11/07/2021 | Yazar: Kaos GL

“Yetkililerin, LGBTİ’lerin, tedbirler yoluyla güvenli bir şekilde toplumun eşit üyeleri olarak toplanma özgürlüğünden yararlanabilmelerini garanti edilmesini sağlama yükümlülüğü olduğuna dikkatinizi çekiyorum.”

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatović, Türkiyeli yetkililere LGBTİ+ haklarını sordu Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Fotoğraf: Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatović, OSCE

Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatović 30 Nisan’da Resmi Gazete’de yayımlanan İnsan Hakları Eylem Planı’ndan hareketle İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'e bir mektup yazarak LGBTİ+’ların insan hakları ihlallerini sordu.

Mijatović mektubunda LGBTİ+’ların ifade, toplanma ve gösteri yürüyüş ihlalleri, nefret suçları, damgalama başlıklarında sorularını yöneltiyor.

Mijatović’in 17 Haziran tarihli mektubunu Ilgın Nehir Akfırat çevirdi:

Sayın Bakanlar,

2 Mart 2021'de Türkiye'nin “insan haklarının mevzuatta ve uygulamada hakim olması, yargı sürecinin her aşamada bu anlayışla yürütülmesi gerektiğini” belirten bir İnsan Hakları Eylem Planı başlattığını görüyorum. Plan hiçbir kamu görevinin insan haklarını ihmal veya ihlal ederek yerine getirilemeyeceğini bildirmektedir. Eylem Planı özellikle eşitlik ilkesini, barışçıl toplanmayı, ifade ve örgütlenme özgürlüklerini teşvik etmektedir. Bunu göz önünde bulundurarak, lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseks (LGBTİ) kişilerin insan hakları ile ilgili bazı sorunlarını dikkatinize sunarak Türkiye'de insan haklarının ve temel özgürlüklerin korunması konusundaki diyaloğumuzu sürdürmek istiyorum.

Barışçıl toplanma, örgütlenme ve ifade özgürlüklerini desteklemek

LGBTİ örgütlerinin önümüzdeki haftalarda Türkiye'nin çeşitli şehirlerinde Onur Yürüyüşleri düzenlemeyi planladıkları konusunda bilgilendirildim. Farklı düzeydeki yetkililerin yıllardır uyguladığı LGBTİ aktivitelerine ilişkin kapsamlı kısıtlamalar nedeniyle, LGBTİ topluluklarının barışçıl toplanma haklarını kullanmaları engellendi. 2003'ten bu yana başarılı ve barışçıl bir şekilde düzenlenen ve Avrupa'nın en önemli etkinliklerinden biri olarak kabul edilen, çeşitliliği kutlayan, eşitliği ve kapsayıcılığı teşvik eden İstanbul Onur yürüyüşünün 2015'ten bu yana yasaklanması üzücüdür. Ayrıca, 2017 yılında Ankara Valisinin tüm LGBTİ etkinliklerine genel bir yasak getirmesi ve İzmir, Mersin, Antalya ve Adana da dahil olmak üzere diğer şehirlerdeki valilerin de Onur Yürüyüşü etkinliklerine birbirini takip eden yasaklar getirmesi üzücüdür. LGBTİ etkinliklerine ilişkin yasaklar, Ankara'daki Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Hacettepe Üniversitesi Rektörlükleri tarafından da uygulandı. 2019'daki Türkiye ziyaretim sırasında yetkililerle yapılan görüşmelerde, bu yasaklar, bu tür etkinliklere katılanların terör tehditlerine karşı güvenliğini sağlama ihtiyacına atıfta bulunularak haklı çıkarılmıştı. Ancak, Türk makamlarının “genel ahlakın korunması”, “toplumsal hassasiyetler”, “LGBTİ etkinliklerinin nefret ve düşmanlığa neden olma riski” ve “suç işlenmesinin önlenmesi” gibi başka nedenlerle de yasaklar uyguladıkları bildiriliyor.

Bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi uyarınca, yetkililerin LGBTİ kişilerin, gerektiğinde tedbirler yoluyla güvenli bir şekilde toplumun eşit üyeleri olarak toplanma özgürlüğünden yararlanabilmelerini garanti edilmesini sağlamak için pozitif bir yükümlülüğü olduğuna dikkatinizi çekiyorum. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı, üye devletlerin bu konudaki yükümlülüklerini açıkça ve defalarca belirtti. Türk makamlarının, LGBTİ etkinliklerine ilişkin yasakları kaldırarak LGBTİ kişilerin barışçıl toplanma hakkını korumasını ve bu tür etkinlikler sırasında katılımcıların güvenliğini sağlamak için gerekli tüm önlemleri almasını şiddetle tavsiye ediyorum.

Son yıllarda hükümetin terörle mücadele adına uyguladığı sivil toplum örgütleri faaliyetleri ve örgütlenme özgürlüğü ile ilgili bir dizi kısıtlama da LGBTİ örgütlerinin çalışmalarını olumsuz yönde etkilemiştir. Bunun bir örneği, şubat ayında yazdığım (10 Mart 2021'de yayınlanan) ve endişelerimi sizinle paylaştığım bir mektupta adı geçen Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanını Önlenmesine ilişkin yasadır. Bu mektupta, insan haklarına dayalı örgütlerin bu yasaya göre denetlenen ilk kurumlar olduğuna dikkat çektim ve en az ikisinin LGBTİ örgütü olduğunu fark ettim.

Türkiye ile ilgili çalışmalarımda defalarca dile getirdiğim insan hakları savunucularını, STK'ları ve avukatları susturmak ve sivil toplum aktivizmini kısıtlamak için adli işlemlerin kullanılması yaklaşımının devam ettiğini ve LGBTİ kişilerin haklarını savunanları  giderek daha fazla etkilediğini endişeyle izliyoruz. Bu örneklerden biri, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Nisan 2020'de kullanılan homofobik dili kınayan ifadeleriyle ilgili olarak İstanbul, Ankara ve Diyarbakır barolarına karşı “halkı kin ve düşmanlığa ve aşağılamaya teşvik etmek” suçlamasıyla yapılan cezai soruşturmalardır (aşağıya bakınız). Bir başka örnek ise, Ankara İdare Mahkemesinin 31 Temmuz 2019 tarihli ODTÜ Onur Yürüyüşü yasağını hukuka aykırı bulmasına rağmen, Mayıs 2019'da kampüslerinde Onur etkinliği düzenlemek ve etkinliğe katılmaktan dolayı ODTÜ’den bir grup öğrenci ve bir akademisyene karşı devam eden ceza davasıdır. Ancak en çarpıcı örnek 2021 Mart ayında Boğaziçi Üniversitesi'nde  öğrenci protestoları sonrasında ve sırasında yapılan toplu tutuklamalar, kolluk kuvvetleri tarafından aşırı güç kullanımı ve tutuklamalar sırasında veya gözaltında göstericilere uygulanan kötü muamelelerdir. Tüm bu iddiaların yeterince araştırıldığından ve uygun olduğunda caydırıcı yaptırımların alındığından emin olmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Bu olaylar sırasında polis, daha sonra kapatılan Boğaziçi LGBTİ kulübüne de baskın düzenledi ve kulübün iki üyesi sanat eserlerinin sergilenmesi nedeniyle cezai olarak kovuşturuldu. Ayrıca, bir grup Boğaziçi öğrencisi, 2015'ten bu yana yetkililer tarafından LGBTİ aktivistlerine karşı sıklıkla kullanıldığı bildirilen 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasını ihlal ettiği iddiasıyla yargılanıyor.

LGBTİ kişilerin damgalanması

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği temelinde ayrımcılıkla mücadele için tedbirlere ilişkin Tavsiye Kararına (2010) göre,  kamu görevlileri; medya, spor, siyasi kuruluşlar ve dini topluluklar da dahil olmak üzere kilit sivil toplum temsilcileriyle diyalog kurduklarında, LGBTİ kişilerin insan haklarına hoşgörü ve saygıyı teşvik etmelidir.

Nefret söylemindeki gözle görülür artış ve homofobik anlatıların Türkiye'deki üst düzey merkezi hükümet yetkilileri ve kamu görevlileri de dahil bazı politikacılar ve kanaat önderleri arasında yayılıyor olmasından büyük endişe duyuyorum. LGBTİ kişileri, “aile değerlerine, dine veya ulusun geleneklerine yönelik bir tehdit”, “sapıklar” veya “insanlığı, insanın doğasını ve aileyi bozma girişimi” olarak tasvir etmek, bu dilin sadece birkaç örneği. Diyanet İşleri Başkanı, 24 Nisan 2020'de televizyonda yayınlanan vaazında, “İslam'ın eşcinselliği lanetlediğini”, çünkü “eşcinselliğin hastalıkları getirdiğini ve nesilleri yozlaştırdığını” söyledi ve “insanları bu tür kötülüklerden korumak için birlikte mücadele edin'' çağrısı yaptı. Bu konuşmanın COVID-19 salgınının başlangıcında gerçekleştiğini ve söylemlerinin yaygın olarak hastalıktan LGBTİ'leri sorumlu tutmak olarak anlaşıldığını not ediyorum. Ayrıca, LGBTİ içerikler ve LGBTİ kişilerin haklarını savunduğu için yetkililer tarafından sakıncalı bulunan içerikler hakkındaki raporlara da dikkat ettim. Örneğin, Ekim 2019'da, hükümetin Reşit olmayanları koruma Kurulu, eşcinselliği ve cinsiyet kimliği bilincini teşvik ettiği bildirilen popüler bir çocuk kitabının reşit olmayanlara satışını yasakladı. Türkiye'nin Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nden (İstanbul Sözleşmesi ) çekilmesine ilişkin yetkililerin, “sözleşmenin eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir grup insan tarafından üretildiğini, Türkiye'nin toplumsal değerleri ve aile değerleriyle uyumsuz olduğunu” belirten açıklaması bu endişe verici durumu daha da kötüleştirdi. Bu vesileyle, İstanbul Sözleşmesi'nin öngördüğü tüm önlemlerin, ailelerin yıkımının ana nedeni olan şiddeti önleyerek ve onunla mücadele ederek aile temellerini ve bağlarını güçlendirdiğini belirtmek isterim.

Türk toplumunun LGBTİ kişilere karşı tutumunun yıllar içinde kademeli olarak iyileşmesi ve 2020'de eşcinselliğin halkın kabulünün şimdiye kadarki en yüksek seviyede olduğu bildirilirken, yukarıda belirtilen endişe verici eğilimler, LGBTİ kişilerin insan haklarından etkin bir şekilde yararlanmasının ön şartı olan bu ilerlemeyi baltalama riski taşımaktadır. Damgalamanın LGBTİ kişilerin yaşamları ve zihinsel sağlıkları üzerinde ciddi zararları olduğunu ve bu topluluğa korku aşıladığını hepimiz biliyoruz. Ne yazık ki Türkiye, 49 Avrupa ülkesinde LGBTİ’lerin insan haklarına saygı düzeyini ölçen Uluslararası Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans ve İnterseks Derneği'nin (ILGA-Europe) Avrupa bölgesinin yıllık “Gökkuşağı Endeksi” nde üç yıl üst üste en düşük ikinci sıraya yerleşti.

Nefret suçları

Transgender Europe’a göre, Türkiye'de 2008'den Eylül 2020'ye kadar 54 trans kişi öldürüldü ve bu da Türkiye'yi Avrupa'da en yüksek trans cinayeti oranına sahip ülke haline getirdi. Trans aktivistler, bu tür suçların çoğu bildirilmediği veya ayrıntılı bir şekilde araştırılmadığı için nefret suçlarının trans kurbanlarının gerçek sayısının daha yüksek olduğu konusundaki endişelerini dile getirdiler. Haziran 2020'de trans bir kadının öldürülmesinin failinin cezai hükmü ve müebbet hapis cezası, transfobik suçların cezasız kalmasıyla mücadelede önemli bir adım olsa da bu, etkili bir şekilde ele alınması gereken ciddi bir sorundur. Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu’nun (ECRI) 2016 Türkiye raporunda da belirttiği gibi, yetkililerin, tüm ırkçı ve homo/transfobik olayların raporlanması ve izlenmesi için bir sistem kurması ve bu sistemi işletmesi ve polisin bu davaları - özellikle adli suçlar dahilinde herhangi bir ırkçı ve homo/transfobik motivasyonun tam olarak dikkate aldığından emin olarak  – soruşturmasını sağlaması gerekmektedir. Ayrıca, ECRI'nin 2016 yılında ceza mevzuatını homo/transfobik suçlar söz konusu olduğunda 7 numaralı Genel Politika Tavsiyesi ile uyumlu hale getirme ihtiyacına ilişkin tavsiyelerine dikkatinizi çekerim.

Bu olumsuz eğilimleri tersine çevirmek ve Türkiye'deki LGBTİ insan haklarının etkin bir şekilde korunmasını sağlamak için sizleri çaba göstermeye çağırıyorum. Bu, öncelikle kamu otoritelerinin, politikacıların ve kanaat önderlerinin nefret söylemini veya LGBTİ kişileri damgalayan herhangi bir söylemde bulunmayı bırakmalarını ve bu tür anlatıları kesin olarak kınayıp onlara karşı koymalarını gerektirmektedir. En önemlisi de insan hakları eylem planında yer alan toplanma, örgütlenme ve ifade özgürlüğü ile ilgili taahhütlerin, Türkiye LGBTİ nüfusu için tam olarak yerine getirilmesini de gerektirmektedir.

Cevabınızı ve bu ve diğer insan hakları konularındaki yapıcı diyaloğumuzun devamını dört gözle bekliyorum.

Saygılarımla,

Dunja Mijatović

İnsan Hakları Komiseri’nden LGBTİ+ yasaklarını kaldırma çağrısı

 

 


Etiketler: insan hakları, dünyadan
İstihdam