18/10/2018 | Yazar: Kaos GL
Trans geçiş süreci, toplumsal cinsiyet tanınırlığı, üreme yeteneğinden yoksunluk koşulu ve yasal düzenlemeler Uluslararası Cinsiyet ve Hukuk Konferansı’nda masaya yatırıldı.

Trans geçiş süreci, toplumsal cinsiyet tanınırlığı, üreme yeteneğinden yoksunluk koşulu ve yasal düzenlemeler Uluslararası Cinsiyet ve Hukuk Konferansı’nda masaya yatırıldı.
Kaos GL Derneği’nin İzmir’de düzenlediği Uluslararası Cinsiyet ve Hukuk Konferansı’nın ikinci günü “LGBTİ müvekkiller ile avukatların iletişimi nasıl olmalı?” oturumuyla başladı. Konferans, “Trans geçiş süreci aşamalarında kazanımlarımız neler, eksikliklerimiz neler?” oturumuyla devam etti. Oturumun moderatörlüğünü Dernek’ten Avukat Hayriye Kara üstlenirken, konuşmacı olarak Transgender Europe’tan Akram Kubanychbekov, Kosova Avukat, Eşitlik ve Özgürlük Merkezi’nden Rina Kika, Avukat Constantin Cojocariu, SPoD’dan ve İstanbul Barosu’ndan Avukat Hatice Demir ve Kadir Has Üniversitesi’nden Reyda Ergün yer aldı.
Yasal tanınırlık için geliştirilen modeller neler?
Oturumun ilk konuşmacısı Akram Kubanychbekov, sunumuna Transgender-Europe’u tanıtarak başladı: “42 ülkeden 100 örgütün katılımcı olduğu çatı örgütün Avrupa ve Orta Asya’daki transların kapasitelerini geliştirmek ve hak savunuculuğu için çalışıyoruz.”
Kubanychbekov, yasal toplumsal cinsiyet tanınırlığı için kullanılan modelleri şöyle anlattı:
“Kişilerin kimlikleriyle uyumlu doğum belgesine ve hayatını sürdürdükleri sürece aldıkları belgelere sahip olmaması bir insanlık suçudur. Transların, kendi oldukları için suçlandıkları modelde sağlıklı bir benlik algısı olmuyor. Yasal tanınırlık olmadığı için, hizmetlerden yararlanamıyorlar. Bir de patolojik bakan bir model var, transların patoloji sahibi olarak görüyorlar. Türkiye de bunlara dahil. Eğer böyle bir ‘tanı’ alırsanız, doktorlar sizi muayene ediyor ve doktorun inisayatifine bağlı olarak hormon tedavisine ve beden uyum ameliyatına yönlendiriliyorsunuz. Bu modelde, translar doktorlar tarafından ‘hasta’ olarak değerlendiriliyor ve yaşanan tüm sorunlar trans kimlik üzerinden varsayılıyor. İnsan haklarına uymayan bir model bu. Bir de kendilik algısını vurgulama modeli var. Kişi kendi toplumsal cinsiyet kimliğini beyan ediyor ve kimlikler de bu beyan doğrultusunda değiştiriliyor. Bu modelde yasal bir mercinin doğrulamasına gerek duyulmuyor, kişinin beyanı esas alınıyor. Bu model için, cinsiyet kimliği kişinin kendi olgusuna ve deneyimine bağlı olarak geliştirilmiş diyebiliriz.”
Belgelerin ve sahip olunan kimliklerin değiştirilmesi için toplumsal maliyetlerin gerektiğini belirten Kubanychbekov, bu maliyetin faturasının genel translara kesildiğini belirtti:
“Dijital kimliklendirme yöntemleri olmasına rağmen, kişilerin isim ve kimlik değiştirmesi durumda sürekli suçlanan pozisyonda olduğunu görüyoruz. Kimlik değişimi genelde şu noktada reddediliyor: Suçlu olabilir, sürekli ‘cinsiyet’ ve isim değiştirebilir. Oysa geldiğimiz teknolojide, suç dosyalarının isim değişikliğine rağmen kalabileceğini hepimiz biliyoruz. Sosyal alanda, kendini hissettiği yerde bulmak istediğinde ise çoğu transın toplumsal bakıştan sosyal saldırılara maruz kaldığını görüyoruz.”
“Temel haklar arası seçim yapma zorunluluğu insanlık suçudur”
Kubanychbekov’un ardından sözü Av. Constantin Cojocariu aldı. Cojocariu, sunumuna trans geçiş süreci davalarındaki gelişmeleri patolojik modelden beyan modeline geçişle ele alacağını belirterek başladı:
“Karışıklık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de yansıyor. Garçon ve Nicot davası, kısırlaştırma şartının mahremiyet hakkını ihlal etmesi sebebiyle Avrupa Sosyal Haklar Komitesi’nden bir kararla şikayet mekanizması oluşturdu. Sosyal ve ekonomik hakları alan sözleşmeler bu davalar için büyük bir önem taşıyor. Transları iki temel hak arasında seçim yapmaya zorlayan bu insan haklarına aykırı şartı tüm coğrafyalarda ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Bireyler ya tanınmayı ya da bedenine istemediği bir müdahaleyi seçmek zorunda kalmamalı.”
“AİHM, bunun tanınması gerektiği kararına vardı. Kararın olumsuz kısmı, bir değerlendirmeden geçerek ‘tanı’ alınabileceği yönünde oldu. Ancak Mahkeme, aynı zamanda bunun fiziksel bir değerlendirme olmadan temel haklarından birini korumaya yönelik çıktı.”
Cojocariu, başka bir davada yine seçim yapmak zorunda bırakılmasına eğildi:
“Bir davada ise mahkeme trans kimliğinin yasal olarak tanınması için boşanma şartı getirdi. Çünkü ülkelerinde evlilik eşitliği ya da sivil partnerlik yoktu. Kişinin kendi kimliği ile evlenme hakkı arasında seçim yapmaya zorlanması bize yine çoklu bir ayrımcılığın olduğunu gösteriyor. Başka bir davada, transların hem beden uyum ameliyatı hem de isim değiştirme davasının eş süreçte yürütülmesini istenmesi konu oldu. İsmini ancak uyum ameliyatından sonra değiştirebileceğine yönelik düzenlenen mevzuatlar ikili dezavantaj yaratıyor: İlki, bazı translar genitalplasti ameliyatlarını olmak istemiyor. Ve olmadığı için ismini değiştiremiyor. İkincisi ise bu uzun bir süreç ve kişi tüm operasyonlar tamamlanmadan isim değiştiremediğinde büyük bir ayrımcılıkla karşı karşıya kalıyor. AİHM, bu süreçlerle ve davalarla karşılaşıyor.”
“Onların reddetme sebebi Blert’in trans olmasıydı”
Oturumun üçüncü konuşmacısı Kosova Eşitlik ve Özgürlük Merkezi’nden Avukat Rina Kika oldu. Kika, sunumuna Kosova’da bir isim değişikliği dava sürecini anlatarak başladı:
“Kosova aslında en homofobik ve transfobik ülkelerden biri bizim bölgemizde. Blert, isimli bir arkadaşımın davasıyla birlikte bu alana eğildiğimi söyleyebilirim. Blert Kosova Eşitlik ve Özgürlük Merkezi’ndeki LGBTİ birimimizin başkanı. Onun isim değişikliği süreci ve kimlikteki cinsiyet markörünün değişimi için açılan dava, Kosova için ilk dosya olacaktı. Ve gelecek için de örnek teşkil edecekti.”
“Ancak sonradan öğrendik ki daha önce isim değişikliği yapanlar olmuş. Bunu dilekçe vererek ya da yasal bir süreç yürüterek değil, rüşvet vererek yapmışlar. Bu yüzden hiç açılmış bir dava olmamış. Bu sebeple, müvekkilim Blert’i bilgilendirdim. Ret alabiliriz, homofobi ve transfobinin çok yaygın olması sebebiyle dedim. Kosova’da davalar çok uzun sürüyor, bir davanın sona ermesi için 3 ya da 4 yıl bekliyoruz. Bu konuda da Blert’i bilgilendirdiğimi söyleyebilirim. Sürece kendini hazır hissetmesi bizim için çok önemliydi.”
Kararın transfobik saikle verildiğini belirten Kika, dayandırılabilecek bir hüküm olmadığının altını çizdi:
“İlk ret Nüfus Müdürlüğü’nden geldi. İsim değişikliğinin, kişinin topluma entegrasyonunu etkilemeyeceğini bu sebeple kabul edilmediğini belirttiler. Ancak belirli gerekçelerle isim değişikliğini reddedebilirsiniz; bir suçtan dolayı hüküm giymiştir, ceza süreci devam etmektedir ya da kişi ismini son 5 yıl içinde değiştirmiştir. Bu üçü olmadığı sürece kararlarını dayandırabilecekleri bir hüküm yoktur. Ve Blert’in davasında yoktu. Onların reddetme sebebi, Blert’in trans olmasıydı. Tam olarak ayrımcı bir saikle reddettiler.”
“Cinsiyet geçiş süreci Türkiye’de yasa koyucu tarafından insan hakları meselesi olarak görülmüyor”
Kadir Has Üniversitesi’nden Reyda Ergün konuşmasında Türkiye’de cinsiyet sürecine erişim ve cinsiyet sürecinin hukuken tanınmasını insan hakları hukuku standartlarının geldiği nokta ile karşılaştırmalı olarak değerlendirdi.
Ergün, “Pozitif insan hakları hukuku gökten inmiyor, mücadelelerin sonucunda oluşuyor. Ulaşılan son nokta hiçbir zaman son değil, her zaman varılması gereken yeni bir nokta daha var. Her zaman kazanımlar kadar eksikliklerde var” diyerek konuyla ilgili gelinen hukuki sürecin eksikliklerine dikkat çekti.
Medeni Kanun’un cinsiyet geçiş sürecini nasıl ele aldığını katılımcılarla paylaşan Ergün, “Türkiye’de cinsiyet geçiş ameliyatları mahkemenin geçiş sürecine izin vermesi koşuluna bağlı. Nedir bu koşullar? 18 yaşını tamamlamış olmak, evli olmamak, transseksüel yapıda olmak ve bu yapının resmi kurul raporu ile tespit edilmesi, kısa bir zaman dek üreme yeteneğinden yoksun olma şartı da vardı. Bu koşullara baktığımızda meselenin yasa koyucu tarafından insan hakları meselesi olarak görülmediğini söylemek mümkün” dedi.
Ergün, Medeni Kanun’un 40. maddesinin cisnormatif ve heteronormatif bir düşünce yapısının ürünü olduğunu şöyle anlattı: “Yasada cinsiyet temel olarak biyolojiye dayanır, uyumsuzluk durumu zihinsel hastalık biçiminde ele alınır, ameliyat bunun tedavisidir, resmi belgeler ise ameliyat sonrası oluşacak zıtılığın giderilmesini içerir. Özetle Türkiye hukuku bu meseleyi insan hakları meselesi olarak değil hastalık olarak görüyor.”
Trans geçişe dair hukuki sürecin beyana dayalı olarak yeniden düzenlenmesi, bir diğer değişle insan hakları hukukunun nasıl standardize edilebileceği sorusunu Ergün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla anlattı.
“Kısırlaştırma şartının kaldırılması kararı pratikte uygulanmıyor”
SPoD’dan ve İstanbul Barosu’ndan Avukat Hatice Demir Türkiye’de trans geçiş sürecinin mahkeme ayağını anlattığı konuşmasına Yargıtay’ın Bülent Ersoy kararını paylaşarak başladı. Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) trans geçiş operasyonlarında kısırlaştırma şartının kaldırılması kararının pratikte uygulanmadığına dikkat çekti. Avukat Demir AYM’nin kararının ardından neler değiştiğini anlatarak devam etti.
Av. Demir, “Karar öncesinde kişi 6 aylık psikiyatri takibine başlar, endokrinde hormon sürecine geçer ve davayı açar. Bu dava iki aşamalı bir davadır ve biz bu dava ile mahkemeden trans geçiş ameliyatı için izin istiyoruz. Mahkeme bu izin için en yakın eğitim araştırma hastanesiyle yazışma yapıyor. Yasada “eğitim-araştırma hastanesi” açıkça belirtildiği halde birçok hâkim en yakın sağlık ocağı ya da devlet hastanesine sevk edebiliyor. Bu sebeple dilekçede açıkça belirtiyoruz eğitim-araştırma hastanesi sevk istediğimizi. Hâkimin hastane ile yaptığı yazışmaya geri dönersek, mahkeme hastaneden şu sorulara yanıt bekliyor: Bu kişi trans yapıda mı, bu ameliyat kişinin ruh sağlığı için zorunlu mu ve üreme yeteneğinden sürekli olarak yoksun mu? Ancak şöyle bir çelişki var, üreme yeteneğinden yoksunluk ancak ameliyat ile sağlanabilen bir koşul. Dolayısıyla hastane, ameliyat için izin istediğimiz mahkemeye “üreme yeteneğinden tamamen yoksun” raporu veremiyor. Bu defa da hâkim ameliyata izin vermiyor.”
Kanundaki çelişkinin AYM tarafından görüldüğünü ifade eden Demir, “Aslında üreme koşulu tamamen kalkmadı. Sadece AYM bu zıtlığı gördü ve ameliyatın yapılabilmesi için ameliyat öncesinde bu koşulun aranmaması gerektiğini netleştirdi.”
Av. Demir konuşmasını trans erkeklerin mahkeme sürecinde verilen kararların bir standardı olmadığını, yasa ve uygulamalardaki muğlaklığın trans geçiş sürecinde insan hakları ihlallerine neden olduğunu söyleyerek sonlandırdı.
Uluslararası Cinsiyet ve Hukuk Konferansı, yarın “Hukuki kazanımlar elde etmek için daha iyi nasıl koordine olabiliriz ve işbirliği yapabiliriz?” forumu ile son bulacak.
İlgili haberler:
“Toplumsal mücadele mahkeme salonlarında da sürüyor”
“Şimdi buradayız ve haklarımızı şimdi istiyoruz”
Cinsiyet temelli şiddet ve nefret suçlarına ilişkin hukuki zeminde ne durumdayız?
“En çok etkilenen duygumuz güvense, müvekkille güven ilişkisini kurabilmek gerek”
LGBTİ'lerin İnsan Hakları İçin Farkındalık ve Savunuculuk Projesi Avrupa Birliği tarafından desteklenmektedir. Bu, proje etkinliklerinin içeriğinin AB'nin resmi politikasını yansıttığı anlamına gelmez.
Etiketler: insan hakları