09/08/2014 | Yazar: Kaos GL

Neden ‘hoşgörü’lelim? Bizler ne suç işledik ya da bizim neyimiz eksikti ki egemenler bizi ‘hoşgörü’yordu?

"Hoşgörü"ye maruz kalmak Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
SABRO Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Tuma Çelik, Kaos GL Dergisi’nin “Ötekiler/Madunlar/Dışarıda Bırakılanlar” başlıklı Mart-Nisan 2013 tarihli 129. Sayısına yazdı.
 
Yıllar önceydi, Midyat 1. Uluslararası Süryani Sempozyumu esnasında bu cümleyi duyunca irkildim. Çünkü “hoşgörü” kelimesinin içeriğine ilk kez bu çerçeveden bakıyordum. İlginçtir; söylenenler de yaşadıklarımızla birebir uyuşuyordu. Dolayısıyla konuşmayı yapan Abdürrahim Özmen, aslında yıllardır farkında olmadan yaşadıklarımızı önümüze koyuyordu. İlk şaşkınlığım geçtikten sonra, konuşmacının söylediklerini kendi yaşamımda bugüne kadar gördüklerim ve yaşadıklarımla karşılaştırarak sonuçlara varmaya çalıştım. 
 
Evet; bizler yıllardan beri gerçekten “hoşgörü”ye maruz kalıyorduk ve bunun çok da iyi bir şey olduğunu sanıyorduk. Ama “kazın ayağı” hiç de öyle değilmiş. Öyle ya, neden “hoşgörü”lelim? Bizler ne suç işledik ya da bizim neyimiz eksikti ki egemenler bizi “hoşgörü”yordu?
 
Abdürrahim Hoca’nın yaptığı sunum sonrasında yapılan tartışmalara müdahil olmadan dinlemeye çalıştım. Baktım ki burada da egemen anlayışı temsil eden kanuşmacı-tartışmacılar “hoşgörü”nün iyi bir şey olduğunu savunmaya çalışıyor ama anlamını açıklama konusuna hiç değinmiyorlardı. Dolayısıyla bizlere gösterilen “hoşgörü”nün ne anlama geldiğini anlatmakta zorlanıyorlardı. 
 
Yıllar sonra anladım ki, bugüne kadar bizlere gösterilen “hoşgörü”, Abdürrahim Hoca’nın anlatmaya çalıştığı biçimin tam da kendisiydi. Egemen gücün temsilciliğine soyunan kesimler; kendileri gibi olmayan, onlar gibi düşünmeyen insanları, daha “aşağıda” görüyor ve bu yüzden onlara “tahammül” ediyorlardı. Diğer bir deyişle onları, yani bizleri “hoşgörü”yorlardı. İstedikleri zaman da bu “hoşgörü”ye bir son verir ve bize layık gördükleri muameleye tabi tutabiliyorlardı.  
 
Maalesef yaşadığımız tarih içerisinde bunun örneklerini de çok gördük; hepsini anlatmak yerine, sadece son 100 yıllık sürece bakmamız bile yeter. 1915 yılında Seyfo’da, 1924 yılında Hakkâri sürgünlerinde, 1928 yılında okullarımızın kapatılmalarında, 1930 yılında Patrikliğimizin ülkeden çıkarılıp sürgün edilmesinde, 1936’da varlık vergisi döneminde, 1956 Eylül’ünde, 1974 Kıbrıs savaşında, 12 Eylül’de… Bahsettiğimiz bu dönemlerde egemenler; yaptıkları soykırım, katliam ve uyguladıkları politikalarla bizlere gerçek yüzlerini gösterip, bizi kendilerinden saymadıklarını açıkça ortaya koydular.
 
Kim bilir, belki de konjonktür elverirse bizi kendilerinden görmediklerini her gün açıkça ortaya koyacaklar. Hatta bu ülke toprakları içerisinde, yarattığımız bunca değeri yok sayıp hemen “başlarından def edecekler”dir. Aslında bir dönem bunu başardılar da: 1985-95 yılları arasında yapılan saldırılarla 50’ye yakın suçsuz insanın öldürülmesi sonucunda Süryaniler’in büyük bir bölümü yaşamlarını devam ettirebilmenin çaresini yurtdışına kaçmakta buldular. Bu yüzden de on binlerce Süryani, binlerce yıldır üzerinde yaşadığı ve birçok değer yarattığı ülkesini terk edip, çok uzaklarda kendine yeni bir yaşam kurmanın çabasına girişti. Bu yaklaşım çözüm değildi belki ama başka bir çare de görmüyordu Süryaniler.
 
Yıllardan beri Süryaniler “hoşgörü”ye maruz kalmakla kaçmak arasındaki bir yaşamın cenderesi içinde sıkışıp kaldılar. Üstelik bu cenderenin ne anlama geldiğinin pek de farkında değildiler. Yıllardır “hoşgörü”ye maruz kalmayı iyi bir şey, “kapağı yurtdışına atma”yı da kurtuluş olarak biliyorlardı.
 
Sorun değil. Bugün Süryaniler, geç de olsa gönülleri “hoşgörü”ye maruz kalmaya razı değil artık. Yurtdışına kapağı atmanın da öyle ahım şahım bir şey olmadığını, dolayısıyla kurtuluşun geri dönmekte ve mücadele etmekte olduğunu görüyorlar artık. Bunun için de her alanda; yurtdışında, ülkede ve her platformda kendilerini ve taleplerini ortaya koyma konusunda çaba sarf ediyorlar.
 
Başarabilecekler mi? Belli değil. Ben başarabileceklerine inanıyorum. 

Etiketler: yaşam, din/inanç
İstihdam