bir genel sağlık sigortası eylemi düzenlemek üzere bir platform kurmak için çok çalıştı. Çabalar ACT UP yeterli desteği vermediği için değil, ilerici sendikalar ve NOW para ve kadro desteği sağlamadığı için boşa gitti. Queer Nation'ın 1990'ların başındaki kendini olumlayan ve hatta kızgın bir kırgınlık içeren tarzı aslında LGBT dostu olması beklenenlerden gelen destek eksikliğine bir tepkiydi. [4]
Wolf'un günümüzde kendini queer olarak tanımlayan radikal aktivistlere karşı pek az sempatisi var ve kişisel olarak "queer" kelimesinden hoşlanmadığını da itiraf ediyor. Wolf'un "LGBT terminolojisi konusunda bir ateşkes" çağrısı ve tıpkı diğer ezilenler gibi kendisini nasıl isterse öyle adlandırmaya hakkı olduğu tezi makul görünüyor (s. 17-8). Ama problem bundan daha derin. Queer aktivistlerin provokatif dilini ve taktiklerini bir "toplumdan sürgünü kabulleniş" olarak görüyor.
Queerlerin topluma hâkim olan heteroseksüel normlara karşı duyduğu haklı öfkeyi ve bunlara karşı yaratıcı meydan okuyuş biçimlerini göz ardı ediyor. [5] "Straight (heteroseksüel) toplum" kavramını dahi, aynı kavramı işçi sınıfı ve orta sınıf heteroseksüellere uygulamanın yanlış olduğu iddiasıyla, reddediyor (s. 198).
Queer aktivizmine olan antipatisi dolayısıyla Wolf bu aktivizme ilham veren queer teorisine çok az anlayış gösteriyor. Michel Foucault ve queer teorisi üzerine uzun eleştirisi, sınıf kavramından uzaklaşma eğilimiyle ilgili haklı noktalara değiniyor. Fakat "postmodernist" olarak etiketlenen, gelmiş geçmiş her düşünürü aynı zehirli bileşimin parçası olarak görüyor.
Foucault veya Butler'ın katkılarına hemen hemen hiç değinmiyor. Örneğin Butler'ın toplumsal cinsiyetin, sadece toplumsal olarak inşa edilmeyen (socially constructed), günlük hayatta yeniden ve yeniden icat edilen ve yapılan roller yaratması dolayısıyla "edimsel" (performative) olan süreçlerini hiç tartışmamakta. Butler'ın sadece toplumsal cinsiyetin değil biyolojik cinsiyetin dahi bazen toplumsal olarak inşa edilebileceği öngörüsünü ve bunun transcinsiyet ve interseksüel aktivizm için çok önemli olduğunu teslim ediyor. Fakat Butler'ın kimliği sorunsallaştırış şeklinin kolektif örgütlenmeyi zayıflattığını (ki Butler bu yargıyı reddetmiştir) öne sürüyor. [6]
Erkekliği İnşa Etmek
Kevin Floyd, Wolf a kıyasla çağdaş queer teorisi hakkında daha bilgili ve onun kavrayış biçimlerine daha fazla uyum sağlamış durumda. Bize, Butler'ın analiz etmiş olduğu erkeksilik (masculinity) ve kadınsılık (femininity) edimselliğinin ebedi olmadığını fakat bazı tarihsel koşullar altında ortaya çıktığını gösteriyor.
19. yüzyıl kapitalist toplumları erkeksilikten çok "erkek olmak" ile meşguldü. Erkeksiliğe benzer bir şekilde erkeklik de bir toplumsal kurguydu; fakat erkeklerin üretim sürecine katılımı ve işçi sınıfının yeniden üretimi için gerekli olan katı kişilik özelliklerine vurgu yapıyordu. Günümüzdeki erkeksilik ve kadınsılık toplumsal rolleri, gündelik davranışlara ve giyim kuşama odaklanması ile tüketimciliğe ve tüketimi teşvik etmek için gerekli olan arzulara bağımlı durumda olan günümüz kapitalizmine daha uygundur.
Bu hususta Floyd'un tespiti gayet yerinde olsa da hikâyesi ABD toplumsal tarihindeki bu süreçleri ve değişimleri daha önce ortaya koymuş olan sosyalist-feminist tarihçilerden daha fazla faydalanabilirdi. Örneğin Stephanie Coontz yirmi yıl önce 1890'lardan 1920'lere kadar toplumsal cinsiyet rollerindeki değişimi meydana getiren sosyoekonomik gidişatı söyle anlatmıştı:
"Bu dönemde erkekler kendi kimlik krizlerini yaşıyordu. Bireyden kopuklaşmış emek süreci ve siyasal düzen erkeklerin bireysel değerini, yeteneklerini ve saygınlığını göz ardı ettikçe erkeksilik kendi maddi temelini oluşturan çalışma ve siyaset süreçleriyle organik bağinı kaybetmiştir. Orta sınıf erkeklerinin kendi işlerini kurma olanaklarının azalması ve kalifiye işçilerin şirket idaresine giderek daha fazla tabi olmaları erkek rollerinin geleneksel tanımlarıyla çelişmeye başlamıştır. Erkeklerin sanayi Amerikasında çalışabilmek için sahip olması gereken özellikler neredeyse kadınsı özelliklerdi artık: zarafet, takım çalışması, talimat kabul edebilme becerisi. Emek sürecinden direk olarak türemeyen yeni erkek rolü tanımları kurgulanmak zorundaydı." [7]
Ne yazık ki Floyd'un dipnotlarında Coontz'u ve diğer sosyalist-feministleri bulmak mümkün değil. Ama diğer yandan da, 1922 tarihli Tarih ve Sınıf Bilinci kitabında "bütünlük" (totality) kavramını Marksizm anlayışının merkezine oturtan Lukács gibi eski Marksist düşünürlere yaptığı göndermeleri dikkate aldığımızda Floyd'un moda teorileri kullanama meraklısı bir yazar olduğunu iddia etmek imkânsız.
Çünkü, tarihsel materyalizm, iktisat, siyaset ve ideoloji ayrı alanlar olarak değil, yapısal bir bütünün parçaları olarak anlaşılmalıdır. Floyd toplumsal cinsiyet rollerinin ve cinselliğin kapitalist bir bütünlüğü oluşturan parçalar olarak da görülebileceğini ve görülmesi gerektiğini belirtiyor. Toplumsal cinsiyet rolleri ve cinsellik (malesef birçok Marksistin algıladığı gibi) bir toplumsal formasyonun yerel yansımalarından ibaret değildir, aksine kapitalist birikim süreçlerinin tam merkezinde yer almaktadır. Üretim, yeniden üretim ve tüketim başlangıcından beri toplumsal cinsiyet rolleriyle iç içe olmuştur.
Floyd'un Lukács'dan ödünç aldığı bir diğer ana kavram ise "şeyleştirme"dir. Marx'ın Kapital'de gösterdiği gibi kapitalist toplumlarda ticari mallar fetişleştirilmektedir; insanlar ticari mallara neredeyse sihirli bir güç atfetmekte ve bu da, onları mal biçimine dönüştüren ve toplumsal işlevlerini kazandıran toplumsal ilişkileri gizlemektedir. Lukács bu yorumu şeyleştirme kavramını daha da geliştirmek suretiyle derinleştirmiştir: kapitalist toplumlarda insanlar arasındaki ilişkilerin şeylerle ve hatta şeyler arası ilişkiler şekline nasıl büründüğünü gösteren kapsayıcı bir kavram haline getirmiştir.
Floyd'a göre kapitalizmle ortaya çıkan iki kategori homoseksüellik ve heteroseksüellik şeyleşmeye örnek gösterilebilir. Sadece kapitalizmin etkisi altında, insanlar arzularını yöneldiği insanların cinsiyetine göre tutarlı bir biçimde ve merkezi olarak sınıflandırır. Diğer toplumların akrabalık ağları ve toplumsal bağlar ile iç içe yaşadığı erillik ve dişillik hallerini bağlamından soyutlarlar.
Erkek ve dişi bedenler, özellikle başka birçok şeyi elde etmek suretiyle (kişinin spor salonunda geliştirdiği kendi vücudundan, doğru deodorant markasına kadar), elde edilebilir ve elde edilmesi gereken şeylere indirgenir. Şeyleşme kavramının toplumsal cinsiyet rolleri ve biyolojik cinsiyete bu tarz uyarlanması, insanların toplumsal cinsiyet rollerine ve cinsel kimliklerine vahşice tutunmasını Wolf'un kullandığı yönetici sınıfın böl ve yönet taktiği fikrinden çok daha ikna edici bir şekilde açıklamaktadır.
Floyd'un da belirttiği gibi Lukács 1967'de kendi şeyleştirme kavramını Tarih ve Sınıf Bilinci'nde kullandığı biçimiyle, şeyleştirme ve nesneleştirme (objectification) arasındaki ayrımı bulanıklaştırdığı gerekçesiyle eleştirmiştir. İnsanlar birbirleriyle etkileşimleri süresince (üretim ve sekste olduğu gibi) sürekli aktif özneler olmakla başkaları tarafından etkilenen pasif nesneler olmak arasında gidip gelirler. Bu geçici nesneleştirme ile kalıcı şeyleştirmeyi birbirine karıştırmakla (yani insanların başkalarının eylemlerine maruz kaldığı her anda bir şeye indirgendiklerini iddia ederek) Lukács Marksizm'in materyalist temelini inkâr etmiş olduğunu yazar sonradan. [8]
Tuhaf bir şekilde, Floyd Lukács'ın kafa karışıklığını tepe taklak bir şekilde tekrar ediyor. Nesneleştirmeyi cinselliğin masum ve hatta kaçınılmaz bir parçası olarak görüyor ve şeyleştirmenin de (arzunun heteroseksüel ve homoseksüel arzu olarak şeyleştirilmesinde olduğu gibi) aynı şekilde masum ve kaçınılmaz olduğu sonucuna varıyor. Daha da ileri giderek cinsel özgürleşme için hayati olduğunu savunuyor. Foucault'yu takiben Floyd, arzunun şeyleşmesinin "cinsel açıdan normatif olmayan söylemlerin, uygulamaların, alanların, öznelliklerin, hayallerin, toplu oluşumların ve toplu özlemlerin karmaşık ve değişken tarihine" imkân tanıyan bir koşul olarak kutlanması gerektiğini yazıyor (s. 74-5). Örneğin 1950'lerin sağlık ve spor dergilerindeki eşcinsel resimlerin savaş sonrası kitle üretimiyle bir kopuşu temsil ettiğini ve hakim erkeksi rolleri sarstığını iddia ediyor.
Homonormativite
Floyd'un gösterdiği gibi, Herbert Marcuse cinselliğin özgürleşmesinde şeyleşmiş "sapkınlıklar"ın potansiyel rolünü kavrayan sayılı Marksistlerden idi. Fakat Floyd, Marcuse'yi homoseksüel Eros'u ve diğer "yıkıcı ütopik fantaziler"i överken "isim olarak 'homoseksüel'"i övmemesi hususunda eleştirmekte (s. 150). Burada Floyd 1970'lerde, Marcuse'den etkilenerek nihai hedeflerini hem heteroseksüelliği hem de homoseksüelliği toplumsal kategoriler olmaktan çıkarmak olarak gören lezbiyen/gey özgürleşmesinin bazı en radikal öncüleriyle ayrılığa düşmekte. [9]
Lisa Duggan gibi bazı son dönem queer teorisyenleri de günümüz gey cinselliğinin sınır ve tabularını ("homonormativite") araştırmakta, itibarı yüksek gey örgütlerine meydan okumakta ve sınırları daha fazla zorlamak peşinde olan queer aktivistlere ilham vermektedirler. 1960'ların gey özgürlükçülerine benzer bir şekilde günümüz queerleri bize (Marcuse'nin bir geç kapitalist "baskıcı karşı yüceltme" [repressive desublimation] biçimi olarak gördüğü) ticari gey çevrelerin bir eleştirisini sunmaktadır.
Karşılaştırmalı olarak baktığımızda, (siyasi hareketlerdense imgelerle ilgilenmesine ve programatik öneriler sunma çabasında olmamasına rağmen) Floyd'un, Marksizm'i bugün gerçekte var olan gey kimliklerini yüceltmek amacıyla kullanış biçimi bazı ana siyasi soruları cevapsız bırakıyor. 1950'lerin spor ve sağlık dergilerinin ve 1970'lerin maço taklidi gey kültürünün "erkeksi rollerin varsayılan heteroseksüelliğini alt üst ettiğini" düşünüyor (s. 164). Fakat erken dönem gey özgürlük mücadelesinin tarihi gösteriyor ki daha en başından beri bu mecralar hem toplumsal cinsiyet rollerini yıkıcı hem de toplumsal cinsiyet rollerine uyumu arttırıcı bir potansiyel barındırmaktadır.
Örneğin 1969'da New York'da önemli derecede radikal, çok konulu Gey Kurtuluş Cephesi (Gay Liberation Front) ve taktiksel olarak radikal ama tek konulu Gey Aktivistler Birliği (Gay Activists Alliance) arasındaki ayrışmada bu iki eğilim çarpışmıştır. Floyd ise hiçbir tercih belirtmeksizin, maço heteroseksüel devrimcilere özenen gey erkek Yeni Sol'cularla (New Leftists) Efeministler, Ateşli İbneler (Flaming Faggots) ve Sokak Travestileri Eylem Devrimcileri (Street Transvestites Action Revolutionaries) gibi anti-maço geyleri birbiriyle kıyaslamakta (s. 168-70).
Floyd'un gey niş piyasasının Fordist kitle üretimiyle bir kopuşu teşkil ettiği iddiası neoliberal kapitalizmin yakın tarihi tarafından doğrulanmıyor. Emekçinin gelirdeki payı düştükçe nispeten daralsa da, Fordist kitle pazarı, büyüyen çeşitlilikteki kapitalist niş piyasalarla birarada rahatça yaşayabileceğini gösterdi. Floyd genişlemekte olan gey ticari çevrelerin daha az varlıklı queerleri, daha az konformist queerleri ve farklı ırklara mensup queerleri nasıl marjinalleştirdiğini anlatıyor; fakat gey ve queer arasındaki hayati farklılığı hiçbir zaman netliğe kavuşturmuyor.
Floyd'un şeyleştirme kavramını cinselliğe uyarlayış biçimi dahice fakat eleştiriden muaf değil. Aynı şey kapitalizmi bir bütünlük olarak anlaması açısından da geçerli. Fransız Marksist Louis Althusser Kapital'i Okumak'ta bütünlüğü kapitalizmin bir seviyesindeki gelişmelerin aynı anda diğer seviyelerinde de ifade bulması olarak anlayan Lukács'ı ve diğerlerini eleştirmiştir. Aslında kapitalizmin toplumsal biçimleri ne farklı seviyelerde (örneğin ekonomik ve kültürel seviyelerde), ne de farklı bölgelerde (Kuzey Amerika ve Afrika gibi) senkronize bir şekilde gelişir. Floyd bazen bu kapitalist gelişmenin eşitsizliğini ve farklı seviyelerin göreli bağımsızlığını göz ardı etmekte.
Örneğin Floyd homoseksüellik kategorisinin başlangıçta, orta sınıf erkeklerden farklı olarak, işçi sınıfını daha yavaş ve daha dar bir kapsamda etkilediği gerçeğine (Foucault'nun belirttiği ve George Chauncey'in kanıtladığı üzere) dikkat etmiyor. [10] "Gey erkeklerin cinsel pratiklerinin, içerdiği erkekleri kadınsılaştırıp kadınsılaştırmadığı üzerine süregiden radikal bir belirsizlik" olduğunu iddia ediyor (s. 64); aslında bu belirsizlik temelde, toplumsal cinsiyet rollerinin geçişliliği ve eşcinsel pratiklerin eşlerden birini kadınsılaştırdığı konusunda ısrar eden bir model ile böyle bir şeyin olmadığı konusunda aynı derecede ısrarlı gey model arasında konumlanmış geçiş anları ve mekânlarında var olmaktadır. [11]
Floyd, içinde "erkeksi rol tanımının, erkeksi bir nesne için duyulan arzunun dışarda bırakıldığını varsaydığı" bir "heteroseksüel matris"den bahsediyor (s. 164); fakat tam da bu matrisin kendisi 20. yüzyıl boyunca kademeli olarak, içinde sadece heteroseksüel kadınların veya gey erkeklerin erkeksi erkeklere karşı arzu duyabilecebileceği ve aynı derecede katı bir gey/heteroseksüel ikiliğine yol açmıştır.
Floyd toplumsal cinsiyet rollerinin geçişliliğinin bağımlı ülkelerdeki daha yoksul insanlar için fazlasıyla önem taşıdığı gerçeğini de farketmiş değil. ABD'de de, günümüzde trans siyaseti LGBT aktivizminin giderek en keskin tarafı haline gelmekte. Bu artık lezbiyen/gey, biseksüel ve heteroseksüel kategorilerinin cinsel siyaset içindeki merkezi konumlarını kısmen kaybetmeye başladığı anlamına geliyor. Fakat Floyd hikayesinde orta sınıf gey erkek cinselliğine baş rolü verirken krizlerle hayat bulan kapitalizmin kendisini aşmamıza imkân verebilecek çatlaklarını göz ardı ediyor.
Fakat bütün bu tartışmalar ancak Floyd'un çığır açıcı çalışması tarafından bir çerçeveye oturtuluyor ve bir bakıma onun sayesinde mümkün hale geliyor. Umut edebiliriz ki Wolf ve Floyd'un kitapları gelecekte yeniden canlanmış bir queer Marksizme doğru giden yolu açan birçok kitabın sadece ilk ikisi olacaktır.
Bu makale aslen Against the Current (Akıntıya Karşı) dergisinin Mart-Nisan 2011'deki 151. sayısında yayınlanmıştır. Türkçesi: Umud K. Dalgıç
Peter Drucker Hollanda'da yaşamakta olan bir gey aktivisttir. Aslen ABD'li olan Drucker 1993 ve 2006 yılları arasında Amsterdam'daki Uluslararası Araştırma ve Eğitim Enstitüsü'nün (IIRE) eş-yöneticiliğini yapmıştır. Dünyadaki LGBT hareketleri hakkında makaleler ve kitaplar yazmış olup, Farklı Gökkuşakları (Different Rainbows) başlıklı, alanında Üçüncü Dünya geyleri ve sol hakkında başlıca antoloji olan kitabın editörüdür.
Dipnotlar
[1] Socialist Review dergisinin 50/51. (yaz 1980) sayısında, sayfa 169-88'de yayınlanmıştır. Rosemary Hennessy ve Chrys Ingraham'ın Materialist Feminism: A Reader in Class, Difference, and Women’s Lives (Maddeci Feminizm: Sınıf, Farklılık ve Kadınların Hayatı Üzerine bir Başvuru Kitabı) (New York: Routledge, 1997) adlı kitabında yeniden basılmıştır.
[2] Socialist Review dergisinin 50/51. (yaz 1980) sayısında, sayfa 169-88'de yayınlanmıştır. Rosemary Hennessy ve Chrys Ingraham'ın Materialist Feminism: A Reader in Class, Difference, and Women’s Lives (Maddeci Feminizm: Sınıf, Farklılık ve Kadınların Hayatı Üzerine bir Başvuru Kitabı) (New York: Routledge, 1997) adlı kitabında yeniden basılmıştır.
[3] Eşcinsel evliliği savunurken aynı zamanda bu mücadeleyi evlilik kurumunun eleştirine bağlamaya çalışan bir girişim için 4. Enternasyonal'in 2003'deki 15. Dünya Kongresi'nde kabul edilen "lezbiyen/gey özgürleşmesi üzerine" başlıklı metine bakılabilir. Madde 177, fıkra17. http://www.internationalviewpoint.org/spip.php
[4] O zamanki analizim için Peter Drucker "What is queer nationalism? (Queer milliyetçiliği nedir?)" Against the Current 43 (Mart/Nisan 1993) künyeli yazıma bakabilirsiniz.
[5] Daha detaylı bir queer aktivizmi değerlendirmesi için Peter Drucker, “The new sexual radicalism (Yeni cinsel radikalizm),” Against the Current 146 (Mayıs/Haziran 2010)'a bakabilirsiniz. http://www.solidarity-us.org/current/node/2803. [Ayrıca Türkçesi, Sosyalist Demokrasi için Yeniyol dergisi, Sayı 37-38'de yayınlanmıştır]
[6] Queer teorisinin eleştirel Marksist bir değerlendirmesi için Gabriel Girard'ın “Théories et militantismes queer: réflexion à partir de l’exemple français (Queer teorisi ve militanlığı: Fransız örneğinden yola çıkarak değerlendirmeler)” (2009) adlı makalesine bakılabilir. http://www.europe-solidaire.org/spip.php?article14760. Daha kısa olan İngilizce versiyonu için: http://www.europe-solidaire.org/spip.php?article14759.
[7] Stephanie Coontz, The Social Origins of Private Life: A History of American Families, 1600-1900 (Özel Hayatın Toplumsal Kökenleri: Amerikan Ailelerinin Tarihi 1600-1900), London/New York: Verso, 1988, 339.
[8] Georg Lukács, “Preface to the new edition (Yeni baskıya önsöz)” (1967), History and Class Consciousness: Studies in Marxist Dialectics (Tarih ve Sınıf Bilinci: Marksist Diyalektik Üzerine Çalışmalar), Cambridge [Ma]: MIT Press, 1968, xxiii-xxv.
[9] Bkz: Dennis Altman, “The end of the homosexual? (Homoseksüelin sonu mu?)” Homosexual Oppression and Liberation (Homoseksüelin Ezilmesi ve Kurtuluşu) içinde, New York: Avon Books, 1971, 227-38; Mario Mieli, “Polymorphous ‘perversity,’ bisexuality and trans-sexuality (Çok biçimli 'sapkınlık,' biseksüellik ve transseksüellik),” Homosexuality and Liberation: Elements of a Gay Critique (Homoseksüellik ve Özgürleşme: Bir Gey Eleştirinin Bileşenleri) içinde, London: Gay Men’s Press, 1980, 23-31; David Fernbach, “Sexual liberation and gender liberation (Cinsel özgürleşme ve toplumsal cinsiyet rollerinin özgürleşmesi),” The Spiral Path: A Gay Contribution to Human Survival (Sarmal Patika: İnsan Bekasına Gey Bir Katkı) içinde, London: Gay Men’s Press, 1981, 105-12.
[10] Bkz: Michel Foucault, The History of Sexuality, Volume 1: An Introduction (Giriş: Cinselliğin Tarihi, Cilt 1), New York: Pantheon, 1978, 121; George Chauncey, Gay New York: Gender, Urban Culture, and the Making of the Gay Male World, 1890-1940 (Gey New York: Toplumsal Cinsiyet, Kent Kültürü ve Gey Erkek Dünyasının Oluşumu, 1890-1940), New York: Basic Books, 1994, 27.
[11] Floyd bu geçişin dahilinde bir mekân örneği veriyor (s. 91). Hemingway'in Güneş de Doğar'ında bir karakter İspanya'daki bir diğer karaktere şöyle der: "sana dünyadaki herkesten daha düşkünüm" ve ekler, "bunu sana New York'da söyleyemezdim, bu ibne olduğum anlamına gelirdi."
(Bu yazı Yeniyol dergisinin 41. sayısında yayımlanmıştır.)
Etiketler: yaşam, dünyadan