11/08/2012 | Yazar: Kaos GL

Çiçek Tahaoğlu Stkocholm’deydiİsveç’te LGBT hakları mücadelesi tüm kazanımlarını elde etmiş gibi görünüyor. Onur Yürüyüşü’nde hak talepleri yok, gerçekten "pride" ve eğlence var.

Topuklu Ayakkabı Giyme Hakkı! Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Çiçek Tahaoğlu Stkocholm’deydi
İsveç’te LGBT hakları mücadelesi tüm kazanımlarını elde etmiş gibi görünüyor. Onur Yürüyüşü’nde hak talepleri yok, gerçekten "pride" ve eğlence var.
Dünyanın en homofobik ülkelerinden 13 gazeteci, Onur Haftası için Stockholm’deydik.
Bu elbette bir tesadüf değildi. İsveç Enstitüsü, toplumsal cinsiyet eşitliği nasıl oluyormuş, gidip yerinde görmemizi istemişti.
Onur Haftası, İsveç’in en büyük etkinliği. Ulusal bayramdan, ülkede olan biten her şeyden daha önemli ve büyük bir organizasyon olduğunu anlatıyor herkes. Zaten Onur Haftası ruhu, Stockholm’u da kaplamış durumda. Otobüslerin, taksilerin ve neredeyse tüm binaların üzerinde gökkuşağı bayrakları dalgalanıyor.
Biz de Arnavutluk, Çin, Gürcistan, Makedonya, Fas, Rusya, Tunus, Sırbistan ve Türkiye’den gazeteciler olarak, şaşkınlıkla geziyoruz şehri.
 
Muhafazakar Partide gey bir vekil 
İlk durağımız Gey ve Lezbiyen Ağı proje müdürü Christina Gugenberger. Kafamda bu ağın bir hak örgütü olduğu fikriyle içeri girsem de, daha çok bir seyahat acentasına benzediğini görüyorum. Zaten Christina da 1995’ten itibaren şehre LGBT’leri çekmeye karar verdiklerini, şu an Stockholm’un LGBT’lerin en çok ziyaret ettiği şehirlerden biri olduğunu anlatıyor.
Bu sırada araştırmalara göre eşcinsellerin seyahatlerinde heteroseksüellere göre daha fazla harcama yaptığını da öğreniyoruz!
Bir sonraki durağımız belediye binası. Burada da Muhafazakar Parti’den belediye meclisi üyesi bir milletvekili ile buluşuyoruz. Christer Wennerholm, 11 yıl boyunca bir kadınla yaşadığını, 30 yaşında bir çocuğu olduğunu anlatıyor. Son sekiz senedir ise hayatını açık bir gey olarak sürdürüyor. 
"Günümüzde açılmak çok kolay, 60 yaşında olsanız bile" diyor Christer, "Demokrasinin özü, bireysel seçimler yapabilmektir. Muhafazakar bir milletvekilinin gey olmasını insanlar bazen garipsiyor. Bu noktada şöyle düşünmek gerekiyor: bir işe başvurduğunuz zaman mesleki nitelikleriniz mi önemlidir, yoksa kiminle seks yaptığınız mı?"
İsveç Parlementosu’nda Hristiyan Demokratlar dışında tüm partiler LGBT haklarını destekliyor.
Eşcinsel Polisler Derneği
Gezinin benim için belki de en ilginç durağı karakol oluyor. Burada bizi İsveç’in ilk eşcinsel evliliğini yapmış polisi Göran Stanton ve Hannah Anson karşılıyor.
Göran, teşkilatın içinde cinsel yönelimini saklamak zorunda kaldığı için 1987’de polisliği bırakmak zorunda kalmış. Sonra 1992’de tekrar başlamış. "Eğer cinsel yönelimin konusunda açık olursan, kimliğinle ilgili saklamak zorunda olduğun şeyler olmazsa işini daha iyi yaparsın" diyor.
"Eşcinsel Polisler Derneği" 2000’de kurulmuş. İsveç Polisi ise iki yıl sonra cinsel yönelim ayrımcılığına karşı bir proje başlatmış.
Bu sohbet boyunca en çok tekrarlanan cümle "polis herkes içindir" oluyor. Göran, eskiden LGBT bireylerin polisin ayrımcılığına uğradığını, eşcinsel polislerin bu algıyı kırmak için her sene Onur Yürüyüşü’nde üniformalarıyla yürüdüklerini anlatıyor.
"Üniformayla yürümemize önce karşı çıktılar. Bunun gerçekleşmesini sağlayan komiserimiz Carin Götbland, eşcinsellerin idolü haline gelen heteroseksüel bir kadın. Ona bunun için teşekkür etmeye gittiğimizde, ’Ben sadece bir imza attım, asıl cesur olan sizlersiniz. Üniformalarla yürüyecek olan sizsiniz’ dedi."
Dernekte 120 polis var. Lezbiyenlerin polis teşkilatı için de daha görünür olduğunu söylüyorlar. Hannah, derneğe üye olmayan birçok gey polis arkadaşı olduğunundan bahsediyor. "Zaten hiçbir baskıyla karşılaşmadıkları için örgütlenme ihtiyacı hissetmiyorlar. Ama biz bunu kendimiz için değil, daha geniş kitleler için yapıyoruz" diye anlatıyor durumu.
Lezbiyen bir psikopos
Ve günlerdir herkesin büyük bir hayranlık ve saygıyla anlattığı Stockholm Psikoposu Eva Brunne ile buluşuyoruz. Luteryan Kilisesi’nin başında bulunan Brunne, lezbiyen. 11 yıldır bir kadınla evli ve bir de çocuğu var.
"1981’de yürüdüğümüzde 281 kişiydik. Şimdi 50 bin kişi yürüyoruz" diye başlıyor sözlerine. "İki ayda 70 röportaj verdim ve soru hep aynıydı: Aynı anda nasıl lezbiyen ve psikopos olunur? Cevabı da basit: Aşkı bir kere bulduğunuzda, hayır demek imkansız."
Brunne, Luteryan Kilisesi’nin reformlara açık olduğunu, birçok eşcinsel nikah kıydıklarını anlatıyor. Ama yine de en yenilikçi kilisenin kendilerininki olmadığını söylüyor. "Kosta Rika’da bir kilisenin, ’Homofobi, tedavi edilebilir’ yazılı bildiriler dağıttığını gördüğümde çok etkilenmiştim."
Sığınakta sadece iki kişi 
Onur Haftası boyunca Stockholm’da bir Onur Parkı kurulmuştu. Burada derneklerin, meslek örgütlerinin, çeşitli markaların standları, çocuklar için bir bölüm, konserler için kurulmuş bir sahne, kısacası her şey var. Bir müzik festivali alanına benziyor. Hatta oldukça ticari bir organizasyona dönüştüğünü söylemeden edemeyeceğim.
Birçok kişiyle buluştuk, konuştuk, herkes her şeyin muhteşem olduğundan, İsveç’in LGBT’ler için bir cennet olduğundan bahsetti. Peki hiç mi sorun yok? Küçücük pürüzler bile mi? Eğer yoksa bu noktaya nasıl geldiler? Nasıl bir mücadele deneyimi yaşadılar? Bu soruların cevabını öğrenmek oldukça uğraştırıcı oluyor. En sonunda organizatörler, RSFL örgütünden bilgi alabileceğimızi söylüyor.
Burada bizi Sofia Kuno karşılıyor. Ama LGBT’lerin sorunları ve talepleri nelerdir diye sorduğumuzda bir süre düşünmesi gerekiyor. Sonra LGBT’lerin heteroseksüellere göre daha çok şiddete maruz kaldığını öğreniyoruz. RSFL’nin GBT (gey, biseksüel, trans) erkekler için bir sığınağı varmış. Kapasitesi ise iki kişilikmiş.
Talep: Dört ebeveynli çocuk 
Büyük gün geliyor. 50 bin kişinin yürüyeceği, 500 bin kişinin izleyeceği Onur Yürüyüşü’ne gideceğiz.
Yürüyüşten önce, ülkenin en yaşlı milletvekili olan ve LGBT haklarının gelişiminde çok önemli bir rol oynayan Barbro Westerholm ile buluşuyoruz. Sonunda bu değişimin nasıl gerçekleştiğine dair sorularımıza "İsveç toplumu hep açık görüşlüydü"den farklı cevaplayacak biriyle konuşacağımız için heyecanlıyız.
Barbro anlatmaya başlıyor:
"Değişim 1979’da başladı. Bir gün LGBT’ler Sağlık ve Sosyal Hizmetler binasının önünü işgal etti. O zamanlar eşcinsellik, ruhsal hastalıklar kategorisindeydi. Açıldıklarında işlerinden oluyor, şiddete maruz kalıyorlardı. LGBT’ler de protesto olarak, kendilerini Ulusal Sağlık Sigortası bürosuna ’hasta’ olarak ihbar ediyorlardı."
Ardından partnerlik sistemi, işyerinde ayrımcılığa karşı yasa, şiddete karşı yasa, eşcinsel evlilikler, lezbiyenler için tüp bebek uygulaması tek tek kabul edilmiş.
Bütün bunlar olurken, ülkenin tanınmış sanatçıları, aydınları eşcinsel olduklarını topluma açıklayarak mücadeleye önemli bir katkıda bulunmuş.
Barbro, parlemento binasına Elisabeth Ohlson Wallin’in İsa’yı gey olarak resmettiğifotoğraflarından bir sergi açılmasını sağlamış. Hristiyan Demokratlar bile bir süre sonra bu resimlere bakıp, "güzelmiş" demişler.
Barbro’ya son olarak LGBT’lerin en güncel taleplerini soruyoruz. Cevap: Gökkuşağı aileler. Örneğin bir lezbiyen çift ve bir gey çiftin birlikte tüp bebek yöntemiyle bir ya da daha çok çocuğunun olabilmesi; yani çocuğun dört ebeveyne sahip olması. Burada çıkabilecek sorunlar hala tartışılıyor. Bu talep, benim tahayyül edebildiğimden çok daha ileri bir seviyede. Diyecek bir şeyim yok. Ne güzel.
Mücadele bitti, sıra eğlencede
Yürüyüş alanına gittiğimizde her yer çoktan dolmuştu. Bütün Stockholm sakinleri sandalyeleri, yiyecek-içecekleri, çocukları ve evcil hayvanlarıyla caddelerin iki yanında yerini almış bekliyordu.
Yürüyüşün "yürüyemeyenler için yürüyoruz" pankartıyla başlaması çok etkileyiciydi. Aslına bakarsanız 50 bin kişilik kortejde en politik mesaj da buydu. Kimse slogan atmıyor, herkes neşeyle izleyicileri selamlıyor ve dans ediyordu. "Hak" kelimesinin geçtiği tek pankart "Erkeklerin topluklu ayakkabı giyme hakkı"yla ilgiliydi.
Psikopos Eva Brunne, bu durumu "Şu an geldiğimiz noktada mücadele değil, gurur ve eğlence hissi var" diyerek açıklamıştı aslında.
Yine de Türkiye’den giden biri için garip bir his. Gezi boyunca kafamda bir sürü soru dönüp durdu. Acaba bin yıl sonra da olsa, biz de bu noktaya gelir miyiz? Peki İsveç’te gerçekten de her şey göründüğü kadar yolunda mı? Bazen umutlandım, bazen umutsuzluğa kapıldım.
Ama şunu da söylemem lazım, geziye katılan gazetecilerin geldiği ülkeler arasında sadece Türkiye’de Onur Haftası düzenleniyor. Onlara bu sene 20. Onur Haftası’nı kutladığımızı, 10. kez Onur Yürüyüşü düzenlendiğini, binlerce kişinin katıldığını anlatırken kendimi çok havalı hissettim.
Daha önümüzde çok yol var. Gökkuşağı aileleri tartışma noktasına gelmeden önce (ki bu noktaya geldiğimizi görmeye benim ömrüm yetmez diye düşünüyorum) LGBT’ler ve tüm marjinalize edilen gruplar için yaşam hakkını, eşit vatandaşlık hakkını kazanmamız, nefret suçları yasasını çıkarmamız, anayasaya cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ifadelerini sokmamız ve daha bir sürü değişim gerekiyor.
Barbro, tüm bu kazanımlar için mücadele ederken siyasetçileri ikna etmenin halkı ikna etmekten çok daha zorlu olduğunu söylemişti. Bunu da bir kenara not düşmek lazım.
Stockholm’den notlar
Tüm bunların dışında Stockholm muhteşem bir şehirdi. O kadar güzeldi ki aklımın bir kısmını orada bıraktım.
Şehirle ilgili aklımda kalanlar şöyle:
* Bizim ekmek yediğimiz kadar çok karides yiyorlar.
* Birçok yerde su bulmak imkansız gibi, böyle durumlarda size plastik bir bardak verip musluktan doldurmanızı söylüyorlar. Ama musluk suyunun tadı Avrupa ülkelerinden farklı olarak güzel.
* Karanlık geçen altı ayda, İsveçliler genellikle Tayland’a gidiyormuş.
* Kadınların doğum izni dokuz ay. Bu bitince bir dokuz ay da erkeklere babalık izni veriliyor. Bu da sokaklarda gördüğümüz çocuk bolluğunu açıklıyor.
* Stockholm’deki rahiplerin yüzde 56’sı kadın. Polislerin de yüzde 30’u kadın.
* Polisler üniversite mezunu olmak zorunda. Ardından polis akademisine gidiyorlar.
* Polisler sadece yakalamaları gereken kişi kelepçe takılmasına karşı direnirse biber gazı kullanabiliyor. Çok nadiren bunu yaptıklarını, kelepçe ve biber gazı kullanımıyla ilgili çok detaylı bir rapor vermeleri gerektiğini söylüyorlar.
* Polisin bir Nefret Suçu Timi var. Nefret suçlarının yüzde 70’i etnik, yüzde 15’i homofobi, yüzde 10’u ise dinle ilgili sebeplerden işleniyor. Nefret suçu çok az olsa da bu sene bir artış olduğunu söylüyorlar.
* Onur Yürüyüşü ilk defa 1998’de düzenlenmiş. 1981’den 1998’e kadar ise LGBT Özgürleşme Günü olarak anılıyormuş.
* İsveç’te LGBT yerine HBTQ (homoseksüel, biseksüel, trans, queer) demeyi tercih ediyorlar.
* 10 sene önce Onur Yürüyüşü’ne karşı bir saldırı yaşanmış. Bir kişi ağır yaralanmış. Göran, o sene polisin görevini çok iyi yapmadığını söylüyor.
* Proud Parents diye bir örgüt de var. Aynı bizdeki LİSTAG gibi. Kendi çocuklarına, birbirlerine ve ailelerinin reddettiği LGBT bireylere destek olduklarını söylüyorlar.
* Gey ve lezbiyenler için Stockholm’de yaşamak rahat olsa da, RSFL’den transların daha zor durumda olduğunu öğreniyoruz.
* Cinsiyet geçişi ameliyatlarında kısırlaştırma şart koşuluyor. Çoğu sağlıkçı, meslek etiğine aykırı olduğu için kısırlaştırma operasyonunu yapmayı reddediyormuş.
Onur Yürüyüşü’nün ardından hep beraber akşam yemeğine gidiyoruz. Manzarayı seyrederken şehrin devasa bir gökkuşağıyla kaplandığını görüyoruz. Böylece Onur Haftası hoş bir tesadüfle sona eriyor.
Acaba bunu da mı Stockholm Onur Haftası organizatörleri planladı diye kıllanmıyor değilim! (ÇT)

  


Etiketler: yaşam, dünyadan
İstihdam