21/05/2020 | Yazar: Defne Güzel
“Sağlıkta akıl almaz uygulamaları haber olarak görüyoruz, ancak ayrımcılık yapan kişilerin ceza alıp almadığını dahi bilmiyoruz. HIVfobi bu algı ve mitlerle meşru hale getiriliyor.”
AIDS’li İğne dizimizde bugün Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği (CŞMD) adına Begüm Baki ve Nurgül Öz anlatıyor. Begüm ve Nurgül’le CŞMD ve Sağlıkta Genç Yaklaşımlar Derneği’nin 1 Aralık 2019’da "Statümü Paylaşmak Zorunda Değilim" paylaşımını ve ardından yaşananları konuştuk.
Kendinizden bahsedebilir misiniz?
Nurgül: Merhaba, koruyucu ruh sağlığı alanında çalışıyorum. Aynı zamanda kapsamlı cinsellik eğitmeniyim. Feminist ve queer pedagoji, kapsayıcı eğitim, eleştirel cinsiyet kuramları, beden bilimi ve politikaları gibi ilgi alanlarından beslenerek; cinsel şiddete yönelik koruyucu ve önleyici içerikler üretiyorum. Derneğin bu alanda geliştirdiği politika, strateji ve çalışmalardan sorumluyum. 2010 yılından bu yana sivil toplum alanında çalışıyorum ve feminist hareket ile LGBTİ+ hareketi içerisindeyim.
Begüm: Merhaba, geçen yıl yürüttüğümüz “Öyle Değil Böyle” isimli proje ile birlikte CŞMD (Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği) ekibine dahil oldum. Cinsel şiddet sonrası destek sistemi çalışmalarından sorumluyum. Aynı zamanda medya çalışmaları dahilindeki medya izleme, hak temelli haber yazımı ve medya alanında dijital içeriklerin üretilmesinde görev alıyorum. 2015’ten beri sivil toplumda profesyonel olarak çalışıyorum. Hatırlamadığım bir tarihten bu yana LGBTİ+ hareketi ve feminist hareket içerisinde bir yerlerdeyim.
Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği'ni ve dernek çalışmalarını biraz anlatır mısınız?
Nurgül: Bizler derneği; kadın, LGBTİ+, çocuk, hayvan, göçmen hakları ve ekoloji hareketlerinde yer alan aktivist bir ekip olarak 2014 yılında, İstanbul’da kurduk. Cinsel şiddet meselesinin daha kapsayıcı, kesişimsel ve güçlendirici bir yaklaşımla ele alınmasına ihtiyaç duyan bir ekiptik. Cinsel şiddeti kadın/erkek ayrımı yapmaksızın, ikili cinsiyet kutuplaşmasının ötesinde herkesi ilgilendiren bir konu olarak ele almaya karar verdik. Bu yüzden kendimizi tanıtırken kadın, LGBTİ+ ya da gençlik örgütü olarak sınırlandırmıyoruz. Temel derdimiz cinsel şiddeti daha görünür, konuşulur ve tartışılır kılmak, görünmeyen cinsel şiddet biçimlerini gündemleştirmek ve aralarında hiyerarşi kurmadan tamamıyla mücadele etmek. Bunun için queer feminist bir perspektifle destek, eğitim ve savunuculuk çalışmaları yürütüyoruz. Cinsel şiddeti ortaya çıkaran toplumsal normların, algıların, davranışların ve pratiklerin değişmesine yönelik destekleyici ve farkındalık artırıcı çalışmalar yapıyoruz.
Begüm: Kendi alanım üzerinden dernek çalışmalarımızı anlatmak istiyorum. Geçen yıl “Öyle Değil Böyle” projesi ile medyanın haber diline odaklandık ve toplumdaki cinsel şiddet algısının değişmesine yönelik faaliyetler hayata geçirdik. Dijital üretimler, medya kurumlarına ve iletişim fakültesi öğrencilerine yönelik atölyeler ve ünlü isimlerin yer aldığı bir kampanya yaptık. Bu yıl ise hayatta kalanlara yönelik güçlendirme ve destek çalışmalarına ağırlık veriyoruz, “csdestek.org” isimli bir web sitesi yayınladık. Bu siteyi cinsel şiddetten hayatta kalanların ihtiyaçlarını temel alarak destek hizmetlerine erişimi kolaylaştırmak amacıyla hazırladık. Siteden başvuru süreçleri, haklarımız ve öz yardım bölümleriyle birlikte İstanbul’da cinsel şiddet alanında hizmet veren birimlerin iletişim ve çalışma bilgilerinin yer aldığı İstanbul Birimler Haritası’na ulaşabilirsiniz. Bunların yanı sıra “Değişim Benimle Başlar” isimli cinsel şiddetin farklı türlerine dair farkındalık atölyeleri, Çocuğun Bedensel Söz Hakları Yaygınlaştırma Programı, gençler arası güvenli ilişkilere odaklandığımız Ne Var Ne Yok?! Yaygınlaştırma Programı gibi uzun soluklu çalışmalar yürütüyoruz. Ancak COVİD 19 pandemisinden dolayı bu çalışmalarımızı tekrar planlamak, belki dijital ortamda uygulamak üzere yeniden düşünmeye başladık.
"Statümü Paylaşmak Zorunda Değilim" kampanyasından da bahsetmenizi isterim. Bu kampanya nasıl ve hangi amaçla ortaya çıktı?
Nurgül: Görünmeyen cinsel şiddet türlerini gündemleştirmek dedik ya, belki öncelikle bununla neyi kastettiğimizi biraz açabiliriz. Türkiye’de cinsel şiddet denildiğinde bir duraksama oluyor. Taciz, tecavüz, istismar bilinen kavramlar fakat “cinsel şiddet” denildiğinde, insanlar bu kavramı nasıl yorumlayacaklarını şaşırıyorlar. Biz cinsel şiddeti farklı şiddet türlerini kapsayan şemsiye bir kavram olarak kullanıyoruz. Bir kişinin bedensel ve/veya cinsel bütünlüğüne yönelik müdahaleler, cinsiyet kimliği ve cinsel pratiklere bağlı ayrımcılık, kontrol ve ötekileştirme de birer cinsel şiddet eylemi. Cinsel şiddet sadece bireyler arası değildir, kitlelere yönelik de olabilir. Örneğin üreme sağlığı ile ilgili bir hizmete erişimin engellenmesi, şiddetin bir aşağılama ya da cezalandırma aracı olarak kullanılması ya da cinsiyet kimliğine bağlı yapılan zorunlu bir operasyon da cinsel şiddet eylemi olarak sınıflandırılabilir. Biz bu paylaşımı, Sağlıkta Genç Yaklaşımlar Derneği ile yürüttüğümüz “Cinsel Haklar İnsan Haklarıdır” projesi kapsamında yayınladık. Bu proje ile amacımız az görünen cinsel şiddet türlerini görünür kılarak cinsel sağlık ile cinsel şiddetin ilişkisi üzerine düşünülmesini sağlamaktı. Projenin ilk üretimi Aralık ayına denk gelince, 1 Aralık Dünya AIDS günü için ortak bir mesaj çıkarmaya karar verdik ve HIV ile yaşayan bireylerin yaşadığı ayrımcılık ve hak ihlallerine dikkat çekmek istedik. 1 Aralık paylaşımları genelde bilgi vermek ve test farkındalığı yaratmak üzerine oluyor. Biz ise öznelerin hakları üzerinden bir içerik paylaşmayı ve biraz düşündürmeyi tercih ettik. “HIV statümü paylaşmak zorunda değilim” mesajıyla hem öznelerin haklarına vurgu yapmak hem de HIV statüsünün paylaşılmasının önündeki engellerin tartışılmasını sağlamaktı amaç. HIV ile yaşayanlara yönelik ayrımcı ve fobik söylemlerin de az görünen ve konuşulan bir cinsel şiddet türü olduğunu düşünüyoruz.
Begüm: “HIV statümü paylaşmak zorunda değilim” sloganı ortaya çıktığında ne kadar heyecanlandığımızı hatırlıyorum. Nurgül’ün bahsettiği gibi özne odaklı olmasını istedik mesajın. Zira görüyor ve biliyoruz ki, HIV ile yaşayanların özel bilgilerinin paylaşılması maalesef “meşru”. Bunu gerek HIV pozitiflerin sağlık, eğitim, iş, özel yaşamda uğradığı hak ihlallerinden, gerekse LGBTİ+ hareketi içinde dahi tanık olduğumuz hedef gösterme, etiketlemeler ya da kişinin rızası olmadan paylaşılan HIV statülerinden biliyoruz. Dolayısıyla önce bu hak ihlaline, bu meşruiyet zeminine dikkat çekmek istedik. Ayrıca kuir/trans feminist bir noktadan HIV meselesinin LGBTİ+ hareketten bağımsız ele alınamayacağını düşünüyoruz. Bu mesaj sonrası aldığımız tepkilerden toplumda HIVfobinin ne kadar yaygın olduğunu bir kez daha gördük, ancak buna mukabil güçlü bir yerden de “statümü paylaşmak zorunda değilim” seslerini duyduk. Bundan sonra bu söylemin Türkiye sivil toplumunda çokça kullanılacağını düşünüyorum.
Nurgül: Evet, Begüm’ün de söylediği gibi HIVfobiyi transfobi ve homofobiden bağımsız düşünmek mümkün değil. HIV ile yaşayanlara yönelik bu korku toplumsal mitlerden, heteronormativiteden ve genel ahlak anlayışından besleniyor. Zaten bunu posta gelen linç yorumlarında da çok açık olarak gördük. HIV ile ilgili ana akım medyada hala “HIV nasıl bulaşır?”, “AIDS’ten şu kadar kişi öldü” gibi başlıkları görebiliyoruz. Şu an toplumda ve medyada HIV ile ilgili mitler hala yaygın, cinayet işleyen ve yargılanan kişiler “HIV pozitif olduğunu söyledi” diyebiliyor ve tahrik indiriminden yararlanıyor. Sağlıkta akıl almaz uygulamaları haber olarak görüyoruz, ancak ayrımcılık yapan kişilerin ceza alıp almadığını dahi bilmiyoruz. HIVfobi bu algı ve mitlerle meşru hale getiriliyor.
“Statümü Paylaşmak Zorunda Değilim” söylemine dair olumsuz tepkileri çokça gördük. Peki kampanya sonrası aldığınız olumlu geri dönüşler oldu mu?
Begüm: Evet oldu! Sosyal medyada uğradığımız saldırılar, şiddet tehditleri ve devlete şikayet tehditleri elbette canımızı çok sıktı. Özellikle Nurgül, derneğimizin sosyal medya uzmanı İrem ve SGYD’de proje koordinatörü Selim ve ekipteki diğer arkadaşlar o dönemde yoğun emek harcadılar. Hepimiz etkilendik ancak HIV ile yaşayanlardan gelen olumlu geri bildirimler ne kadar doğru bir yerde olduğumuzu gösterdi. Mesela Defne senin aktivizmin bana çok güç verdi. Yıldız da aynı şekilde. Bu sürecin en çalkantılı döneminde yaptığımız telefon konuşmalarını hatırlıyorum. Can sıkıcıydı ama bir şekilde güçlendirici bir tartışma ortamının yaratıldığına inanıyorum.
Nurgül: Türkiye’de HIV aktivizminin genelde statüsünü bilmeyenler için yapıldığı, çoğunlukla test odaklı olduğu ve ilk kez HIV pozitiflerin insan haklarına vurgu yapan bir post paylaşıldığına dair güzel geri dönüşler aldık. Derneğe mail atan ve şiddet hikayelerini paylaşmamızı isteyen HIV ile yaşayanlar, cesur bulduklarını söyleyerek bu paylaşım üzerine derneğe üye olmak isteyen aktivistler, şikayet tehditlerinin ardından destek olmak için arayan avukatlar ve elbette dayanışmak için iletişime geçen HIV aktivizmi yapan dernekler oldu. Hepsi çok iyi hissettirdi. Hatta Pozitif Yaşam Derneği bu postun ardından HIV ile yaşayan bireylere karşı nefret ve ayrımcılık söylemleri üreten twitter kullanıcıları hakkında suç duyurusunda bulundu ve bir açıklama yayınladı.
Sosyal medyadaki etkileri göz önüne aldığımızda sizler için bu kampanyanın en büyük çıktısı ne oldu?
Begüm: Sosyal medya etkilerinden benim anladığım, toplumun büyük bir kesiminin HIV pozitiflerin elinde iğne ile dolaşıp herkesi enfekte etmek isteyen insanlar grubu olarak gördüğü. Bu 90’ların mitiydi. Tek varoluş amaçları herkesi HIV ile enfekte etmektir. Yoğun şiddet dili kullanan ve fobik insanlarda bunu gözlemledim. Ancak feminist hareket ve LGBTİ+ hareketi içerisinden tanıdığımız insanların tutumu ise benim için tam bir fiyaskoydu. HIV ile yaşayanların yatak odası muhabbetinden öteye geçemedi, herkes kendisini HIV pozitif bir partnerle hayal edip, bana bile isteye bulaştırdı fantezisi kurdu resmen. Bu HIV ile yaşayanlara suç ve faillik atanmasından başka bir şey değil! Beni en çok şaşırtan ise, güncel bilgiye sahip olmadığından bihaber insanların bu kadar rahat yazabilmesiydi. Bu maalesef oldukça üzücü bir çıktı ancak şuna inanıyorum; hem alanda çalışan dernekler hem de öznelerin o dönemki yoğun çabasıyla insanların artık bunları bu kadar rahat yazabileceğini düşünmüyorum. Bence bu bir kazanımdır.
Nurgül: Konunun bir anda hukuk ve suç kapsamında tartışılmaya başlanması, olabilecek en olumsuz örnekler üzerinden konuşulması, “HIV ile yaşayanların bilerek ve isteyerek, gizleme ya da zorlama yoluyla karşısındaki insanlara HIV bulaştıracağı” ve benzeri varsayımlar; HIV pozitif bireylerin toplumda maruz bırakıldığı ötekileştirmenin, suçlanmanın ve hedef gösterilmenin en net örneği aslında. Bu örnekler HIV statüsünün paylaşılmasının önündeki engelleri de gözler önüne sermiyorsa nedir? Cinsel şiddet ve beyan konusu tartışılırken de benzer bir söylemle karşılaşıyoruz. Hayatta kalanların yaşadığı hak ihlallerine ve cezasızlığa odaklanmak yerine, insanların yalan beyan ve iftiralara odaklandığını görüyoruz. Nerden baktığımızla ve içselleşmiş önyargılarımızla yüzleşme meselesi. Bu tartışmalardan ve birbirimizden öğrenmek, “hiç böyle düşünmemiştim, bu açıdan bakmamıştım” diyebilmek de bir kazanım. Önyargıları böyle böyle yıkacağız. Ha bir de yakın partner ilişkileri ve onay konusu üzerinden de çok derin tartışmaların açıldığına tanıklık ettim, bunu da bir kazanım olarak görüyorum.
O halde toparlayıcı olması açısından; güncel HIV politikalarını nasıl değerlendirdiğinizi de sormak isterim?
Begüm: Doğrudan bizim alanımızla ilgili değil ancak Türkiye’de Temas Öncesi Korunma yani PrEP ve Temas Sonrası Önleme Tedavisi yani PEP ilaçlarının olmaması büyük bir sorun. Yasal olarak cinsel şiddete maruz bırakılan kişilere PEP ilaçları temin ediliyor ancak bunun da kolay olmadığını eklemek istiyorum. Tabii tüm bunları cinsel özgürlük üzerinden düşünmek gerekiyor. Bunun dışında, Belirlenemeyen=Bulaştırmayan (B=B) politikasını çok önemsiyorum zira HIV ile yaşamak artık kronik tansiyon veya şeker hastası olmak gibi bir durum olarak değerlendiriliyor. Yani tüm bunlar uygun tedaviye erişim sağlandığında yönetilebilen sağlık sorunları. Türkiye’de HIV tanısı alan kişilerin ihtiyaç duyduğu ilaçlar (antiretroviral tedavi) SGK ya da GSS kapsamında karşılanıyor. Dolayısıyla HIV tanısı almanın hayatın sonu olmadığı vurgusu çok önemli. HIV tanısı aldık mı, ya da bir yakınımız bunu bizimle paylaştığında söyleyebileceğimiz o kadar olumlu şey var ki! Çünkü HIV+’lar negatiflerden tek bir farkla hayatlarını sürdürüyorlar. +’lar statülerini biliyor, - olduğunu var sayanların çoğu ise statütüsünü bilmiyor! Öğrenme motivasyonları da pek varmış gibi durmuyor. Örneğin ben, yanılmıyorsam en son iki sene önce test yaptırmıştım. Oysaki anonim test merkezleri var, en azından benzer alanda çalışan bizlerin bunu sürekli yapması gerekiyor. Son olarak; cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar denince akla ilk HIV’in gelmemesi lazım diye düşünüyorum zira PrEP’ler ve tedavilerle HIV yönetilebilir bir duruma dönüşüyor fakat, örneğin HIV preplerinin yaygın olduğu ülkelerde özellikle gonore gibi enfeksiyonların yayıldığı ve bu hastalığa yol açan bakterilerin artık antibiyotik direnci geliştirdiğine dair veriler var. Dolayısıyla statü paylaşmak ya da paylaşmamak değil mesele, bence önemli olan kendimizi bu enfeksiyonlara karşı korumamız gerektiği gerçeği. Hepatit B’nin aşısı ve C’nin tedavisi çıktı, ancak HPV, Herpes virüs ya da diğer enfeksiyonlar ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor.
Nurgül: Gençlerin sağlıklı oldukları ve sağlık hizmetlerine ihtiyaç duymadıkları gibi bir algı var. Oysa gençler arası HIV yayılım oranı oldukça yüksek. Statülerini bilmiyorlar. Genç dostu sağlık danışma merkezleri, anonim test merkezleri önemli bir ihtiyaç. Yerel yönetimlerin de bu alanda daha fazla sorumluluk almasını bekliyoruz. Kanıta dayalı, yaşa ve gelişime uygun, güvenilir bilgiye erişimin bir insan hakkı olduğu unutulmadan; yaşı, cinsiyeti, cinsel yönelimi, cinsiyet kimliği ve her türlü statüsünden bağımsız olarak, bilgi ve sağlık hizmetlerine herkes için eşit erişim sunulmalı. Tanı ve tedavi kadar, koruyucu ve önleyici sağlık politikalarının da geliştirilmesi gerekiyor. Önleyici bir uygulama olarak şu an tüm dünyada kapsamlı cinsellik eğitiminin önemi vurgulanıyor. Türkiye’de ise sınırlı sayıda okulda uygulanan ve sınırlı sayıda gence ulaşan bu eğitimlerin bile tehdit altında olduğunu üzülerek takip ediyoruz.
HIV alanında önümüzdeki zamanlarda dernek olarak yeni çalışmalarınız olacak mı?
Begüm: Yeni çalışmalar planlamadık ancak her 1 Aralık’ta aynı postu çıkabileceğimizi düşünüyorum. Bu benim naçizane fikrim. Ancak çalışma alanımız gereği doğrudan HIV çalışmaları yapmıyoruz. Bu soruya belki corona virüs ve HIV üzerinden değinebiliriz. Geçen 1 Aralık’ta sosyal medya kullanıcılarının grip ile HIV karşılaştırması yaparak tartıştıklarını gördük. Sonra Covid-19 geldi bu sefer aynı post ile Covid-19 karşılaştırıldı, bunların bazıları alenen HIVfobiden besleniyordu, bazıları ise sarkastik bir mizah olarak okunabilir belki. Ancak burada ilginç ve önemli olan mesajın unutulmamış olması. Hatta Pozitif Dayanışma’nın mesajını da bu vesileyle anabiliriz: “#Korona ile #HIV elma ile armut gibidir, karıştırmayalım! Bilgilenelim, doğru içerikleri paylaşalım. Covid-19(koronavirüs) ile HIV'i karşılaştıramazsınız. Covid-19'un ilacı, tedavisi yok, hava yoluyla bile bulaşabiliyor. HIV'in antiretroviral ilacı var ve düzenli kullanımla B=B oluyor yani BULAŞMIYOR!”
Nurgül: Bu post ve sonrasında yarattığı yankı, Türkiye’de HIV konusundaki tartışmaların ve çalışmaların ne kadar önemli ve gerekli olduğunu bir defa daha kanıtladı. HIVfobinin boyutunu ve ciddi bir cinsel şiddet meselesi olduğunu gösterdi. Bu bağlamda sadece cinsel sağlık değil cinsel şiddet başlığında da ele alınmaya devam edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Planladığımız somut bir çalışma şu an için yok fakat Begüm’ün de dediği gibi konuşmaya devam edeceğiz gibi görünüyor. Kapsamlı cinsellik eğitimi savunuculuk alanlarımız arasında, dolayısıyla dolaylı olarak bu alanda söz üretmeye devam edeceğizdir.
İkinize de çok teşekkür ederim. Çok keyifli bir röportaj gerçekleştirdiğimizi hissediyorum. Son olarak ne eklemek istersiniz?
Nurgül: Paylaşmış olduğumuz postta da vurguladığımız gibi enfeksiyonlardan korunmak öncelikle kişinin kendi sorumluluğudur. Bu sorumluluğun bir parçası da başkalarının statüsünden bağımsız olarak, kişilerin cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlarla ilgili kendi statülerini öğrenmek için düzenli test yaptırmalarıdır. Biz de bu sürecin ardından dernek ekibi olarak birlikte test yaptırmaya karar verdik, henüz gidemedik ama evlerimizden çıkabildiğimizde gerçekleştirmek istediğimiz ilk planımız bu.
Postun yarattığı yankının ardından yayınladığımız bilgilendirici açıklama metnini incelemek isteyenler için linki de buraya bırakalım.
Teşekkür ederiz Defne.
Etiketler: insan hakları, sağlık, cinsellik