08/10/2020 | Yazar: Yıldız Tar

Kaos GL’nin 2013’ten 2019’a homofobi ve transfobi temelli nefret suçları raporlarını incelemeye ne dersiniz?

2013’ten bugüne homofobi ve transfobi temelli nefret suçları Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Kaos GL Derneği’nin internet sitesi kaosgldernegi.org yenilendi. Yeni internet sitesinde derneğin tüm yayınları E-Kütüphane bölümünde yer alıyor. Yayınlar türüne ve ilgili programa göre tasnif edildi.

Dernek sitesinin yenilenmesinin ardından Kaos GL’nin yayınlarından seçkileri KaosGL.org okurlarıyla paylaşıyoruz.

Bugün nefret suçları raporlarındayız. Kaos GL 2013 yılından beri Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı standartlarında nefret suçları araştırması yapıyor. Araştırma sonuçlarını senelik raporlar halinde yayınlıyor.

Zaman tünelinde bir yolculuğa hazır mısınız?

2013: Cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği temelli nefret suçları tanınmıyor

Kaos GL Derneği, homofobi ve transfobi temelli nefret suçları kaydedilmediği, yasa ve mevzuatta tanınmadığı için nefret suçlarının boyutlarını ortaya koymak amacıyla 2013 yılında bir araştırmaya başladı. Türkiye’de alandaki tek araştırma olan bu çalışma hâlâ senelik olarak devam ediyor.

Araştırmanın raporlarında “cinayet veya cinayete teşebbüs”, “aşırı fiziksel şiddet”, “saldırı”, “mülke zarar” gibi alt başlıklarda vakalar sıralanıyor. İlk araştırma raporunda nefret suçlarının güncel durumu ise şöyle özetleniyor:

“Türkiye’de sıklıkla işlenmesine rağmen “cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği temelli nefret suçlarının” tanınmaması, bunlara karşı koruma sağlanmaması ve bunların belgelenmesi için gereken yasal-siyasi diğer tedbirlerin bulunmaması bu oldukça nadir uygulanan mevzuattaki başlıca eksikliklerdendir. Bu eksikliklere dikkat çekilmesi ve bunların insan hakları kriterleri açısından eleştirilmesi gerekir. Hak sahiplerinin, mağdurların ve olası mağdurların hukuki kişiliği tanınmalı, devletin olumlu eylemleri ve etkili çözümleri ile etkin şekilde merkeze konulmalı, korunmalı ve güçlendirilmelidir. Kamu kurumları sistematik şekilde veri toplamalı ve bunları analiz etmelidir. Devlet; özel sektörle, sivil toplumla, medyayla ve akademiyle işbirliği içerisinde siyasi ve kültürel programlar taahhüt etmelidir. Söz konusu programların sürekli ve bütünlüklü olması sosyal-politik sebeplerden kaynaklanan ihlallerle mücadelede başarı elde edilmesi adına büyük önem taşır. Öte yandan, belirtmek gerekir ki Türkiye farklı toplumsal arkaplanlara sahip bütün hak sahiplerinin Devlet tarafından eşit biçimde tanındığı ve dolayısıyla eşit biçimde korunduğu çoğulcu ve katılımcı bir demokrasi olmaktan hâlâ uzaktır. Gelişmiş nefret suçları ve ayrımcılıkla mücadele mevzuatının bulunmamasına ek olarak; kamu yetkililerinin sistematik görev ihmalleri, bilgi eksikliği ve olayların gözlemlenmesindeki yetersizlikler büyük endişeler yaratmaya devam etmektedir. Cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği gibi, genel anlamıyla nefret suçu kavramı da yargı sistemince ve kolluk kuvvetlerince yeteri ölçüde bilinmemekte veya anlaşılmamaktadır. Bu yüzden de Türkiye Cumhuriyeti’nin her sene hangi temeller üzerinden bu olayları gözlemlediği, tanımladığı, bu olaylara dair verileri topladığı ve Birleşmiş Milletler ya da AGİT gibi hükümetlerarası organizasyonlara rapor ettiği bir soru işaretidir.”

Rapora ulaşmak için tıklayın.

2014: Saldırılar güvenli “hiçbir yer” olmadığı algısı yaratıyor

“Saldırıların önemli bir bölümü, mağdurların evlerine yakın yerlerde veya kamusal mekanlarda gerçekleşmektedir. Mağdurlar izlenmekte, en güvenli hissedilmesi gereken özel alanlarında ya da yakınlarında tehdit ya da saldırılarla karşılaşmaktadırlar. Bu deneyimin sonucunda, herkesin temel yurttaşlık hakkı olan özel alanda güvende hissetme imkanı ortadan kalkmakta, kamusal alanlar da saldırı olasılığını taşıdığı için, bu deneyim, güvenli “hiçbir yer” olmadığı algısıyla birleşerek, bir tür “yersizlik” duygusu ve deneyimine yol açmaktadır. Güvende hissetmeme ve süregelen bir tehdit algısıyla yaşama deneyimi, temel yurttaşlık hakkı olan güvenlik güçlerince korunma hakkını kullanma sürecinde de ortaya çıkmaktadır: Talep edilen polis koruması genellikle reddedilmektedir. Mağdurlara ve tanıklara göre polis, 37 ihbarın sadece 6’sında vakaları nefret suçu olarak algılamıştır. Nefret saldırıları sırasında görgü tanıklarının genel olarak ortaya çıkan kayıtsızlık, küçümseme, alay etme ve çoğu zaman aşağılama davranışları, güvenlik güçleriyle ilişkilerde de tekrarlanmaktadır.”

Bu ifadeler, 2014 Yılında Türkiye’de Gerçekleşen Homofobi veya Transfobi Temelli Nefret Suçları araştırma raporunun önsözünden. 2014 araştırmasında yasal durum, nitel ve nicel gözlemler, kolluk kuvvetlerinin tutumu gibi çok sayıda başlık yer alıyor.

Rapora ulaşmak için tıklayın.

2015: Şiddet döngüsü kabul edilemez bir duruma işaret ediyor

Derneğin 2015 yılı raporuna göre de nefret suçları can yakıcı bir sorun olmaya devam ediyor. Çoğu durumda daha fazla mağdur edilmekten çekinen kişiler kamu organlarına saldırıları bildirmiyor:

“Çoğulcu, sosyal adaletin ve bir arada yaşama kültürünün geliştiği bir Türkiye için, bu eksikliklere dikkat çekilmesi ve bunların insan hakları kriterleri ve hukuku açısından eleştirilmesi gerekir. Cinsel yönelimleri ve cinsiyet kimlikleri ne olursa olsun tüm hak sahiplerinin ve mağdurların hukuki kişilikleri mevzuat ve politikalar tarafından tanınmalı; mağdurlar devletin olumlu eylemleri ve etkili çözümleri ile etkin şekilde korunmalı ve güçlendirilmelidir. Kamu kurumları sistematik şekilde veri toplamalı ve bunları analiz etmelidir. Devlet; özel sektörle, sivil toplumla, medyayla ve akademiyle işbirliği içerisinde siyasi ve kültürel programlar taahhüt etmelidir. Söz konusu programların sürekli ve bütünlüklü olması, sosyal-politik sebeplerden kaynaklanan ihlallerle mücadelede başarı elde edilmesi adına büyük önem taşır. Öte yandan, belirtmek gerekir ki Türkiye farklı toplumsal arka planlara sahip bütün hak sahiplerinin Devlet tarafından eşit biçimde tanındığı ve dolayısıyla eşit biçimde korunduğu çoğulcu ve katılımcı bir demokrasi olmaktan hâlâ uzaktır. Bu rapordan da anlaşılacağı üzere, Türkiye yaşayan LGBTİ’ler, böylesi bir korumayı en az hisseden gruplar arasındadırlar. Yaşadıkları en ağır mağduriyetleri bile, daha da çok mağdur edilmekten çekinerek kamu organlarına bildirmemeyi tercih etmektedirler. Bu ayrımcılık ve şiddet döngüsü, toplumsal barış ve hukukun üstünlüğü açısından sürdürülemez ve kabul edilemez bir duruma işaret etmektedir.”

Rapora ulaşmak için tıklayın.

2016: Mağdurların varoluşları hedefleniyor

“Nefret suçlarının diğer suçlardan en önemli farkı, mağdurların “varoluşlarını” hedeflemesidir. Varoluşun hedeflenmesi, açık veya örtük bir toplumsal arkaplana işaret etmektedir. Bu açıdan nefret suçları, önyargıların ve ayrımcılık ideolojilerinin tetiklediği “politik suçlar” olarak da sınıflandırılabilir. Hukuksal bir kategori olması nedeniyle, nefret suçu, ceza adaleti açısından doğrudan yasal mevzuata göre suç oluşturan bir fiil ile bağlantılandırılarak kategorize edilse de, nefret söylemi ile nefret suçunun toplumsal dinamikleri benzer, hatta çoğunlukla aynıdır.”

Rapora ulaşmak için tıklayın.

2017: Mağdurların deneyimlerini görünür kılmada geriye gidiş var

“Kaos GL’nin geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da tekrarlanan araştırmasının bulguları genel olarak değerlendirildiğinde ve nefret suçu mağdurlarının aktarımları incelendiğinde görülmektedir ki başlıca dinamiklerde herhangi bir olumluya doğru değişim yoktur. Aksine, özellikle mağdurların kendilerini ve deneyimlerini görünür kılmaları konusunda bir gerileme yaşanmaktadır. Bu sonuç, bir kez daha, nefret suçlarının, yöneldikleri grup ya da kişiler kadar, genel olarak toplumun bütün kesimlerini etkileyen politik ve zihniyet yapılarına işaret etmektedir. Tam da bu nedenle, nefret suçları kavramı, bir hukuki terim olmasının yanı sıra kişilerarası ilişkileri, gruplar arası ilişkileri, toplumsal bağları, paylaşılan değerleri ve toplumsal ideolojiler gibi pek çok olguyu doğrudan etkileyen bir kavram olarak aynı zamanda sosyal bilimlerin çalışma alanına girmektedir.”

Rapora ulaşmak için tıklayın.

2018: Cezasızlık kültürü

“Araştırmamızın bulguları cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine yönelik saldırıların gerek hükümetlerin ve kolluk kuvvetlerinin ideolojik yaklaşımları gerekse failler ve “seyircilerin” zihniyet yapılarında köklü değişimler yaşanmaksızın, sadece yasal düzenlemelerle ortadan kalkamayacağını göstermektedir. Gerçekten de nefret suçlarının ortadan kaldırılmasının önündeki en önemli engel olarak “cezasızlık” kültürü görülebilir. Mevcut yasal sistemde bu tür saldırıların “suç” olarak algılanmaması kamu vicdanında meşrulaştırılabilir olmasıyla yakından ilişkilidir. Cezasızlık uygulaması sürdükçe, mağdurların hak arama konusundaki isteklilikleri de giderek sönümlenmektedir. Talebimiz, Hükümet’in liderliğini üstlendiği çoğulcu, kapsayıcı ve destekleyici politikalar ile cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğini ayrımcılık ve nefret suçlarına karşı koruyan bir ulusal mevzuattır. Ancak bu şekilde homofobik ve transfobik nefret suçları ile mücadele edilebilir ve Türkiye Cumhuriyeti insan hakları yükümlülüklerini yerine getirmiş olur.”

Rapora ulaşmak için tıklayın.

2019: Çoğu nefret suçu linç niteliğinde

“Araştırma bulgularına göre homofobi ve transfobi temelli nefret suçlarının üçte ikisinde failler iki veya daha fazla sayıda kişiden oluşuyor. Geçtiğimiz yıl bildirilen 150 vakadan 41’inde yani dörtte birinden fazla oranda olayda failler üç kişiden fazlalar. Bu bulgu birkaç yoruma ışık tutuyor. Öncelikle, egemen ve çoğunluk grubun üyeleri, LGBTİ+’lara karşı bir güç gösterisi olarak bu suçları işliyorlar. Suçun hedefinde sadece bir birey olsa da etkisi itibariyle bütün bir LGBTİ+ toplumuna “mesaj vermek” ve üzerlerindeki iktidarı pekiştirmek amacıyla bu politik suçlarda işbirliği yapıyorlar.”

Rapora ulaşmak için tıklayın.


Etiketler: insan hakları, nefret suçları
İstihdam