07/04/2020 | Yazar: Hayat Çelik
Av. Tolga Ersoy, transların geçiş süreci davalarını ve bu davalarda yaşananları KaosGL.org’a adım adım anlattı.
Buradayız Alışın dosyamızın kapanışında konuğumuz Avukat Tolga Ersoy. Ersoy ile transların geçiş süreci davalarını, Medeni Kanun’un 40. maddesini, dava süreçlerinin nasıl ilerlediğini, mevzuatın insan hakları açısından durumunu konuştuk.
“Geçiş süreci davaları, iki safhalıdır”
Sizi tanıyabilir miyiz?
Ben Avukat Tolga Ersoy. 2005 yılında İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldum ve aynı üniversitede yüksek lisans çalışmamı 2009 yılında tamamladım. İstanbul Barosu’nun 37868 sicil numaralı üyesi olarak serbest avukatlık yapıyorum. Meslek hayatım boyunca birçok mesleki eğitim seminer ve programlarını takip ettim. Türkiye Barolar Birliği ve Avrupa Konseyi İşbirliğiyle yürütülen Türk Avukatlarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Konusunda Aşamalı Eğitimleri programına ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi eğitim seminerlerine katıldım. İstanbul Barosu Kadın Hakları Merkezi tarafından verilen "Kadın Hakları ve Aile İçi Şiddet" konulu mesleki eğitimi tamamladım. Akademik dergi ve yayında makalelerim yayınlandı. Ulusal ve uluslararası sempozyum ve kongrelerde akademik bildiriler sundum. 2010-2012 yılları arası İstanbul Barosu Dış İlişkiler Merkezi Yürütme Kurulu Üyesi ve Balkan Ülkeleri Çalışma Grubu Başkanı olarak kamu görevi ifa ettim. Öğretim görevlisi olarak Özyeğin Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Türk Hukuk Tarihi dersleri, Beykent Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ise Hukuk Tarihi ve Roma Hukuku dersleri vermekteyim. Halihazırda doktora çalışmamı sürdürüyorum.
Transların geçiş süreci davalarındaki deneyimlerinizi paylaşabilir misiniz? Transların geçiş süreci davalarını takip ederken, ne gibi zorluklar yaşıyorsunuz?
Trans bireylerin geçiş süreci davalarına uzun yıllardır bakıyorum. Bu alanda gördüğüm en önemli ve insani husus, bu sürecin her bir trans birey için belki de hayatının en önemli süreci olması. Zira süreç tamamlandığında bu aslında sembolik bir yeniden doğum durumu oluyor. Hukuki süreçleri başarıyla tamamlanan trans birey müvekkillerimizle sonraki dönemlerde de irtibatımız sürüyor. Genel olarak, sürecin tamamlanması akabinde yeni kimlikleriyle bir hayat kurduklarını, mesleklerinde ve kariyerlerinde ilerlediklerini gözlemledim.
Geçiş süreci davaları dışarıdan teknik ve kolay gibi gözükmekle birlikte, aslında son derece zor ve incelikleri olan davalardır. En başta mevzuata ve içtihatlara hakim olunması gerekmektedir. Zira ilk sorun davanın hangi mahkemede açılacağı noktasında başlar. Türk hukukunda, cinsiyet değiştirmeye izin ile nüfusta isim ve cinsiyet değiştirme davaları, “Nüfus Davaları” şeklinde bilinen bir grubun alt dalıdır. Bu grupta isim değişikliği davası, soyad değişikliği davası, yaş düzeltme davaları yer alır. Bununla birlikte kendisi tamamen özel uzmanlık bilgisi isteyen bir alandır.
İlk problem davanın görevli ve yetkili mahkemesinin hangisi olduğunda yaşanmaktadır. Cinsiyet değişikliğine izin davasında da, nüfusta cinsiyet ve isim değişikliği davasında da, görevli ve yetkili mahkeme, en son Yargıtay ve Bölge Adliye Mahkemesi kararıları ışığında kişinin ikamet ettiği mahallin Asliye Hukuk Mahkemesidir.
Cinsiyet değişikliğine izin davası da niteliği itibariyle bir nüfus davası olup, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36. maddesinin 1/a bendinde, nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davalarının düzeltmeyi isteyen şahısların yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli Asliye Hukuk Mahkemesinde açılacağı hükme bağlanmıştır. Zira dava, temel niteliği itibariyle bir nüfus davası olduğundan, davacının ikamet ettiği ilçenin nüfus müdürlüğüne karşı açılmaktadır.
Uygulamada eğer Asliye Hukuk Mahkemesi, daha davanın başında görevsizlik kararı vererek görevli mahkemenin Sulh Hukuk Mahkemesi olduğunu belirtirse, bu durumda ya karara karşı istinafa başvurmak, ya da kararı kesinleştirip dosyayı Sulh Hukuk Mahkemesi’ne göndermek gerekir. Eğer dosya Sulh Hukuk Mahkemesi’ne gönderilecekse, bu mahkemenin de görevsizlik kararı verme ihtimali yüksek olup, ortaya olumsuz görev uyuşmazlığı çıkacak ve bu durumda davanın istinaf mahkmesi’ne gönderilmesi gerekecektir. Bir dosyamızda tam da bu durumu yaşadık, ancak o zaman istinaf mahkemeleri yeni kurulmuştu ve az dosya bulunduğundan birkaç aylık bir süreçte Asliye Hukuk Mahkemesi’nin görevli olduğu yönünde karar geldi. Bu durumda Asliye Hukuk Mahkemesi dosyaya bakmak durumunda kaldı. Birçok danışanım da benzer sorunlar yaşadığını anlatmıştı.
Bu davanın en başında yaşanan bir sorun olduğundan, hazırladığımız dava dilekçesinde ilk başta göreve ilişkin konuya yer veriyor ve kendi dosyamızdan aldığımız karar ile birlikte doktrin görüşüne ve diğer güncel içtihatlara yer veriyoruz.
Geçiş süreci davaları, iki safhalıdır. İlk açılan dava TMK m. 40 temelinde, cinsiyet değişikliğine izin davasıdır. Türk Medeni Kanunu m. 40 temelindeki düzenleme uyarınca, cinsiyetini değiştirmek isteyen kimsenin bunun için Mahkeme'den dava ikame etmek suretiyle izin alması gerekecektir.
Yasada bu iznin verilmesinin şartları belirtilmiştir. Şöyle ki; talep sahibinin onsekiz yaşını doldurmuş bulunması ve evli olmaması; bununla birlikte transseksüel yapıda olup, cinsiyet değişikliğinin ruh sağlığı açısından zorunluluğunu bir eğitim ve araştırma hastanesinden alınacak resmi sağlık kurulu raporuyla belgelemesi koşullarının birlikte bulunması zorunludur.
Burada yaşanan çok ciddi bir sorun, hastanelerden kaynaklanmaktadır. Anadolu’da farklı şehirlerden bize ulaşan trans bireylerin anlattıklarından bildiğimiz kadarıyla, konuya yeterince vakıf olamayan hastaneler bulunduğu ve gerekli raporu vermekten imtina edildiği anlaşılmaktadır. Bu da muhtemelen Anadolu şehirlerinde trans bireylerin kimliklerini açıklamasındaki baskılar nedeniyle az sayıda müracaat olması, hekimlerin de transeksüalite konusunda yeterli donanım ve tecrübesi bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Bir danışan, yaşadığı şehrin eczanesinde gerekli hormon ilaçlarının dahi bulunmadığını belirtmişti.
Mahkemeler, eğitim ve araştırma hastanesinin resmi sağlık kuruluna göre ameliyat iznini verdiklerinden, raporda kişinin transseksüel yapıda olup, cinsiyet değişikliğinin ruh sağlığı açısından zorunlu olduğuna yer verilmemesi ciddi sıkıntılara neden olmaktadır.
Bir sorun da, bazı hastanelerde rapor süresinin gereğinden fazla uzamasıdır. Sağlık Bakanlığı’nın yakın tarihli bir genelgesi baz alınarak, hastane süreci bir yıl sürmektedir. Ancak kişi hormon terapisine daha erken başlamışsa, bu sürecin kısaldığı da olmaktadır.
“Eleştirilmesi gereken, yasa koyucunun kavramsal çerçevesidir”
Cinsiyet geçiş süreci davalarının tarihsel gelişime baktığınızda, nasıl bir değerlendirmede bulunabilirsiniz?
Cinsiyet geçiş süreci davaları, günümüzde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Kişiler Hukuku” başlıklı I. kitabının “Gerçek Kişiler” başlıklı I. Kısmının “Kişisel Durum Sicili” başlıklı II. Bölümünde yer alan 40. maddesi temelinde görülmektedir. Bu maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “…ve üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun bulunduğunu…” ibaresi, Anayasa Mahkemesi’nin 2017 tarihli bir kararı ile iptal edilmiştir. TMK 2001 tarihli bir yasadır.
Cinsiyet geçiş süreci davalarının tarihi sürecini anlamak için öncelikle eski Medeni Kanun hükmüne bakmak, ardından da mevcut düzenlemenin gerekçesini incelememiz gerekir. Zira yasal bir düzenlemeyi daha iyi bir noktaya taşımak için mevcut olan düzenlemenin mantığını anlamamız zaruridir.
Eski mevzuatta cinsiyet geçiş süreci davası, 4721 sayılı yasanın yürürlüğe girmesi ile mülga olan 743 Türk Kanunu Medenisi’nin “Ahvali şahsiye beyyineleri” bölümünün “Umumiyet itibariyle” başlığını taşıyan m. 29 hükmüne göre görülürdü. Maddenin başlığından da anlaşılacağı gibi, bu hüküm sadece cinsiyet geçiş süreci davalarını değil, genel anlamda nüfus davalarına dair kaideleri de içeren bir hükümdür. İşbu maddenin ikinci fıkrasında “Doğumdan sonra meydana gelen cinsiyet değişikliğinin asgari sağlık kurulu raporu ile belgelendirilmesi halinde nüfus sicilinde gerekli düzeltme yapılır” şeklinde bir düzenleme yer almaktaydı.
Eski uygulamada, cinsiyet değiştirme ameliyatı için izin şartı bulunmamakta, ancak zorunlu ameliyatların olunması akabinde bu durumun sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmesi halinde sicilde düzenleme yapılırdı.
Maddenin devamı daha ilginçtir: dava açan trans birey evli ise, eşine husumet yöneltecek ve mahkeme ortak çocuklar varsa velayetin de kime verileceğini tayin edecekti. Cinsiyet değişikliği kararı kesinleşince evlilik kendiliğinden son bulmaktaydı. Mevcut düzenlemede, davayı açabilmek için davacının “evli olmaması” bir dava şartı haline getirilmiştir.
TMK m. 40 hükmünün gerekçesine baktığımızda eski mevzuatta mahkemenin sadece bir “onay makamı” haline geldiği için yapılan ağır bir eleştiri vardır. Eski yasal düzenlemeye göre trans birey önceden cinsiyetini değiştirmekte, akabinde sağlık raporu ile bu durumu belgelediğinde mahkemeye başvurarak nüfus sicilinde değişiklik talep etmekteydi. Yasakoyucu, bu durumu, kişinin cinsiyetinin değiştirilmesi sonucu nüfus sicilinde değişiklik yapma konusunda mahkemeye bir takdir yetkisi vermediği, mahkemeyi adeta bir onay makamı haline getirdiği için eleştirmektedir.
Gerekçede bu durumun “gelişigüzel cinsiyet değişiklikleri sonucu” mahkemelerin bir emrivaki ile karşı karşıya bırakıldığı belirtilmiştir.
Sorulması gereken soru şudur: bir cinsiyet değişikliği “gelişigüzel” olabilir mi? Cinsiyet değişikliği süreci, bireylerin geriye dönemeyecekleri bir karara dayanmaktadır. Bu durum nasıl “gelişigüzel” olabilir? Eleştirilmesi gereken, yasa koyucunun kavramsal çerçevesidir.
Değişiklik gerekçesi çok dikkatle incelenirse, asıl engellenmek istenen durumun evli bireylerin cinsiyet değişikliği yapmalarının önüne geçmeleri olduğu görülecektir.
Cinsiyet değişikliği şahsa sıkı sıkıya bağlı bir hak olarak tanınmıştır ve dava açmak için en az onsekiz yaşında olmak gerekmektedir.
Ancak diğer bir dava şartı ise bireyin evli olmamasıdır. 743 Türk Kanunu Medenisi’nin m. 29 hükmünün uygulandığı eski mevzuat döneminde cinsiyet geçiş ameliyatı için herhangi bir resmi izin gerekmediğinden evli bir birey de hastaneye başvurarak bu tür bir ameliyatı olabiliyordu. Maddede de düzenlendiği şekilde cinsiyeti değiştiren kişi evliyse, bu durumda hem boşanma konusuna, müşterek çocuklar varsa aynı zamanda velayet konusuna bakılıyordu.
Şu anda ise, cinsiyet değişikliği ameliyatı yasal olarak ancak Mahkeme’nin vereceği izin kararı ile yapılmaktadır. Bunun için de reşit olmak şart olduğu gibi, evli bulunmama şartı vardır. Diğer bir deyişle, günümüzde evli olan bir kişinin cinsiyet geçiş ameliyatı olması mümkün değildir. Ancak boşanması halinde, dava şartı yerine gelmektedir. Yasa koyucu, cinsiyet değişikliği sürecinin eğer bir evlilik varsa bunun son bulması akabinde yapılmasını öngörmüştür. TMK m. 40 gerekçesini söylem analizine tabi tuttuğumuzda, son derece cinsiyetçi ve ayrımcı bir üslup kullanıldığı da görülmektedir.
Mevcut uygulamada eski yasal düzenlemenin yarattığı bazı sorunların önüne geçilmek istenilmişse de, iki safhalı bir dava süreci öngörülmesiyle süreç trans bireyler için pratikte daha zorlaşmıştır.
Medeni Kanun Madde 40’ın şu anki halini insan hakları temelinde nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uygulamada trans bireylerin geçiş davalarında, yasal koşulların tümünü yerine getirmemize karşın, en büyük sıkıntı yargılamanın uzun süre almasıdır. Hormon kullanımı sürecinde müvekkillerimiz, giderek geçiş yapmakta oldukları cinsiyetin görünüşüne kavuşuyorlar, ancak bir polis kontrolünde, resmi daire işlemlerinde, bu gibi yerlerde kimlikleriyle görünüşleri arasında uyumsuz bir durum olduğundan, uzun açıklamalar yapıyorlar ve duygusal olarak bu gibi konulardan yıpranıyorlar. Dolayısıyla bu sürecin mümkün mertebe kısalması için çaba sarfedilmesi gerekirken mevcut işleyişte yasal süreç birbuçuk-iki yıllık bir süreçte sonuçlanıyor. İlk safhada açılan izin davasında, sağlık kurulu raporu için bir hastane süreci yaşanıyor, Sağlık Bakanlığı’nın ilgili son genelgesi bu sürecin en az 1 yıl sürmesi gerektiği yönünde. Raporun olumlu gelmesi akabinde karar verildikten sonra, gerekçeli kararın yazılması, davalı Nüfus Müdürlüğüne tebliğ ettirilerek kesinleşmesi gerekiyor. Ancak gerekçeli karar ve kesinleşme şerhi sonrası ameliyat için gün alınıyor. Geçiş ameliyatı sonrasında nüfusta isim ve cinsiyet hanelerinin düzeltilmesi için ikinci dava açılıyor. Bu durumda çoğu mahkeme davacıyı tekrar hastaneye (teyit amaçlı) sevk ediyor, gerekli hastane raporu gelince değişiklik yönünde karar verildiğinde gazete ilan süreci oluyor ve bu şekilde karar kesinleşiyor. Kesinleşme şerhli karar ayrıca davalı Nüfus Müdürlüğü’ne tebliğ ediliyor. Ancak bu süreç tamamlanınca davacı yeni kimliğini alabiliyor. Tüm bu süreç takriben (istinaf başvurusu gerektiren aleyhe bir durum olmadıkça) birbuçuk-iki yılı buluyor. Adil yargılanma hakkı yönünden çok uzun bir süre gibi gelmese de geçiş sürecindeki trans bireyler için uzun bir süre olduğunu düşünüyorum.
AİHM’in cinsiyet geçiş sürecine dair kararları, iç hukuk sistemine nasıl yansıyor?
Bildiğiniz gibi, Anayasamızda Devletin nitelikleri belirtilirken “insan haklarına saygılı” ifadesi kullanılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni 1950 gibi erken bir tarihte imzalamış ve 1954 yılında 6366 sayılı Kanun ile onaylamıştır. AİHS Avrupa’da da 1953’te yürürlüğe girmiştir. Keza, Devletimiz AİHS’nin denetim sürecine bireysel başvuru hakkını 1987’de ve AİHM’nin zorunlu yargı yetkisini 1990’da kabul etmiştir. Dolayısıyla, AİHS kararları bizim için bağlayıcılık taşımaktadır.
AİHM’in 2015 yılında verdiği bir kararda, TMK m. 40 hükmünde önceden yer alan “üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun bulunduğu” hususunu insan haklarına aykırı bulmuştu. Davaya konu maddi vakıa kısaca şöyleydi: Bir Anadolu şehrinde açılan davada, davacının transeksüel yapıda olduğunun kanıtlanmasına ve sağlık kurulu raporunun cinsiyet geçiş ameliyatının uygun olacağına dair raporlarına rağmen, üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun bulunma şartı kanıtlanmadığı gerekçesiyle gerek yerel mahkeme gerekse Yargıtay davayı reddetmişti. AİHM başvurusu akabinde verilen kararda (Y.Y./Türkiye – 14793/08), aynı kişi tarafından açılan derdest bir davada üreme yeteneği koşulu göz ardı edilerek cinsiyet değişikliğine izin verilmişti. AİHM bu son karara rağmen, davacının cinsiyet değiştirme hakkına yıllar boyu müdahale edilmesini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin özel yaşama saygı hakkıyla ilgili maddesine aykırı bularak, cinsiyet değişikliği öncesi bireylerden üreme yeteneğinden yoksun olduklarını kanıtlamalarının talep edilmesinin “anlaşılamaz” olduğu belirmiş, bu durumun sadece kısırlaştırma tedavisiyle mümkün olabileceği, bunun da bireyin fiziksel bütünlüğü ilkesine aykırı olduğuna karar vermişti. Devletin ayrıca belli bir miktar tazminat ödemesi gerektiğine de hükmedilmişti. Anayasa Mahkemesi’nin bu ibareyi iptal etmesinde bu kararın özellikle etkili olduğu inancındayım. AİHM’nin 2017 tarihinde Fransa’ya karşı yapılan bir başvuruda verdiği kararda (Garçon and Nicot v. La France (79885/12, 52471/13 & 52596/13) da belirttiğimiz karara atıf yapılarak benzer bir hüküm verilmiştir.
“Her Mahkemenin kendi bir TMK yorumu ve uygulaması çıkıyor karşımıza”
Transların geçiş süreci davalarında bir standartlaşma sağlanamamasının nedenleri nelerdir?
TMK m. 40 temelinde bile oturmuş bir uygulama yok. Görevli mahkeme yönünden dahi yeni yeni standartlaşma sağlanıyor. Sulh Hukuk Mahkemeleri’nin kararlarıyla ameliyat izni alınan durumlar dahi var. Davanın tarafları istinafa başvurmadığı için sorun olmamış. Öte yandan, uygulamaya ilişkin de standartlaşma tam anlamıyla söz konusu değil. Örneğin bazı mahkemeler izin davasında tanık istiyorlar, oysa tanık ancak ikinci safhada açılan nüfusta isim ve cinsiyet değişikliği talepli davada gerekli. Aynı şekilde ikinci safhada mevcut raporu yeterli gören Mahkeme de var, tekrar hastaneye sevk kararı veren de var, genellikle ameliyat özel hastanede olmuşsa resmi hastaneye sevk isteniyor. İkinci safhada, bu durum zaten bir cinsiyet değişikliği temelinde bir taleptir, tanık gerekmez diyen de var, tanık dinleyen de var. Bu davalarda tabiri caizse her Mahkemenin kendi bir TMK yorumu ve uygulaması çıkıyor karşımıza. Bir sorun da, cinsiyet geçiş davaları için doktrinde yeterli düzeyde çalışılmamış olmasıdır. Genelde ya TMK şerhlerinde ya da nüfus davaları konulu az sayıda eserde ancak bir bölüm olarak konuya ilişkin bilgi bulunabiliyor. Konuya ilişkin temel bir başvuru kitabının halen bulunmaması, bence en önemli eksiklik.
AYM’nin Trans Geçiş Süreciyle ilgili Medeni Kanun Madde 40’taki “üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun olma” şartı 29 Kasım 2017’de kaldırıldı ve 20 Mart 2018 itibariyle Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu değişiklik uygulamada trans kadın ve erkeklerin dava sürecine nasıl yansıdı? Söz konusu şartın iptalinin olumluolumsuz sonuçları nelerdir?
Anayasa Mahkemesi’nin ilgili kararında AİHM’nin yaklaşımı son derece etkili oldu. Hormon terapisi süren davacı trans birey, üreme yeteneğinden geçici olarak yoksun oluyor, ancak Mahkeme yasanın eski hükmünde tabirle üremeden “sürekli” şeklide yoksun kalma şartı arandığı için bir kısırlaştırma operasyonu olunuyor ve tüm bu sürecin bitiminde izin kararı verilmesiyle ayrıca cinsiyet geçiş ameliyatı olunuyordu. Oysa zaten yasadaki tabirle “amaç ve tıbbi yöntemlere uygun bir cinsiyet değiştirme ameliyatı” gerçekleştiğinde, zaten kişi üreme yeteneğinden kalıcı şekilde yoksun kalıyor.
Üremeden yoksun olma şartı metinden kaldırıldı ama ameliyat şartı halen duruyor. Dolayısıyla translar, yasal kimliklerindeki cinsiyet hanesini değiştirebilmesi için uygulamada halen üremeden yoksun bırakılmaya zorlanıyor. Başı sonu ile çelişen bu hukuki karara, hukuksal olarak bir mücadele verilebilir mi?
Gördüğüm kadarıyla, üremeden yoksun kalma şartının kaldırılmasının, mevcut durumda tek pratik sonucu, davacı trans bireylerin iki ayrı ameliyat yerine tek bir ameliyatı zorunlu kılmış olmasıdır. Yasanın eski haline göre yine de bir ilerleme olarak görüyorum.
Trans bireylerin yasal kimliklerinde cinsiyet hanesinin değiştirilmesi için, nihai safhada cinsiyet değişikliğinin yapıldığının sağlık kurul raporu ile onaylanması gerekiyor.
Toplumsal cinsiyet (gender) kavramı, biyolojik cinsiyetin (sex) ötesinde bir kavramdır. Bizde yasa koyucu, biyolojik cinsiyet olarak ele alıyor. Kavramsal çerçeve zenginleştikçe, bu yasal düzenlemelerin gerek dünyada ve gerekse ülkemizde aşılacağını düşünebiliriz.
Bu neticede bir yasal düzenlemedir. Bununla bireysel bağlamda şu şekilde mücadele edilebilmesi mümkün: Kişi iç hukuk yollarını tüketip AİHM’ne başvuru yapabilir. Ancak bu durum, kişinin uzun yıllarına malolacağı gibi, AİHM’den alınacak sonuç ancak bir tazminat olacaktır. Yasal değişiklik yapılmadıkça, TMK’nın ilgili maddesi değiştirilmedikçe, nihai bir çözüm mümkün olmayacaktır.
Transların yasal cinsiyetlerinin ve isimlerinin, mahkeme onayı gerekmeden değiştirilmesinin mümkün olması için, hukuki alanda nasıl bir mücadele verilebilir?
Bu tür bir uygulama, ancak TMK’da yapılacak bir değişiklikle mümkün olabilir. Neticede bir soruna yeterli çözümü üretmeyen her yasa maddesi değişebilir. Bizde bu tür bir değişikliğin yapılabilmesi için Batı’da da benzer bir uygulamanın oturması ve toplumun geniş kesiminde bu konularda cinselliği biyolojik cinsiyetten çok toplumsal cinsiyet temelinde gören bir anlayışın yerleşmesi gerekiyor.
Hukuki sürecini kendi başına yürüten translar, süreçlerinde nelere dikkat etmeli? Sürecin daha hızlı ve kolay olması için neler yapabilirler?
Mesleki görüşüm, trans bireylerin hayatlarında en önemli konu olan geçiş sürecinde sıkıntı yaşamamaları için mutlaka davalarını uzman bir avukat eşliğinde takip etmeleridir. Ancak meselenin maddi bir boyutu var. Her trans bireyin dava masrafı ve avukatlık ücretini karşılaması mümkün olmayabilir. Bu durumda, şayet birey çalışmıyorsa, üzerine kayıtlı araç ve taşınmaz yoksa muhtarlıktan alacağı fakirlik senedi ile bulunduğu şehrin barosuna adli yardım talebiyle başvurabilir. Ancak atanan avukatın konuya ilişkin özel bilgisi olmazsa, yine bazı sıkıntılar yaşanabilir. Avukatların ise ücretsiz dava takibi yapmaları meslek kurallarıyla yasaktır, bir avukatın en düşük bedel ile alabileceği dava her sene ilan edilen asgari tarifedeki bakiye kadar olabilir. Zira avukatlar için meslek kuralları kadar vergi mevzuatı da bağlayıcıdır.
Bu soruna, şu şekilde bir çözüm üretilebilir: Trans bireylerin sorunlarına yardımcı olan sivil toplum kuruluşları, aralarında ortak bir fon oluşturup, bu alanda çalışmak isteyen avukatlara ortaklaşa olarak özel bir eğitim verebilirler ve trans bireylerin davalarına bakacak avukatların kayıt edileceği bir birim oluşturabilirler. Maddi koşulları bulunmadığını fakirlik kağıdı ile e-devletten alınan SGK dökümü, tapu ve araç sorgulaması ile belgeleyen trans bireylere, bu alanda mesleki eğitim aldığını belgeleyen kayıtlı avukatlara asgari tarifeye göre ödeme yapılacak şekilde dosya ataması yapılabilir ve adli yardım talepli olarak dava açılabilir. Bu suretle, maddi gücü kendisine avukat tutmaya elvermeyen trans bireylerin, konusunda uzmanlık bilgisi olan avukattan yardım almaları mümkün olabilir. Bu tür bir çalışma, trans bireylerin sorunlarına yardımcı olma amacı taşıyan sivil toplum örgütlerinin de faaliyet amaçlarına uygun olarak yürütülebilir.
Kimliğindeki ismi ve cinsiyet hanesini değiştiren translar, resmi ya da özel herhangi bir kuruma bir iş başvurusunda bulunduğunda, işverenin SSK sicil kaydı üzerinden yada adli sicil kaydı üzerinden, trans kişinin eski ismini veya cinsiyet hanesinin değişimine ilişkin geçmişe dönük bilgilerini öğrenmesi mümkün mü?
Bildiğim kadarıyla bu bilgiler geriye dönük olarak öğrenilmiyor. Bunun için ikinci safhadaki nüfusta isim ve cinsiyet değişikliği davasının kesinleşmesi akabinde, ikamet edilen mahallin ilçe nüfus müdürlüğünden yeni kimlik çıkartıldıktan sonra, kararla birlikte yeni kimlik örneğiyle SGK’ya başvurup bilgilerinin tashihi yapılmalı. Bu durum atlanırsa, çalışmayan başlanan işyeri SGK sisteminde değişiklik öncesi ismi ve cinsiyeti görebilmektedir. Ancak bilgiler SGK’da güncellendikten sonra geçmişe dönük bilgileri görülmüyor. Bu konuda bilgilerini güncellemeden işe başlayan bir müvekkilimiz sıkıntı yaşamıştı ancak bilgilerinin Kurum nezdinde tashihi yapılan müvekkillerimiz bu tür bir sorun yaşamadılar.
Etiketler: insan hakları