29/04/2024 | Yazar: Suay Yüksel

Kuşaklararası Buluşmalar serisinin ikinci oturumu haziranda gerçekleşecek. İkinci oturumda yaş, deneyim ve ideolojik farklılıkları bir avantaj olarak kullanan, daha kapsayıcı ve etkili bir mücadelenin imkânları tartışılacak.

“Queer Yoldaşlığın Ankara'daki 30 Yıllık Seyri” etkinliğinin ilk oturumu, 27 Nisan’da gerçekleşti Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Fotoğraf: Eylem Esen Arabacı

Hafıza Merkezi tarafından düzenlenen “Hak Mücadelesinde Kuşaklararası Buluşmalar” etkinlik serisinin dördüncü ve son buluşmasının ilk oturumu “Queer Yoldaşlığın Ankara'daki 30 Yıllık Seyri”, 27 Nisan Cumartesi günü Ankara, Mülkiye Kültür Merkezi'nde gerçekleşti. Her konuşmacının panel katılımcısı olarak tartışmalara dahil edildiği ve iki oturumda toplamda 25 panelistin olduğu etkinliğin moderasyonunu Aylime Aslı Demir yaptı.

Demir moderasyonuyla gerçekleşen ilk oturumda, Ankara’da 30 yılını geride bırakan LGBTİ+ hareketinin bu 30 yılda; bağımsız olarak inşa ettiği patikalar, feminist, antimilitarist, ekolojik hareketlerle kurduğu queer ittifaklar, toplumsal barışın inşasında Kürt siyaseti ve Alevilerle kurduğu yoldaşlıklar; sanatla, teoriyle, edebiyatla açtığı nefes alanları 11 konuşmacı ile tartışıldı.  Demir, açılış konuşmasında şunları söyledi:

“Hafıza Merkezi kuşaklararası bir etkinlik organize etmek istediğini söylediğinde bu kuşaklararasılık doğum yaşı ile belirlenen bir kuşak mı diye düşünmeye başladım. Bu noktada LGBTİ+’ların flörtü heteroseksüeller gibi ergenlik dönemlerinde görece güvenli çevreler olan okulda deneyimleyemiyor oluşlarını, bunu gay barlarda ya da flört uygulamalarında deneyimlediklerini ve böylece heteroseksüellerle aynı ergenlik süreçlerini geçirmediklerini anlatan makaleler ile karşılaştım. Bu etkinlikte de bunu görüyor olacağız. Farklı yaşlar aynı harekette ya da aynı yaşlar farklı hareketlerde karşımıza çıkıyor olacak. LGBTİ+ hareketi kendi söylemine yıllar içinde çok fazla şey kattı. Hareketin iş birliklerine bakmak ve oralarda kurulan yoldaşlığı dile getirmek önemli oldu. Bu noktada konuşmacı çeşitliliği aslında böyle hazırlandı.”

“90’ların ikinci yarısında ODTÜ’de anarşistlerin ve Kaos GL’nin ortaklaştıkları zamanlar oldu”

Demir, açılış konuşmasının ardından 90’lardaki ilk hareketlenmeyi aktarması adına Kaos GL dergisinin ilk çevirmenlerinden olan Batur Özdinç’e söz verdi. Özdinç şunları aktardı:

“Özgürlükçü bir arayış içerisindeydim ve zamanla bunun anarşizm ile örtüştüğünü fark ettim. 94 yılında Apolitika dergisi yayınlanmaya başladı ve aynı yılda Kaos GL’deki bir ekibin yazısı bu dergide de yer aldı. 90’ların ikinci yarısında ODTÜ’de anarşistlerin ve Kaos GL’nin ortaklaştıkları zamanlar oldu. Kaos GL dergisi ilk çıktığı zamanlarda birçok emekle amatörce şekilde yürüyordu ve bu gibi zorluklara rağmen ısrarla her ay basılıyordu. Birlikte pek çok etkinlik, söyleşi düzenledik ve bunlar 2000’li yıllarda da devam etti. Kendi mekânımız olmadığında Kaos GL’de toplandık, Pembe Hayat’ta toplandık. Etkileşim yıllar içinde sürekli hale geldi ve hiç kopmadı.”

“Ankara yasakları sırasında yalnızlaştırıldığımız bir süreçten geçtik”

Demir, Özdinç’in aktardıkları ardından 90’lı yıllardan itibaren Kaos GL’nin hikayesini anlatması için Umut Güner’e söz verdi. Güner, şunları söyledi:

“Kaos’un hikayesi İHD’den kovulmayla başlıyor aslında. Yeteri kadar üye sayısı olmadığı gerekçesiyle. Kafemiz vardı, aynı zamanda dergi merkeziydi orası ve insanların danışmanlık aldığı da bir yerdi. Kafamız karışıyordu buraya gelen insanlar kafe müşterisi mi yoksa bize mi geldi diye. Bir örgüt olarak kafe işletmeyi de beceremiyorduk yani. Kafemizin gelenlerin sadece eğlenmeyi, sosyalleşmeyi düşündüğü bir yere dönmesinden aslında endişe ediyorduk. Herkes yedi yirmi dört politika konuşsun istiyorduk, öyle bir algımız vardı.

Ankara yasakları sırasında yalnızlaştırıldığımız bir süreçten geçtik. Biz yasaklandık ve bu kimsenin umurunda olmadı. Bu umurunda olmama, yangında son kurtarılacaklar kategorisine girdiğimizi gösterdi. Her toplumsal hareket LGBTİ hareketle temas ettikleri noktada hareketin benden önce bir miladı var mı sorusunu sormadan, siz bizimle neden dayanışmıyorsunuz sorusunu sordu. Biz bütün toplumsal hareketleri kesiyoruz. Kürt ibneler de var, Yahudiler de var. Bunun verdiği çeşitlilik var. Diğer hareketler bizim kadar kapsayıcı hareketler olmadığı için bizle karşılaştıklarında siz bizim için ne yapıyorsunuz diyorlar. LGBTİ+ meselesi bedel ödenmeyen bir hareketmiş gibi bakılıyor Türkiye’de. Halbuki biz 3 yaşında bile örgütlü bir şekilde akran zorbalığına uğrayacağımızı fark ediyoruz ve bir kendini koruma sistemi geliştiriyoruz.”

“Feminist ve lezbiyen yoldaşlığının ilk tohumlarının atıldığı dönemler diyebiliriz o zamanlara”

Güner’in konuşmasının ardından Demir, LGBTİ+’ların 90’larda medyada nasıl yansıtıldığını aktararak, 1 Mayıs’a ilk kez katılan Kaos GL’nin görüntülerini katılımcılara izletti. Sonrasında 90’ların sonunda oluşan feminist lezbiyen grup Sappho’nun Kızları’nın örgütlenme hikayesini anlatması için Oya Burcu’ya söz verdi. Burcu, şunları söyledi:

“Kaos GL dergisinde yazan kadınlar, haftalık toplantılarına katılanlar ve ODTÜ Legato’da örgütlenen kadınlar, Sappho’nun Kızları’nı bir araya gelerek oluşturuyor. Sappho’nun Kızları’nın “Lezbiyenlik Hakkında” isimli bir broşürü vardı. Bunun için kaynak sağlamamız gerekiyordu. Biz de Amerikalı bir feminist lezbiyen grubun şarkılarından kopyaladığımız CD’lerin satılmasıyla “Lezbiyenlik Hakkında” broşürünü bastırmaya başlıyoruz. Sonrasında kadınları, Kaos GL dergisi üzerinden mektup bilgilerini vermeye başlıyor. Böylece birbirlerine mektup atıp kendilerini tanıtıp mektup arkadaşlığı da yapmaya başlıyorlar. Bir süre sonra Sappho’nun Kızları’nın evlerinin üyelerinde her pazar haftalık toplantılar düzenliyorlar. Sonrasında kulaktan kulağa da Sappho’nun Kızları iyice yayılmaya başlıyor feminist ve lezbiyen kadınlar arasında. Böylece 6 ay boyunca toplantılar politika üzerine konuşmalarla devam ediyor. Feminist ve lezbiyen yoldaşlığının ilk tohumlarının atıldığı dönemler diyebiliriz o zamanlara aslında.”

Burcu’nun konuşmasının ardından 90’lardan 2000’lere kırılma ve dönüşüm noktalarını aktaran Atilla Dirim, şunları söyledi:

“1999 yılı benim için çok büyük bir dönüm noktası oldu aslında. Marksist İşçi Partisi’ne geldikten sonra 2000’lerde Kaos’un ilk 1 Mayıs yürüyüşünü yaptığını hatırlıyorum. Kaos GL ile kortejlerimiz yan yanaydı. Biz de hepimiz Kürt’üz hepimiz eşcinseliz diye bağırmaya başlamıştık. Bu noktada LGBTİ+ korteji bunlar iyi bir şey mi söylüyor kötü mü diye bize bakmışlardı, bunu gülümseyerek anımsıyorum.”

“2006’da Pembe Hayatın kurulmasına kadar 20 Kasım hiçbir şekilde ana gündem olmuyordu”

Sonrasında Eryaman olaylarını ve tüm dava sürecini başından sonuna kadar takip eden avukatlardan Senem Doğanoğlu söz aldı. Doğanoğlu, şunları aktardı:

“2000’li yıllar başlarında Eryaman öğrencilerin memurların işçilerin yaşamayı tercih ettiği bir bölgeydi. Translar da orda yaşıyordu ve çarka da çıkıyorlardı. Eryaman’ın KC grubun muhteşem sayılarda ihale alarak rezidansların çokça inşa edildiği bir yere dönmesiyle işçiler, yoksullar, translar ve öğrenciler kovulmaya başlandı artık oradan. Bu zenginliği ve inşaat yapısını kurmak için transları kovmakla başladılar.

Gece gündüz, polis gücünü de kullanan saldırılar başladı. Lubunyaların evleri basıldı, kendi evlerinden uzaklaştırıldılar. Sonra bir kısım lubunya Esat’a taşındı. Haziran ayında “Kırım Talan Linç Eryaman” sloganıyla bir eylem yapıldı. 2007 yılında da Esat bölgesine gelmeye başladılar. Sadece 4 kişi ceza aldı, bu kişilerin tutuksuz oldukları bir dava süreci yürütüldü. Pembe Hayat derneği de bu dava süreci üzerine kuruldu.”

Doğanoğlu’nun konuşması ardından Janset Kalan Pembe Hayat’ın kuruluş dönemini ve ürettiği aktivizmi paylaşmak üzere söz aldı. Kalan, şunları söyledi:

“Pembe Hayat’ı kuran ekip tam da şiddet sarmalı içerisinde hayatta kalma ve kendi kimliklerini var etme mücadelesindeydi aslında. Şöyle de bir avantajları vardı, 1987’lerden feyz alabiliyorlardı. Seks işçiliği yapan travestilerin eylemliliğinden beslenebiliyorlardı, bundan feyz alabiliyorlardı. Bu noktada travestilerin artık kendi sözümüzü kendimiz üretiyoruz ve STK pastasından kendimize pay etmeyi umuyoruz demesi üzerine bir eylemlilik ile başladı. Bir dönüşüm alanı da sağlamış oldu Pembe Hayat. 20 Kasım’ı gündemleştirdi, bunu Türkiye gündemine soktu. Türkiye Avrupa’da transfobik nefret cinayetlerini en yoğun yaşandığı iki ülkeden birisiyken 2006’da Pembe Hayatın kurulmasına kadar 20 Kasım hiçbir şekilde ana gündem olmuyordu.”

“Herhangi bir bakan bir şey söylüyordu ve biz hemen gündemimize alıp köpürtüyorduk, unutulmasına izin vermeden eylemlilik gösteriyorduk”

Demir, Selma Aliye Kavaf eyleminden bahsettikten sonra bağımsız feminist hareketin güçlendiğini aktardı. Bu noktada Candan Dumrul söz aldı:

“Örgütümde kadın politikası yapmaya çalışıyordum. 2007’den 2010’a kadar Ankara Kadın Platformu toplantılarına aktif biçimde gitmeye başladım. AKP’nin de altın çağını yaşadığı dönemdi. Aliye Kavaf’ın açıklaması ise doğrudan eşcinselliği hastalık ve günah olarak tanımladı. Bu dönemde de feminist eylemler ivme kazandı, sokak eylemlilikleri çok fazlaydı. Hemen Yüksel Caddesi’nde toplanıp açıklama yapardık. Bir yandan karşı cephede inanılmaz bir şekilde örgütleniyordu. O dönemde Ankara Kadın Platformu çok aktif çalışıyordu. Herhangi bir bakan bir şey söylüyordu ve biz hemen gündemimize alıp köpürtüyorduk, unutulmasına izin vermeden eylemlilik gösteriyorduk.”

Dumrul’un ardından Antikapitalist Lubunyalar Dayanışması’nın oluşum aşamasını ve ürettiği aktivizmi aktaran Nesli Uras, şunları söyledi:

“Lubunyalar sol örgütlerin dışında değildi, o örgütler için çalışan ve oralarda aktivizm yürüten öznelerdi. Antikapitalist bir alan yaratılmaya çalışılıyordu o zamanlarda. 2011 ve 2012 yılında Kaos GL ve diğer antikapitalistlerle birlikte büyük pankartlara seks işçiliği hakkında sloganlar yazmıştık ve bunun medyanın ilgi alanına girmesi için çaba gösterdik. Trans cinayetleri de bu çok tartışılan konular arasındaydı o dönem. Kefenli eylemler yapılıyordu mesela bir trans cinayeti haberi aldığımızda. Şu an geri dönüp baktığımda ne kavgalar etmişiz diyorum. Sokakta olmanın verdiği güçle de alakalıydı bu kavgaları edebilmek.”

O sırada sokaklarda yeni bir dayanışmanın da yeşerdiğini söyleyen Demir, Liseli LGBTİ+’lar oluşumunu aktarması üzerine sözü Sevgi Gümüşlüoğlu’na bıraktı. Gümüşlüoğlu, şu ifadeleri kullandı:

“13 yaşımda Kaos GL’nin kapısını çaldım. Muhteşem güzel insanlar ve bir sürü kavga vardı. Yaşımı söylediğimde insanlar benden ürküyordu ve ne yapacaklarını bilemiyorlardı bizle. Benim gibi gelen insanlar da vardı. Biz bir araya geldik böylelikle. Bir yandan parçası olmak çok heyecanlı ama neyin parçası olduğumuzu da tam olarak bilmiyorduk o dönemlerde aslında. Kaos ve Pembe Hayat’ın flaması altındaydık, bir araya geliyorduk. Sonra bir metin oluşturup sokağa çıktığımızı söyledik.”

“Cinsel sağlık ve seks işçiliği üzerine bir dernek olmadığı için bunun aktivizmini üretmeyi dert edindik”

Bu sırada Kırmızı Şemsiye’nin kurulmaya başladığını aktaran Demir, o dönemleri anlatması adına Destina’yı davet etti. Destina, şunları aktardı:

“Pembe Hayat’tan başlayan kopuşlar ile Kırmızı Şemsiye kuruldu aslında. Günlerce benim evimde tüzük yazdık. Derneğimizde bir masa bir sandalye vardı. Derken üç ayın sonunda biz tamamen dernekleştik ve şimdiki ofisimizi tuttuk. Trans seks işçilerini dert edinmemiz gerektiğini biliyorduk, cinsel sağlık ve seks işçiliği üzerine bir dernek olmadığı için bunun aktivizmini üretmeyi dert edindik. 8 ay parasız olarak devam ettik, ofis kirasını cebimizden ödedik. Artık olmayacak deyince ilk projemiz geldi ve rahatladık.”

Destina’nın konuşması ardından Demir şunları söyledi: “Öğrenci hareketinden ve Liseli LGBTİ+’lar oluşumdan bahsettikten de sonra ebeveynlerine açılan çocukların büyük dönüşümler getirdiğini de gördük tarih içinde. O dönemde GALADER de kurulma aşamasındaydı.”

Nedime Erdoğan GALADER’in kurulma aşamasını anlatmak için söz aldı ve şunları söyledi:

“2008 yılında Mehmet Tarhan birkaç kişi ile İtalya’ya gidiyor. Burada görüyorlar ki LGBTİ+’ların ebeveynleri bir araya geliyor ve bir psikiyatrist eşliğinde güçlendirme sohbetleri yapıyorlar. Sonrasında bunu biz neden Türkiye’de yapmıyoruz diyorlar. Böylelikle 2008’de İstanbul’da sonra Ankara’da başlıyor bu ebeveyn oluşumu ve toplantılar organize ediyorlar. 2010 yılında kendi çocuğumun eşcinsel olduğunu öğreniyorum. Ben de Benim Çocuğum filminin basın açıklamasına gidiyorum sonrasında Ankara’da daha düzenli işler yapmak istiyorum. Yavaş yavaş aileler çoğalmaya başlıyor. Biz de bu dönemde dernekleşme kararı alıyoruz daha çok söz söyleyebilmek adına.”

İkinci oturum haziranda!

Erdoğan’ın katkılarından sonra katılımcılardan gelen sorular, son sözler ve paylaşılan hikayeler ile Hak Mücadelesinde Kuşaklararası Buluşmalar etkinliğinin ilk oturumu sonlandırıldı. Haziran ayında Hafıza Merkezi ve Ankara Onur Haftası ortaklığında ikinci oturumdaki konuşmacılarla diğer oturumun yapılması kararı alındı. Kuşaklararası Buluşmalar serisinin son ve ikinci oturumunda yaş, deneyim ve ideolojik farklılıkları bir avantaj olarak kullanan, daha kapsayıcı ve etkili bir mücadelenin imkânları tartışılacak.


Etiketler: insan hakları, yaşam, kent hakkı, siyaset
İstihdam