24/04/2006 | Yazar: Umut Güner

‘Cemaat dışında açılmak elbette ki daha kolaydır. Çünkü tanınmıyorsun. Dolayısıyla tanınmadığın için de kendini hür ve daha serbest hissediyorsun. Seni tanıyan insanlara bu konunun açılması riskli olmadığından cemaat dışı insanlara açılmak çok daha kolay oluyor ve bu konuda herhangi bir sorun yaşamıyorsun; çünkü nasıl olsa seni bilenleri ve çevreni zaten tanıyorsun.’

‘Cemaat dışında açılmak elbette ki daha kolaydır. Çünkü tanınmıyorsun. Dolayısıyla tanınmadığın için de kendini hür ve daha serbest hissediyorsun. Seni tanıyan insanlara bu konunun açılması riskli olmadığından cemaat dışı insanlara açılmak çok daha kolay oluyor ve bu konuda herhangi bir sorun yaşamıyorsun; çünkü nasıl olsa seni bilenleri ve çevreni zaten tanıyorsun.’

KAOS GL

Söyleşi: Umut Güner

Türkiye’deki cemaatlerin nüfuslarının az olduğu için, röportaj sahibinin kişisel bilgilerini yayınlamamakla birlikte ait olduğu cemaati de açıklamamayı uygun gördük.

Kaos GL: Türkiye’de, daha doğrusu İstanbul’da azınlık olmak nasıl bir duygu?

... : Cemaatte yaşamak güzel bir duygu. Kendi gelenek ve göreneklerini muhafaza edebiliyorsun. Negatif yönlerine bakarsak, cemaate yönelik ayrımcılık ve baskıları görebiliriz. Politik nedenler yüzünden azınlıklara ve Türk olmayanlara karşı uygulanan yaptırımlardan büyük baskı görüyorsun. Bu baskıları halk nezrinde de görüyorsun; çünkü hem medya hem hükümet, bütün politika senin aleyhindedir. Sabahtan akşama kadar senin radyoda, televizyonda, gazetelerde antipropagandan yapılıyor. Sen bu atmosferin içinde yaşamak ve mücadele etmek zorundasın. Fikirlerin duyulduğu zaman göreceğin tepki çok şiddetli olacağından kendini de savunamazsın, savunamıyorsun ve bu hayata katlanmak zorunda kalıyorsun. Ancak bu politik baskıların olmadığı zamanlarda o kadar fazla sorun yaşamıyorsun. Bir devlet dairesine gittiğin zaman ya da başka bir yerde kendini azınlık mensubu olarak tanıttığın zaman tavırlar değişebiliyor. Önemsenmeyen, hakkını savunamaz bir kişi olarak algılanıyorsun ve bu yüzden hoş olmayan tavırlarla da karşılaşabiliyorsun.

Geçmişe dönüp baktığında neler görüyorsun?

Bir zamanlar ‘vatandaş Türkçe konuş’ politikası vardı ve kendi aramızda bile Türkçe konuşmama konusunda sorunlarımız oluyordu. Anne- baba-çocuk arasında, aile içinde dahi Türkçe konuşmadığımız zaman çok ters bakılıyordu; hatta bazen yolda geçen vatandaştan ‘Türkçe konuş’ diye ihtar bile gelebiliyordu. Kendi ana dilimizi yolda hür bir şekilde konuşamıyorduk. Lozan’da kendi dilimizi konuşmak hatta öğretmek gibi bir hak bize verilmiş olmasına rağmen, otobüste, vapurda kendi ana dilimizi konuştuğumuz zaman bize öyle bir tavırla ve bakışla bakıyorlardı ki biz hem rahatsız oluyorduk hem de kendi dilimizi konuşamıyorduk. Konuşsak bile başkalarının duyamayacağı kadar yavaş ve kendimiz arasında fısıldayarak konuşabildiğimiz zamanları yaşadık. Bu en basit özgürlüktü, bir insanın kendi ailesi içinde konuşma özgürlüğü. Oysa şimdi bu baskı yok, kimse kimseye ‘Türkçe konuş vatandaş’ demiyor. Kendi ana dilimizi istediğimiz kişiyle konuşabiliyoruz. Benim bu konuda birkaç sene önce yaşadığım bir olay vardı. Bir arkadaşımla birlikte bir minibüse binmiştim ve kendi ana dilimiz konuştuğumuzda bir hanım Türkçe konuşmadığımız için rahatsız olduğunu söylemişti. Ancak bu durum artık yaşanmıyor Türkiye’de. Bu büyük bir aşama, bir gelişmedir.

Ben hatırlarım; o baskılı yılların olduğu dönemde, yolda arkadaşlarla oynardık ve hepimiz azınlık çocuklarıydık. Komşu çıkıp ‘Gidin, kendi memleketinizde oynayın kendi oyununuzu, karakola haber vereceğim’ demiş, oynamamızı yasaklamıştı. Oyunumuzla onları rahatsız etmiyorduk; ne fazla gürültü yapıyorduk ne de başka bir şey. Buna rağmen hiç beklemediğimiz bir anda bu olayı yaşamıştık. Çocuklar her zaman mahallede, sokakta oynar, hiç kimse onları engellemez ama bizim yaşadığımız zaten rahatsız oldukları için değil, azınlığa ait olduğumuz için bir tepkiydi. O yüzden zaten kınanması gerekir, yoksa rahatsız ettiğimiz için olsaydı bir makbuliyeti olabilirdi.

Azınlığımızın daha fazla olduğu dönemde, hükümet tarafından ‘gizli yasa’ gibi yaşadığımız olaylar olmuştu ki bu politikaların amacı burada yaşayan azınlığı yok etmek ve sahip oldukları ekonomik gücü ellerinden almaktı. Bir Türkleştirme politikası güdülmüştü. Dolayısıyla azınlığa ait olan mallar ya da şirket ve işyerlerinin Türklere geçmesi için bu politika uygulanmıştı. Bu yüzden zaten ekonomik yaptırımlar veya azınlığın yok olması için girişilen teşebbüsler olmuştu. Bu teşebbüslerin en önemlisi varlık vergisiydi, 1955’te yağmalama olayları yaşandı. 1963-64 yıllarında sınır dışı edilme olayları yaşandı. Sonra Kıbrıs’taki müdahale yaşandı. Bütün bu olaylar buradaki azınlığın sayısının çok aza inmesine ve yok denilecek kadar azalmasına neden oldu. Tabi bunlar senelerce süren bir politikaydı ve yavaş yavaş kendini gösteren bir sonuç alındı. Artık şimdi baskı yapılmasa bile ki bu baskılar eskisi gibi sürmüyor ve olmuyor, buna rağmen artık ‘ırmak aktığı yönde akar’ gibi bu göç yaşanılıyor ve son yıllarda çok büyük bir göç yaşanıldı zaten. Bu göç sürekli olduğu için bunun önü kesilemiyor. Bir azınlık okulunda okumuştum, sınıf mevcudunun sene başına göre giderek azaldığına hatta sonraki sene o sınıfın tamamen boşaldığına tanık oldum. ‘Gelecek sene biz artık burada olmayacağız, yurt dışına gitmiş olacağız’ diyorlardı. Yaşadığın mahallede yaşayan azınlık mensupları bir bir gittiler. Bu kişiler gerek kendi evlerinde gerek akraba yanında yaşasınlar, yavaş yavaş herkes gitmeye başladı. Çünkü çok iyi biliyorlardı ki bize Türkiye’de bir gelecek yok, Türkiye’de kalırsak başımıza daha kötü şeyler gelecek. Dolayısıyla güvenliğimiz için Türkiye’den gitmemiz gerekiyor. Bu bir programmış gibi aileler artık Türkiye’den ne zaman gitmek gerektiğini sorgulayan düşüncelere kapıldı. Biri gitti, öbürü gitti, bütün akrabalar, dostlar gitti, o zaman biz de gidelim, biz burada tek başına ne yapacağız? Dolayısıyla bu politika aynı zamanda kendi içlerinde bir azınlık politikası haline geldi. Çünkü gidenler de ‘Ne bekliyorsunuz, artık gelin’ diyorlardı, böylece bir kendine sokulmuş program gibi azınlıklar kendi aralarında bile ‘çocuğum liseyi, üniversiteyi bitirsin ondan sonra gideyim’ düşüncesiyle program yapıyorlardı. Çocuklar önce anne ile gidiyordu, baba işleri hallediyordu arkada, malları satıyordu ve gidiyordu. Böyle bir politikanın neticesinde buradaki azınlık çok az sayıya inmiş ve bu rakamın çoğalacağı da pek görünmüyor; çünkü genç nüfus çok az ve yapılan evlilikler çok az. Ölüm haberlerini daha fazla görüyoruz gazetelerde. Doğumlar ve evlilikler çok az. Dolayısıyla bu, Türkiye tarafından uygulanmış bir politikaydı. Türkiye başardı ve amacına ulaştı denilebilir. Büyük bir azınlığın yok denilecek kadar aza indiğini görüyoruz şu an. Gelecek artık neyi gösterecek, ne olacak bunu bilemiyoruz. Ancak yaşanan olaylar da tabi unutulamaz.

Türkiye’deki azınlıklar için sancılı dönemler eş zamanlı mı geçiyor?

Türkiye’de resmi açıdan kabul edilmiş olan üç tane azınlık var. Genelde politik sorunlar yaşandığı zaman o millete ait olan azınlık daha fazla baskı görüyordu. Hepimiz aynı dönemde aynı baskıları görmüyorduk ama bir azınlık karşıtı politika yalnızca o millete ait değildir, başka milletleri de kapsar. Dolayısıyla herkes payını almıştır bu baskıdan ve problemlerden. Varlık yasası çıktıktan sonra yağmalama olduğu zaman yalnızca bir etnik grup değil diğer azınlıklar da bundan payını almıştı. Tam anlamıyla bir azınlığın en fazla baskı gördüğü bir dönem olarak değil de herkesin payını aldığı bir olay olarak algılayabiliriz.

Peki bugün gelinen durumu nasıl değerlendiriyorsun?

Şimdiki yaşadığımız süreçte ayrımcılıklar ve problemler diğer zamanlara göre daha az. Eşitliğin hayal olduğu zamanlar vardı; şu an verilen bir sürü haklar ve demokratik gelişmeler o zamanlar hayal bile edemediğimiz şeylerdi. Oysa görüyoruz ki bunlar yaşanıyor. Artık biz de saklandığımız kabuktan bir bakıma çıkarcasına kendi haklarımızı hem savunuyoruz hem de daha hür ve rahat bir hayat yaşayabiliyoruz. Ama bu demek değildir ki; bütün ön yargılar, bütün problemler ortadan kalkmış yahut da istediğimiz eşit haklara tam anlamıyla kavuşmuş durumdayız.

Türkiye’de insan hakları alanında mücadele eden ve azınlık haklarını savunan stk’lar sizinle etkileşime geçiyor mu? Senin haklarını savunabileceklerini düşünüyor musun?

Bildiğim kadarıyla geçmiyorlar; ancak şu an gördüğümüz baskılar ya da ayrımlar o kadar büyük değildir. Şu an gerek de yok denecek derecede azdır. Eski haklarımıza kavuşma çabası var. Yoksa kişisel ya da bize yönelik bir baskı görmüyoruz. Dolayısıyla bu örgütlerin de bize yönelmesi bir bakıma beklenemez, çünkü zaten ezilen sınıf değiliz. Bizden daha fazla ve daha kötü derecede ezilenler vardır. Onlarla ilgilenmeleri daha doğaldır. Dolayısıyla böyle bir yaklaşım da sanırım o örgütlerde yoktur. Ama bizim de aynı zamanda o örgütlerle bir iletişimimiz yok. Biz de bir bakımdan korkuyoruz. Bu kadar baskıyı yaşamış bir toplum kendi haklarını bir bakıma savunacak örgütlere gitmekte bile korku duyar ve daha fazla sunulan bu hürriyet ve özgürlüklere sahipken bunlardan yararlanmak ve bunlara sahip olmanın mutluluğunu yaşamak için de bir gayret gösterir. Bir sorun yaratmak ya da herhangi bir organizasyonla iletişim kurmaktansa şu an sahip olduğumuz yaşayışa devam etmek daha akıllıca gibi görünüyor. Halbuki elbette bir insan hakları savunucusu örgüt ya da azınlıkları savunan bir örgüt, eğer araştırırsa bizim eskiden sahip olmamız gereken hakların halen alınmamış olduğunu görür. Şu an bir sürü talep zaten var. Gerek azınlık okullarında yaşadığımız problemler gerekse başka konularda yaşadığımız problemler... Ama bunlar o kadar vahim olaylar değildir. Eğer geçmişte yaşadığımız olaylarla mukayese edersek.

Eskiden var olan ve şimdi var olmayan haklardan bahsedelim. Ne tür sorunlar yaşıyorsunuz?

Eskiden mesela cemaate ait olan vakıfların mülk edinme hakkı vardı. Şu an 1930’lardan sonra bu hak kalkmıştır ve ondan sonra sahip olduğumuz mülklerin çoğu elimizden alınmıştır. Sanıyorum şu an bir azınlığa ait olan vakıfa bir kişi mülkünü hibe edemez. Gerçi uyum yasalarıyla bu sorun da kalkmış olacak ya da böyle bir çalışma var ama yine de bazı sınırlamalar getirmişler ve tam anlamıyla istediğimiz şekilde olamadı, tam haklara kavuşmuş değiliz. Ancak yine uyum yasalarıyla sanırım azınlıkların vakıf edinme ve vakıflarına mülklerini hibe etme konusunda sanırım var olan kısıtlamalar kalkacaktır. Başka bir konu, okullardaki ders kitaplarıdır. Çoğu kez azınlığa ait olan öğretmenler atanmıyor azınlık okullarına. İzin verilmiyor, ya da senelerce bekliyorsun ya da azınlıkların okuyacağı kitapların gelmesine izin verilmiyor. Birkaç sene önce bir ders okutulmadığı, öğretmen olmadığı için o dersten çocuklar sınıf geçemiyordu. Bu büyük bir sorun olmuştu. Halbuki eğer iyi niyet olursa bu çok basit sorunlar aşılabilir.
Eskiden, din adamlarını eğitmek için azınlıkların sahip olduğu ruhban okulları vardı. 1970’lerden sonra bu okullar kapatıldı. Ruhban okulları tekrar açılamıyor. Şu an nasıl ki Müslümanlar kendi din adamlarını eğitebiliyor, bu hakka sahipler azınlıklar ise böyle bir hakka sahip değil.

Cemaatler eşcinselliğe nasıl bakıyor?

Cemaat kapalı bir toplum olduğu için böyle bir olaya zaten muhafazakar yaklaşır. Böyle bir olay kesinlikle onaylanmaz. Dinin de büyük bir etkisi var tabii. Cemaat toplumu olduğunu da düşünürsek o zaman durum daha ciddi oluyor. Eşcinsellik cemaatler arasında çok daha fazla gizlenilen ya da ortaya çıkması sorun yaratabilecek bir husus oluyor.

Eşcinselliğinle tanışman, eşcinsel olduğunu fark etmen nasıl oldu?

İlk ortaokul çağında oldu. Daha sonra bu yönelim lise yıllarında daha barizleşti. Üniversite yıllarında artık tam anlamıyla eşcinsel olduğumu anlamıştım. Bu benim için bir aşama aşama fark etme idi. Birdenbire eşcinsel olduğumu anlamamıştım. Ancak yavaş yavaş olgunlaştıkça, kendimi eşcinsel olarak görmeye başladım. Eşcinselliğimle şu an barışık durumdayım. Zaten hiçbir zaman inkar etmemiştim, ancak bunun farkına varmak ve emin olmak için birkaç senenin geçmesi gerekirdi. Çocukluktan ergenliğe, ergenlikten olgunluğa geçmem gerekti. Cinselliğini fark eden her insan nasıl ki belli bir süre ve evreyi geçtikten sonra karar veriyorsa ben de o aşamaları aştıktan sonra, şu an eşcinselliğimle barışık bir şekilde herhangi bir ikilem yaşamadan hayatımı sürdürüyorum.

Bu üç dört yıllık süreç içinde eşcinselliğini paylaştığın biri var mıydı?

Yoktu. Tek başınaydım. Kendimi tanımaya ve buna karar vermeye hiç kimsenin yardımı olmadan, hiçbir şeyin etkisinde kalmayarak kalkıştım. Ne olduğumu, nasıl düşündüğümü, kendimi bilen bir insan olduğum için bu kararı da kendim vermem gerekti. Tüm düşüncelerimi tartıp sorumluluğun yalnız bana ait olabileceği bir karar vermek istiyordum. Kendimden emindim. Birisine danışmak, yardım beklemek gereksiz bir olaydı; çünkü sanki benim onlara ihtiyacım var, sanki ben ne düşündüğümü bilmiyorum, kendimi tanıyamıyorum durumuna düşüyorum. Halbuki ben kendi kendime, olgunlaşma sürecinde anladım ki bir eşcinsel olarak benim hayatım kendi kişiliğime tabi bir olaydır.

Eşcinselliğini ailenle ne zaman paylaştın?

Daha sonraları, eşcinselliğimden iyice emin olduktan sonra paylaştım. Bu paylaşma bir açıklama biçiminde olmadı. Onlar zaten benim eşcinsel olduğumu anlamışlardı. Ne ben sakladım ne onlar bana baskı yaptı. Eşcinselliğimi bilmeleri iyi bir süreçten geçti. Yavaş yavaş farkına vardırlar, ilk önce bir soru işaretiydi. Yavaş yavaş emin oldular. Ne ben onlara eşcinsel olduğumu söyledim ne de onlar bir baskı yaptılar, beni bu yoldan döndürmek istediler. Ailem içinde bilinen bir olaydı, bu konuda herhangi bir uyarı ya da baskı görmedim. Rahat bir şekilde eşcinselliğimi ailem kabul etmişti. Baskı yoktu derken o kadar da rahat bir ortamdan bahsetmiyorum. Aşırı derece baskı yoktu. ‘Sen eşcinselsin oh ne iyi’ demiyorlardı ya da ‘sen eşcinselsin sokağa çıkamazsın’ da demiyorlardı.

Üniversite yılların nasıl geçti?

Üniversite yıllarında eşcinselliğimi yaşayacağım düşüncem yoktu. Bahsettiğim olgunlaşma dönemi üniversiteyi bitirdikten sonraki yıllardır. O zaman ben daha açık bir şekilde hislerimi yaşamaya başladım. Üniversite öğrencisiyken o kadar rahat değildim. Hiçbir zaman bir gey bara gitmemiştim, bir gey dergi okumamıştım, belki hiçbiri zaten yoktu, ancak mezun olduktan sonra bir bara gitme cesaretini kendimde buldum. Bilgi alma cesaretinde bulundum. Bu yazılı bilgilileri ailemin görmemesi için çekmeceme saklıyordum, sonraları ise masamın üstüne bırakmaya başladım. Baktım ki bir şey olmuyor artık çok serbest bir şekilde afişleri bile kendi odamda asmaya başladım. Ailemin hiçbir tepkisi olmadı. Bu, üniversiteden mezun olduktan sonraki yıllara rastlar.

Cemaat içinde eşcinsel olduğunu bildiğin arkadaşların var mıydı?

Evet, vardı. Genelde eşcinsel olduklarını söylemiyorlar. Ben onların eşcinsel olduğunu biliyordum. Böyle arkadaşlarım olmuştur. Ancak ne onlar bana açıldılar ne ben onlara açıldım. Yani eşcinsellik öyle bir şey ki bazı zamanlar kendilerini gösteriyorlar, söylemelerine gerek yok; bariz olmayanlar da eşcinselliklerini zaten söylemezler. Onları zaten anlayamıyorsunuz. Eşcinsellik herhangi bir topluma ait bir şey olmadığından bizim cemaatimizde de eşcinsel olanlar vardı.

Cemaat dışında açılmak daha kolay diyebilir miyiz?

Cemaat dışında açılmak elbette ki daha kolaydır. Çünkü tanınmıyorsun. Dolayısıyla tanınmadığın için de kendini hür ve daha serbest hissediyorsun. Seni tanıyan insanlara bu konunun açılması riskli olmadığından cemaat dışı insanlara açılmak çok daha kolay oluyor ve bu konuda herhangi bir sorun yaşamıyorsun; çünkü nasıl olsa seni bilenleri ve çevreni zaten tanıyorsun. Cemaat dışı insanları da tanıdığın için bu konuda herhangi bir sorun yaşayıp yaşamayacağına kendin karar veriyorsun. Bu yüzden cemaat dışı insanlara açılmak çok daha kolay olabiliyor.

Cemaat içinde eşcinsel olduğun biliniyor mu?

Bazıları biliyordur, emin değilim. Bunu açıklamış da değilim. Bilenler olabilir.

Bir azınlığa mensup eşcinselsin. Eşcinsel olduğun için baskılandığın, ayrımcılığa uğradığın alanlar var mı?

Evet, var. Bir eşcinsel olarak her eşcinselin yaşadığı baskı ve kısıtlamaya ben de maruzum. Kendimi hür biçimde ifade edemiyorum. Her eşcinselin gördüğü hakarete, alaya ben de maruz kalıyorum.

Gündelik hayatında, eşcinsel olduğun için bire bir yaşadığın bir sorun var mı?

Büyük bir olay olmasa bile bir eşcinsel olarak yaşadığım, maruz kaldığım ufak bir şey, sistemin gösterdiği ufak bir tepkinin bile ne büyük sorunlar yaratacağının bir örneğidir. Ben bir bara gitmiştim. Oraya giden insanlar daha çok solcu insanlardı. Benim eşcinsel olduğumu anlamışlardı ve barda çalışan eleman ikinci bir bira istediğim zaman ‘Servis yapamayacağız’ cevabını vermişti. Halbuki kimseyi rahatsız edecek ne bir söz ne bir hareketim olmuştu. Sırf onların bunu anlamalarından dolayı ben onlar için bir hiçtim, aşağılık ya da yok olması gereken birisiydim. Beni görmek bile onlar için rahatsızlıktı. Ben onlar için boğa güreşlerindeki kırmız örtü gibiydim. Bu resmen bir hakarettir. Herkes gibi gece eğlenmek için bir bara gidiyor ve hiç sebep yokken böyle bir hakarete maruz kalıyorsan, kim bilir başka bir zamanda başka bir ortamda daha kötü sonuçlar doğurabilecek olaylara maruz kalabilmek de olasıdır.

Kaos GL dergisi ve Türkiye’deki eşcinsel hareketi hakkında neler düşünüyorsun?

Kaos GL dergisinin dili bana göre ağır ve politik dil ağır basıyor. Ama Türkiyeli eşcinsellerin dergisi olduğu için zaman zaman alıyorum. Derginin daha fazla kesime hitap etmesi gerekiyor. Toplumun sorunsuz dile algılanan kesimleri ile de ilişkiye girilmesi gerekiyor. Türkiyeli eşcinsellerin bugün yaptıkları çalışmaları, alana çıkmalarını önemli gelişmeler olarak değerlendiriyorum ama daha yapılacak çok şey var.

Teşekkürler



Etiketler: yaşam
nefret