20/05/2016 | Yazar: Kaos GL

Son yüzyılda cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet temelli gey ve lezbiyen hareketleri kuir teoriye nasıl bir zemin oluşturdu? Seçil Epik, 11. Uluslararası Homofobi Buluşma’nın açılış konuşmacısı Annamarie Jagose ile söyleşti.

Queer Teori: Nasıl geldik buraya? Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Son yüzyılda cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet temelli gey ve lezbiyen hareketleri kuir teoriye nasıl bir zemin oluşturdu? Seçil Epik, 11. Uluslararası Homofobi Buluşma'nın açılış konuşmacısı Annamarie Jagose ile söyleşti.

Seçil Epik,  Annamarie Jagose ile “Queer Teori: Bir Giriş”, kuir kavramına bakış açısı, günümüzdeki eğilimler ve medyadan sinemaya uzanan çalışmaları üzerine söyleşti. Jagose, tüm dünyada kabul gören bir kaynakça halini alan Queer Teori: Bir Giriş kitabında, kuir teoriyi “Homofil Hareket”, “Eşcinsel Özgürleşmesi”, “Lezbiyen Feminizm” ve “Kimliğin Sınırları” olmak üzere dört başlık üzerinden tarihsel bir düzlem üzerinden ele alıyor.

Kuir teori üzerine yazılmış kaynaklara Türkçede ulaşmamın her zaman yıllarca geriden geldiğini biliyoruz. Annamarie Jagose’nin “Queer Teori: Bir Giriş” kitabıyla yirmi yıl sonra buluşmamız da bunun en son örneklerinden. Yeni Zelandalı Jagose, tüm dünyada uzun yıllardır adı Judith Butler, Jack Halberstam gibi isimlerle yan yana anılan en önemli adlardan biri. Dünyanın en iyi 100 üniversitesi arasında yer alan Sydney Üniversitesi, Edebiyat, Sanat ve Medya Okulu’nda 2011 yılından beri profesörlük yapan Jagose, hem kurmaca hem de kurmaca olmayan eserleriyle kuir teorinin tarihine ve bugününe dair farklı bakış açısı ile dikkat çekiyor. Onun bakış açısını farklılaştıran en önemli etken belki de Avustralyalı olması. Genelde kuir teorinin gelişim süreci ve günümüzde geldiği nokta Amerika ve Avrupa’dan doğru değerlendirilirken Jagose yazınında Avustralya’daki kuir gelişimine dair köşe başları da önemli yer tutuyor. Kuir kavramının akışkanlığı ve tanımsızlığı göz önüne alındığında geçtiğimiz yirmi yıldaki gelişmeler ve belki de kitaba yeni bir bölüm de eklenmesini sağlayacak 90’lar sonrası tartışmalar kitabın yayınlandığı 1996 yılı nedeniyle kitapta yer almıyor. Özellikle son yirmi yılda bir kimlik tanımı olmaktan çıkarak feminizm, ekolojik ve vegan hareketlerle de daha sıkı ilişkilere giren kuir kavramı sadece gey ve lezbiyen hareketi tanımlamaktan çıkarak normatif olana karşı geliştirilen birçok hareket ve düşüncenin bir parçası haline geliyor.

“Queer Teori: Bir Giriş” kitabıyla tanıştığımız Annamarie Jagose, 2012’de yayımlanan “Orgasmology” kitabında ise orgazmı akademik olarak kuir bir nesne olarak ele alıyor. Aynı anda orgazmdan sahte orgazma, medikal görsellikten pornogrofiye yirminci yüzyıl boyunca orgazmın gelişiminin izini sürüyor. Henüz tanıştığımız Jagose’nin, “Queer Teori: Bir Giriş”teki açık ve tarihsel anlatımını diğer kitaplarında da bulacak olma düşüncesi diğer kitapları ile de çok gecikmeden tanışma isteği uyandırıyor.

‘Queer’ kavramına olan kişisel ilginiz nasıl başladı?

1988-1992 arası Yeni Zelanda’da doktora tezimi yazıyordum, o işim yani “Lesbian Utopics” (New York: 1994’te ilk akademik kitabım olarak basıldı. Kitabımın tez versiyonunda, kuir kelimesi Gloria Anzaldùa’nın “Borderlands/ La Frontera: The New Mestiza” kitabından alıntıladığım bölümlerde geçiyordu. Anzaldùa, kuiri tanımlanmamış cinsel kimliklerin politik olarak bir dönüşüm yaratacağı üzerinden ele alıyordu. “Lesbian Utopics” tezimin sonuç kısmını yazarken kuir, kimliğin postyapısalcı eleştirilerinin birliğini belirten, kolektif ve bireysel bir terim haline geldi. Ve ben de bu terimi “lezbiyen ve gey çalışmalarının yeni oluşan kuir hassasiyetle bağını teorize ederkenki önemine” dikkat çekmek için kullandım. 

Bundan sonra, “Lesbian Utopics”in basıldığı dönemde kuir teoriye bir giriş yazmak üzere çağrıldım, önceleri “kuir teori”nin tam olarak neye referans verdiğinden emin değildim. Sadece birkaç senedir akademik hayatın içindeydim ve kuir teoriye girişin ne demek olduğunu bilmediğim gibi saçma bir durumu Melbourne University Press editöründen saklamaya yetecek zaman kazanmıştım. Sonrasında, Melbourne University Press ve New York University Press tarafından 1996 yılında yayınlanan “Queer Teori: Bir Giriş” kitabımı yazmak için birkaç sene çalışma yaptım.

“Queer Teori: Bir Giriş” 1996 yılında yayınlandı ama Türkiye’de kitabınızla henüz birkaç ay önce buluştuk. Sizce son yirmi yılda kuir teoride neler değişti?

Evet haklısınız. Şu an kitap pek çok dile çevrildi. Önce Almanca, Macarca, Rusça ve Koreceye. Türkçe çevirisi henüz tamamlandı ve bu da benim için çok heyecan vericiydi. Kitabımı benim bile okuyamayacağım formlardaki versiyonlarının dolaşıyor olması benim için de garip bir his. Ancak tabi ki kitabın yeni okuma şekillerine açılması benim için bir lütuf.

Türkiye’ye ilk kez Mayıs’ta geleceğim ve kitabımın Türkçeye nasıl ve ne biçimde çevrildiğini duymak için sabırsızlanıyorum. Kitabın Avustralya’da 1990’ların ortasında yazıldığını düşünecek olursak erken 21. yüzyıl Türkiye’sinde cinsel politikayla ne kadar ilişkili olduğu da sorgulanabilir. Son on yılda kuir çalışmalardaki büyük gelişim cinsellik meselesinin uluslararası bir farkındalığa ulaşmasını sağladı. Bu da, tüm cinsel kültürlerinaz ya da çok gelişmiş olduğu önemsenmeden Batılı liberal toplumlardaki versiyonu olduğunu var saymaktan ziyade ayrı ayrı yerel cinsellik tarihlerinin, farklı kültürel, dini ve düzenleyici rejimler altında toplumsal cinsiyetin ve cinselliğin bir araya gelişinin farklı yollarını tanımayı gerektirdi.

Kuir teorinin mücadelesinin yeni düşünme yolları yarattığını ve bunu sadece “heteroseksüel” ve “homoseksüel” gibi sabit cinsel kimlikler üzerinden değil aynı zamanda diğer sözde özcü kavramlar olan “cinsellik”, “toplumsal cinsiyet” ve hatta “erkek” ve “kadın” kavramları üzerinden yaratığını söylüyorsunuz. Bu noktada toplumsal cinsiyet çalışmaları ve feminizm hakkında konuşabiliriz. Feminizmin kuir teorisi üzerine de bazı çalışmalarınız var, biraz bundan bahseder misiniz?

Benim, feminist ve kuir çalışmaların kurumsal gelişiminden anladığım her ikisinin de iç içe geçtiği. Bazılarınca kuir teori modası geçmiş feminist teorinin başarısız olduğu noktadan çıktı ve onun ulaşamadığı başarıya ulaştı. Başka bir grup ise feminist teorinin toplumsal cinsiyetle, kuir teorinin ise biyolojik cinsiyet ve cinsellikle ilişkili olduğunu savunuyor. Ancak birçok feminist düşünür, feminizmin cinsiyet ve cinsellikle de sık sık ilişkilendiğini savunur. Bu yüzden “Feminizm ve Psikoloji” dergisine yazdığım bir makaleye “Feminizmin Kuir Teorisi” adını verdim. Bu başlıkla feminizmin kuir teori üzerinde hak iddia edebileceğini ve kuir teorinin bir şekilde feminizme ait olduğunu açıkça belirtmek istedim. Feminist ve kuir teorilerin tarihsel ilişkisine dair olan bu soru bence hala önemini koruyor. Feminist teorinin cinsiyet ve toplumsal cinsiyet üzerine oluşunun kuir teorinin başlangıç noktası olması basit bir yargı olur. Daha ziyade feminist düşünce, kuir düşünmeyi bilgilendirmeye devam eder. Bu yüzden feminizm kuir düşünce için hem tarihsel bir kaynak olarak ilham kaynağı hem de kuir teorinin şimdiki muhatabıdır. Bu muhatap ilişkisinin genellikle derinine inilmediği için ben kuir teorinin feminist teori ile olan iç içe geçmiş, üretici ve sürekliliği olan ilişkisine vurgu yapmayı tercih ediyorum.

İnternette Queer Teori kitabınız üzerine “Keşke Jagose kitabının üzerine yeni yorumları da eklese” şeklinde bir yorum okudum. Aradan geçen yirmi seneyi düşünürsek kitabınıza eklemeler yapma planınız var mı? 

Kitabın ilk baskısından yirmi yıl sonra ve şu an pek az kuir teoriye giriş üzerine kitap olmasına rağmen New York University Press, kitabımı tekrar ve tekrar basmaya devam ediyor. Birkaç binlik ilk baskıdan beri kitabım sanırım 20.000 baskıya yaklaştı. Yayınevim ikinci bir edisyon yazmamı istiyor fakat çağdaş kuir teori çalışması bence başka biri tarafından yapılmalı. 1990’ların ortasında bir akademisyen olarak çalışmaya başlamıştım ve var olan bir alanda fikir üretmeye çok açıktım. Bu aralar farklı işler yapmayı tercih ediyorum. “Mesela Routledge Queer Studies Reader” (Routledge, 2013) kitabının editörlerinden biriyim ve kendi araştırmam olan “Orgasmology” (Duke University Press, 2013) kitabım yayınlandı.

Son kitabınız “Orgasmology” 20. yüzyıl orgazm tarihi olarak adlandırılabilecek bir kitap. Sizin için orgazm gibi anlaşılması zor bir konuyu çalışma başlığınız haline getiren neydi?

Evet en son kitabım orgazmı benim uzun yirminci yüzyıl diye adlandırdığım on dokuzuncu yüzyılın sonu ile yirmi birinci yüzyıl başlarına kadar bir zaman aralığında eleştirel ve teorik olarak ele alıyor. Bu kitapta yirminci yüzyıl başlarında Avrupalı evlilik danışmalarının kılavuzlarında eşlerin aynı anda ve uyumlu bir şekilde orgazmının savunulmasından 1960’larda erkeklerin mastürbasyon fantezilerini klinik deneylerle kontrol ederek erkekleri erotik ilgilerini kadınlara yeniden yönlendirmeleri konusunda eğiten davranışsal deneylere kadar birkaç ilginç vakayı inceliyorum.

20. yüzyıldan kalma orgazma dair dağınık arşivlerde biraz kaybolmama rağmen “Orgasmology” kuir çalışmaların odaklanmayı tercih etmediği gündelik cinsel deneyimlere eğiliyor. Kitapta da bahsettiğim gibi kuir çalışmalar sapkını kutsamayı sıradanı kutröportaj samaktan ve alt kültürü normatiften daha çok tercih ediyor. Bu da politik potansiyeli olan modern erkek baskın yaygın seks kültürü ve onun ikincil cinsel kahramanlarını sıklıkla görmemek anlamına geliyor. Ben bunun yerine orgazmı güç ve zevk, temsiliyet ve etik, öznellik ve pratikliğe dair farklı sorular sormaya yarayan bir figür olarak kullanmak istedim. Giriş bölümünün sonunda yazdığım gibi: “Kesin olmamakla birlikte, cinselliğin bugün bilinen anlamına düğümlenmiş kimlikler ve pratik yelpazesi ve orgazmın sözde ortak dili bedene ve cinsel arzulara kuir bakışta üretken bir fay hattı oluşturuyor.” Çünkü orgazm cinselliğin geleneksel yöntemlerle analiz edildiği bir terim değil, cinsellik, politik ajanda ve saha çalışmaları arasında farz ettiğimizden farklı ilişkiler sunan düzlemler açılmasını sağlıyor. Ben de bu düzlemlerin beni nereye götüreceği ile ilgileniyordum.

Aynı zamanda Sydney Üniversitesi, Edebiyat, Sanat ve Medya Okulu’nda 2011 yılından beri dekanlık yapıyorsunuz. Ek olarak, kuir sinema özellikle lezbiyen sinema üzerine de çalışmalar yapıyorsunuz. Kuir teori sinema ve edebiyata nasıl etki ediyor?

Sosyal bilimciler, kuir teorinin geç kapitalizm çağında var olmanın en fiziksel koşullarına tutunmaya kadar varacak düzeyde –kelimenin tam anlamıyla ya da sinematografik olarak“temsil edilene” enerji harcıyor olmasından şikayetçiler. Ben, beşeri ve sosyal bilimlerin arasındaki farkların bu kadar kolayca tanımlanabileceğinden emin değilim. Edebiyat üzerine eğitim almış biri olarak, üstüne üstlük, edebiyat aracılığıyla daha geniş tanımlarla düşünmeye yatkınım.

Ben sıklıkla bir film ya da kitaptaki temsiliyeti düşünerek hareket ettiğim için daha güç konseptler keşfediyorum. Örneğin, cinsellik tarihinde lezbiyen kategorisinin nasıl tarihselleştirileceği konusunda düşünmek istedim. Charles Dickens’ın “Little Dorrit” kitabı üzerine detaylı okumamda, karakterin sosyal bilimciler tarafından döneme hiç de uygun düşmeyen bir şekilde lezbiyen olarak değerlendirilen Miss Wade adlı ilginç karakter üzerine çalıştım. Ya da yine aynı sebeple Daphne du Maurier’ın Alfred Hitchcock tarafından aynı isimle filmleştirilen Rebeca’sı üzerinden okuma yaptım, homoseksüellik ve heteroseksüellik arasındaki ilişki düzenlenirken, kavram dizisinin birinci ve ikinci arasındaki hiyerarşinasıl kullanıldığını ortaya çıkarmaya çalıştım. Özetle belirtmem gerekiyor ki, ben de bir romancıyım, sanırım kurmaca uzun vadede dünyayı en geniş anlamda düşünmemize olanak veriyor. 

IAN Edebiyat, Nisan


Etiketler: yaşam, dünyadan
İstihdam