27/10/2016 | Yazar: Kaos GL

Sporu erkeğin atletik yapısı ile bütünleştirerek erkeğe özgü bir etkinlik olarak görme, erkeği toplumda egemen olarak kabul eden ataerkil anlayışın ürünüdür.

Spor ve cinsiyet Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Sporu erkeğin atletik yapısı ile bütünleştirerek erkeğe özgü bir etkinlik olarak görme, erkeği toplumda egemen olarak kabul eden ataerkil anlayışın ürünüdür.

                                        Ankara ve İstanbul'dan LGBTİ futbol takımları bir arada

Gülşah Eken, Kaos GL dergisinin Queer Çalışmaları dosya konulu 149. sayısına yazdı.

Giriş

Geçmişten bugüne kadınlar ve erkekler birçok değişkenin etkisiyle farklılaşmışlardır. Temelde sosyo-kültürel olan bu farklılıklar daima dile getirilmiş ve yeniden üretilmişlerdir. Bundan dolayı insan bedeni sadece bir organizma değil, tarihsel ve kültürel olarak üretilen ve belirlenen bir varlıktır. Bedenin kullanımına yönelik kurallar da yine tarihsel ve kültürel ortam içinde belirlenir.

Spor, rekreatif, herkese hitap eden, profesyonel ve amatör olarak çeşitli alanlara ayrılır.

Sosyal bilimler tarafından uzun süre ihmal edilmiş olan spor alanında toplumsal cinsiyet konusu 1980’lerden bu yana dile getirilmeye başlanmıştır. Ancak bu konu Türkiye’de yaklaşık on yıldır araştırma konuları arasında kendine bir yer bulmuştur.

Gerçekleştirilen araştırmalarda, kadın ve erkek sporcuların spor alanında karşılaştıkları deneyimlerinin farklı olmasını sadece biyolojik cinsiyetle açıklamanın bize sağlam bir dayanak oluşturmadığı ileri sürülmektedir.

Gerek yarışma sporları gerekse başka amaçlarla sporlara dâhil olan kadınların ve erkeklerin farklı spor deneyimlerini açıklama konusunda toplumsal cinsiyet kavramının önemi vurgulanmalıdır.

Cinsiyet rolleriyle erkeklik ve kadınlık tanımlarının toplumsal(yeniden) yapılandırılması sürecinde mekânla ilişkiler ve mekânsal ayrışmalar kritik önemdedir. Cinsiyet ilişkilerinin (yeniden) yapılandırılmasının niteliği, sosyo-mekânsal yapının değişken doğasını hem yansıtır hem de etkiler. Mekân ideolojik ve politik süreçlerden ayrıştırılamaz “toplumsal bir ürün” dür. (Alkan; 2009,13).

Toplumsallık denen alan cinsiyete dayalı ilişkiler tarafından baştanbaşa yeniden ve yeniden kurulur ve cinsiyetlendirilmiş olmayan bir alan yoktur. Spor ile cinsiyeti kavramsallaştırmak, spora cinsiyet perspektifinden bakmak, sporun toplum, iktidar ve politikayla olan ilişkisi hakkında bize çeşitli mesajlar verir.

Kadınların spor bilimleri alanlarıyla olan ilişkisini sadece görünürlüğü çerçevesinde algılamak yanıltıcı sonuçlara vardırabilir. Çünkü bu farklılık kadınların görünürlüklerinin her durumda belli kurallara bağlı olduğu gerçeğini görmezden geliyor.

Erkek alanı olarak görülen spor ortamında yer alan birçok kadının, hegemonik erkekliğin her türlü özelliklerine sahip olan erkek sporcu kimliği altında, kendi sporcu kimliğini oluştururken kadınlığını ön plana çıkardığını söylemek mümkündür.

Bedenler bir yandan kendilerini mekânlara kazıyıp yansıtırken, aynı zamanda mekânlar tarafından da fiziksel, toplumsal, cinsel ve söylemsel olarak üretiliyorlar. Mekân dediğimiz şey belirli bedenlerin kurulmasında aktif bir görev üstlenerek, öznelerin bedensellikleri üzerinde, derin izler bırakıyor. Bu yüzden de farklı mekânların ve sosyo-kültürel çevrelerin belirli psikolojiler, duygular ve somut davranış biçimleri yaratarak bedenleri nasıl ürettiğine bakmak önemli bir mevzu (Zengin, 2009; 265).

Spor ve Toplumsal Cinsiyet

Sosyolojide "cinsiyet", biyolojik farklılıkları, "toplumsal cinsiyet" ise sosyo-kültürel farklılıkları ifade etmek için kullanılır (Giddens, 2008 :505). Toplumsal cinsiyet kavramı, feministler tarafından, kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikleri ve ayrımcılıkları vurgulamak için kullanılmaktadır. Toplumsal cinsiyet çalışmaları, merkezine daha çok kadınları alan çalışmalardır. Kadın-erkek ilişkileri, anne-baba ve çocuk ilişkileri, eğitim alanındaki eşitsizlikler, siyasi alandaki varlıkları, iş yaşamında karşılaştıkları engeller, kadına uygulanan şiddet, medyada yer alma şekilleri vb. hususlar, üzerinde en çok tartışılan konuların başında gelmektedir (Amman, 2011: 14).

Cinsiyet, bedenin en çok önemsenen özelliklerinden biridir. Toplumsal yaşamın örgütlenişinde cinsiyet ayrımı önemli bir yer tutar. Yaşamın başından itibaren maruz kalınan temel eşitsizliklerden biri de bedenler arasındaki cinsiyet farkına dayandırılmıştır. Fiziksel bedenlerin toplumsal bedenlere dönüşmesinde en önemli etkenlerden biri de toplumsal cinsiyettir (İnceoğlu ve Kar, 2010:136).

Toplumsal cinsiyet kavramı kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılıklardan ziyade kültürel ve psikolojik farklılıkları ifade ederken, bu farklılıklara dayalı olarak kadından ve erkekten beklenen toplumsal rol ve sorumluluklar toplumsal cinsiyet rolükavramı ile tanımlanmaktadır. Biyolojik cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki farkın ortaya konması ile birlikte, “kadın” ve “erkek” kavramlarının doğal değil kültürel olduğu kabul görmeye başlamıştır.

Toplumsal cinsiyet toplumun ekonomi, aile, siyaset, hukuk, sağlık gibi tüm önemli kurumlarında belirleyici olduğu için, farklı sosyal gruplarda kadın ve erkeklerin hastalık ve sağlık dâhil yaşamın her alanında nelerle karşılaşacaklarını da tayin eder (Lorber’dan aktaran İnceoğlu ve Kar).

Kadınların, erkeklerin, eşcinsellerin, transların biyolojik farklılıkları yanında onlara toplum tarafından atfedilmiş belirli cinsiyet rolleri vardır. Bunu belirleyen de toplumsal cinsiyettir.

Toplumsal cinsiyet kavramı, spor alanında da yeniden üretilen bir kavramdır. Bunun yanı sıra sporda bedene ve fiziksel performansa dikkat edilmesi, spor alanını toplumsal cinsiyet ideolojilerinin yaratılması ve doğrulanması için kuvvetli bir ortam haline getirmektedir. Spor genelde “erkeksi” cinsiyet rolü özellikleri barındırmak zorunda bırakılan bir erkek faaliyeti olarak görülür ve güçlü sportif performans erkeklikle aynı değere karşılık gelmektedir.

Sportif faaliyetin algılanma ve değerlendirilme şeklinin yanında spor kurumunun bir toplumsal kurum olarak nasıl tanımlanıp, algılandığı da sporun toplumsal cinsiyet çözümlemesinde önemlidir. Toplumsal cinsiyet çerçevesinden baktığımızda bu süreçte ideolojik olarak önemli olan, kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılıkların toplumsal bölünmeye ve eril üstünlüğe dönüşümü ve böylelikle kadınların spor deneyimlerinin önemsiz hale getirilmesi ve küçük görülmesidir.

Bedenin kültürel ve toplumsal olarak değerlendirilmesi gerek spor kurumundaki gerekse spor alanlarındaki biyolojik beden imgesinin ve beden-zihin ikileminin ortadan kalkması bakımından önemlidir. Yarışma sporlarında beden, çeşitli antrenman teknikleri ve buna destek olan programlarla düzenlenen, fiziksel yeterlilik ve fiziksel üstünlüğün büyük önem taşıdığı bir yapı olarak ele alınmaktadır.

Özellikle spor ortamında var olan ilaç kullanımı, kadınlara uygulanan cinsiyet testleri, cinsel pratiklerin düzenlenmesi değişen toplumsal cinsiyet ideolojilerine hizmet eder. Cinsiyet testleri 1960 olimpiyatlarında uygulanmaya başlanmıştır. Başarılı olan sporcu kadınlara uygulanan bu testlerde kadınların hormonal yapısı ve kromozom yapısına bakılarak kadın mı erkek mi oldukları belirlenmektedir. Ortalama olarak dişi insan bedeninde, eril insan bedeninin onda biri kadar testosteron hormonu bulunur. Fakat kadın bedeninde testosteron hormonu değerlerinin yükselebileceği birçok durum var. Dolayısıyla aşırı testosteron hormonu, bir kadın sporcunun illa takviye hormon almış olduğunu göstermez.

Spor ortamında toplumsal cinsiyetin görünürlüğüne ilişkin çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmalarda spor deneyiminde bedenin ve fiziksel performansın üst düzeyde önemli olmasının spor ortamını toplumsal cinsiyet ideolojilerinin yapılanması ve doğrulanması için güçlü bir ortam haline getirdiği ileri sürülmektedir (Koca; 2006).

Kadının spordaki toplumsal yeri biyolojik farklılığı besleyen sportif faaliyetin algılanması ve değerlendirilmesi şekliyle yakından ilişkilidir.

Kadın toplumsal cinsiyet ilişkileri içinde ikincil ve öteki konumda olduğu için, onun bedeni, bakılan, denetlenen ve yargılanan bedendir (İnceoğlu ve Kar, 2010:139).

Sportif etkinlik, üst düzey sportif performans, üstün fiziksel özellikler, yetenek, başarı, hırs ve rekorlar ile tanımlandıkça ve spor pratiği bu tanımların dışında kalanlara kısıtlamalar getirdikçe, biyolojik farklılıklar normalleştirilerek toplumsal ikincilleşmeye dönüşür (Koca;2006).

McKinnon (1987) ve Young (1979)’ a göre erkeğin gücü ve kadının zayıflığına yönelik biyolojik farklılığa dayanan söylemler ve bu söylemlerin normalleştirilmesi, erkeklik ve kadınlık imgelerinin bedene özgü bir hale getirilmesi(embodiment) ve kadının bedenini yaralayabilir, hassas bir varlık olarak tanımlanması-dayanıklılık ve kuvvet gerektiren fiziksel etkinlikleri yapmaktan alıkonulması yoluyla gerçekleşmektedir (Aktaran Koca; 2006).

Sporu erkeğin atletik yapısı ile bütünleştirerek erkeğe özgü bir etkinlik olarak görme, erkeği toplumda egemen olarak kabul eden ataerkil anlayışın ürünüdür ve toplumda egemen olan bu anlayışın kadına erkeğe biçtiği toplumsal cinsiyet rolleri ile kadın ve erkeğin spora katılımları ve spor deneyimleri arasında yakın bir ilişki vardır (Koca; 2006).

Dünya genelinde, kadınlar için yeni olanakların oluşması, kadınlar için yeni yasal düzenlemelerin yapılması, kadın hareketinin etkisi ve sağlık ve fiziksel uygunluk (fitness) hareketlerinin artması ile birlikte kadınların spora katılımında bir artış olmuştur. Fakat bu artışın her toplumda ve her kültürde aynı düzeyde olduğunu, her zaman olumlu deneyimleri beraberinde getirdiğini ve bu artışın sürekliliğini koruduğunu söylemek biraz zor (Koca; 2006).

Spor pratiğinde beden toplumsal cinsiyet ile olan ilişkisinde merkezde duran bir konumdadır. Bourdieu ve Ellias için beden, çeşitli toplumsal kuvvetlerle birlikte gelişen ve toplumsal eşitsizliklerin devamı için ayrılmaz olan bitmemiş bir varlıktır (Shilling’den aktaran Koca; 2006).

Bourdieu sadece kültürün beden üzerinde yazılmadığını, aynı zamanda kültürün üretilmesinde ve yeniden üretilmesinde bedenin merkezi bir araç olduğunu söylemiştir. Özellikle yarışma sporlarında beden, çeşitli antrenman yöntemleri ve buna yardımcı programlarla (diyet, ilaç kullanımı vb.) düzenlenen, fiziksel yeterliğin ya da fiziksel mükemmelliğin üst düzeyde belirleyici olduğu bir yapı olarak ele alınmaktadır.

Foucault’nun bedensel üretim teknolojileri kavramı düşünüldüğünde, sporda merkezi özelliği disiplin ve kontrol olan bir kurum olarak ele alınabilir. Spor ataerkil kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda bedeni biçimlendiren, disipline eden bilgiler ve pratikler bütünüdür. Bu bütün içerisinde spor/beden birlikteliği şu yanılsamayı yaratmaktadır: Spor ve beden şeffaftır; politika, kültür ve ekonomiden bağımsızdır. Sporda önemli olan fiziksel performans ve fiziksel güçtür, yani tamamıyla biyoloji ve fizyolojinin egemenliğindeki bir alan olduğu için kültürel politikalar işlememektedir. Fakat tam da bu özelliği nedeniyle var olan farklılıkları normalleştirerek toplumsal cinsiyet ideolojilerine en fazla hizmet eden ideolojik mekanizmalardan biridir spor (Koca; 2006).


Medya, Spor ve Toplumsal Cinsiyet

Spor ve toplumsal cinsiyet ilişkisinin en belirgin olduğu alanlardan bir diğeri de kitle iletişim araçlarıdır. Birçok feminist yaklaşıma göre toplumsal cinsiyetin inşası ile kitle iletişim araçları arasındaki ilişki değişik boyutlarda ele alınıyor olsa da kitle iletişim araçlarının ataerkil değerler sistemi altında farklı kadınlık ve erkeklik tanımlarının ve deneyimlerinin inşası ve yeniden üretilmesi konusunda önemli bir araç olduğu bütün feminist yaklaşımlar tarafından kabul edilmektedir. Basının sporcu kadını betimlerken seçtiği ifadeler sporcu kimlikten önce kadınlık vurgusunu ön plana çıkardığı, sporda kadın başarısının sıra dışı bir durum olarak gösterdiği ve bu şekilde sporda kadını ikincilleştiren yargıları pekiştirdiği görülür.

Kitle iletişim araçlarının toplumsal cinsiyet rollerini yeniden ürettiği artık herkes tarafından bilinmesi gereken bir gerçektir. Medya, birçok ayrımcılığın yanında spor haberlerinde de toplumsal cinsiyet rollerine çeşitli atıflar yapmakta ve aynı anlamların tekrardan üretilmesinin devam ettiricisi ve katkı sunucusu olmaktadır.

Özsoy’a göre (2008: 203) “spor gibi erkek egemenliğinde olan bir alan da medyadır. Birbirlerine ihtiyaç duyan ve birbirlerini tamamlayan iki alan olan medya ve spor, hayatın birçok alanından daha fazla erkeklerin hâkimiyetinde kalmıştır. Spor medyasının okuyucuya yansıttığı haber ve yorumlarda kahramanlar çoğunlukla erkeklerden oluşmaktadır. Kadınların çok az yer aldığı spor medyasına en çok ilgi, erkekler tarafından gösterilmektedir.”

“Sporun genelindeki erkek egemen yapı, spor medyasının yapısına da yansımış, sporla ilgili haberlerin objelerinin çoğunluğunun erkeklerden oluşması; spor medyasındaki muhabir, yazar, editör gibi görevlerin de çoğunlukla erkekler tarafından yürütülmesi sonucunu doğurmuştur.” (Özsoy, 2008: 205)

Spor medyasında kadınların, bazen sadece “konu mankeni” olarak nitelenebilecek, tamamen aktif olamayan ve görsel amaçlı yer aldıkları açıkça görülebilmektedir.

Toplumsal cinsiyet önyargıların ve buna dayalı cinsiyetçi davranışların büyük oranda kadın bedeni üzerinden yürütüldüğü düşünülmektedir. Kadının bedeni, spor medyasında görsel bir zenginlik olarak kullanılmaktadır. Başarılı olan kadın sporculara yönelik haberlerde, başarılarından çok “kadınlık ve dişilik” özellikleri ile ön plana çıkarılmıştır. Araştırmalarla ortaya koyulmuştur ki, kadınlar erkeklere oranla spor haberlerinde daha az yer almaktadır. Bununla birlikte erkeklerin yer aldığı spor haberleri ile kadınların yer aldığı spor haberleri arasında, spor dalı bakımından da farklılık bulunmaktadır. Spor medyasında futbol ve erkek haberleri yer almaktadır. Bu durum, spor medyasını neden daha çok erkeklerin izlediğinin hem nedeni hem de sonucudur.

Eşcinsellik ve Spor

Spor, sadece fiziksel performans olarak değil belirli bir toplumsal ve kültürel ortamda yaşayan bireylerin duygu ve düşünceleriyle deneyimledikleri bir toplumsal olgudur.

Toplumsal kurumdaki toplumsal cinsiyet ilişkilerini cinsel kimliklerin toplumsal inşasını düşünmeden tartışmak güçtür. Toplumsal cinsiyetin kabul gördüğü kadınlığın ve erkekliğin zorunlu heteroseksüellik kavramına göre tanımlanması, çoğu toplumsal kurumda olduğu gibi spor kurumunda da kadının ve erkeğin yerini belirlemektedir.

Heteroseksüel kadınlığa uymama cinsiyetçi ve heteroseksist bir ayrım getirmekte ve bu ayırımdan kaçmak için sporcu kadınlar kadınlıklarını vurgulamaya çalışmaktadırlar (Choi ve Hall’den aktaran Koca; 2006).

Erkek alanı olarak görülen spor ortamında yer alan birçok kadının, hegemonik erkekliğin her türlü özelliklerine sahip olan erkek sporcu kimliği altında, kendi sporcu kimliğini oluştururken kadınlığını ön plana çıkardığını söylemek mümkündür.

Butler’a göre bireyler kendi toplumsal cinsiyetleriyle tutarlı davranışlar gösterirler fakat bu her zaman gönüllülük içinde olmaz. Toplumsal cinsiyet icra edildiğinde(perform) uygun toplumsal cinsiyet davranışların kültürel algıları da yeniden üretilir ve böylelikle toplumsal cinsiyet değerleri, normları kültürel ideolojiye gömülür. Yani toplumsal cinsiyet beklentileri hem bilinçli hem de bilinçsiz olarak da yeniden üretilmektedir (Koca; 2006).

Erkekler erkekliğin popüler imgelerinden güç, kuvvet ve bedensel kahramanlığa uymadıklarında korkak olarak etiketlenirken kadınlığın normlarına uymayan sporcu kadınlar da lezbiyen ya da Erkek Fatma olarak etiketlenirler. Diğer taraftan da normatif kadınlık kalıbına uymayan lezbiyen kadın sporcular da heteroseksüel kadınlık referansıyla ayrımcılığa uğramaktadırlar.

Özellikle 1960’lı yıllardan sonra ikinci dalga feminizmin gelişmesiyle birlikte, birçok farklı kimlik ortaya çıkmış veya görünür olmuştur. Bu dönem ailenin sorgulandığı, birçok eşcinsel hareketin ortaya çıktığı, cinsel özgürlüğün yeni bir ifade biçimi olarak geliştiği, heteroseksüelliğin eleştirildiği ve ataerkilliğin önemli bir sarsıntı geçirdiği bir dönemdir (Castells, 2008: 255).

Lezbiyenlerin spor deneyimlerinin araştırıldığı sınırlı sayıdaki çalışmada sporda lezbiyenliğin kapalı bir alan olmasından dolayı geleneksel spor ortamlarında yer alan birçok lezbiyenin vurgulanan/hegemonik kadınlık tarafından kısıtlandıkları, takım pozisyonları, ilişkiler ve mesleki güvenlikleri gibi konularda heteroseksist ayrımcılığa maruz kaldıkları belirtilmektedir (Krane’den aktaran Koca; 2006).

Bir eşcinselin sporla ilgili olması çoğu zaman imkânsızdır. Eşcinseller sportif etkinliklerde bulunuyorlar fakat açık bir eşcinsel kimliğiyle gerçekleşmiyor.

Sonuç

Bütün kültürlerde cinsiyet farklılıklarının insanla ilgili her türlü duruma yansıdığı görülmektedir. Başka bir ifadeyle cinsiyet körü bir toplum bulunmamaktadır. Fakat bu cinsiyet farklılıkları bir çatışma sebebi olmamış, kadın ve erkeğin birbirini tamamlayıcı bir unsuru olarak görülmüştür. Cinsiyet, sanayileşme ile birlikte Batı toplumlarında ve Batıdan etkilenen diğer toplumlarda bir problem haline gelmiştir.

Spor ve toplumsal cinsiyet konusu çok farklı eksenlerde tartışılabilecek bir konu olarak görünmektedir. Kadın sporcuların spor ortamındaki deneyimlerinin görünmezliği üzerinde durulup tartışılması gereken bir problemdir. Sosyal bilimler alanında ve toplumsal cinsiyet çalışmalarında spor konusu daha fazla incelenmesi gereken bir konudur çünkü incelenmeyen her toplumsal konu görünmezliğini pekiştirir.

Toplumsal cinsiyet sporun birçok noktasında kendini gösterdiği gibi, cinsiyet ekseninde tercih edilen birçok spor branşında açıkça görülmektedir. Başka bir ifadeyle, kadın ve erkeğin yaptığı birçok sporun cinsiyetçi karakteri çok net bir şekilde görülmektedir. Spor dünyasında gönüllülükten ziyade kapitalizmin normları hâkimdir. Spor her cinsel kimlikten her cinsiyetten insana açık demokratik bir katılım değildir. Her insanın spora katılımı özgürce gerçekleşmez.

Spora katılım her ne kadar bireysel bir eylem olarak görülse de aksine daha çok kurumsal bir eylemdir. Her dinden, etnik kimlikten, cinsel kimlikten, cinsiyetten ve toplumsal sınıftan insanın katılım gösterebileceği bununla birlikte söz sahibi olabileceği bir alan değildir. Spor kültürel ve sayısal olarak erkeklerin hâkim oldukları bir alandır. Bu alanda cinsiyet eşitliğini sağlamak istiyorsak kadın sporcuların da spor deneyimlerini dikkate almamız gerekiyor ve başarılarını göz ardı etmeyen spor kurumlarının var olması gerekiyor.

Günümüzde kadınların spora katılımı hususunda, henüz erkeklerle mukayese edilecek düzeyde olmasa da, önemli mesafeler alındığı görülmektedir. Kadınların spora katılımı hususunda yerleşik algılar tamamen ortadan kalkmasa da değişmeye başladığı gözlenmektedir. Kadınlar, bir zamanlar sadece erkeğin kontrolünde olan spor alanında görünür olmanın ötesinde, erkeklerde yarışır hale gelmiştir. Daha önce görmeye alışık olmadığımız veya sadece erkeklerin yarıştığı birçok spor branşında artık kadınları da görmek mümkündür.

Kaynakça

Akkaya, C.(2014). Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Spor Medyasında Kadın, International Journal of Science Culture and Sport, August.

Amman, MT. (2005). Kadın ve Spor, Morpa Yayınları, İstanbul.

Baloğlu B, Davutoğlu A.(2009). Sporun Değişen Yüzü, Derin Yayınları, İstanbul.

İnceoğlu,Y; Kar, A.(2010), Dişilik, Güzellik ve Şiddet Sarmalında Kadın ve Bedeni,Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

Koca,C.(2006).Beden Eğitimi ve Spor Alanında Toplumsal Cinsiyet İlişkileri, Spor Bilimleri Dergisi, sayı 17.

Tükenmez, M.(2009). Toplumbilim ve Spor, Kaynak Yayınları, İstanbul.

Yüksel, M. (2014). Cinsiyet ve Spor, Tarih Okulu Dergisi, sayı 21. 


Etiketler: yaşam, spor
nefret