27/12/2021 | Yazar: Anjelik Kelavgil

İçi boş, derin ve dibi ıslak.

Kendimi kuyu gibi hissediyorum Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Kuyulara bağırmak diye bir laf vardır bilirsiniz. İşte oradaki kuyu gibi hissediyorum bir süredir insanlarla sosyalleşmeye çalıştıkça. Kuyu gibi hissettikçe de kendimi daha da çok kapatıyorum insanlara. Bir süre sonra bu kendini kapatma hali yorucu olmaya başlıyor. Sonra “hadi bakalım Anj., sosyalleş” diyorum kendime. Yine kuyu gibi hissediyorum. Ve bu kuyu olma halinden de bir hayli yoruldum. Günün sonunda kuyuya düşen de ben oluyorum, cabası.

Bir çeşit lubunya yalnızlığı deneyimliyorum aslında. Yalnızlıktan sıkıldıkça çıkmaya çalışıyorum. Çıktıkça, güvenli alanımı yitirdiğimi görüyorum. Zaman zaman güvenli alanımı genişletme gayretine kapılıp çeşitli sosyalleşmelere gark olsam da, başarısız oluyorum ve yalnızlığım güvenli alanım olmaya başlıyor. Böylesi bir kısır döngü. Bu döngüyü bir çuvallama örneği olarak ele alabiliriz; işte bu çuvallama da günün sonunda kendimi kuyu gibi hissetmeme neden oluyor.

Aslında “dışarı” beni bir araca dönüştürerek “kuyulaştırıyor” ve ben de buna “dur” diyemiyorum. Dışarının beni araçsallaştırdığı yer de lubunya deneyimimmiş gibi geliyor. O anda her şeyin ne kadar politik olduğunu görüp kendime kızıyorum. Alıklık başa bela.

İnsanların kendilerini, varoluşlarını, cinselliklerini, sınırlarını, hadlerini, heteronormativiteyle olan çarpışmalarını, ayrıcalıklarına olan bağımlılıklarını, tüm bunalımlarını bağırdıkları bir kuyuya dönüşüyor lubunyalığım. Bilmek istemediğim bir sürü şeyle doluyorum. Muhataplarımın yaşadığı açılamama krizinin / açılma deneyiminin objesi haline geliyorum. Midem bulanıyor ve günün yorulanı da evet ben oluyorum. Sonrasında maruz kalınan bu tanıklık bir yüke dönüşüyor ve hormonla birleşerek kendi deneyimimdeki zorluklara ekleniyor. Hal böyle olunca da kendimi daha çok kapatmaktan başka bir yol bulamıyorum.

Yukarıda bahsettiğim şablonu #şükür hayatımın birçok alanında defaatle deneyimleyecek kadar yaşanmışlığa sahibim. Kuyu muamelesi yapanlar yeri geldi flört oldu, yeri geldi koca oldu, yeri geldi patron oldu, yeri geldi koli oldu, yeri geldi aile oldu, yeri geldi toplumsal muhalefetin çeşitli politik aktörleri oldu, yeri geldi iş arkadaşı oldu. Oldu da oldu. Hepsi bir anda bağırmaya başladılar içime içime; lubunyayım ya anlarım nasılsa onları diye düşündüler muhtemelen. Sır tutmakta lubunyaların üstüne yoktur neticede. Düşünsenize biz kendi sırlarımızı daha çocukluğumuzdan beri nasıl tutarak büyüdük. Sır tutmayı bizden iyi bilen olmaz diye düşünüyorum.

Sır tutmayı iyi bilmek bana bu toplum tarafından dayatılan ve hayatta kalabilmek için edinmek zorunda kaldığım bir yetenek. Lubunyalığımı uzun süre ve bazı kişilere karşı halen saklamak zorunda olmak istemezdim. Bunu istemediğim için de mücadele ediyorum. Keşke beni kuyu yapıp bağır bağır bağrınanlar azıcık olsun izan sahibi olsa diyorum. İşte tam o an o kuyuya kendim düşüyorum. Birinci çemberime sıkı sıkı sarılıp, evren bana ne anlatıyor soruları eşliğinde güçlenerek çıkıyorum, o ayrı. Ama günün sonunda insanlardan daha çok korkan, azıcık kıpır kıpır hissettiğinde çuvallama telaşına giren, çuvallayan; çok zor güvenen ve gittikçe daha da asosyal birine dönüşen, gizlenen saklanan biri oluyorum (güçlenmeye tikiz). Ve ilginçtir, lubunya bir çocukken de hep böyle hissederdim. Yetişkin olmaya başlarken de böyle hissettirenler utanır mı? Sanmam. Akran zorbalığı başka bir formda devam ediyor hala; bu kez oynadıkları oyun "yetişkincilik". Oyunlarına azıcık dahil olmaya çalışsam başıma neler geliyor görüyorsunuz, en iyisi teneffüse çıkmamak. Beden Dersinde de hasta numarası yaparsam yırttım.

Bana kendi sırrımı bile taşımak çok yorucu geliyor bir süredir. Öyle bir saklamışım ki kendimi kendimden; daha tüm sırlarıma yeni yeni vakıf olabiliyorum. Benim bağıracak bir kuyum hiç olmadı. Hal böyleyken birilerinin kuyusu olmak ağırıma gidiyor. Sırtıma gereksiz yüklenen yükleri de taşımak zorunda değilim, biliyorum; yansın mahalle bana saç taramak düşer, bekliyorum.

Kendimi kuyu gibi hissettikçe Nebahat Çehre’nin neden en son 1986 yılında aşık olduğunu daha iyi anlıyorum.

Anj.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: kadın, yaşam
nefret