19/06/2008 | Yazar: Barış Sulu

Aile, eğitim ve çalışma hayatında nelerden yoksun bırakılıyoruz? Türkiye’de eşcinsel olmak söyleşi dizimizin 13 Mayıs 2008 tarihli, Hacettepe Üniversitesi, Beytepe Kampüsü’nde gerçekleşen oturumunda, işte bu soruya Bawer Çakır, Buse Kılıçkaya, Erdal Matur ve Begüm Topbaşlı yanıt aradı.

Aile, eğitim ve çalışma hayatında nelerden yoksun bırakılıyoruz? Türkiye’de eşcinsel olmak söyleşi dizimizin 13 Mayıs 2008 tarihli, Hacettepe Üniversitesi, Beytepe Kampüsü’nde gerçekleşen oturumunda, işte bu soruya Bawer Çakır, Buse Kılıçkaya, Erdal Matur ve Begüm Topbaşlı yanıt aradı.

KAOS GL - 19/06/2008

Tarih:13 Mayıs 2008

Yer: Hacettepe Üniversitesi, Beytepe Kampüsü

Konuşmacılar: Bawer Çakır, Buse Kılıçkaya, Erdal Matur, Begüm Topbaşlı


BUSE: Arkadaşlar öncelikle hoş geldiniz. Bu günkü konuşmada ben biraz travesti, transeksüellerden bahsedeceğim. Bir transeksüeli ne kadar tanıyoruz? Hayatında neler var, neler yaşıyorlar? Kısaca biraz tanıklıklardan bahsedeceğim. Hemen arkasından da yaşadığımız zorluklardan, neler geliyor başımıza bunlardan bahsedeceğim. Bir transeksüel olma hali Türkiye’de kolay mı? Zor mu? Bunlardan bahsetmek istiyorum.

Hep sorulur. Ne zaman karar verdin transeksüel olmaya? Transeksüel olmaya karar verilmiyor. En başından beri kendimi bir kadın gibi hissediyorum ve kadın gibi yaşıyorum. Ama toplumsal cinsiyet dediğimiz şeyden etkilenerek, sürekli şunu yaşamak durumunda bırakılıyordum. Neden böyle? Hani bir erkeğin bir erkeği sevmesi veya bir kadının erkeği sevmesi veya bir kadının diğer bir kadını sevmesi arasında gelip gidiyordum ve ben biyolojik olarak bir erkek bedeni ile hayata gelmiştim. Ama kendimi kadın olarak hissediyordum. Bunda bir tersliğin, bir yanlışlığın olduğunu düşünüyordum. Ve böyle başladı hayata dair mücadelem. Sonuçta ben bir transeksüel olduğumu (işte o zamanki örneklerde, yaşım 31) Bülent Ersoy, Zeki Müren örneği vardı ve doğal olarak Bülent Ersoy beni en çok çeken bir örnekti. Çünkü kendimi kadın olarak görüyordum. Tabii o dönemlerde hayatın içerisinde birçok sıkıntılar yaşıyorsun ve ailenin içerisinde tek bir erkek çocuğu olarak dünyaya gelmiştim ve aile baskısı yaşamımın içerisine giriyordu. Sonuçta benimle birlikte soy isminin devam etmeme olasılığı falan vardı. Annem ‘işte çocuğum büyüyecek, evlenecek ve bana bakacak’ diye şeyler yöneltiliyordu. Bu süreçleri kolay geçmedik tabii ki. Ama kendimi kabul ettiğim süreçten sonra, ‘ben transeksüelim, ben kadınım’ demeye başladıktan sonra daha büyük zorluklar yaşamaya başladım. Çünkü yaşamımdaki en büyük sıkıntılardan bir tanesi, okul sıralarında yaşadığım sorunlardı. Erkek kıyafetleri giydirilip okula gitmek durumunda kalıyordum. Ve bu benim için tamamen eziyet verici bir şeydi. İlkokul, ortaokul, lise (kredili sistemin ilk mezunlarındandım) bir an önce okulu bitirip sonra kendi istediğim gibi yaşamak istiyordum. Ama tabii bu hemen beklediğiniz gibi olmuyor. Birçok sıkıntısını yaşıyorsunuz. Ve transeksüellerin üniversiteye devam edememe noktası da buradan geliyor. Ben iki buçuk yılda liseyi bitirmiştim. Üniversiteye gitmek istemiyordum çünkü bu psikolojiden bir an önce kurtulmak ve kendim gibi yaşamak istiyordum. Kendim gibi yaşarken aynı zamanda aileme de açılmak durumunda hissediyordum. Aileme açıldığım zaman çevrede biraz kıpırdanmalar olmaya başlamıştı.

BUSE neden böyle?’

Hani o zaman BUSE değildi ismim tabi… Neden böyle, diye bakıyorlardı. Transeksüel isen herkese direk açılmak durumundasın gibi bir durum vardı. Ben direk okulumu bitirdim. Aileme açıldım. Arkadaşlarıma açıldım. Ve hepsini birden kaybettim. Çünkü transeksüel isen eğer ailen sana baskı uyguluyor. Diyor ki ‘ben seni böyle dünyaya getirmedim. Benim senden beklentilerim vardı. Benim dışımda bana dair çok şey yüklemişlerdi. Arkadaşlarım doğal olarak ‘hayır sen böyle bir insan olamazsın!’ diyerek ötekileştiriyorlardı. Türkiye’deki eşcinsel örgütlenmeleri ile tanıştığım bir sürece denk geliyor. Başında kendimi bilinçlendirme ile hani nedir transeksüellik, eşcinsellik, lezbiyenlik ve geyliği yaşadıktan sonra çevremdeki herkes ile mücadele etmeye başladım. Oturup anlatmaya, konuşmaya falan. Ama iki yıl ailem ile görüşemedim mesela. İki yıl ailem yaşamımda yoktu. Ama yaşamımda olmamaları mücadele etmeyeceğim anlamına gelmiyordu. Şu an mesela hayatımda en büyük destekçilerimden bir tanesi ailem ve ailemle çok iyi ilişkiler içerisindeyim. Ama bunu yapamayıp, başaramayan birçok travesti-transeksüel var. Transeksüel isen tek renk haline geliyorsun. Yani görünür hale geliyorsun ve eşcinsellerin yaşadığı sorunların dışında birçok sorunumuz benzeşiyor fakat Türkiye’de yaşıyorsun. Görünürsün ve hayatını orada noktalaman gereken yerler var. Hayatın sana dayattığı zorluklar var ve sen bu hayata karşı gardını almak zorundasın.

Eğitim hakkı, aile yaşamı, sağlık, çalışma hakkın... Bir de kör noktalarımız var. Görmek istemediğimiz. Çoğu zaman dışarıda sosyal hayatımızı yaşarken, cezaevi koşulları. 10 gün oluyor ben cezaevinden çıkalı. Bunların hepsi transeksüellikten dolayı, transeksüel yaşamımdan dolayı başıma gelen şeylerdi. Eğitimimi sürdürsem dahi yaşamımız içerisinde bizim üniversite mezunu arkadaşlarımız da var. Biraz kendisini zorlayıp üniversiteye giden veya öğretmen olan herhangi bir yerde eğitimini almış olan arkadaşlarımız da var ama bu yetmiyor. Bir süre sonra görevini devam ettiremiyor ve zorunlu olarak yaşamları seks işçiliğine itiliyor. Sonuçta öyle bir duruma geliyorsun ki kendi içinde kendi kendini yıpratma. Bu güne kadar tabii ki eşcinsel mücadele çok güzel bir noktaya gelmiştir ama transeksüel mücadeleye baktığımızda yaşadığı sorunlardan dolayı kendi içine kapanmak ve zorunlu seks işçiliğinin getirdiği zorluklardan dolayı sosyalleşememe durumu söz konusu oluyor. Mesela şöyle örnek verebilirim. Birçok arkadaşımız zorunlu seks işçiliğine itildiğinden dolayı uyuşturucu bağımlısı. Birçok arkadaşımız her gün polisin şiddetine maruz kalıyor. Aileleri tarafından töre cinayetleri dediğimiz cinayetlere de maruz kalabiliyor. Yani yaşadığımız birçok insan hakları ihlalleri aslına bakıldığında eşcinsel, travesti ve transeksüel bireyler üzerinde bir dayatma olarak gösteriyor kendisini. Ama birçok hakkı savunurken her defasında bu hakları da görmemezlikten geliyoruz. Konu travesti, transeksüel ise hemen aklımıza gelen ilk örnek medyanın bize sunduğu gibi, kendisini doğrayan, jilet atan, yolda bağıran ve aşırı derecede abartı kıyafetler giyen, abartı makyajlarla çıkan insanlar. Biz farklı olmayı başaramıyoruz herhalde. Yani farklılığı kabul edemiyoruz. Kendimizden yola çıkarak bir şeyleri algılamaya çalışıyoruz. Algımız her zaman böyle hayatı algıladığımız sürece önyargıları ve ayrımcı tutumumuzu daha çok besler bir hale geliyor. Çalışma hakkından sağlık hayatına, aile yaşantısında bizim yaşadığımız en önemli sorunlardan bir tanesi görünür olmamızdan dolayı gerçekten yaşadığımız sorunlar apayrı sorunlar. Şu an dışarılarda kabahatler kanununa göre ceza yiyen arkadaşlarımız var ve 110 milyon para cezası yazılıyor. Sadece transeksüel olduğu için, fuhuş yaptığı için. Fuhuştan başka seçenek de bırakılmıyor. Ben sekiz yıl şunu söyledim. Bu sistemin bir dişlisi haline gelmeyeceğim ve sekiz yıl seks işçiliği yapmayı reddettim. Şu anda geldiğim nokta ben bir seks işçisiyim. Aynı zamanda aktivizmimi de yapıyorum. Seks işçiliği yapmadığım zaman aktivizm de yapamıyorum. Çünkü her şey birbirini besliyor ve para kazanmak durumundasın. Ayakta kalabilmek durumundasın. Yaşayabilmek durumundasın. Televizyon programlarında şunları söylüyorlar. Neden hani fuhuş yapıyorsun. Git başka bir şey yap. Bu heteroseksüel seks işçisi kadınlara da söylenen bir şey. Aynı zamanda transeksüellere de çok kullanılıyor. Sanki bütün işyerleri kapılarını açmış bizi bekliyor gibi. İş istiyorsun. İş başvurusunda bulunuyorsun. İş ve işçi bulma kurumuna gidiyorsun. Sadece transeksüel olduğun için kapıdan içeriye alınmadığın durumlar da oluyor. Grup halinde giremiyorsun. Başvuruda bulunamıyorsun. Çünkü transeksüelsin. Her an şiddet uygulayabilirsin. Bireysel olarak başvuru yaptığında ‘kusura bakmayın, alamayız’ diyorlar ama çok rahat dışarıya çıkıp seks işçiliği yaptığında hem şiddet uygulayıp hem para cezası kesip hayatın en uç noktasında şehir dışına atılabiliyorsun. Çünkü fuhuş yapıyorsun. Kim yaptırıyor bunu? Ayrıca tartışılır bir konu. Neden yapıyorsun? Şey gibi algılanıyor. Bir transeksüelin kendi bedeni ile barışma süreci vardır. Bunun için bir ihtiyaç da vardır. Git bir iş aç, bir iş yeri kur da fuhuş, seks işçiliğinden kurtul gibi bir algı da vardır. Ufak da olsa en azından orada çalışırsın. Sıfır başlıyorsun hayata. Bir transeksüel kadın, erkekten kadına transeksüel biri için konuşuyorum. Bir parantez açayım. Transeksüellik denildiğinde sadece erkekten kadına transeksüel değil, kadından erkeğe de transeksüel vardır. Bu algı genelde yaygın bir algıdır. Bir transeksüel denildiğinde böyle düşünülür. Gerçekten çok ciddi anlamda sorunlar yaşıyoruz. Ciddi anlamda sömürülüyoruz. Ciddi anlamda eziliyoruz ve kendimize dair yaşayamıyoruz. Bunun mücadelesini muhakkak kendimiz hep beraber bu sorunları ele alarak aşacağız.

Şu hapishane konusuna değinmeden geçmek istemiyorum. Cezaevlerinde gerçekten dışarıdan gözüktüğü gibi bir görüntü yok. Özellikle travesti ve transeksüellere yönelik çok ciddi bir politika uygulanıyor. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Eşcinselseniz daha beter. Çünkü travesti ve transeksüelleri yan yana koyma durumu var. Ama eşcinselleri tamamen tecrit altında tutuyorlar. Eğer bir transeksüel bir gey’ i kabul edebilirse koğuşuna ama koğuş da kolay açılmıyor. Ben 21 gün tecrit yaşadım. Nedeni şu: 1300 kişilik cezaevinde sadece bir tane koğuş açılıyor ve koğuş verilmiyor. Öğretim hakkı en temel hak. Bir insanın eğitim hakkıdır. Sadece travesti ve transeksüel olduğun için hiçbir kurstan, hiçbir atölyeden, hiçbir çalışmadan yararlandırılmıyor. Biz cezaevinden iken bunun mücadelesini verdik. Bir arkadaş okula gitmeye başladı. Cezaevinde açılan bir bilgisayar kursuna gitmek istedi. ‘Hayır! Kusura bakmayın. Güvenliğiniz söz konusu. Onun için sizi hiçbir atölyede, hiçbir kursta, hiçbir çalışma alanında tutamayız. Burada özellikle. Cezaevlerinde özgürlük çok güzel bir şey her şeyden önce. Hep görmek istemediğiz yanlarımız vardır hayata dair. Ama mücadeleyi verirken hayatın içindeki mücadeleyi değil hayatın dışında bıraktığımız insanlara da sahip çıkmamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü transeksüel ve eşcinsel olduğu için insanlar cezaevlerinde çok ciddi mantık dışı muamelelere maruz kalıyorlar. Ben biraz daha politik bakıyorum olaya. Bir transeksüel suç işlemiş ve cezaevine girmiş. Sonuçta dediğimiz gibi. Uyuşturucu ve hani birçok insan fuhuş yapmayı kaldıramıyor. Birçok transeksüel bunu isteyerek yapmıyor. Ve doğal olarak uyuşturucuya saplanıyor. Başka bir madde ile alkol ile kendisini pazarlıyor. Bu süre zarfında yaşanan olaylar ile (kanun ve yasalar önünde transeksüel isen potansiyel suçlusun) transfobik ve homofobik davranışlar ile cezalar alabiliyorlar. Sorun zorunlu seks işçiliğinden yaşadığı bir sıkıntı. Hayatın içerisine atılmış. Zorunlu olarak seks işçiliği yapıyor. Cezaevine yaşadığı koşullardan düşüyor. Sonra da orada ne halin varsa gör diyoruz ve ilgilenmiyoruz.

ERDAL: Ben Melek Göregenli’den bir alıntı yaparak başlamak istiyorum, üniversite ortamındaki homofobiye geçmeden önce. Psikolojide homofobiye ilişkin ilk kavramsallaştırmalara bakıldığında bu olgunun zihinsel bir düzensizlik olarak eşcinseller ve eşcinselliğe ilişkin irrasyonel korkularla ilişkilendirilerek bir patoloji olarak anlatılmaya çalışıldığı görülmektedir. Oysa bugün homofobi kişisel bir korku ve irrasyonel bir inanç olmanın çok ötesinde kültür ve anlam sistemleri ile kurumlar ve sosyal geleneklerle ilgili olarak ele alınması gereken politik bir alanda oluşan, gruplar arası bir sürece işaret etmektedir. Eğer yaşadığınız grup entelektüel düzeyi yüksek bir grup ise veya öyle olması gibi bir zorunluluk varsa homofobi çok daha sinsi bir şekilde ortaya çıkıyor. Biz ODTÜ’de bir topluluk kurmaya çalışıyoruz. Eşcinsellerin ve kadınların daha çok görünür olması için uğraşıyoruz. Grupta bulunan birçok arkadaş açık kimlikli eşcinsel. Heteroseksüeller de var. Kadınlar da var. Arkadaşlarımıza açıldığımızda yaşadığımız şey şu oluyor. ‘Evet, seni anlıyorum. Senin de yaşam hakkın var. Homofobik değilim’ gibi açıklamaları oluyor. Ama bu sonradan kendini çok farklı bir şekilde gösterebiliyor. Aynı proje grubunda iseniz, ya da aynı yurtta iseniz, ne bileyim bir ilişkilenme içine giriyorsanız bu bir şekilde size, aranızda bir tartışma olduğunda ortaya atılan ilk şey eşcinselliğiniz oluyor. Hocalarınız tarafından da aynı şekilde, akademisyen olduğu için homofobik olmaması gerekir. Bunu yüzünüze karşı çarpmıyor olabilir ama çok daha farklı bir şekilde size yansıtabiliyor. Ben bunu birebir çok fazla yaşamadım ama yaşayan arkadaşlarım var. Lezbiyenliğin gizlemediği için yurttan atılan arkadaşım var. Aynı şekilde okuldaki idari kurumlar tarafında çok fazla engelleniyoruz.

Ben geçen dönem açılmaya karar verdikten sonra bir grup arkadaş ile bir araya gelmeye başladık ve cinsiyetçilik ile heteroseksizmin birbirinden çok da farklı olmadığını, bağımsız olmadığını düşündük. Bunun için ODTÜ’lü kadınlar ve eşcinseller olarak toplanmaya başladık kasım ayında. Karar verdiğimiz şey sene sonuna kadar bir topluluk kurup bu sene sonuna kadar topluluk kurma sürecinde de çeşitli etkinlikler ile kendimizi duyurmak olmuştu. İlk gittiğimiz, Homofobi Karşıtı Buluşmada da oyununu sergileyecek olan Esmeray’ın oyununu sergilemek oldu. Yaklaşık 500 kişilik bir katılımla. Olaylı bir gündü aslında bizim için. Etkinliğin hem görünen tarafıyla-görünmeyen tarafı. Çünkü jandarmanın çağrılması ile ilgili. İşte ‘ODTÜ’yü transeksüeller bastı’ tehdidi ile karşılaştık biz bir yandan organizatörler olarak. Ama bir yandan seyirci çok mutlu bir şekilde Esmeray’ı ayakta alkışlıyordu. Gelenler o güçlü bağı görünce bir şey yapmaktan vaz geçtiler. Daha sonra okulun her yerine çıkartmalar yapıştırmaya başladık. ‘Eşcinselim kampüsteyim!’, ‘Hiçkimsenin namusu değilim’ gibi hem eşcinsellere hem kadınlara özgü çıkartmalarla. Özellikle insanların çok geçtiği yerlere yapıştırarak okulda bir slogan halinde getirdik. İnsanlar kendi aralarında espri olarak yapıyorlar ama konuşulan bir şey haline geldi. İşte ‘eşcinselim kampüsteyim abi!’ gibi. Bahar şenliğinde yan yana dans eden ikili erkekler, diğer arkadaşı ona ‘sen gey misin abi?’ dediğinde ‘Yok abi. Eşcinselim kampüsteyim!’ cevabı veriyor. Bunları duyduk. İkinci dönemin başında kadın ve LGBTT film günleri düzenledik. Bir film şirketi ile anlaşarak. Ücretsiz üç gün boyunca. Daha sonra 4 gün boyunca bahar şenliğinde masa açtık. Masamız çok rahatsız edici bir masaydı aslında. Çünkü giydiğimiz önlüklerde insanların genel olarak bize hakaret olarak söylediği sözlerin yazılı olduğu önlükler. ‘ibne, top, yuvarlak, kaltak, fahişe ya da orospu gibi… orda bunun homofobiden ziyade bir insan korkusu olduğunu anladık. Bu üzerimize giydiğimiz şeylerle değil de standımızda, panolarımızda duran ‘aşk herkes için’, altında travesti ve transeksüel, biseksüel, eşcinsel yazan o panoları on metre öteden okumaya çalışmasıyla fark ettik bazı insanların bize yaklaşamama halini. Ortada bir hastalık varmış da geçecekmiş gibi.

Biz de Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetim Topluluğu gibi ODTÜ’deki ayağını düzenlemeye çalışıyoruz şu an Homofobi Karşıtı Buluşmanın. Topluluk başvurusunu yaptı. Çok değişik engellemelerle karşı karşıya kalıyoruz. Topluluğumuzun ismini ‘Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları’ olarak belirledik. Akademik danışmanımız yine ODTÜ’de bulunan bir anabilim dalı olan Kadın Çalışmaları bölümünün başkanı. İlk resmi olmayan, hiçbir şekilde hiçbir yerde geçmeyen isteklerde bulundular bizden. Ona yönelik stratejiler geliştirmeye çalışıyoruz. Çünkü inandığımız şey yine aynı şekilde kadınlarla ortak hareket etmemizin sebebi. Kürşad Kahramanoğlu’nun, Yakın Ertürk’ün de anlattığı gibi birbirine paralel olduğuna inanıyoruz kadın hareketi ile eşcinsel hareketin. Bunu var etmeye çalışıyoruz. Bir de şöyle bir şey yaptık. ODTÜ’de her sene yapılan bahar şenliği ve devrim yürüyüşü var 20 senedir yapılan. Biz ilk kez bu sene 30 kişilik bir grup ile katıldık. Tuttuğumuz bayrak mor renkli bir bayraktı. Bayrağın üzerinde Emma Goldman’dan ‘Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir!’ ve her iki tarafında gökkuşağı bayrakları ile ‘ODTÜ, susma. Haykır. Eşcinseller vardır’, ‘ kadınlar vardır’ sloganları ile insanların arasın karıştık. Tabii ilginç bakışlar ile karşılaştık ister istemez. Ama var olmaya devam edeceğiz. Teşekkür ederim.

BEGÜM: Merhaba herkese. Yurttan atılma deyince ben hemen oradan, yaşadığım deneyimden başlamak istiyorum. Eğer kampüste iseniz normal olarak üniversite öğrencisi olarak hayata başlarsınız. Her şey olduğu gibidir. Ama hayatınızın o döneminde benim karşıma çıkan şuydu; birine âşık oldum. Ve bu kadındı. İlk önce sorgulamadım. Çünkü bana sorgulayacak bir şeymiş gibi gelmedi. Biraz Polyanna’cı bir bakış açısı olabilir. Açık mıyım? Kapalı mıyım? Bunu hiç düşünmeden arkadaşlarıma söyledim. Sonra olaylar ilerlemeye başladıkça fark ettim ki gelen tepkiler çok farklı olmaya başlıyor. Yani bir senedir iki senedir tanıdığınız insanların tepkileri değişmeye başlıyor. Konuşmaları değişmeye başlıyor. Ne yaparsanız yapın her şeyi bir şekilde oraya bağlıyorlar. Ama aslında ortada bir şey yok. Eğer onu bir kadın değil de bir erkek olarak söylemiş olsaydım hiçbir sorun olmayacaktı. Daha sonra yurtta duyulmaya başlandı. Ben de hiçbir zaman ‘Hayır! Öyle bir şey yok’ demedim. En sonunda müdüriyete kadar gitti. Müdüriyet de geldi ‘Yurttan çık!’ dedi. Ben de ‘Tamam’ dedim. Yurttan çıktıktan sonra aileme söylendi. Ailemden aldığım tepkiler çok farklıydı. İlk önce annem ile yüzleşmem gerekti. Annem ile yüzleştiğim zaman şunu fark ettim. Aslında sorun lezbiyen ve biseksüel kadınların sorunu. Zaten ötekisiniz. Bir de kadınlıktan çok fazla sorun yaşıyorsunuz. O kadın olduğu için zaten içinde çok fazla korkusu var. Ve neleri aşmış olursa olsun size şey diyor. ‘Evet, ben seni anlıyorum. Ama ilerde çok zorluk çekeceksin’. Şimdi buradaki herkes duymuştur bunları yaşayan. Ama senin üstünden hayaller kurulmuştur. Aynı şeyler yaşanmıştır. Ama kadın olduğun için daha çok zarar geleceğini düşünüyorlar. Kadın olduğun için daha fazla zorluk yaşayacağını düşünüyorlar. Ve bu yüzden de görünürlük bazı yerlerde sorun olduğu gibi bazı yerlerde görünürlük olmaması daha fazla soruna yol açıyor. Kadınların hiçbir yerde ortaya çıkmaması, hiçbir yerde konuşmaması, sürekli dinlemesi, hiçbir şekilde görünür olmaması. Bu sefer görünmezlik daha fazla soruna yol açmış oluyor. Ben kadınlarda böyle olduğunu düşünüyorum. Kadınların daha fazla görünür olması kolay bir şey mi? Tabii değil. Sonuçta ben yurttan çıktım evde kalıyorum. Ev sahibim bizde beni piercing’ime rağmen, ona buna rağmen bir şekilde diyelim ki kabul ediyor. Ne kadar yanlı olsa da, ne kadar önyargıları olsa da bir şekilde beni tanıyor. Ama bunu öğrendiği zaman mesela onun da tavrı değişecek. Peki, ben görünür olmamalı mıyım? Sevgilimle ya da istediğim yerde. Zaten ben kimseye özel hayatımı anlatmak zorunda değilim ama saklamak zorunda da değilim. İstediğim gibi konuşma hakkına sahibim. Biriyle el ele giremiyorsam ya da bu el ele girmem, o evde yaşamam benim evim. Sonuçta onu hiçbir şekilde ilgilendirmez. Ama bir yerde bir tutukluk yaşamaya başlıyoruz. Bu neye yansıyor? Eğer ev arkadaşlarınız varsa bir yerden sonra ‘Tamam, seni anlıyoruz. Evet haklısın. Her şeyi anlıyoruz. Homofobiyi de anlıyoruz. Hepsini anlıyoruz. Ama işte hani olmasa, yanınızda gözükmesek’. Mesela şenlikteydik iki gün önce. Bir grup oturuyoruz. Çok iyi arkadaşız hepimiz. Ve görünür olan iki kişinin orda olmasını istemiyorlar. Hepsi homofobik olmadığını söylüyor. Ama orada da olmak, başka kampüsteyiz hani arkadaşlar geliyor görüyor. Homofobinin acıma ya da hoşgörü ile hiçbir alakası yok. Teşekkür ederim.

BAWER: Ben arkadaşlarımın anlattığı konular dışında kalan birkaç ayrıntıya değinmek istiyorum. Ben eşcinsel olduğumu, ‘eşcinselliğin kötü bir şey olduğunu’ fark ettiğim an, sokakta oyun oynamaya başladığım andı. Çünkü ben gerçekten erkeklerden hoşlanmamın bana verilmiş bir özellik, bir ayrıcalık olduğunu zannediyordum ve bununla çok mutluydum. Bir sorun olduğuna dair kafamda hiçbir şey yoktu. Ancak ne zaman ki biraz sokağa çıkmaya ve arkadaş edinmeye başladığımda insanların benim hal ve hareketlerime yönelik çeşitli kendilerince zekâ belirtisi olan ama üstüne hiç düşünülmediği çok aşikâr çeşitli sıfatlarla beni nitelendirmeleri ve beni parmakla göstermeye başladıklarında ilk olarak bir şeyden mahrum kaldığıma o oyunlara girmemek olmuştu. Çünkü oynadıkları hiçbir oyun ‘dokuz aylık, kukalı saklambaç, uzun atlama’ gibi bir şeyi ispat üzerine oynadıkları oyunlarda beni nedense yetersiz görüyorlardı ve onlar kadar erkek değildim hal ve hareketlerim nedeniyle. Hepimiz çocukluğumuzla ilgili oyunlar hatırlıyoruz. Ve anılarımız bunlar ile ilgili. Biliyorum ki birçok arkadaşım için böyle. Bazı oyunlarda gerçekten kenarda beklemek zorunda kaldık. Hatta onlardan çok iyi yapabileceğimden çok emin olduğum halde. Ortada bir şey var ve o olan şeyi anlamıyorsun ve sadece üzülüyorsun. Hani klişe var ya ‘eşcinseller sanatçılar, yaratıcılar’. Bunun nedeni gerçekten sokakta sizi oyuna almamaları. Çünkü odanıza dönüp ya resim çiziyorsunuz, ya saçma salak şarkılar söylüyorsunuz ve bir şekilde bundan sonra size ait bir özelliğiniz oluyor. Tamam, ilerde para kazanabilen insanlar var. Çok iyiler ama kimse bana kaset yapmadı yani. Ben oyunlara alınmamakla kaldım orada. Biraz büyüyüp bunlarla baş edebilmek gerektiğini, bunlarla mücadele etmek gerektiğini biraz anladığımızda ve o boş zamanlarımızda çok kitap okuduğumuz için artık kafa başka şeylere çalışmaya başlıyor. Ben İstanbul’da Bağcılar’da hani seçim zamanında üçüncü bölge diye nitelendirilen bölgede çocukluğumu geçirdim ve bir şekilde babam Kemalist (ama hani bugünkü Kemalizm gibi bir şey değildi o zamanki çok sola işaret edendi, içinde devrimci duygular barındıran bir şeydi o zamanlar) orda bir şekilde toplanan gençler var, insanlar var. Onlarla bir şekilde ilişkilenmeye, biraz politik olarak okudum, az çok adını duyduğum insanlar hakkında bir şeyler konuşmak bir şeyler dinlemek istiyordum. Bir süre çok iyiydi her şey. Ben yılların birikimi ile herkes ile süper diyaloglar kuruyordum ve bir anda devrim geliyor, mücadele geliyor bana emekten bahsediliyor ama benim hissettiğim şeylerin de bu mücadelenin bir parçası olabilir diye düşünmeye başlamıştım. Eşcinsel olduğumu söyledim. Eşcinsel değil de erkeklerden hoşlandığımı söyledim. Çok soğuk bir rüzgâr esti. Sustuk. Devrimci bir susuş oldu. Benim saftirik çocuk şeylerinin dışında o örgütlü olarak nefret duygusuyla karşılaştığım andı. Devrimci gençlik korosu var. Ben oraya gireceğim ve o marşların hepsini yürekten söyleyeceğim diye büyük bir heves var. Evde çalışıyorum her gün. Timur Selçuk dinliyorum. Babam delirmiş durumda. Evin her yerinde 1 Mayıs diye bağıran bir çocuk var. Ben o koroya girmek istediğimi söyledim. Bana daha sonra şöyle söylediler. ‘BAWER, gelecek vadeden bir gençsin ama bizim grup bu şeyin kapitalizm ile ilgili bir şey olduğunu düşünüyor.’ Anlayacağımı düşündüler bir umut yani. Hamburger bile yememişim o yaşta. Kapitalizmin ne olduğunu bile bilmiyorum. ‘Bu kapitalizmin bir sorunu. Senin için de mücadele edeceğiz. İşçiler özgürleşecekler ve sonra sen de kurtulacaksın‘ dediler. Şöyle söyleyeyim. Bu bir drama diye söylemiyorum ama kültür merkezinden eve gelirken bu Yılmaz Erdoğan’ın ‘Ömrümün en uzun, ömrümün en bitmez yolu’ gibi ağlaya ağlaya gelip odamda kapıyı kilitleyip kafamda bir şey oturtmaya çalışıyordum. Ben mücadeleye dâhil olmak istiyorum. Gerçekten inanıyorum. Heyecan duyuyorum ama bu mücadele beni, gerçekten o verdikleri mücadele sonunda halledilecek bir sorun olarak görüyor. Ben belki bu gün birçok teorisyen, akademisyenden biri olabilirdim. Bunun bile önünü engellemiş olabilirler.

Okul hayatı bence her gün bir travmadır. Heteroseksüeller için bile çok zordu ama eşcinseller için çok fena çünkü beden dersi gibi korkunç bir şey var orda. Erkek olduğun için, şu beden erkek bedeni olduğu için futbol oynamak zorundayım. Voleybola ölüyorum. 15 yaşında tenise gönül vermiş bir insanım. Ama yok. Katiyen olmaz. Onlar erkek oyunları değiller. Annemlere yalvardım ve rapor aldırdım. Beden dersine çıkamaz diye. Yalandan üç kere okulda bayıldım. Derse girmekten yırttım. Çok mutluyum derslerin hiçbirine girmediğim için. Ama zaten şöyle bir şey var. Sizin zaten başlı başına karşı cinsten kadın arkadaşlarınızla sosyalleşmeniz, onlarla bir şey paylaşmanız, bir alan yaratmanıza bile mani olunuyor. Erkekler tek sıra haline girmeli ve sağdan saymalılar. Burada eşcinsel olup olmamakla ilgili bir şey değil. İnsan olarak sizin orada bir iradeniz bir karar vermeniz, sizin orada tercih yapmanızın önüne geçiliyor. Okul bitti üniversiteye başladık falan. ÖDP, aşkın ve devrimin partisinin şanlı günleri. Ben de devrim falan bir ilişkilendim onlarla. O kadar denemişim denemişim bir şey olamamış Trakya Üniversitesinde ben, ülkücüler tarafından en sevilen öğrenci ‘ilk gün’ ilan edildim. Bana omuz atıyorlar. Bir şeyler yapıyorlar falan. O kadar saçma ki. Orada örgüt liderleri var. Benle niye uğraşıyorsunuz? Bir oldu, iki oldu. Ben eşcinsel mücadelesine başladığım anı söyleyeyim. Omuz attılar. Merdivenden düştüm ve bir cinnet geçirdim o anda. Bunu bana neden yaptıklarını sordum o anda. Hem kürt, hem solcusun, bir de ibnesin dediler. Ben kimse ile yatmadım. Bu bilgiye nerden vardınız gerçekten, hani böyle bir vaka yok ortada bunların böyle bir bilgiyi bilmesini gerektiren. Okulu bitirdim. Onu da erken bitirdim. Çünkü kaçıp kurtulmak istiyordum. Bütün okul ile ilişkim şimdiye kadar öyleydi. İşe girmek istedim. İşlere başvurdum. Bir süre eşcinsel olduğumu hiçbir yerde söylemedim ama bazen söylememe gerek kalmıyor maalesef. Bedenim de halim tavrım ben eşcinselim diyen bir tavır sergiliyor. Bütün iş yerlerinde bir yerden sonra insanlar sizin o tavırlarınız nedeniyle sizinle iletişim kurmamaya başlıyorlar. LGBT bireyler için en büyük sorun orada başlıyor. Gerçekten bir yerden sonra arkadaş edinememeye başlıyorsunuz. Eşcinsel olduğunuzu söylediğinizde yalandan, çok sinsi bir samimiyet gösteriyorlar size ama gerçekten aramamaya, sizinle konuşmamaya, bir yerlere gitmemeye, bir yerlerde oturup içki içmemeye başlıyorlar. Bilmiyorum sizler için ne kadar önemli. Ben arkadaşlarım ile zaman geçirmeyi seven bir insanım. Ama benim hayatımın beş yılı gibi uzun bir süre ne eşcinselliğim hakkında konuşabildiğim insanlar oldu eşcinsel olan, ne de arkadaşım olabildi. Çok uzun bir süreyi tek başıma geçirmek zorunda kaldım. Hayatımda ikinci kez bir tecrit hissediyordum. O sokaktan yürürken de, bir yerlere giderken de, bir yerde otururken de insanlar sizinle ilişkilenmiyorlar. Şimdi tamam hallettim bu travmaları, üstünden geçtim ama zor zamanlar geçirmek durumunda kalıyorsunuz.

İş yerleri zaten başlı başına bir sorun. Eşcinsel olduğunuza ikna olduklarında, sizin bunu söylemenize, belli etmenize gerek yok. İşçi yasaları patronu kollayan, sermayeyi kollayan yasalar ve sizi işten atabilmeleri için çok nedenleri var. Erkek bir arkadaşınızın sırtına dokunduğunuzda müdürüne gidip beni taciz etti diyor. Ve siz işten atılabiliyorsunuz. Bir insanın bir insana dokunması bazı yerlerde işten atılma, ekmek parasından yoksun olma, hayatınızın bir süresini yine iş arayarak geçirmek zorunda bırakılmaya işaret ediyor maalesef ki. Ben yedi aydır işsizim. İşten çıktım. Çeşitli küçük küçük işler yaptım haftalık falan ama yedi aydır başvuruyorum. Ben Kaos GL’nin muhabir eğitimini aldım. Kaos GL’de yazıyorum falan ama medya alanında çalışmak istiyorum. Hayatımda bir kariyer planlaması yaptım ilk defa ve medya alanında çalışmak istiyorum. İşte Kaos GL’de yaptığım işleri, Lambdaistanbul’da yaptığım işleri yazdım özgeçmişime. Bana olumsuz cevap bile gelmedi. Aynı işe arkadaşım da başvurdu. Gerçekten. Bunu denemek için yaptık. Onu görüşmeye çağırdılar. Kendimi övmek adına söylemiyorum ama gerçekten rezil bir özgeçmiş yazdık ona. Kimsenin dönüp bakmayacağı bir özgeçmiş. Aynı gün yolladık. Görüşmeye çağırdılar. Bana bir cevap dahi yollamadılar. Ben on senedir çalışıyorum. İş yerlerinde gerçekten korkunç şeyler yapıp her şeyi sizin yüzünüze yüzünüze vurup, utanmadan o kalabalıklarda sizle dalga geçip, ‘çekil’ eşcinselseniz her ortamın dalga geçilecek unsuru oluyorsunuz baştan. Bunu kabul etmemiz de gerekiyor bir yerde. Ben kabul etmedim. Siz dalga geçilen, eğlenilen biri oluyorsunuz.

Ben Bülent Ersoy sendromunu yaşayan insanlardan değilim ama bunu kırdığım an, 17 yaşında Taksim’e geldim. Bir sürü insan gördüm. İnanamadım. Allahım! Herkes eşcinselmiş, bundan niye haberim yok dedim. Şöyle bir şey oldu. Ortada bir eşcinsel stereotipi var. Maalesef insanlar buna çok inanmış. Sistem böyle işliyor zaten. Hani televizyonda gördüğümüz o karikatür insanlar. Ben 17 yaşında gey bara gittim. Herkes çok güzel giyiniyor. Herkesin takıları var. Tişörtler şahane. Ben böyle paçoz. Bağcılar’dan gelmiş. Herkese bakıyorum. Kimse suratıma bakmıyor dönüp. Çirkin olduğumu falan düşünüyorum. Sefil bir insan olduğumu düşünüyorum ve eşcinsel olmağımı düşünüyorum. Yoksunluk bir yerde belki yoksulluk da demek aslında. Eşcinsel haklarının henüz sırası olmadığını düşünen insanlar var. Bazıları çok akıllı. Gey barlarınız falan var. Orada eğleniyorsunuz falan diyor. Arkadaşlar gey barlar hiçbir zaman cennet değil. Çünkü sistem şöyle bir şey kurguluyor. Diyor ki siz o bara girene kadar kapıdan heteroseksüel olun, bu hayat böyle akıyor zaten. Heteroseksüel bir hayat. Oraya girene kadar heteroseksüel takının. Oraya girince ne yapıyorsanız yapın. Özgürsünüz. On milyona bira için. Vestiyere beş milyon verin. Orda harcayın. Ama oradan çıktıktan sonra lütfen heteroseksüel hayatınıza geri dönün. Oralar bize sunulmuş bir hizmet gibi görünse de böyle bir şey yok. Çünkü o algıyı besleyen, dışarıda televizyonda gördüğümüz algıyı besleyen bir şeye hizmet ediyor. ‘Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm’ diyordu şair. Gerçekten bunların hepsi zor şeyler. Bazı şeyler paramız olmadığı için elde edemiyoruz. Eğitim bunlardan biri, barınma bunlardan biri. Anayasada bir madde var. Herkesin eşit olduğunu söylüyor. Herkesin aynı haklara sahip olduğunu söylüyor. Yalan! LGBT bir bireyseniz ev bulmanız zor. İş bulmanız zor. En temel haklardan bahsediyorum. Barınma hakkınız yok. Bazı travesti transeksüel arkadaşlarımız lokantalardan gözaltına alındı. Şöyle bir sorun daha var. Biz gündüzlerden mahrum bırakılıyoruz. Özellikle travesti transeksüel arkadaşlar ama hepimiz için böyle bir sorun var. Geceler bize sunulmuş. O jungle’a girin. Her şey başınıza gelebilir. Çoğu travesti transeksüel arkadaşımız gece dışarı çıkmıyorlar. Allah’tan ‘gettolarda’ bakkallarımız hizmet veriyor. Eve servis yapıyor. Ekmeğimizi eve getiriyorlar falan ama bakın şurada perdeler kapalı. İçeri güneş girmiyor. Bir nedeni var. Ama bazı insanlar güneşi görmeden çok uzun zamanlar yaşıyorlar. Her şeyi bırakın. Kozmetik endüstrisi buna karşı çıkmalı. Erken yaşlanıyorsun falan hani. Dinlediğiniz için teşekkür ederim.

* Konuyla ilgili haberler:

[[TEO 5: Eşcinsel ve Gazeteci Olmak]]

[[TEO 4: Eşcinsel ve İşçi Olmak!]]

[[TEO 3: Eşcinsel ve Öğrenci Olmak!]]

[[TEO 2: Türkiye’de Eşcinsel ve Sanatçı Olmak!]]

[[TEO 1: Türkiye’de Kadın ve Eşcinsel Olmak]]

[[22 Mart’ta ‘Türkiye’de Eşcinsel ve Sanatçı Olmak’]]

[[9 Mart’ta ‘Türkiye’de Kadın ve Eşcinsel Olmak’]]

[[Türkiye'de Eşcinsel Olmak!]]


Etiketler: yaşam
İstihdam