24/04/2019 | Yazar:
Mutsuzlukla değil, yeni Şehriban’ı severek kabulleniyorsun, mutlu olmayı beceriyorsun ‘İnsan’ hayatında olan o doyumsuzluk hissinden sıyrılıyorsun...

“Mutsuzlukla değil, yeni Şehriban’ı severek kabulleniyorsun, mutlu olmayı beceriyorsun ‘İnsan’ hayatında olan o doyumsuzluk hissinden sıyrılıyorsun, kendi gücünü fark ediyorsun, kendini keşfediyorsun. Kendime bu süreçte daha çok sarıldım. Etrafımdaki insanları, çocukları, ailemi daha çok sevmeye başladım. Hümanist duygularım daha çok gelişti, daha çok sevmeye başladım bu hayatı.”
Biliyorum, bir giriş için belki çok uzun bu cümleler ama Şehriban’ın o engin ve sevgi dolu ruhunu anlatan bu kelimelerle yazıya giriş yapmak, hem daha anlamlı olacaktı hem de bu söyleşinin yapılmasında yatan gayeyi taçlandıracaktı.
Kendimizi bazen büyük şehirlerin büyüsüne kaptırıp, o kaosu; umudun, gelişimin, ilerlemenin ve tüm diğer kitabi kelimelerin gerçekleşmesinin ilk koşulu olarak görüyoruz. Oysaki “büyük olmayan” şehirler, listede son sıralarda yer almaya devam ederken neyi, nasıl başarabiliriz? O başardığımız şey ne kadar kalıcı olabilir? Ben de farklı bir şey yapmak istedim ve Van’ın doğa güzelliklerinin içinden seslenen Şehriban’a kulak verdim, umudu birlikte yaşatmak, çoğaltmak için.
Gündemi takip edenler için tanıdık gelecektir, 2014 senesinde bir kazadan dolayı gazetelerde veya haber bültenlerinde gördük senin adını. Seni, yaralarından ve vermek zorunda bırakıldığın o anlamsız hukuki mücadelelerden tanıdık. Haksızlık ve adaletsizlikle genç yaşında tanışmış oldun. Ama seni daha da detaylı olarak araştırmaya başladığımda gördüm ki kimse sana soru sormamış. O yüzden ben ilk önce “seni” tanımak istiyorum. Bana bizim tanımadığımız Şehriban’dan bahseder misin?
Ben Şehriban Sertkal. 24 yaşındayım, Vanlıyım. Dediğiniz gibi bana önceden hiç soru sorulmadı. Ne hissettiğimi, ne düşündüğümü, neler istediğimi hiç sormadılar. Ben naif ruhlu ve duygusal biriyim; ama bir diğer yandan da direnişçi bir yanım da vardır. Bu söyleşiyi sizinle yapıyorsam bu direngen ruhum sayesinde, hayattan hiçbir zaman vazgeçmeyişim sayesindedir. 2 yaşında bir havale geçirdim ve duyma yetimi kaybettim. Onun ardından gelen süreçte konuşma yetimi de kaybettim. 4 yıl önce bir kaza sonucu yürüme fonksiyonlarım gitti. Yani diyebilirim ki, hayatım hep bir aksilikler içerisindeydi. Şu an yaşadığım hayattan memnunum biraz eksik de olsam, engellerim beni biraz kısıtlasa da seviyorum hayatımı ve kendimi.
Tüm o süreçleri yaşarken ne hissettin ve ne düşündün? Hiç umutsuzluğa kapıldığın oldu mu?
O süreç içerisinde çok şey öğrendim. Hayatın bütün gerçekleriyle yüzleşmek zorunda kaldım. Ben daha hayatın çok başlarındaydım ama yaşanılan şeylerden sonra baktım ki yolumu çoktan yarılamışım, hayatla çok erken tanışmışım! Adaletsizlikler ve haksızlıklar karşımda dağ gibi duruyordu. İlk zamanlar bunu aşamayacağım zannedip korkuyordum ama ailem sayesinde bunları aşabildim. Mutsuzluğa kapıldığım da oldu. Bir sabah kalkıyorsun ve aklına gelen ilk şey “bir daha adım atabilecek miyim?”! Çıkış yolu arıyorsun ve çıkış yolları istediğin yerlere gitmiyor. Bir an önce geçmişe gidip tekrardan sağlığını istiyorsun ama öyle olmuyor ve sonra kabulleniyorsun. Mutsuzlukla değil, yeni Şehriban’ı severek kabulleniyorsun, mutlu olmayı beceriyorsun. En ufak bir şeyden mutlu oluyorsun, insan hayatında olan o doyumsuzluk hissinden sıyrılıyorsun, kendi gücünü fark ediyorsun, kendini keşfediyorsun. Kendime bu süreçte daha çok sarıldım. Etrafımdaki insanları, çocukları, ailemi daha çok sevmeye başladım. Hümanist duygularım daha çok gelişti, daha çok sevmeye başladım bu hayatı.
Mutlu musun Şehriban, mutluluğu nasıl tanımlıyorsun?
Şu an ki hayatımda evet, mutluyum. Mutlu olmamam için bir sebep yok. İşitme engelli olmam ve yürüme yetimi kaybetmem benim için, mutsuz olmama bir sebep değil. Evet, doğru, belki dünyanın en güzel şarkısını hiç duymadım, hiç söyleyemedim; ama bu şarkı eşliğinde dans etmeyeceğim anlamına gelmiyor. Beni mutlu eden, doyumsuzluğumu doyurmaya başladığımı görmek. Benliğimin geliştiğin görmek. Mutluluk benim için, bu kadar büyük bir evren içerisinde bir toz parçacığı olduğunu bilmek. Bu güzellikleri görmek ve hissetmek. Sonbaharda yaprakların yere yavaş yavaş süzülmesini görmek. Bir çocuğun içtenlikle kahkaha atmasını görmek, bir annenin, bir babanın çocuğunu içtenlikle sarılışını görmek ve hissetmek. Benim için en büyük mutluluk bunlar.
“İçimdeki o engelleri yıktım. Kendi içimde kendimi tekrar yaratım. Engeller, insanın iç dünyasındadır”
O süreçte kimse senle konuşmamış, dedim. Bu maalesef medyamızın da bir eksiği, muhabirlerin esas muhatapları dinlemesi gerekli olduğunu düşünüyorum. Bunun için de yeni bir dil öğrenmek adına işaret dilini öğrenebilirler bence. Sen ne düşünüyorsun, Türkiye’deki duyamayan ve konuşamayan insanlara yönelik tutum hakkında? Bu bilincin arttırılması için ne yapılmalı sence?
Evet, bu süreç içerisinde kimse benimle konuşmadı. Ne hissettiğimi sormadılar. Bunun sebebi işaret dilini bilmiyor olmaları olabilir ya da olaylara daha çok önem verip muhataplarını önemsemiyor da olabilirler. Bu medya için büyük bir eksik. Evet, medyamızın esas kişilerle muhatap olması gerekiyor, bu eksiklik yüzünden doğrudan iletişime geçilmiyor. Bu sorunu daha iyi bir hale getirmek için fakültelerde zorunlu olarak işaret dili eğitimi verseler daha verimli olur. Daha iyi röportajlar ortaya çıkar. Türkiye’de işitme engelli arkadaşlara tutum biraz da olsa değişti bir yandan da. Artık daha ön plandayız. Önceleri haykırışımız duyulmuyor ya da görmezlikten geliniyordu ama şimdi bir topluluk olarak kendimizi kabul ettirdik. Sağlıklı bir birey olduğumuzu diğerlerinden bir farkımız olmadığını kanıtladık. Koşamayabilirim, şarkı söylemeyebilirim ama bu mutluluğumu engelleyemez. Ben kendimle barıştım, benim için engel yok! İçimdeki o engelleri yıktım. Kendi içimde kendimi tekrar yaratım. Engeller, insanın iç dünyasındadır.
Mesela yaşadığın yeri de biraz anlatmanı istiyorum senden. Van nasıl bir yer sana göre?
Türkiye’de doğuya tuhaf bir şeklide bakış açısı var. Daha geri olabiliriz batıya göre ama doğuda görülmesi gereken kültürler, insanlar, dağlık çoğrafya, doğanın temizliği var. Van benim için sakinliği ifade ediyor, huzurun ruhumu dinlendirdiği bir yer. Van, doğanın bir aynası aslında. Türkiye’nin bütün her yeri öyle; ama Van benim için daha ayrı. Kültürü, insanları, maneviyatı açısından beni tatmin eden, mutlu eden bir yer.
Van’da birçok kadın ve LGBTİ oluşumu OHAL’den çok etkilendi. Van’da bunlar adına mücadele edecek dernekler kurulsa güzel olmaz mı, yoksa hali hazırda hala var mı zaten? Bize yaşadığın yeri bir de bu bakış açısıyla anlatır mısın?
İstanbul, Ankara ve İzmir’deki cinsiyet ayrımcılığını önlemek için gösterilen çabayı ve mücadeleyi takip ediyorum ve bu hareketin güçlü olduğunu düşünüyorum. Öte yandan bunun, kendini gösteren bir direniş olduğunu hepimiz görüyor ve hissediyoruz. Bu üç büyük şehrin öne çıkma sebebi, şehirlerin büyük ve insanın ve kültür farklılıklarının fazla olması diye düşünüyorum. İnsanların daha fazla iletişim içinde olması olarak yorumluyorum bunu Van’da buna benzer mücadeleler düşünülse bile ortaya çıkamıyor, maalesef yok. Doğuda kadınlarımız eziliyor çünkü orada seslerini dinleyecek kimse yok kime haykıracaklarını bilmiyorlar. Ben böyle dernek veya kurumlarda tabi çalışmayı çok isterim. Öncelikle ben bir kadınım ve bu ülke adına daha iyi yarınlar bırakmak için canla başla çalışırım. Kadın haklarını, özgürlüğünü sonuna dek istiyorum, savunuyorum. Bunun yanısıra, Van’da bir LGBTİ oluşumu yok şuan. Olması gerekli. Bir insan duygularıyla insandır. Her duygunun da ifade edilmesi gerekli. Dernek, vakıf kurulabilir. Duygular ve düşünceler reddedilemez ve yok sayılamazlar.
Peki, bana biraz da ruhunun gökkuşağı tarafından da bahsedebilir misin? O renkler nedir senin için, aşk nedir sence?
Yüzyıllardır esiri olduğumuz ahlak kuralları bugün biraz olsun sarsılabilmişse yine (aslında) yüzyıllardır devam eden aşk için verilen mücadele sayesindedir. Bu ahlak kuralları, içi boş, yozlaşmış kurallar. Bu kurallar yüzünden aşkı yaşamamız engellenmeye, kısıtlanmaya çalışılıyor. Aslında bu kurallar yüzünden aşkın kendisi kısıtlanıyor. Oysa bir kadını en iyi anlayan kadındır, onun duygularını anlayabilir, hissedebilir ve ona nasıl davranılması gerektiğini bilebilir. Lise 2’de sevdiğim biri vardı. O da işitme engelliydi, naif ve nazikti. Kaza geçirmeden önce de geçirdikten sonra da yanımda oldu. Babamla tanışmak istemişti; ama ben onu istemedim. Zordu, zor olacaktı çünkü. O gittikten sonra hayatımdan, sevgiye bakış açım da daha gelişti. Mesela artık bir günün şafağına aşkla bakabiliyorum, bir çocuğa bütün sevgimi de verebiliyorum. Aşkın cinsiyeti yoktur. Bununla birlikte bir kadının bir kadınla aynı evi ve aynı hayatı paylaşmasını da önemsiyorum.
Türkiye’nin ve/veya dünyanın sence en önemli sorunu nedir, günümüzde? Ve neden?
Evrensel sorun: tanımama! İnsanların birbirinin varlığına saygılarının olmaması, doğada yaşayan canlılara saygımızın olmaması. Bütün insanlık tarihi boyunca hep birbirimizi öldürdük. Kim güçlüyse o kazanır politikası hep devam etti. Hukuki olarak insan hakları vardır. Ama eylemsel olarak hiçbir zaman yapamadık. Doğa vahşidir. Kim kazanırsa o yönetir; ama bu doğa için geçerlidir. Bu orman kanununu yıkmak istiyorsak yaşadığımız ülkelerde, şehirlerde, kültür olarak daha ileri düzeye erişmemiz ve daha eşit şartlar içinde yaşamamız, bunun için çabalamamız gerekiyor.
Çok teşekkür ederim Şehriban. Benim için harika bir deneyim oldu.
Çok hevesli başladım bu yolculuğa. Bana bu yolda arkadaşlık ettiğiniz, sesime kulak verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Unutmayalım ki insanlık tarihini güzellikler kurtaracak, bir şeyleri sevmeye başladıkça engeller kendiliğinden kalkacak.
*Bu yazı ilk olarak Kaos GL dergisinin “Televizyon” dosya konulu 164. sayısında yayınlandı. Dergiye; online aboneler dergi websitesinden ulaşabilir. Basılı halini edinmek isteyenler ise önümüzdeki haftadan itibaren kitapçılardan yeni sayıyı satın alabilirler. Dergiyi internetten satın almak için ise Notabene yayınları ile iletişime geçebilirsiniz.
Etiketler: yaşam