07/09/2012 | Yazar: Nevin Öztop

2003 yılından bu yana, Susann, kalbinin attığı yer ‘birlikte yaşama’ fikri olan bir sanat derlemesine kollarını sıvamış durumda: ‘TREIBSAND, Contemporary Art Space on DVD’.

TREIBSAND: Birlikte yaşamın bir aynası Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
2003 yılından bu yana, Susann, kalbinin attığı yer “birlikte yaşama” fikri olan bir sanat derlemesine kollarını sıvamış durumda: “TREIBSAND, Contemporary Art Space on DVD”. Dergimizin 126. sayısı, hem Susann’a hem de çalışmanın eş-küratörü Necla’ya kapılarını açıyor. Bir DVD’nin sunabileceği sanat dünyasını, gelin onlardan dinleyelim…
 
Elbette, en çok merak ettiğim şey ikinizin nasıl tanıştığı: Sizi bir araya getiren neydi? Ve ne zaman oldu bu?
Susann: Necla’nın çalışmalarını, ilk kez 2009 yılında Berlin’deki “Istanbul Next Wave” sergisinde gördüm. İnanılmazdı. Kâğıt üzerine yaptığı resimlerde, bir karanlığın içinde birbirini ısırırcasına bir temas içinde olan kadınlar, erkekler ve hayvanlar, merhamet için ağlar gibiydiler. Resmedilenlerin insanın kanını dondurmasının aksine, kullandığı teknik inanılmaz zarifti. Çünkü tabiri caizse, Necla minyatür resimlerde olduğu gibi kıl kadar ince diyebileceğimiz fırçalarla çalışıyor. Şefkat ve şiddetin bu şekilde çarpışması, gerçekliğin yoruma bağlı olarak nasıl çözüldüğünü gösteriyor ve resimlerde olağanüstü bir gerilim üretiyor. Çarpılmıştım. Sonunda Ankara’da buluştuk ve birlikte çalışmaya karar verdik.
 
Necla: Benim açımdan Susann’ın Tahran DVD’sini izlemek çok etkileyici olmuştu. Teknolojinin nereyse en sıradan aracı olan DVD’yi bir sergi salonuna dönüştürmek, günümüzün sanat pratiklerini çok iyi bir noktadan kavrayan bir fikir. Susann’ın bir küratör olarak yaptığı işe harcadığı emek, ayırdığı zaman ve içtenliği beni çok etkilemişti. Eş-küratör olarak bir sanatçıyla çalışmayı tercih etmesi, üstünde ayrıca durulması gereken bir konu. Sanatçının bir sanat eserine bakışıyla, bir küratörün bakışı arasındaki farklar ya da benzerlikler çok dinamik bir etkileşim zemini yaratıyor. Dikkat çekmek istediğim bir diğer nokta da; Susann’ın bir sanatçıyla çalışmayı prensip edinmesinin nedenlerinden birinin, sanatçı hassasiyetlerini anlamak, bu hassasiyetleri korumak olmasıdır. Bu tutumunun çok profesyonel ve etik bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Biliyorsunuz sanat dünyasının varlık nedeni sanatçılardır ama “sanat endüstrisi” dediğimiz bu katmanlı yapı en çok da sanatçılara haksızlıklar yapar, sanatçıları yok sayar.
 
Sanat derlemenizin adı: “TREIBSAND”. Kelimenin anlamında ne yatıyor?
Susann: “Treibsand”, Almanca bir kelime ve bir tür “kum bataklığı” anlamına geliyor. Bunu çöldeki seraba benzetebiliriz. Ancak kum bataklığı ile karşılaştığınızda içine batmanız çok olasıdır. Kum bataklığının sanat için kullanılabilecek en iyi metaforlardan olduğunu düşünüyorum. Sanat gerçeklikten kaçmanın bir yoluymuş gibi görünür ama içine girdiğinizde, sanat, size gerçekliği görmeniz için cam gibi net bir görüş sunar.
 
Zürih’ten Lucern’e, İstanbul’dan Frankfurt’a, Tahran’dan Ankara’ya bir şehir yelpazeniz var ekibinizde. Bu yolların hepsi birbiriyle nerede kesişiyor? Ortak olan nedir ve ne değildir?
Susann: Tüm bu insanların yolu, birbirlerinin çalışmalarına duyduğu saygının ortaklığında kesişiyor. Düşünmenin ve yaşamanın, cüretkâr ve kendine has yollarına duyduğumuz saygı… Birlikte çalıştığım birçok insanla, seyahatlerim vesilesiyle tanıştım. Bazıları ile tesadüfen, diğerleriyle -örneğin eş küratör olarak seçtiğim sanatçılarla- haberleşerek ve randevulaşarak tanıştım.
 
Bu arada, Orhan Pamuk, Bashir Borlakov, Füsun Onur, Şükran Moral gibi isimler toplanmış çalışmanızda… Bir araya gelişlerinin zemini neydi?
Susann: TREIBSAND için seçtiğimiz isimlere inanılmaz büyük saygım var. Bu sanatçılar kendi yollarından gidiyorlar, bunu bir tür içsel yolculuk olarak da tanımlayabiliriz, ancak dünyada olup bitene karşı duyarlılar ve bu meselelere dair diyalog sunuyorlar. İstanbul’da 2011 yılından bu yana birçok sanatçıyla tanışmış olmanın ardından, çalışmaları zihnimde dolanmaya başladı; en sonunda bu işler birbirine eklenerek “Cilt 02” başlığı altındaki zemini oluşturdular. 
 
Websitenizde*, son yıllarda belirginlik kazanan Tahran sanatına özel bir önem ayrılmış. Çalışmaların, özellikle “bekleme zamanlarında analitik bir duruş”a yoğunlaştığı söylenmiş. Bu “bekleme” ile kastedilen ne? Ayrıca, İran’ın gözümüzü ya da gönlümüzü doyurduğu yok, eğer bir siyasi gerilimden ya da muhafazakâr politikalardan bahsedilmiyor ise. Sizin sunduğunuz sanatın ise, daha iyi ve daha gerçekçi bir İran’a açılan bir pencere olduğunu düşünüyorum. Buna dair söylemek istedikleriniz var mı?
Susann: Tahran sanatını eş-küratörüm Parastou Forouhar ile birlikte 2005-2007 yılları arasında araştırmaya başladık. Bu iki yıl içinde, reformist bir çabadan dini diktatörlüğe doğru keskin bir siyaset değişiminin gerçekleştiğine şahit oldum. Hükümet, kapılarını dünyanın geri kalanına kapatmış; ülkedeki güncel sanata ve entelektüel seslere karşı aşırı hassas ve tepkili durumda. İran’da sanatçı olarak yaşamak cesaret gerektiriyor. O nedenle TREIBSAND’in websitesi Tahran güncel sanatına dair küçük bir pencere açıyor.
 
DVD’nin, içeriğiyle beraber dünyayı nasıl kolaylıkla seyahat edebileceğinden bahsediyorsunuz. Benim gözlemlerime göre, sanat kolay satın alınabilen bir şey olmasa da, artık daha kolay ulaşılır ve üzerine yorum yapılabilir durumda. Bu gözlem, sizin hislerinizle bağdaşıyor mu peki?
Susann: TREIBSAND’in sergileri hacim olarak büyük; Örneğin Cilt 02, İstanbul’a odaklanıyor ve 33 sanatçının çalışmalarını içeriyor. Bu büyük hacmin tersine DVD erişilebilirliği ve ağırlığı bakımından çok küçük bir alanı kaplıyor. Kapağını açtığınızda çok katmanlı bir dünyaya giriyorsunuz: Her bir sanatçının resimlerinin, heykellerinin ya da performanslarının bir seçkisini sunan monografik deneysel filmler, videolar, fotoğraflar… Bir sanat dergisinde bir yapıtın fotoğrafını görmeye kıyasla, DVD’den bir yapıtın aurasını, dokusunu, bağlamını daha iyi kavrayabilirsiniz, ve hayır, bence sanat herkes için kolay ulaşılabilir değil.  Bazen inanılmaz uzağında yaşıyoruz. Bir müzeye gitmek de hâlâ çok yaygın değil ve alt edilmesi gereken bir sosyal bariyer her zaman var, ama TREIBSAND, bilgisayarınızla her an izleyebileceğiniz eserler sunuyor.
 
Necla, sen ve Sırbistan’dan Milica Tomic, bu derlemeye özellikle “birlikte yaşamın sanatı” açısından katkılarınızı sunuyorsunuz. Bahsi geçen ülkeler de Türkiye ve eski Yugoslavya… Türkiye’de bir birlikte yaşamadan bahsedecek olursak, yorumların ne olur?
Necla: “Barış içinde bir arada yaşamak”, kavram olarak Soğuk Savaş döneminde kullanılmaya başlayan bir kavram, ancak bir arada yaşamanın yollarını aramak, tarihin her döneminde insanlığın temel problemlerinden olmuştur. Birlikte yaşamak, inanç, etnik kimlik, cinsiyet ve farklı politik düşünme biçimlerinin varlığını tanımak ve kabul etmekle mümkündür. Şiddete başvurmaksızın bir tartışma zemini oluşturmakla. Ben kişisel olarak bireysel vicdanın, bireysel ahlakın gücüne inanırım. Birlikte yaşamanın en mümkün yolu empati kurmaktan, vicdanlı olmaktan, şefkat ve merhamet duymaktan geçiyor diye düşünüyorum.
 
Susann: “Bir arada yaşamak”, TREIBSAND sanat koleksiyonu için anahtar bir kelime. Çalışmamız, bölüm bölüm, şehir şehir ve kelimenin tam anlamıyla yan yana yaşama kültürünü geliştirerek genişleyecek. Sanat, zengin bir ifade biçimidir. Ben de her çalışmada aynı zenginliği görmeyi, yeni bir açı ve estetik ile keşfetmeyi seviyorum.
                                                                                                                                   
Türkiye ve diğer ülkelere gelince, bu ülkelerin siyasetlerinin bir dokümantasyonuna odaklanmıyorum; ben bu politikaların sanat içindeki adalet, toplum, ekonomi ve tarihe ayna tutuşuna bakıyorum.
 
 
* http://www.treibsand.ch/
 
İletişim için:
Susann Wintsch
 
Necla Rüzgar
 
Bu söyleşi Kaos GL Dergisi’nin 126. sayısında yayınlanmıştır. http://www.kaosgldergi.com/anasayfa.php

Etiketler: yaşam
nefret