19/03/2014 | Yazar: Yıldız Tar

Selçuk Candansayar: Sen yıllarca insanlara senin yoksulluğunun kaynağı şu düşman der ve o düşmanı kaldırdıktan sonra yoksulluk sona ermezse o düşmanlık sana döner.

"AKP, Sahtekarlığı Hakikate Dönüştürmeye Çalıştı" Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Selçuk Candansayar: Bu iktidarın Türkiye’de esas olarak yapmaya çalıştığı şey sahtekarlığı hakikat haline dönüştürmeye çalışmak. Ortak bir çıkar vardı ortada. İktidarı ele geçirmek ve ondan nemalanmak. Bunu yapabilmenin yolu düşman üretmekten geçiyor. Sen yıllarca insanlara senin yoksulluğunun kaynağı şu düşman der ve o düşmanı kaldırdıktan sonra yoksulluk sona ermezse o düşmanlık sana döner.
 
Kaos GL Derneği Yönetim Kurulu üyesi, Birgün gazetesi yazarı, psikiyatr Selçuk Candansayar ile AKP iktidarını, toplumsal değişimi, Gezi direnişini, yüzleşme ve barış kültürünü, siyaseti ve temsili konuştuk.
 
Konuştukça laf lafı açtı ve ortaya öncesiyle, hazırlayan süreciyle 12 yıllık AKP iktidarının panoraması çıktı. Candansayar ile gerçekleştirdiğimiz söyleşinin ilk bölümünü yayınlıyoruz:
 
Gezi direnişinden bugüne ciddi bir toplumsal muhalefet ve direniş kültürü var. Öte yandan Berkin Elvan’la birlikte yeni bir kayıpla daha yüzleştik. Büyük bir öfke ve acı var. Başbakan ve AKP cenahı ise bu acıları daha da körüklemeyi tercih ediyor. Bütün bu acılardan toplumsal yüzleşme ve barışa nasıl ulaşabiliriz?
Gezi niye oldu, nasıl başladı, nasıl devam edecek ve nasıl nihayetlenecek sorularına bugün rahat açıklamalar yapmak kadar hatalı bir tutum yok. Duygusal olarak birçok şey söyleyebiliriz. Bu duygularımız eşleşebilir, bir araya gelebilir. İsteklerimizi arzularımızı karşılayabilir de… Bunların bir kısmı büyük laflar da olabilir. Ama aslında Haziran ayından itibaren Türkiye’de ne olduğunun ve nereye doğru gittiğimizin yanıtını rahatlıkla verebileceğimize inanmıyorum.
 
Ama şu sorunun yanıtı verilebilir: Gezi’den önce ne oldu? Gezi’den önce Türkiye’de neler olduğu üzerine kafa yormak, şu an hala devam eden Gezi süreci hakkında biraz daha aydınlatabilir. Gezi’den önce Türkiye’de büyük bir dönüşüm oldu. Bu dönüşümü birkaç aşamada belirlemek gerekiyor.
 
İlk olarak 10 yıllık bir AKP iktidarı vardı. Bu iktidarın en temel özelliği; muhafazakar, dindar ve olabildiğince vahşi bir kapitalist ekonomi sistemini monte etmeye çalışması. Bu iktidarın Türkiye’de esas olarak yapmaya çalıştığı şey sahtekarlığı hakikat haline dönüştürmeye çalışmak. En sahtekar olanın en hakikiymiş gibi kendini göstermeye çalıştığı bir süreci AKP iktidarı gerçekleştirmeye çalıştı. Bunu gerçekleştirirken de sanılanın aksine kendi iç çekirdek kadrosundan değil; kendi dışındaki olağan koşullarda aynı yerde duramayacak kitlelerin, grupların, kurumların, zümrelerin ya da sınıfların desteğini alarak gerçekleştirdi.
 
Yani iki sahtekarlık AKP ile birlikte iç içe geçti. Birincisi, aslında ne ılımlı İslam olabilecek ne din üzerinden ortaya çıkacak siyasi yaklaşımlar üzerine kafa yormuş AKP’nin, böyle bir ütopya kuracak ve din üzerinden siyaset üretecekmiş gibi durması sahtekarlığı. Ki onlar en çekirdek kadrosu dahil olmak üzere böyle insanlar değillerdi. İkinci sahtekarlık ise “Kemalizm ne kadar kötü bir şeydi ve şimdi Anadolu halkı Kemalizme karşı bir demokratikleşme isyanı” algısıyla kabaca liberaller diyebileceğimiz bir kesimin sahtekarlığıydı. Bu iki sahtekarlık kendisini hakikat olarak gösterdi bana göre.
 
Peki bu “sahtekarlıkların” karşılığında ne oldu?
İki şey oldu. Herkes karşısındakinin gerçekte ne olduğu ile yüzleşmek yerine gösterdiği üzerinden bir şeyler yapmaya çalıştı. Mesela, AKP, “Ben dinle barıştıracağım” dedi. Biz bugün mü anlıyoruz onun böyle bir derdi olmadığını? Tam bir yağma sisteminin yürütücüsü olduğunu bugün anlamıyoruz aslında. Başbakan’ın oğlunun vakfıyla ilgili tapeler yayınlanıyor. Bir kısım, “Aaa” diyor ama çok daha geniş bir kesim ise aynı Başbakan’ın İstanbul Belediye Başkanı iken başka bir vakıf üzerinden aynı şeyleri yaptığını zaten biliyordu.
 
AKP yola çıkarken bir din siyaseti üzerinden bir şey yapmaya çalışmıyordu ve onu destekleyenler, meşrulaştıran ve temelde onunla farklı kimlikte olması gerektiğini varsaydığımız insanlar AKP’nin samimi olmadığının farkındaydı.
Niye ve nasıl böyle oldu, neden desteklendi AKP?
Çünkü ortak bir çıkar vardı ortada. İktidarı ele geçirmek ve ondan nemalanmak. Bunu yapabilmenin yolu düşman üretmekten geçiyor. AKP’nin belki de çekirdeği dışındaki liberaller, milliyetçiler ağıyla birlikte kurduğu bu 10 yıllık sürecin en temel özelliği düşman üretmek. Düşman üretmeden baskı kuramaz. Bir düşman tehditi yaratmadan toplumu hizaya getiremez. Osmanlı’da düşman üreterek kendini homojenleştirmiş, Hitler Almanyası da aynı şeyi yapmış, Amerikan milliyetçiliği de aynı şeyi yapmış… Bir düşman üretmeden toplumu hizaya getirmek mümkün olmuyor. Düşman üretmenin sonucu da bir kamplaşma ve bölünmeyi desteklemek hatta bunun için özel bir çaba gerektiriyor.
 
Bu süreçlerde psikiyatr olarak konuşmanın zorlukları var. Psikiyatrlar aslında bireyin psikolojisi üzerine kafa yoran insanlar. Bireyin psikolojisinden yola çıkarak toplum üzerine laflar ettiğinizde çok dikkatli olmanız gerekiyor. Birey psikolojisinden elde ettiğiniz bilgiyi hiç işlemeden toplum psikolojisine uyarlamaya kalktığınızda bir taraftan fahiş bilimsel hatalar yaparsınız, öte taraftan gerçeğin görmezden gelinmesine yol açabilirsiniz. Bu konularda ben yazıp çizerken sürekli, ne kadar az psikolojiden söz edersek o kadar psikolojik bir şey söylemiş oluruz diye savunuyorum.
 
Bunu burada tutup devam edelim. 1980’lerden itibaren dünyada olan değişimleri darbe ile ABD’de Reagan’ın başa geçip yeni ekonomik düzeni inşa etmesi arasındaki bağlantıları görmezden gelerek bugün AKP’nin Türkiye’yi getirdiği yeri değerlendirmek çok güç. Türkiye hızla gerçek anlamda küresel kapitalizmin bir parçası haline getirildi.
 
Bu genel perspektiften yola çıkarak bunun bireye bir yansıması olduğunu söyleyebiliriz. 1970’li ve 80’li yılların bireyi ile 2010’daki birey arasında çok fazla olmasa da bir değişim oldu.
Bu değişimin temel özelliği nedir?
Türkiye sokaktaki insanıyla da kapitalistleşti. Sokaktaki en sıradan CHP’ye oy vereninden, AKP’ye oy verenine haydi biraz zorlayalım BDP’ye oy vereninden sosyalist örgütlerin içinde oturanına kadar herkes elinde olmadan biraz daha kapitalistleşti. Kendi sınırlarıyla başka insanların sınırları arasına mesafe koydu. Bireysel çıkarlarını bütün çıkarların en üstünde tuttu. Ve hak kavramını “benim çıkarıma da dokunulabilir durumları kabul etmemeliyim” üzerinden kurdu. Kapitalist bireyin en temel özelliği budur. “Bu kurala uymak zorundayım çünkü ben uymazsam başkaları da uymaz ve benim çıkarım zedelenebilir.” Bu pre-kapitalist bir bireyin anlayabileceği bir şey değildir. Çünkü pre-kapitalist bir toplum bireyi kendi ile dünya arasında bir fark görmediği için ben böyleyim, dünya da böyle diye düşünür. Oysaki kapitalist birey, “Ben aslında böyle olmak istemiyorum. Çünkü şöyle yaparsam dünyadan da başıma şu gelir, o yüzden yapmayayım” der. Bunun gündelik dildeki tercümesi şu: Fırsatını bulursan her şeyi yap, ama sakın gösterme. Yakalanırsan inkar et ama görünür yüzün çok hakkaniyetli ve çok kuralcı olsun.
 
Bunun yapılabilmesi için bir tehdit duygusunun oluşması lazım. Bir örnek vereyim mesela 1980’li yıllara kadar ABD’de tütün karşıtı kampanyaların ortak özelliği, “Sigara içersen kanser olursun” denmesi. Hiçbir işe yaramıyor. 1980’de çok radikal bir dönüşüm var ve kampanya birdenbire şu hale geliyor: “Yanındaki sigara içerse seni öldürebilir.” Ve ne zaman bu noktaya geliniyor, o zaman kampanyalar başarılı hale geliyor. Bunu AKP ekonomisine alırsak: “Sen aslında çok başarılı olacaksın, zengin olacaksın ama şu düşmanla var ya onlar işte senin önündeki engeller.”
 
Ben daha önce de demiştim, devrimci hareket türbanın içerisinden gelecek. Bakıyor, “1 yıl öncesine kadar o da türbanlıydı ben de türbanlıydım. Şimdi altında cip var. Benim niye yok.” Karikatürize edersek, “Benim Kemalistler yüzünden yok.” Bu düşmanlık kültürü birikti ve şu noktaya geldi: Sen yıllarca insanlara senin yoksulluğunun kaynağı şu düşman der ve o düşmanı kaldırdıktan sonra yoksulluk sona ermezse o düşmanlık sana döner. Bugün AKP’ye dönük görünmez öfke çok daha büyük. Bu noktadan dönüp Gezi’ye çıkabiliriz.
 
Devam edecek… 

Etiketler: yaşam, siyaset
nefret