30/04/2014 | Yazar: Begüm Başdaş

Gaga feminizm yoktan var olan bir kavram değil ama bugüne kadar "toplumsal cinsiyet ve cinsellik" başlıklı derslerimizde kurguladığımız feminist dalgaların yerine başka bir feminist tarih yazımı ortaya atıyor.

"Let gaga feminism begin" (Gaga feminizm başlasın)
J. Jack Halberstam 
 
Eşitlik arayışı ve arzusu mekânların veya kavramların anlamlarını esnetebilir, onların sınırlarını zorlayabilir, hatta o sınırların çatlamasına sebep olabilir. Ama bu illa bir özgürleşme olarak algılanamaz. Eşitlik talebi hâlihazırda var olan, yani daha önceden tanımlanmış mekânlara ve kavramlara dâhil olmak anlamına geliyor. Eşit vatandaş olmak yerine, özgür vatandaş olmak için belki de bizlere verilmesi reddedilmiş olan hakları almayı reddetmeliyiz.[1] Özgürlük mücadelesi var olan kuralların içinde yeni ayarlar yapılması veya alternatif başka bir düzenin kurulması olmamalı. Bugüne kadar bize takdim edilen bütün normallerin tükendiği yerden başlamalıyız. Özgürlük daha dağınık, karanlık, belirsiz, bir o kadar da şehvetli, ama hayal edilemeyen bir gelecek olmalı. J. Jack Halberstam da buna "going gaga" diyor.[2] 
 
Gaga Feminizm...
Halberstam’ın son kitabı "Gaga Feminism: Sex, Gender, and the End of Normal" eleştirel teorinin akademik protokolden ayrılarak anekdotlar, Amerikan pop kültürü, Hollywood filmleri ile birlikte nasıl kahkahalarla okunabileceğini gösteren keyifli ve provokatif bir çalışma. Bizi popüler ikon Lady Gaga’dan yola çıkarak, ama sadece onunla tanımlanması yeterli olmayan bir feminist yaklaşım ile tanıştırıyor: "Gaga Feminizm". 
 
Kitap her ne kadar post-kolonyal eleştiriye kısa bir gönderme yapsa da daha çok Amerikan popüler gündemin tarihi üzerine kurulu. Ama Halberstam’ın diğer yazılarına da baktığımızda, Lady Gaga’yı 20. yüzyıl tarihinin dada, sürrealizm, Situationist International gibi avangartlardan 70’lerin punk müziğine uzanan farklı estetik hareketlerinin en son vücut bulma hali olarak da tanıyoruz.[3] Lady Gaga ve Beyoncé’nin birlikte söylediği Telephone video klipi sanıyorum ki Halberstam’ın gözlerindeki pırıltı anı.[4] Elbette Lady Gaga cinsiyet politikalarının mimarıdır demiyor hatta Born this Way gibi şarkılarını veya eşcinsel evlilik üzerine kurduğu söylemleri de konu dışı bırakıyor. Lady Gaga’yı kostümleri, performansları, girdiği karakterler ve yarattığı kargaşa  ile yeni dünya düzensizliğinin işareti, ve cinsiyetin, cinselliğin, görünürlülüğün ve arzunun farklı bir araya geliş biçimlerinin gürültülü bir sesi olarak tanımlıyor (2012: xii). 
 
Gaga, feminist teorinin kurguladığı "kadın" kavramının ucubeleşmiş akıbetine, ve cinsellik ve cinsiyetin geldiği kriz anına işaret eden cinsiyet politikalarını ifade ediyor. Gaga feminizm yoktan var olan bir kavram değil ama bugüne kadar "toplumsal cinsiyet ve cinsellik" başlıklı derslerimizde kurguladığımız feminist dalgaların yerine başka bir feminist tarih yazımı ortaya atıyor. Bildiğimiz feminizmin baş kahramanı olan kadın, kelimenin tam anlamı ile kadın-bozuma uğruyor. Halberstam’ın deyimiyle kadınlığı giyiyor sonra çıkarıyor ve bir araba motoru gibi onu önce parçalara ayırıp tekrar inşa ediyor ki daha çok ses çıkarsın ve daha hızlı gitsin. Yani toplumun verdiği normlara razı gelmiyor, bozuyor, anlamını ve işlevini sorguluyor, sonra yeniden kafasına göre yapılandırıyor. Gaga feminizm bir "doğaçlama, özgünleştirme ve yenileme" hali olarak ortaya çıkıyor (2012: xiv). Gaga feminizm bugün içinde bulunduğumuz, değişen dönüşen, halden hale giren beden politikalarını dile getiriyor. 
 
Gaga feminizm bize yeni kurallar önermiyor, daha güzel bir gelecek sözü de vermiyor (2012: 29). Yani hayatımız daha beter bile olabilir. Gaga bugüne kadar bize verilen bütün normların terk edilmesi anlamına geliyor, ama daha iyi alternatif bir yol için değil. Pusulasını kaybetmiş bir dağcı gibi her yöne gidebilir, her yola gelebilirsin. Bütün yollar bizi farklı arzulara ve zevklere taşıyabilir (ya da tam tersi olabilir) (2012: 26) - en çok arzuladığımız şey belamız da olabilir. 
 
Halberstam’a göre toplumsal cinsiyet, cinsellik, aile ve evlilik gibi kavramların anlamlarının ve deneyimlerinin sorgulanmasına sebep olan kaotik ve düzensiz bir momentte yaşıyoruz. Tam da bu anda, her şeyi yerli yerine yerleştirme kaygısını bırakıp, bu kriz anından kaçmak ve ona direnmek yerine, kendimizi akıntıya bırakıp yüzmeye devam etmeliyiz ("just keep swimming"), sudan çıktığımızda neyle karşılaşacağımızı görmeye cüret etmeliyiz.[5] 
 
Normalin sonu...
Halberstam değişen ekonomi ve teknolojilerle birlikte, kadınların başarılarının görünür olmasının ve daha bağımsız hareket etmelerinin popüler kültür ve medyada "erkeklerin sonu" olarak değerlendirilmesine eleştirel yaklaşıyor. Romantik Hollywood filmlerinde tuttuğunu koparan, eğitimli, başarılı, hatta canı isterse kendi kendine çocuk sahibi olan bir kadın imajı kurgulanıyor. Kaybedenler kulübüne üye erkekler işsiz, sabahtan akşama boş muhabbette, kendi gibi olan diğer erkek arkadaşlarıyla içiyor ya da bilgisayar oyunu oynuyor. Erkekler kadınların hayatında bir ihtiyaç değil hatta sonradan akla gelen bir fikir - tabi filmin sonunda kaçınılmaz olarak akla geliyor. Entrikaları geçersek, müthiş kadınlar bu atıl erkeklere âşık oluyor ve evleniyor. Halberstam’a göre (bu filmlerde sadece beyaz, üst ve orta sınıf kadınlara ait problemlerin yansıtılmasının ötesinde) günümüzde toplumsal cinsiyet rolleri ve iş bölümleri değişiyor olsa da son bulan şey erkek veya erkeklik değil. Hem kadınlık hem de erkeklik bildiğimiz anlamlarını yitiriyorlar. Bugüne kadar öğrendiğimiz cinsiyetlere, cinselliklere, bedene ait tüm algılara yerine göre sürekli ayar veriliyor. Lakin filmlerde yüzlerce yıl sonra uzayda bedenlerimizi cyborg olarak bile tahayyül ederken, neden tek oyun hâlâ heteroseksüellik diye sormadan geçmiyor. 
 
Evliliğin sonu...
Halberstam kitabın dördüncü bölümünde eşcinsel evliliğe, daha doğrusu bir kurum olarak evliliğe karşı eleştirisini açıyor. Halberstam’ın sorguladığı tek eşli ve heteroseksüel arzuya dayalı ilişkiler değil, evlilik kurumunun içerde ve dışarıda bıraktıkları. Eşcinseller evlenme haklarını kazandıklarında ve bu kuruma dâhil olduklarında, onu bozdukları yanılgısına düşmesinler diyor ve ekliyor, "dikkatli olun: siz onu değiştirmeden, o sizi değiştirir" (2012: 97). 
 
Evlilik kaçınılmaz bir politik son olarak algılanmamalı ve konu eğer eşitlikse içinde bulunduğumuz farklı ilişkilenme, birlikte yaşama ve ait olma hallerini ve tahayyüllerini dışarıda bırakmayan daha kapsayıcı bir gelecek olasılığına açık olmalıyız. Evlilik kurumunda eşcinseller eşit haklara sahip olduklarında, yaşlı annelerine bakan çocuklar, tek başına çocuk yetiştiren kadınlar, çoklu aşk yaşayanlar veya sevişmeden tek başına uyumak isteyenler bu eşitlik denkleminin dışında bırakılıyor. Halberstam bize bunları hatırlatırken, hayatı daha yaşanabilir bir hale getirmek istiyorsak evlilik hakkı mücadelesinin ötesinde hareket eden queer bir yaklaşımla, kimlik politikalarını bir yana bırakıp, normalden vazgeçmeli ve olasılıkları daha başka yerlerde aramalıyız diyor.
 
Halberstam, Hollywood’un romantik aşk filmlerinin yaşanan bütün engellere rağmen (bu homofobi de olabilir, zengin/fakir aşkı da) kaçınılmaz "mutlu son" senaryosuna alternatif olarak, mutlu sonun belki de evlilik değil, kendimizi geçmişten özgürleştirerek hayatımıza devam etmek olabileceği sinyalini veriyor (2012: 121). O zaman belki de özgürleşmek için unutmalıyız. 
 
Kitapta animasyon filmlerine atıfta bulunuyor. Tabii ki bunlardan biri Kayıp Balık Nemo (2003). Filmdeki baba-oğul ilişkisi ne kadar iç sıkıcı (ve ataerkil) ise, hafızası her beş dakikada bir resetlenen unutkan (queer) balık Dory o kadar ilgi çekici: "[Dory] gerçekten aileyi, evlenmeyi, anne olmayı unutuyor ve bu süreçte devamlı kendini yeni varoluşlara açıyor. Biz de aynısını yapalım diye öneriyorum"[6] (2012: 129). 
 
ve "going gaga"
Gaga olmak anarşik, kaotik ve yabani bir pratik. Yaşadığımız toplumda, özellikle adalete ve politikalara duyduğumuz güvensizlik, tatminsizlik, hayal kırıklığı duygularıyla, normatif fantezileri reddetmek ve gaga feminizm için belki de en iyi zamandayız. 
 
Benim gaga olmaktan anladığım: daha sonra olacaklar için talepler dizmeden, içinde bulunduğumuz sistemi olduğu gibi kabul etmeyerek hatta tümden reddederek, hayal etmediğimiz bir geleceğe ve değişikliklere çığlıklar atarak ve ritmik bir şekilde artarak açık olmak, risk almak ve çuvallamak.[7] Artık "Gezi Parkı" demek istemiyorum, ama diğer Occupy hareketlerinde de gördüğümüz tam da bunların olasılığı değil miydi? Cinsellik ve cinsiyet politikalarını sınıfsal, etnik ve diğer farklılıklardan ayrı düşünmeden, birbirimizle alternatif yaşam, sevgi, ve emek ilişkileri kurmaya başlamadık mı? Hiç ummadığımız, daha önce bakmadığımız yerlerde queer ilişkilenme hallerini yaşamadık mı? 
 
Halberstam kolektif endişelerimiz, çatışmalarımız ve gelecek umutlarımız için daha farklı şeyler yaratabilmeliyiz (illa daha "iyi" şeyler değil) diyor. Fark etmemiz gereken insanların beraber yaşayabilmek için zaten farklı şeyler düşünüyor ve üretiyor oldukları. Bunların dillenmesine ve bedenselleşmesine yol açmalıyız. 
 
biz çuvallamayı iyi biliriz...
Halberstam’ın queer aidiyetleri ve ifadeleri yeniden düşündüren animasyonlar, enstalasyonlar ve performanslardan oluşan  "şapşal arşiv"ine hak ettiği değerlendirmeyi sunmak elbette mümkün değil.[8] Peki, ikna oldun mu diye bana sorarsanız, çok emin değilim. Ama bugüne dek ürettiğimiz politikalardan ve söylemlerden çok daha heyecan verici ve eğlenceli olduğu kesin. Hem neden olmasın, kaybedecek neyimiz var?
 

[1] J. Jack Halberstam, Gaga Feminism: Sex, Gender, and the End of Normal, Beacon Press, 2012, sayfa 128.
[2] Yazının devamında "going gaga" söylemini belki de biraz beceriksizce "gaga olmak" olarak kullanıyorum. "Gagalaşmak" demek istedim ama bu kelime birbirini gagalamak anlamına da geldiği için tatmin olmadım. Her türlü öneriye açığım!
[3] Jack Halberstam, "Go Gaga: Anarchy, Chaos, and the Wild" Social Text 116, Vol.31, No:3, 2013.
[4] Lady Gaga ve Yoko Ono’nun birlikte sahne aldıkları performansa da göz atabilirsiniz.
[5] Jack Halberstam, "No Church in the Wild: Queer Anarchy and the Aesthetic of Chaos" Portland State Üniversitesi’nde 13 Mayıs 2013’te sunulmuş konuşma: http://www.youtube.com/watch?v=eIL9k8dCtwU
[6] Dory’nin ne kadar "ön açıcı" queer bir balık olduğunu merak edenler Halberstam’ın "Çuvallamanın Queer Sanatı" kitabına bakmalı.
[7] Halberstam "çuvallamanın" kapitalizm gibi sistemlerin karşısında çok etkili bir eleştiri olduğunu savunuyor. Çuvallamak şu an en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, başka bir şeylerin ortaya çıkması ve alternatif yolların aranması için belki de önce çuvallamamız gerek diyor (iyi bir anne olmayı becerememek, bir türlü kadın olamamak, para kazanmamak gibi...).
[8] "Şapşal arşiv" kavramı için bakınız: Halberstam "Çuvallamanın Queer Sanatı," Sel Yayıncılık, 2013 (orijinal basım 2011), sayfa 35.
 
Bu yazı, ilk olarak Kaos GL Dergisi’nin Kasım-Aralık 2013 tarihinde yayınlanan “Ya Eşitlik, Ya Hiç!” dosya konulu 133. sayısında yer aldı.

Etiketler: kadın
İstihdam