09/06/2020 | Yazar: Oya Özgün Hazan

Geçim sıkıntısı, yaşama telaşı insanda yaşamı değiştirme üzerine bir istenç mi bırakıyor be kızanım, papatyam Cortazarım? Hele ki bir de LGBTİ’nin bir yaprağını üstünde taşıyorsan…

Cortazar - Yaz öyküsü üzerine Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Topaç el örgü ipi gibi tekrara bulanmış bir Arjantinli ailenin iki üyesi Mariano ve Zulma. Değişimden korkan, buna cesaret edemeyen bir tipoloji onlarınkisi. Ta ki, komşuları Florencio’nun küçük kızının aceleye getirilmiş bir emrivakiyle misafirliğine dek. Baba Florencio onların bir kadeh içki içme tekliflerine bile cevap veremeyecek kadar aceleciydi. Bu oldu bitti karşısında afallayan ikili derhal eski düzenlerindeki çalışma stillerine geri dönmek niyetiyle az önce meşgul oldukları işlerine geri dönerler. Zulma’nın sıranın üstünde duran dergi yığınına olan ilgisine gönül ferahlatıcı cinsten “dünden razı” Zulma ona dergilerle alakadar olması için teklif sunar ve kıza kabul ettirir.

“Tüm olaylar sırayla gerçekleşiyordu, her olay için belli bir saat ve her saat için belli bir olay vardı, bir çırpıda düzeni bozmuş olan küçük kız hariç.”

Metinde geçen bu satırları haklı çıkarırcasına çift rutin işlerini yelkovanın akrebi kovaladığı düzende metronom titizliğiyle muntazam bir şekilde yerine getirmeye devam ediyordu. Genellikle evli çiftler arasında çatışma unsuru olarak görülebilecek yaşam faaliyetleri bile kusursuz bir şekilde planlanıp yola koyulabiliyordu. İkisine de lazım gelen fırın için birbirlerini büyük bir sebatla beklemeleri gibi. Bu yüzdendir ki yazar öyküde: “İskemle herhalde artık kurumuştu, kırılan tarafları birbirine yapışmıştı, tıpkı hiçbir yenilik taşımayan bu yeni günün değişik bölümleri gibi” demişti.

Farklılıkmış gibi gözüken bazı meseleler “mevsimlerin değişmesi, postacının Mariano ve Zulma çiftine mektup bırakması, kasabada yaşantılarının geçtiği çevreler, orada gittikleri mekânlar” bile yıllar yılı aynı tempoda yapıla yapıla yeknesak bir yapıya bürünmüştü. Sadece anlık olarak bir değişim söz konusuydu. Eğer şehir olarak daha devrimci bir şehire taşınacak olsalar dünyalarının ters döneceği kesindi. Bundan değil mi Mariano Nixon’un Pekin’e gitmesi hakkında “artık din iman da kalmadı” demişti.

Evdeki herkes uykuya dalmadan önce küçük kızın uyuma stilini garipseyen Mariano kızın okuduğu dergiyi yastığın altına koymasına “bu çocuklar ne kadar ulaşılmaz bir dünyada yaşıyorlar” şeklinde bir tepki verir. Kendisinin bu tepkisini yadırgayan eşinin “sen de  kolonya şişesini sola, traş bıçağını da sağa koyarsın” yönlü karşı çıkışını “ölüm ve yok olmaya bir yanıt; nesneleri ve zamanı sabit kılmak” diyerek savurur. Mariano’nun hafıza karşısındaki bu “direniş”i bana biraz Zweig’ın Satranç’ındaki Centovic’in hafıza kaybına karşı satranç hamlelerini aklında tutma mücadelesine ve Şibumi’deki karakterin yine aynı niyetle Go oyununu kafasında oynamasına ışık tuttu.

Mariano bu aforizmasal düşüncelerini sıralarken eşiyle olan diyaloğu ve anlatının “her geçen gün Zulma’yla konuşma zorunluluğunun azaldığını hissediyordu” şeklinde gelişmesi bize ilişkilerindeki bir bozukluğa da işaret ediyordu. Ancak bizde bıraktığı intiba ikisinin de bu bozukluğu giderme şeklinde bir hamle ihtiyacında olmadıklarını da işaret ediyordu.

Öykünün kırılma noktası bir gece ansızın bir atın evlerinin camlarından onları yoklaması oluyordu. Atın sesinden oldukça korkan Zulma büyük bir ürpertiyle kocasına veryansın ediyordu. Eşi Zulma’nın aksine Mariano’da en ufak bir şaşırma refleksine rastlamak olanaksızdı. Baskın eril tavrıyla Mariano eşi Zulma’yı teskin etmeye çalışıyordu. Ancak Zulma durulacak gibi değildi. Kontrol etmek için aşağı kata inen Zulma kızın yattığı yerdeki mutfağın ışığının ve evin kapısının açık olduğunu fark ediyordu. Ancak kız ne zaman görülse atın kişnemeleri kesiliyor, kişnemeler ne zaman artsa kızın yattığı yerde olmadığı fark ediliyordu. Buradan aslında kızın dışarıdaki ata dönüştüğünü çıkarabiliyoruz. Ancak mitsel bağlamının nereye gittiği konusunda ne yazık ki bir fikrim yok. Kurgudan çıkarabildiğimiz kadarıyla okuduğu kitaplardan etkilenen küçük kız kendini bir ata dönüştürüyordu ya da dönüşmüş buluyordu.

Atın öyküde ihtiva ettiği görünen anlam durgun bir deniz mahiyetinde sahile çarpan deniz sularının bir aile evini bir anda dalgalı, hırçın bir denize döndürmesi şeklinde okuyabiliriz. Liyakatle değil de atama yoluyla işleyen devlet bürokrasinin karşısına bir anda ahlaki dezenformasyonu hiçe sayarak vicdanlı bir devlet insanının gelmesi gibi düşünebiliriz. Ya da iyimser bir mizaca bürünerek her şeyin dört dörtlük olduğu bir ortamda TRT üslubuna karşı heyecan peşinde koşan muzip bir at olarak da görebiliriz bay Cortazar’ın atını.

Babanın kızını teslim almasından sonra gelişen “mektup meselesi/onu getiren postacının ev ahalisiyle en ufak bir diyaloğa girmeden mektupları bahçedeki masanın üstüne bırakması/bunu yaparken varlığını bangır bangır belli edercesine ıslık çalması… Postacı ve aile arasındaki tüm bu iletişimsizlik halinden evin eski düzenine döndüğünü anlayabiliyoruz. 

Cortazar en sonda da okurun köhne yaşantısıyla(eğer öyleyse) dalga geçercesine çiftin “öğle yemeği için ne hazırlayacaklarına karar verecekler” sorusunu bize sunuyor. Sefil hayatlarınızda heyecan taşıyabileceğiniz en devrimci, en evrimci soru “yemek belirleme üzerine”dir demek istiyor.

Bu satırları yazan münasebetsiz Oya’nın acı dolu haykırışı: Ne yapalım Cortazar abeeey? Geçim sıkıntısı, yaşama telaşı insanda yaşamı değiştirme üzerine bir istenç mi bırakıyor be kızanım, papatyam Cortazarım? Hele ki bir de LGBTİ’nin bir yaprağını üstünde taşıyorsan…

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam