07/10/2021 | Yazar: Aslı Alpar
Şimdi Konur bizim değil ama bir başkasının da değil.
Fotoğraf: Ankara, Konur Sokak
Üniversiteye hazırlandığım yıl olmalı, annemle Konur’da yürüyoruz. “Kitap okuyan kadın heykeli” olarak bilinen İnsan Hakları Anıtı’nın çevresi şimdi olduğu gibi polis dolu değil, arkası mobil karakol değil; çeşitli sol grupların masaları var. Anıtın önünden Konur’a giriyoruz, annemi bu sokağa bilerek getirdim.
Şimdi Seçin olarak hatırladığım biri önümüze çıkıyor, minik bir el ilanı veriyor bize. El ilanında şöyle yazıyor:
“Aşağıdakilerden hangisi lezbiyendir?”
a) Kısa saçlı kadın
b) Araba süren kadın
c) Feminist
d) Hiçbiri
Ön yargıların hakkından gelmek için dağıtılan, siyah beyaz fotokopiyle çoğaltılmış bu el ilanı Konur’daki Kaos GL masasından bizim elimize geliyor. Annemi sırf bunun için Konur’a sürüklemiş olduğumdan amacıma ulaşmış mutluyum. Seçin’den bir iki adım uzaklaştığımızda anneme açılmak istiyorum ama bunun için bir on yıl daha beklemem gerektiğini henüz bilmiyorum.
Dalan’ın Gözleri, Taşdelen’in şemsiyeleri
Alper Taşdelen’in “şemsiyeli sokak”ı ve Umut Güner’in Konur Sokak’ın lubunya hafızası yazısının ardından kendi Konur’umu anlatmam gerek diye düşünürken bugünlerde benzer bir tartışmayı hatırlattığı için Nurdan Gürbilek’in Vitrinde Yaşamak’ında buldum kendimi.
Kitabın “Dalan’ın Gözleri” başlığında Gürbilek, 1984-1989 yıllarında İstanbul'un Büyükşehir Belediye Başkanı olan Bedrettin Dalan’ın kenti ranta açmasından, İstanbul’u seyirlik bir nesne haline getirmesinden bahseder.
90’lardan bu yana kentlerin ve bugün artık doğanın, yabanın ranta açılmasının değerlendirmesi bu yazının konusu değil ancak Gürbilek’in şu anlatısı benim için önemli:
Gürbilek, Mimar Corbusier’in Champs-Élysées’deki yürüyüşü sırasında aklına bir anda 20 yıl öncesinin Paris’inin gelmesiyle birlikte şu sözlerini hatırlatır okura:
“Sokak bize aitti o zaman; orada şarkı söyler, orada tartışırdık.”
Bizim sokağımız
Kendimizi tanıdığımız, anlamaya çalıştığımız, ne idüğü belirsizliğimizi aradığımız sokaktı Konur ve o sokak bize aitti o zaman, orada şarkı söyler, orada tartışırdık. Orada slogan atar, halay çeker, dans ederdik. Orada Irak Savaşı’na hayır dedik, lezbiyeniz dedik, Ajda Pekkan şarkıları söyledik.
Konur bize aitti o zaman, Konur’daki “biz” sanki iktidarla derdi olan herkesti, herkes birbirini orada bulurdu.
2017’de Emniyetin lojistik şubesine çevrilen Konur Sokak’ta önce türkü söylemek yasaklandı sonra hemen hemen aynı tarihlerde “süresiz LGBTİ+ etkinlik yasağı” ilan edildi. Annemle önünden geçerek vardığımız Konur Sokağı müjdeleyen İnsan Hakları Anıtı gözaltında tutuldu, 2019 yerel seçimlerin ardından yapılan kent düzenlemesiyle anıtın etrafındaki barikat kalktı, hemen heykelin ardında mobil karakol kuruldu.
Şimdi Konur bizim değil ama bir başkasının da değil. Bugün şemsiye asarlar, yarın kırmızı halı sererler bir sonraki gün kentin belleğinin, halkın ihtiyaçlarının dışında bambaşka, bağlamsız bir şey yaparlar.
Biz mi? Biz bir arada olmanın, birbirimizi ve kendimizi bulmanın yolunu mutlaka buluruz, buluyoruz da. Üstelik gökyüzüne bakınca bulutları kapatan şemsiyeler değil gökkuşağını görüyoruz.
*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazı ve çizimlerden yazarları ve çizerleri sorumludur. Yazının ya da çizginin KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki veya çizimlerdeki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.
Etiketler: yaşam, kent hakkı