15/03/2020 | Yazar: Kaos GL

Ceren Saner ile göç hikayesini, göçmenliğin sanatsal üretimini nasıl etkilediğini, ringin içinden bildirdiği yeni işini ve Almanya’yı konuştuk.

Ringin İçinde: Fotoğraflar hayatta kalma şeklim Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Röportaj: Aylime Aslı Demir & Yıldız Tar

Ceren Saner, İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası fotoğraflarından tanıdığımız Türkiyeli bir sanatçı. Kendi deyimiyle darbe girişimi sonrası “apar topar” Almanya’ya göç etti. Eserleri Almanya ve Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde sergilendi. Konuşma turnesi ile Almanya’yı gezdi. Şimdilerde Türkiyeli, queer, göçmen bir sanatçı olarak Almanya’da hem yaşıyor hem de sanatsal üretimini sürdürüyor.

Ceren Saner ile göç hikayesini, göçmenliğin sanatsal üretimini nasıl etkilediğini, ringin içinden bildirdiği yeni işini ve Almanya’yı konuştuk.

Aylime Aslı Demir: Bize Almanya’ya göç etme hikayenden bahsedebilir misin?

Ceren Saner: Almanya’ya 2016 Kasım ayında geldim uzun bir sürecin sonucu olarak. 2014 İstanbul Onur Haftası sergisinde "Isn't it love" adlı fotoğraf serim vardı. O sırada Onur Haftası'nı ve Türkiye'deki queer hareketi araştırmaya gelen bir Alman öğrenci grubu vardı Goettingen Üniversitesi'nden. Onlar 2014’te benim işlerimi gördükten sonra benimle röportaj yaptılar. Aralık ayında Göttingen'deki sergilerine beni davet ettiler. Oradan bir süreç başladı. Buradaki üç öğrenci ilerleyen yıllarda bir kolektif oluşturdu. Adları Seven Letters Collective. Bu kolektif benimle freelance bir kontrat yapıp queer işlerim üzerine konuşma turnesi yapmam için tekrar Almanya’ya çağırdı. Bu uzun süreli bir işti ve ben 2016 yılına kadar reddettim. Daha doğrusu, “Ben şu an burada iyiyim” dedim. Gezi sonrası LGBTİ+ hareketi de çok yüksekti zaten. Ama bütün politik dengenin değişmesi, 2015’te Onur Yürüyüşü’ne polis saldırısı, herkes gibi benim de plastik mermi ve gaz fişeği yemem gibi olaylar oldu. Bu süreçleri de onlara düzenli olarak aktarıyordum. En sonunda da darbe girişiminin olduğu gece tekrar iletişime geçiyorlar benimle. Güvende miyim diye sormak için. Sonrasında da diyorlar ki "biz hala ısrar ediyoruz, bir de burada şansını denemek ister misin?". Ben de o psikoloji ile şansımı denemek istiyorum ve geliyorum. 

Aylime Aslı Demir: Geldikten sonra buradaki sanatsal çalışmaların nasıl ilerledi?

Ceren Saner: Vize sürecinde beklerken bir konuşmama yetişemedim, Skype konuşması yapmak durumunda kaldık. Bu süreçte zaten yani turnem başlamıştı. Turne öncesinde queer enstitüler ve birimlerle iletişime geçerek beni duyurdular. Sonrasında geldiğim gibi başladım. Münster’de bir film festivalinde ilk konuşmamı verdim. Turne bu yıl artık bitiyor çünkü artık Türkiye’de yaşamıyorum ve hareketi ne kadar takip etsem de yaşamadan, öznesi olmadan bunun hakkında konuşmayı doğru bulmuyorum.

Bu süreçte üç yıl boyunca çok büyük bir network kurmuş oldum onların sayesinde. Kendimi finanse etmiş oldum bu turneyle. İşlerim, ilk önce Almanya, sonrasında da Avrupa çevresinde çeşitli ülkelerde duyuruldu, görüldü. Türkiye'de çektiğim queer temalı olarak adlandırılabilecek işlerimin hepsini gösterdim. Çok büyük bir exposure oldu bana ve böyle ilerledi.

Bütün bunlar bir yana burada freelance bir sanatçı olarak vize süreçleriyle uğraşmak zorunda kaldım. Hâlâ sanatçı vizesindeyim. Ve bu vizeyi devam ettirirken çeşitli finansal meselelerle, göçmen olma konularıyla baş eder bir haldeyken bir yandan da turneyle hayatımı devam ettirdim. Şimdi de freelance işlerle geçinmeye çalışıyorum. Etkinlik fotoğrafçılığı, etkinlik videoculuğu, çeşitli partilerde çalışmak gibi işler… Bir yandan da sanat işi devam ediyor. 

ringin-icinde-fotograflar-hayatta-kalma-seklim-1

Yıldız Tar: Göçmen olma hali sanatsal üretimini nasıl etkiledi?

Ceren Saner: Her göçen gibi ben de bu konuyu daha fazla düşünmeye başladım. Değiştirdiğini düşünüyorum. Berlin’de şu an hâlâ çekimleri devam eden bir işim var. Adı da "inside the ring". Buradaki görselliğime yani imagery'me bakarsam öbür görselliğimden farklı. Çünkü Türkiye'de benim ürettiğim çoğu işte mesela detay olarak belki sen Aslı fark etmişsindir, insanların yüzünü göstermiyordum. Hem privacy yani onların bireyselliğine ve mahremiyetlerine saygıdan; hem de genel olarak bir insanın yüzüne bakmaktansa onun hareket ediş biçimlerine, el hareketlerine, jestlerine bakarak daha çok şey hissediyorum. Fotoğraflarımda da bunu gösteriyordum. Ama Berlin'e geldiğimde benim fotoğraflarım, çektiğim fotoğraflar, dönüp baktığımda şu anda daha voyeuristic, daha uzaktan, mesafeli, bütün her şeyi gösteren bir hale dönüştü. Bir de benim projelerim genel olarak "oturuyorum, şöyle bir proje yapacağım" gibi olmuyor. Benim için fotoğraf daha çok hayatımda bir araç gibi, sonuç değil yani. O araçla hayatımı deneyimlerken, deneyimlediğim şeye dönüp baktığımda bir iş olmuşsa onu görüyorum, her zaman böyle oldu. Bu konuda değişmedim. Burada da böyle bir süreç geçti. Ben böyle anlık fotoğraflar falan paylaşıyordum günlük hayatımdan. Sonra bir dönüp baktım ki, OK, bu böyle çok büyük bir seri olmaya başlıyor ve şu ana kadar çektiğim en çok sayıdaki fotoğraftan oluşmaya başladı. Görsel güncem olmaya başladı bu benim aslında. 

Aylime Aslı Demir: “Inside the ring” nasıl bir iş? Biraz anlatmak ister misin?

Ceren Saner: Günlük hayatımdan fotoğrafları paylaşırken Instagram'da böyle bir hashtag ya da bir şey koyup da nasıl geri döndüğümde hepsine beraber bakabilirim dediğim için bir hashtag koymaya karar verdim. Sonra “inside the ring” dedim. Çünkü ring bahna (Berlin’in çevresinde dairesel -ring/yüzük- şeklinde dolaşan, ring yapan tren hattı) referans verdim. Bir yandan da hani #insidethering aslında sosyal medyada paylaşılan post'larda çoğunlukla boks ringindeki fotoğraflar için kullanılıyor. Benim için de, her zaman bu fotoğraflar benim hayatta kalma biçimim. Yani beni o ringin içinde hayatta tutan şey. Öyle bir şey başladı. Dönüp baktığımda hashtag'te bir şey oluşmaya başladı. Sonra birkaç sanatçı arkadaşım bana sormaya başladılar “eee bu proje ne oluyor” diye. Ben de -ne projesi, proje yok ki- falan deyip sonra bir -aa ok, var galiba, ben bir düşüneyim- demeye başladım.

Üç yıldır çekiyorum. Geçen Aralık'ta bir dizgi yaptım. Foto-kitap yapmak istiyorum bu işten ama işte self-publish (kişisel yayıncılık) mi yapacağım, bunu yapabilecek şu anda finansal durumum yok, ya da bütçe nasıl bulabilirim falan gibi şeyler olduğu için böyle dummy -taslak kitap olarak duruyor o, bir fikir olarak. Ama bunun dışında 15 Kasım'da Mannheim adlı bir şehirde, Community Art Center Mannheim'da, Inside the Ring ve Pride serilerinden fotoğraflardan oluşan bir kişisel sergim olacak, ilk solo sergim. Burayla da zaten bağı yani burada olmasının sebebi iki yıl önce yine turnemde burada verdiğim konuşmam sebebiyle. 

Aylime Aslı Demir: Türkiye kökenli bir göçmen ve aynı zamanda sanatçı kimliğinle beraber bu ring nasıl bir ring?

Ceren Saner: Türkiyeli göçmen kimliğimi düşündüğünde kafamı karıştıran çok şey var. Hali hazırda burada olan göçmen topluluk ile bir arada var olma şekilleri düşündürtüyor beni. Tabi ki beraber olmak istiyorum ve bu gerçekliği reddedebilecek bir durumda da değilim. Ama bir yandan da burada benim için ev kavramı aslında yaşamıyor. Yani evi bulabileceğimi ya da evim olduğunu -Türkiye'ye dönsem de- hissetmiyorum. Ama buna en yakın hallerdeyken, kendime bir şey ararken işte bir community'ye ihtiyacım olduğunda kendimi şu anda queer community'nin içinde bir de POC (people of color/beyaz olmayan), migrant-göçmen ve kanak (kanake, kanak sprak) ya da nasıl adlandırırsak öyle görüyorum. 

Aylime Aslı: Kanak?

Ceren Saner: Kanak Almanca hakaret kelimesi aslında. Buradaki Türkiyeli göçmenler için kullanılan bir kelime. Sadece Türkiyeli de değil, bütün ‘kara kafalı’ gözüken ve çoğunlukla orta doğudan gelen herkese karşı söylenilen kelime -hakaret kanak. Bu kelimenin tüm bu kısaca açıklamalar dışında tarihsel bir analizi de olduğu gibi yakın zamanda buradaki göçmenler tarafından reclaim -geri kazanıldı edildi. Aidiyete en yakın duyguyu göçmen kitlenin içinde hissettim. Ama bir yandan da buradaki POC göçmen kitlenin içinde kendimi ait hissetmeye çalışırken tabi ki yani Türkiyeli ve beyaz Türkiyeli olarak buradaki diğer göçmenlere karşı ve diğer deneyim farklılıklarıyla kendimi kanıtlamaya çalışır halde buldum. Çünkü ne olursa olsun, tabi ki kabul görüyorum ve mutluyum, iyi ki bir topluluğum var ama işte herhangi bir siyahi -Afrikalı Amerikalı’nın, işte siyahi bir Alman'ın yaşadıklarını yaşamıyorum. Beyaz Avrupalı gibi algılanabilecek bir dış görünüşüm olduğu için, ya da işte atıyorum mesela çok belli etmiyorsam "hetero" algılanabilecek bir tipim olduğu için yerimi bulmaya çalışır, kanıtlamaya çalışır gibi değil de, daha çok bunun içinde ben neredeyim, nerde durabiliyorum, nerede benzerlikler var nerelerde yok, ayrıcalıklarım neler gibi, sistematik şekilde de kendi var oluşumu düşünmeye başladım. 

ringin-icinde-fotograflar-hayatta-kalma-seklim-2

Yıldız Tar: Sanatsal üretimine geri dönersek; Türkiye'deyken Onur Yürüyüşleri gibi meseleler senin sanatsal üretiminin merkezinde dururken buraya gelmen, göç etmenle birlikte daha kişisel bir alana kaydığını söyleyebilir miyiz veya burada kişisel göçmenlik deneyiminle bir yandan akıp giden bir mücadele, aktivizm varsa eğer, onunla bağlantıyı nasıl kuruyorsun, kurabiliyor musun?

Ceren Saner: Şöyle bir parantez açmam lazım, Almanya'ya geldiğinizde Türkiye'li bir göçmenseniz ve özellikle de queerseniz ve sanatçıysanız, siz bir şekilde kendinizi, sizi daha çok daha çok radikalleştiren bir sistemin içinde buluyorsunuz. Sizi daha çok radikalleştirmek istiyorlar. Mesela ben turnemi yaptığımda hiçbir zaman kendimi aktivist olarak addetmedim. Çünkü yani Türkiye'deki birçok aktivisti, sizi tanıyorum. İnsanların nasıl yaşadıklarını, nasıl hayatlarını idame ettirdiklerini bildiğim bir deneyimim var. Ben her zaman sanatçı kimliğimle var oldum. Türkiye'deki duruşum da böyleydi. Burada da öyle devam ediyor bence. Belki tartıştığım konular birazcık daha Avrupalı bir context'e, discourse'a kaymış olabilir ama hala bunun altındaki katmanlarda Türkiyelilik ve o queerlik kimlik, duruş vs. nasıl adlandırırsak, bunlar hâlâ var diyebilirim. 

Yıldız Tar: Almanya'daki Alman LGBTİ+ topluluğuyla, göçmen LGBTİ+ topluluğunun iki ayrı dünyada yaşadığı söyleniyor. Sen böyle bir şey gözlemledin mi? Böyle bir ayrım var mı?

Ceren Saner: Evet, tabi ki var. Ya bir kere Alman solu çok ayrı bir duruş. Alman beyaz Avrupalı queer, çok ayrı bir kimlik. Bunların ayrıcalıkları farklı. Bizim durduğumuz yerler farklı. Beyaz Avrupalı özellikle cis bireylerin duruşuyla tabi ki göçmen, işte fem of color’lar yani ya da buna benzer kimlikler çok farklı duruyor. Var yani. 

Yıldız Tar: Bu sence ideolojik bir ayrım mı yoksa sosyalleşmede, gündelik hayatı paylaşmada, kenti kullanmada bir ayrım var mı?

Ceren Saner: Belki de ikisi de. Yani hem ideolojik bir ayrım olabilir hem de tabi ki şehri kullanmada sosyalleşmede de bir ayrım var. POC arkadaş gruplarının gittiği yerler, kapladığı alanlarla, beyaz Avrupalı ya da buna benzer kimliklerin queerlerin kapladığı alanlar farklılaşabiliyor çünkü siz bir anda, tabi ki çoğunluğu beyaz Avrupalı olan bir ülkede farklı bir şey oluyorsunuz ve o yerler, paylaşım alanları ve biçimleri değişiyor.

Aylime Aslı Demir: Türkiye sanat dünyasının aslında çok uzun yıllardır Berlin’le çok sıkı bağları var ve bir şekilde her geçen yıl daha da artıyor bu ilişki. Queer Türkiyeli bir sanatçı olarak sen bu bağı nasıl kuruyorsun?

Ceren Saner: Ben daha doğmadan beridir olan büyük bir bağ var Berlin-Türkiye arasındaki sanat camiasında da. Tabi ki ben buraya ilk geldiğimde gerçekten tanıdığım bir kişi bile yoktu. Yani arkadaşlıktan ziyade tanıdığım biri bile yoktu. O kadar apar topar geldim ve plansız geldim ki, bir anda beni İstanbul'daki o sanat camiası buradaki bağlantılarıyla beni çeşitli sosyal medya platformları üzerinden bir araya getirdi. Bunların arasından arkadaş olduğum insanlar, bağlantı kurduğum yerler oldu. Mesela buradaki Apartman Projesi gibi çok büyük Türkiye'li community’lerin var olduğu yerler de var. Tabi ki o camia var ve büyük isimler de var. Yıllardır bizden çok daha fazla deneyim olan insanlar da var. Çeşitli deneyim paylaşımları tabi ki oluyor ama her zaman böyle diye bir şey, gündelik güçlü bir şey olduğunu benim için söyleyemem.

Aylime Aslı: Peki buradaki diğer müzelerin, galerilerin queer gündemlerini nasıl değerlendiriyorsun? 

Ceren Saner: Bu konuda dürüst olabilecek miyim bilmiyorum. Mesela Schwules* Museum tabi ki büyük ve köklü bir kurum ama bir yandan da bu deneyimlerle dönüp baktığımda şu an üç yıl sonrasında, çok beyaz olduğunu görebiliyorum. Ama tabi ki onların aynı zamanda da kendilerini kesişimsel çizgiye çekmeye çalıştıklarını da aynı zamanda kendi deneyimimle görüyorum. Ben de bir tane büyük bir sergiye dahil olduktan sonra bu müzenin koleksiyonuna dahil oldum. Türkiye'den Liquids adlı işimi onlara bağışladım. Müze koleksiyonunda şu anda mesela benim işim var. O sergi de yüz yıllık lezbiyen görüşü araştıran ve bunun üzerine olan bir sergiydi. Sergideki Türkiyeli sanatçılardan biri ben biri Nilbar Güreş’ti. Ve otuzdan fazla kendini kadın olarak tanımlayan sanatçı vardı. Bu serginin üzerine beni koleksiyonlarına dahil etmek istediler. Bir yandan da bir şeyler yapmaya çalışırken tam doğru yapamayan, mesela Afro-futuristik bir sergi yapmaya çalışıp onda siyahi sanatçılara yer vermeyen falan yerler de var Berlin’de bir yandan[1].

Geçtiğimiz Kasım ayında açılan Ceren Saner’in Almanya’daki ilk kişisel sergisini de oluşturan ve bu röportajda da konuşulan ‘Inside The Ring’ serisinin bir seçkisi tüm bunların sonucunda şu anda İstanbul’da Paper Street Co. basıldı, ve Ceren’in ilk fotoğraf kitabını oluşturdu. Türkiye’de satışı öncelikli olarak paperstreet.com.tr üzerinden olacak kitap, Türkiye’deki lansmanından/tanıtımından sonra kendi evi olan Berlin’e de geri dönecek!


Etiketler: kültür sanat
nefret