19/02/2024 | Yazar: Kaos GL

10. İstanbul Trans Onur Haftası, “Kürdistan vardır, lubunyalar vardır” sloganına tepkilere ilişkin açıklama yayınladı, “Resmî ideolojinin tekçiliğine karşı tüm kimliklerimizi sahipleniyoruz” dedi.

Trans Onur Haftası: “Türkiye LGBTİ+ aktivizminde homonasyonalizm mayası tutmayacak” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

İstanbul 2024 Trans Onur Haftası, “Kürdistan vardır, lubunyalar vardır” başlıklı bir açıklama yayınladı. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası’nın da sosyal medya hesaplarından paylaştığı açıklamada; İstanbul’daki LGBTİ+ ve Trans Onur Yürüyüşleri’nde atılan slogana tepkilerden bahsedilerek; “2015 sonrası devlet eliyle körüklenen ayrımcılık, nefret söylemi ve milliyetçiliğin LGBTİ+ hareketine yansımalarını endişe ile takip ediyoruz” ifadeleri kullanıldı.

Trans Onur Haftası’nın “Türkiye LGBTİ+ aktivizminde homonasyonalizm mayasının tutmayacağının altını çizmek için bu açıklamayı yayınlıyoruz” diyerek yaptığı açıklamanın tam metni şöyle:

“Özellikle 2015 sonrası devlet eliyle körüklenen ayrımcılık, nefret söylemi ve milliyetçiliğin LGBTİ+ hareketine yansımalarını endişe ile takip ediyoruz. Birkaç yıldır LGBTİ+’ların düzenlediği eylemlerde atılan Kürdistan’a dair sloganlara yönelik tepkilerin siyasi konjonktürden bağımsız olmadığını düşünüyoruz. Hem bu gidişata karşı sözümüzü söylemek hem de Türkiye LGBTİ+ aktivizminde homonasyonalizm mayasının tutmayacağının altını çizmek için bu açıklamayı yayınlıyoruz.

“Sorunun dışsallaştırılması ve varlığının inkârı

“Heteroseksizmin lubunyaları dışlama yöntemlerine benzer şekilde resmî ideoloji de Türk ve Müslüman-Sünni olmayan kimlikleri inkâr, asimilasyon ve yok sayma gibi yöntemlerle baskılamaya veya ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Kürt sorununun demokratik yollarla çözümüne ilişkin talepler de LGBTİ+’ların yürüttüğü hak mücadelesi de dış mihrakların yarattığı ve kışkırttığı sorunlar olarak ele alınıyor. Sorun dışsallaştırılıyor ve hak talepleri yok sayılıyor. Bugün yalnızca Kürtler değil aynı zamanda lubunyalar da güvenlikleştirme ekseninde tartışılıyor ve gündem ediliyor. İktidar ve ortakları, yargı mensupları, devletin kurumları ve iktidar yanlısı medya eliyle Kürtler ulusun, lubunyalar ise ailenin karşısında tehdit olarak konumlandırılıyor. İktidara gelmeden önce çark mekânlarını gezip “oyunuzu, gönlünüzü, desteğinizi istiyorum” diyen, eşcinsellerin hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınmasının şart olduğunu söyleyen, “zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz” diyen, Kürt sorunun bu milletin bir parçasının değil, hepsinin sorunu olduğunu söyleyen ve yaklaşımını “Kürt sorunu benim sorunumdur” sözleriyle açıklayan ve çözüm sürecinin aktörlerinden biri olan cumhurbaşkanı; bugün lubunyaların çay içmesine dahi müdahale ediyor, Kürtleri cezaevine hapsetmeye çalışıyor.

“Cezasızlık politikaları

“Nefret cinayetlerinin ardından etkin soruşturma süreçleri yürütülmemekte, failler yargılansa dahi nefret cinayetlerini önlemeye yönelik bir yasa olmaması nedeniyle cezalandırma sürecinde faillere “haksız tahrik” ya da “iyi hal” indirimi uygulanarak ayrımcılık meşru kılınmakta ve yargılanma süreci sıklıkla cezasızlıkla sonuçlanmaktadır. Trans nefret cinayetlerinde cinayeti işleyen kişi veya kişiler ortaya çıkarılmamaktadır. Devletin translara yönelik şiddeti ve trans cinayetlerini sıklıkla kayıt altına almaması, soruşturmaması veya cezalandırmaması trans cinayetlerinin artmasına ve nefret cinayetlerinin cezasız kalmasına neden olmaktadır. Kürtlere yönelik de zorla kaybetme, işkence, cinayet, gözaltında ölüm ve yargısız infaz vakalarının etkin bir şekilde soruşturulmamakta, failler cezasızlıkla veya rütbe yükseltmeyle ödüllendirilmektedir. Devlet eliyle öldürülen kişilerin kemikleri, aradan yıllar geçtikten sonra, yakınlarına karton kutular içinde teslim edilmektedir. Bugün binlerce Kürdün mezarı dahi bulunmamaktadır.

“Yas hakkı

“Hangi kişilerin yaşamının yaşamaya değer olduğu, kimin ne şekilde yaşayacağı, nasıl öleceği ve öldükten sonra nasıl uğurlanacağı veya uğurlanıp uğurlanamayacağı konusunda devletin karar verme yetkisini kullanması ve her iki gruba yönelik uygulamaları açısından da ortaklıklar olduğu söylenebilir. LGBTİ+’lar ve Kürtler devlet eliyle yalnızlaştırılmakta ve hedef gösterilmektedir. İktidar ölülere yapılan muameleler üzerinden iki grubu da disipline etmeye çalışmaktadır. Ölen kişilerin bedenleri, gömülme hakkı ve cenaze işlemleri Kürt halkını ve LGBTİ+’ları cezalandırmak için bir araç olarak kullanmaktadır. Devletin imamları, makbul sayılmayan kişilerin cenaze namazlarını kılmak istemediğinde her iki grup da yas hakkına sahip çıkmak ve ölülerini defnetmek için yollar aramaktadır.

“Mutenalaştırma/soylulaştırma girişimleri

“İstanbul Beyoğlu’nda Pürtelaş, Başkurt Sokak, Kazancı Yokuşu, Ülker Sokak ve Cihangir’de transların; Diyarbakır Sur’da Alipaşa ve Lalebey Mahalleleri’nde Kürtlerin yerinden edilmesi ve zorunlu göçe tabi tutulması ortak fail tarafından soylulaştırılması amacıyla gerçekleştirilmiştir. Tek tipleşmeyi odağına alan toplumsal-mekânsal mühendisliğin ürünü olan bu uygulamalarla; söz konusu grupları kent dışına itmek, yalnızlaştırmak, kültürel mirası ve hafızayı silmek, örgütlenme olasılıklarının/imkânlarının önünü kesmek ve rant üzerinden devlet ve sermayedarların zenginleşmesi amaçlanmaktadır. Esat-Eryaman’da A Takımı’nın, Kürdistan’da kolluk kuvvetlerinin uygulamaları bunun örneklerinden yalnızca birkaçıdır.

“Filistin ve Kürdistan arasındaki ilişki

“Türkiye’de geçmişle etkin bir şekilde hesaplaşmanın gerçekleş(e)memesi, inkârcılığın yeniden üretilmesi, sömürgeciliğin üstünün örtülmesi ve cezasızlığın norm hâline gelmesi, İsrail’in Filistin’de ve Türkiye’nin Kürdistan’da sürdürdüğü siyasetin doğru bir şekilde adlandırılmasına engel olmaktadır. İsrail’in, Filistin’de işgal sonucu inşa ettiği yerleşim birimleri ve bu alanlarda uyguladığı politikalar ile Türkiye’de hayata geçirilen Şark Islahat Planı, Umumi Müfettişlikler ve OHAL uygulamaları arasında paralellikler bulunmaktadır. Devletin Kürt illerine kayyım ataması devletin işgal pratiklerinden yalnızca biri. Bu pratikleri; asimile olmayan Kürtlerin göç ettirilmesi ve boşalan yerlere Türklerin yerleştirilmesi, Kürtçenin yasaklanması, Kürtçe coğrafi isimlerin kaldırılmasında görmek mümkün.

“Adlandırma tekeli

“Ayrımcılığa maruz bırakılan kişiler toplumsal değişim taleplerini dile getirirken, egemen olan gruplar mevcut eşitsizliklerin sürdürülmesi amacıyla, kasıtlı olarak bu kesimleri yanlış adlandırır. Adlandırma tekelini elinde bulunduran grupların kadınlara bayan, eşcinsellere ibne, translara dönme, Kürtlere Doğulu veya Kürt kökenli deme ısrarı da bu amaçla ilişkilidir.

“Birer kategoriden çok daha fazlası olan Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Araplar, Yahudiler, Hristiyanlar, Aleviler, kadınlar, LGBTİ+’lar, sakatlar ve hayvanlar toplumun ayrılmaz parçalarıdır. Resmî ideolojinin tekçiliğine karşı tüm kimliklerimizi sahipleniyoruz! Tek başına benzer tahakküm biçimlerine maruz bırakılmak baskı uygulanan gruplar arasında ortaklık kurmak için yetersiz gibi görünse de baskı, şiddet ve ayrımcılığın hangi gerekçeler ve amaçlarla uygulandığının adının konulması, aynı kökten beslenen kimi uygulamaları ortaya çıkarmak ve bu gruplar arasında ortaklık kurmak için elzemdir. Bu gruplar arasında asimilasyona karşı yüz yıldır güçlü bir şekilde karşı çıkan Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkını savunuyoruz. Ayrıca Kürt sorununun, aidiyet hissettiğimiz kimliklere ve topluluklara yönelen ile Kürtlere yönelen şiddet, baskı ve ayrımcılık biçimleriyle arasında ortaklık olmasa dahi, Türkiye’de yaşayan tüm insanların gündemi olması gerektiğini savunuyoruz. Lubunyaları yok sayanlara karşı da hep burada olduğumuzu ve her zaman burada olacağımızı hatırlatıyoruz. Bir kez daha haykırıyoruz: “Kürdistan vardır lubunyalar vardır!”


Etiketler: yaşam
İstihdam