11/11/2011 | Yazar: Kaos GL

‘LGBT olarak kendi marjinalleşmiş mücadelelerimizi merkeze taşımaya çalışıyoruz ve diğerlerini de kendileri için aynısını yapmak üzere terk ediyoruz. Ne var ki ‘o diğer mücadeleler’in de bizim mücadelemiz olabileceğini unutuyoruz.’

Arap Queer Aktivizminin Zorlukları ve Fırsatları Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
“Queer Politikalar ve Filistin Mücadelesi: Aktivizmle Geçen On Yılı” başlıklı bir konuşma yapmak üzere İstanbul’a gelen, Filistinli queer grup Al Qaws’tan Haneen Maikey’nin Lynn Darwich ile kaleme aldığı “Arap Queer Aktivizminin Göbeğinden: Zorluklar ve Fırsatlar” başlıklı bu makaleyi, İngilizceden Türkçeye, Kaos GL muhabiri Ömer Akpınar çevirdi.
 
“From the Belly of Arab Queer Activism: Challenges and Opportunities” makalesi Arapça Queeriyat, Qadita.net sitesinde de yayınlandı.
 
“Ayrıcalığın toplumlarımızdaki her türlü direnişi nasıl baltaladığına bakmak yerine bizim ve yalnızca bizim nasıl dışarıda bırakıldığımıza odaklanıyoruz.”
 
“LGBT olarak kendi marjinalleşmiş mücadelelerimizi merkeze taşımaya çalışıyoruz ve diğerlerini de kendileri için aynısını yapmak üzere terk ediyoruz. Ne var ki “o diğer mücadeleler”in de bizim mücadelemiz olabileceğini unutuyoruz.”
Bu makale şu an için ilk aşamalarında olsa da herhangi bir Arap queer hareketinin gelişimine zarar verebilecek dinamikleri ve söylemi tahlil etmeye yönelik mütevazı bir çaba olarak yazıldı.
 
Arap Queer Aktivizminin Göbeğinden: Zorluklar ve Fırsatlar
 
Lynn Darwich ve Haneen Maikey
 
Giriş
 
Son zamanlarda Arap LGBT aktivistlerinin mırıltıları, eleştirel söylemi Arap toplumlarındaki LGBT/queer hareketlerinin örgütsel stratejilerini saran kuşkuların iyice içine giren bir “trend”e karşı yükseliyor: “Batı” ile olan ilişkimiz ve LGBT örgütlenmelerindeki Batılı deneyimlerin hegemonyası, kendi sosyal, kültürel ve politik bağlamamızda stratejilerimizin sürdürülebilirliği ve düşüncelerimiz ile birebir pratiklerimiz arasında köprüler kurmaya çalışırken karşılaştığımız süregelen zorluklar. Tüm bu sorunlar açıkça tek bir derdi ve amacı olan bir söyleme indirgendi: Batı’yla savaşmak. Aktivistler bu tür düşünce ve deneyimlerinden bazılarını Arapça, özellikle Bekhsoos ve Qadita.net’in Queeriyat köşesinde, yayınladıktan sonra tartışma yeniden alevlendi. 
 
Bu alanda kendi örgütlenme deneyimlerimizi yazmaya yönelik yatırımlarımızın arkasındaki hedef var olan söylemi yerel düzeyde kurumsallaştırmak ve geliştirmek. Bunu yalnız eğitim amacıyla yapmıyoruz, zira yerel deneyimleri paylaşmanın ve var olan tartışmalara yerel, bölgesel ve uluslararası düzeylerde farklı kapılar açmanın öneminin farkındayız. Anladığımız kadarıyla bu tartışmalar temel olarak kendini yansıtma süreçleri (kişisel ve kolektif) ile queer ve LGBT mücadeleleri anlayışımızda farklılıklarımızı nasıl sunduğumuza dayanıyor. Daha da önemlisi, tartışmalar toplumlarımızda queer ve LGBT aktivistleri olarak rollerimizi nasıl algıladığımıza ve uyguladığımıza dayanıyor.
 
Bu makalede, farklı taban örgütlenmelerinin 10 yıllık bir süre içinde güç yapılarını ve etnisite, cinsellik, cinsiyet ve sınıf (feminist) temelli baskıları eleştiren ve reddeden, ayrıca kimlik-temelli LGBT örgütlenmesinin sınırlarını eşitliğe duyulan bir tutkuyla (queer) tahlil eden deneyimlerinin gelişen söylemi oluşturduğunu göstermeyi umuyoruz. Kendi kelimelerimizle tanımlama konusundaki kararlılığımızın ve sıklıklı indirgenen ve yanlış yorumlanan bir söylemi erişilebilir yapmanın yanı sıra, hâlihazırdaki toplumsal cinsiyet/cinsellik strateji ve çerçevesindeki tartışmalar için kendi değer ve perspektiflerimizi ifade ederken karşı karşıya kaldığımız zorluklardan bazılarını ele almayı hedefliyoruz.
 
Kutuplaştıran Bir LGBT Söyleminin Sorunsalları
 
Bu tartışmada yaptığımız (kasıtlı olarak “konuşma” kelimesini kullanmadık burada), inorganik ve yapay bir biçimde iki temel trende bölünme çabalarına yönelik. İlk trend “batıyla savaşmak ile” suçlanırken, diğeri, buna cevap olarak, “batıyla savaşanla savaşmak ile” suçlanıyor. Bu bölünme rahatsız edici derecede tanıdık; çünkü biz queer (ve bazı LGBT) aktivistlerinin zorladığı cinselliğin ve toplumsal cinsiyetin ikililiği konusundaki aynı hayali ikili yapıyı kullanıyor. Bu söylemin bizi ve gruplarımızı tehdit etmesi tahmin ediliyor, zira batı söyleminin hegemonyasını (lütfen dikkat, burada anahtar kelime “hegemonya”, “batı” değil) içselleştirdiğimize (ve bazen boyun eğdiğimize) ilişkin hassas alanlara ışık tutuyor.
 
Bizim söylemimizi “batı-karşıtı” diye yaftalamaya çalışmanın yanı sıra, bu diğer trend kendini yalnızca ilk trende karşı çıkmak üzerinden tanımlıyor; kendi argümanlarını somut biçimde kristallendirmeye çalışmıyor ve bayağı bir biçimde beyanlarda bulunma tuzağına düşüyor (feminizmin ve LGBT aktivizminin “batıcılık”ını karşılaştırmak gibi, mesela). Hal böyle olunca, ikircikli bir pazarlık ortaya çıkıyor – olgunlaşmış, üzerine düşünülmüş ve bağlamdan kopuk olmayan bir tahlil oldukça nadir vücut buluyor.
 
Yanılgı ihtimali anaakım LGBT örgütlenme modelleri içindeki belli amaç ve stratejilere yönelik eleştirilerin “Batı-karşıtı” olarak ayrılmasıyla başlıyor. Bu karmaşa yanlış bir biçimde LGBT aktivizmini eleştirmenin Batı’yı bir bütün olarak eleştirmek olduğu varsayımına dayanıyor. Neticede “Batı” yalnızca anaakım LGBT yapılarını ve örgütlenme modellerini üretmiyor, öyle değil mi? Tam da konunun içinden örnekler olarak, Audre Lorde Project, Queer for Economic Justice ve daha pek çok inisiyatif güçlü ve alternatif queer örgütlenme biçimleri üretmenin tarihini oluşturuyor. Anakım örgütlenmeyi Batı tarzı örgütlenme olarak adlandırıp farkında olmadan Batı’nın tektipleştirilmesi destekleniyor, bu da özünde argümanın yalnızca hatalı olduğunu değil aynı zamanda kendi kendine zarar verdiğini gösteriyor. Bu yanlış anlamayı önkabul olarak alırsak, kamufle olmuş ad hominem argümanlar peşi sıra gelip bizim Batı ile olan ilişkimizi kıyafetlerimiz, dil seçimimiz, feminizmimiz vb. üzerinden ifşa etmeye çabalıyor.
 
“LGBT Aktivizmi Batılıysa, Feminizm de Öyle”
 
Feminizme sürekli ve tarihsel olarak her şahsi ve kolektif mücadelenin özelliklerinin uyarlanmasıyla meydan okundu. Dünyanın farklı yerlerinde ve tarih boyunca renkleri, biçimleri, şekilleri, etiketleri, anlamları ve çağrışımları değişti. Toplumsal cinsiyet meselelerine ve konum politikalarına oldukça hassas bir tahlil biçimi olarak bıkıp usanmadan kalıba döküldü. 
 
Bunun yanı sıra, feminizm, pek çok bağlamda, kimlik tanımlarının farklı kategorilerinde ayrıcalık dereceleri üretti (ırksal, etnik, ekonomik, hizipçi). Tıpkı LGBT aktivistleri gibi, feministler de evrensel ve dünyanın her yerindeki kadınlara yönelik belli değerler ve yaşam tarzlarının yanı sıra örgütlenme biçimlerinin de reklamını yaptıklarında kimlik politikalarının tuzağına düşebilirler, sıklıkla da düşüyorlar. Ne var ki, feminizm en ideal uygulama biçiminde, çerçeveler ve değerler dayatmayı değil, alternatif, güçlendirici ve tartışmalı normları dolaşıma sokmayı amaçlar. Güzel bir örnek olarak Dünya Kadınlar Günü (IWD) verilebilir. Kadınları merkezine alıp evrensel bir eylemlilik gününü savunsa da, herhangi bir kadın mücadelesinin kendine has yanlarını içine alabilecek kadar esnek.
 
Uluslararası Anti-Homofobi Günü (IDAHO) örneği ise, LGBT mücadelesini sorgulanmadan “homofobi” diye yaftalanmış şey ile mücadeleye eşitleyen hazır ambalajlı bir genel etkinlik. Hazır ambalajlı, zira başlı başına isim -Uluslararası Anti-Homofobi Günü- otomatik olarak LGBT mücadelesini tanımlayıp bir kenara koyuyor ve kamuya bu mücadele homofobiye karşı diyor. Oldukça sık bir biçimde tepki olarak verdiğimiz homofobiye karşı söylemimiz aynı nefret ve dışlama ruhunu sürdürüyor ve ironik bir biçimde “onur” ve “utanç” gibi ikilikleri yeniden yaratıyor (onur eşcinsellik ve tolerans, utanç ise homofobi ve cehalet). Bir adım geriye gidip toplumlarımızdaki homofobinin kökenine yönelik vereceğimiz cevaplar konusunda taktiklerimizi düşünmek yerine, kökleri kurumsal ve sosyal ataerkiye uzanan, homofobinin daha geniş politik ve sosyal bağlamlarıyla uğraşmaya gönülsüz kamusal etkinliklere yatırım yapıyoruz.(1)   
 
LGBT aktivizmi, görünen tüm biçimleriyle, LGBT kültürünü, kimliğini ve aktivizmini inşa eden standartlaşmış idealleri ve yapıları savunuyor. Homofobi, Açılma, Görünürlük ve Onur ekseni tüm dünyada çağdaş LGBT topluluklarını, değerlerini ve taleplerini şekillendirmeye devam ediyor.
 
LGBT çerçevesi içinde, mücadelelerimiz temsil ve ayrıcalık konuları oluyor. Biz de o ayrıcalıkları istiyoruz. Transları, tanımlanmamışları, biseksüelleri, interseksüelleri, engellileri, göçmenleri, farklı renkten olanları, okuma yazma bilmeyenleri ve daha pek çoklarını en aşağıda ve hakları olamayacak denli değersiz gören hiyerarşilere katkıda bulunuyoruz.
 
Ayrıcalığın toplumlarımızdaki her türlü direnişi nasıl baltaladığına bakmak yerine bizim ve yalnızca bizim nasıl dışarıda bırakıldığımıza odaklanıyoruz. Birinin cinsel yönelimi bir mücadele alanı olduğunda, muhafazakâr toplumlarda ve cinsiyetlenmiş yasal çerçeveler dâhilinde mesela “bir erkek olmanın” getirdiği ayrıcalıklar hiç irdelenmiyor (ya da çok az irdeleniyor). Herhangi bir kimlik kategorisi üzerinden tarihi olarak dışlamayı üreten baskın normları belirlemek yerine, LGBT olarak kendi marjinalleşmiş mücadelelerimizi merkeze taşımaya çalışıyoruz ve diğerlerini de kendileri için aynısını yapmak üzere terk ediyoruz. Ne var ki “o diğer mücadeleler”in de bizim mücadelemiz olabileceğini unutuyoruz.
 
Normatif olanı tüm biçimleriyle eleştirmek yerine, özür dilercesine biz geylerin ve lezbiyenlerin de doğal/normal olduğunu kanıtlamaya çalışıyoruz. Bizi kabul edin. Bizi destekleyin. Adalet ve heteronormatif ataerkiden kurtuluş için çalışabileceğimiz halde LGBT’lere yönelik hoşgörü ve kabul istiyoruz.
 
“Siz Burada Teoriler Kurarken Lezbiyenler Dayak Yiyor”
 
Daha da üzücü olan ise (kendi mücadelesi ya da) LGBT mücadelesi hakkında kurban olma dilini ve çerçevesini kullanmayan herkese kolayca yüklenen “siz burada teoriler kurarken geyler hapse atılıyor” ve “ayrıcalık sahibi bir aktivistsin” gibi genel cümleler. Bu söylem hemen marjinalleştiriliyor ve bizler susturulup kovuluyoruz. Zira bizler politik olarak kişisel ve kolektif mücadelelerde kurbanlaşmayı kullanmayı sorgularken, açıklamalarımız “’kurbanların’ acı çektiği gerçek dünyada” alakasız kaçıyor.
 
Taciz bir gerçek ve evet, topluluklarımız içine nüfuz ediyor. Bildiğimiz kadarıyla, sözde ayrıcalıklı konuşmacının da hayatının bir noktasında travmatik ve tacizkâr deneyimlerden geçmesi kuvvetle muhtemel (ve genellikle durum böyle). Yine de, konuşmacı “kurbanlık”ın cinsel ve cinsiyet haklarına kapıyı açacak stratejik kullanımını sorguladığı anda susturuluyor ve insanların travmasını anlamak için fazla ayrıcalıklı olmakla suçlanıyor. Kimin fazla ayrıcalıklı olup olmadığını iddia etmek sadece anlaşmazlık yaratmaya ve kendi kendine zarar veren yapay ikilikler dayatmaya hizmet eder. Ayrıcalığı ele almak için herkes kendi durumunu ve ayrıcalıklarını sürekli olarak masaya yatırmalı ve bunların farkında olmalıdır.
 
Sağlıklı bir kendilik hissini kabul edip geri kazanmak (bu geri kazanmayla değerli bir sorumluluk ve kendi iyileşme sürecinin ve düşünceler, anılar, hisler, yaralar ve mücadelelerle ilişkinin sahipliği hissi gelir) ve kolektif olarak travma deneyimlerini geçmiş kurbanlıkları harcayarak sürdürmek arasında fark var.
 
Bareed Mista3jil ile, mesela, Meem “cinsellikleri alay konusu edilmiş, kovulmuş, inkar edilmiş, bastırılmış, çarpıtılmış ve saklanmaya zorlanmış” olanların hikayelerini anlatmayı hedefledi (Bareed Mista3jil - http://kaosgl.org/sayfa.php?id=3029). Hiç düşündünüz mü hikâyelerin çoğu, hatta en acılı ve kalp kıranları bile, nasıl da güçlendirici? Çünkü onlar umut, sevgi, bağışlama ve üstünden gelmeye ilham olsun diye anlatıldı. Travma ve tacizin bireysel ve kolektif mücadelelerde politik olarak kurbanlaşma çerçevesi kullanılmadan kabul edilmesi güçlü bir feminist hikâye anlatıcılık modelidir.
 
Aktivizm biçimi olarak kurbanlık dilini ve çerçevesini sorgularken “kurbanlara çenelerini kapayıp üstesinden gelmelerini” söylemiyoruz -bazılarının aceleyle anlamaya çalıştıkları gibi- bunun yerine, söylemin desteklediği kurban mantalitesini ve pek çoğumuzun üstesinden gelip taciz durumuna yukardan bakmamızı sağlayacak durumları engelleyen bu söylemi ele alıyoruz.
 
Yapıbozumdan Yeniden Yapıma/Üretime
 
Söylemimiz kendi bağlam ve hedeflerimize uygun olup olmadığını sorgulamadan elde olanı uyarlamamanın gerekliliğine odaklanıyor. Bununla, aynı zamanda yerel deneyimlerin üretilip yeniden üretilmesinin önemini vurguluyoruz ki böylece iktidar yapılarının istikrarını bozup yerelde ve küresel ölçekte anaakımı zora sokacak alanlar açabiliriz (burada vurgu yerel üretim üzerinde, kavgada değil, her ne kadar bunun bir savaş olmasını eleştirmeyi düşünmesek de). Söylemimize yöneltilen “batıyla savaşmak” ve “söylemin geriliği” ithamları tartışma yalnızca Batılı LGBT hegemonisini yapıbozumuna uğratmak olsaydı kabul edilebilirdi (öncü bir radikal yapıbozum ve analiz olsaydı bile). Fakat tartışmanın merkezi bu değil – asıl mesele, kendi deneyimlerinden mülhem söylemlerini oluşturan farklı grupların gerçek deneyimleri ve yaptıkları işi ortaya çıkaran tartışmalardaki somut noktalar (yapıbozumu mühim; fakat onun en mühim yanı yeniden yapım/üretim).
 
Yerel bir yeniden yapım/üretim örneği olarak stratejik bir boşluğu dolduran Palestinian Queers for BDS’i (PQBDS) ele alalım. Bu grup 2005 Temmuz’unda İsrail’e karşı Filistinli sivil toplumun Boykot (Boycott), Tecrit (Divestment) ve Yaptırımlar (Sanctions) konusundaki taleplerini desteklemek ve savunmak için oluştu. PQBDS ana mücadelesini İsrail’in kolonileştirme, işgal ve aparteid girişimlerine karşı belirledi. İsrail sıklıkla LGBT hak ve özgürlüklerini pembe yıkama ile insan hakları ve uluslararası yasaların ihlallerini örtmeye çalıştığından PQBDS pembe yıkamaya karşı BDS’i savunan yerel (ve uluslararası) bir queer inisiyatife öncülük etmekte çok büyük bir önem gördü. PQBDS’in güçlü özelliklerinden biri onun cinsel ve toplumsal cinsiyet çeşitliği konusundaki mücadeleyi Filistinli özgürlük ve adalet mücadelesine bağlayabilmesidir.
 
Bu söylemin varlığı ve gelişimi güvenli ve uzak akademik dünyayla sınırlı kalmış olsa da yeni değildir. Yeni olan, teori ve pratik arasında şüphesiz var olan bağlantıyı güçlendirecek yerel taban örgütlenmelerinin deneyimleri perspektifinden bu konuları konuşmaktır. Queer ve LGBT alanlarından bu söylem yerel, bölgesel ve hatta küresel ölçekte sunulduğunda ortaya çıkan zorluk, Arap queer aktivizminin bu alanda ne kadar dar olduğunu göz önünde bulundurmanın önemini fark etmektir.
 
Bu yüzden queer Arap aktivizmi, kişisel hassasiyetlerin farklı grupların politik çıkarları ve rekabetleriyle karıştığı verimli topraklar olarak görülebilir. Tüm bunlar her hareket ve grubun doğal unsurları olsa da, tehlike bu trendler adına sonunda “temsilci” ya da “konuşmacı” konumuna belirli insanların yerleşerek tartışmayı indirgemesinde yatıyor. Bu tür ikilikleri – Doğu/Batı, Maşrık/Mağrip, feminist/LGBT, vb. -- güçlendirmek sonunda kişiselleşerek kendiliğinden diğer aktivistleri bu trend/lider/gruplardan birine “bağlılıklarını” seçmeye zorlar ve bu mesele ve radikal soruları pratik ve teorik bir bakış açısından keşfetmelerini engeller.
 
Belki de en karmaşık ve en hassas sorun, makaleler üzerinden olsun ya da konferanslar, bireyler ve gruplar arasında deneyim ve fikir paylaşmak için elde edilen her fırsatta her kimliği cinsiyet kimliğini ve cinsel yönelimi temsil etmeye gayret etmemizdir. Tüm grupları ve trendleri göz önünde bulundurmaya çalışıyoruz (ki kimse dışlanmış hissetmesin). Çoğu zaman ana hedef ya da en önemli hedef bu değil. Herkesi dâhil etmek, temsiliyet ile aktivistler olarak toplumlarımızın yapısal karmaşıklığını, mücadelemizin hassasiyetini, günlük meselelerle meşguliyetimizi ve vizyonumuzdaki ve çalıştığımız çevredeki değişimlerle sürekli zıtlaşmamızı kapsamak arasında büyük bir fark var. Amacımız LGBT ve queer toplulukları içinde farklı grupları temsil eden kişilere ulaşmak ve onları cezbetmek değil – bu daha kolay olurdu.
 
Daha önemli hedef ise aktivistlerin ve özellikle öncülük eden figürlerin – bu hiyerarşilendirme için özür dileriz – gey, lezbiyen ve trans mücadeleleri arasında, feminizm ve queer’lik arasında, işgale karşı mücadele ve cinsel özgürlük mücadelesi arasında kesişen noktaları bulmalarıdır. İtiraf ediyoruz ki Arap LGBT hareketi içinde paylaşmanın ve farklı gruplardan ve arkaplanlardan gelen aktivistleri bir araya getirmenin inanılmaz bir önemi var. Bu da zaman zaman tek ortak yanımızın lezbiyen, gey, queer ya da trans olmak olduğu durumlarda farklı ihtiyaçları karşılıyor.
 
Yine de daha önemlisi, stratejik ve sürdürülebilir yatırımımız olarak örgütlenmelerinde benzer ideolojiler ve her seferinde açıklamaya gerek olmayan temel unsurlarda anlaştığımız grup ve aktivistlerle ortaklıklar kurmaktır. Her seferinde feminizmin kendi toplumsal cinsiyet ve cinsel mücadelemiz için önemini anlatmaya ihtiyaç duymuyoruz. Kendi mücadelemizi biricik ve kendine has diye “pazarlamanın” tehlikesini, ya da sadece geyler diye Siyonist geylerle neden işbirliği içine giremeyeceğimizi ve değişmek istediği zaman değişebilecek bir sosyal dönüşüm hareketi için sürekli örgütlenmemizde anahtar konumdaki diğer pek çok şeyi her defasında açıklamaya gerek görmüyoruz.
 
Sonuç
 
Bu makale şu an için ilk aşamalarında olsa da herhangi bir Arap queer hareketinin gelişimine zarar verebilecek dinamikleri ve söylemi tahlil etmeye yönelik mütevazı bir çaba olarak yazıldı. Bu çaba için bu dinamiklerin içinde olan aktivistler olarak deneyimlerimizden ilham aldık, içeriden yapıbozuma uğratmak istediğimiz bu dinamiklerle tartışmanın çekirdeğine geri dönmek istiyoruz, yüzeyde durmak değil. Hâlihazırdaki tartışmayı paylaşılan ve zenginleşen bir konuşmaya dönüştürmek ise yalnızca tüm grup ve aktvistlerin kendi gerçekliklerimizi ve karşılaştığımız sonsuz zorlukları bünyesinde toplayan bir söylem oluşturmak için üzerine düşen sorumlulukları almasıyla gerçekleşebilir. Bunu partilerle ve trendlerle bir savaş olarak adlandırmak tartışmanın kendisine zarar verecektir. Bizim tarafımızdan, sorumluluğumuzun haklı olarak sıkça suçlandığımız sinizm ve karamsarlık tuzağına düşmemek için dikkatli olmak olduğunu anlıyoruz ve bu da gerçekliklerimizi yansıtmayan ikilikler etrafından dönen tartışmaları sonlandırmaya yardımcı olacaktır.
 
Bu makaledeki dört bölüm boyunca, farklı taban örgütlenmelerinin deneyimlerinin sonucu olarak ortaya çıkan bir söylemin gelişimini keşfetmek için yola çıktık. Ayrıca kimlik-temelli LGBT örgütlenmelerinin kendilerini ifade ederken karşılaştıkları zorluklardan bazılarını ele almayı denedik. Maalesef, yukarıdaki kısımlarda uzun uzadıya tartışılan bu söylemin susturulduğu ve kovulduğu pek çok yer var. Görünen o ki, LGBT hegemonyası (homofobi, açılma, görünürlük, ve onur ekseni) aracılığıyla toplumlarımızda cinselliği ve toplumsal cinsiyeti farklı biçimlerde ele alma ihtimalleri reddediliyor. Önemli nokta ise yukarıda bahsedilen ortaklıkları eleştirel düşünceyi destekleyen, feminist ve queer analizlerin farkında olan ve aktivizm için yerel çerçeveler üretme ihtiyacını değerli bulan grup ve aktivistlerle kurmak için yatırım yapmayı sürdürecek olmamız.
 
(1) Daha derinlemesine bir IDAHO eleştirisi için Haneen Maikey ve Sami Shamali’nin “International Day Against Homophobia: Between the Western Experience and the Reality of Gay Communities” makalesini inceleyebilirsiniz. 

 


Etiketler: yaşam, dünyadan
İstihdam