19/02/2024 | Yazar: Oğulcan Özgenç

#yerelseçim24 dosyası kapsamında İlknur Üstün ve Bahar Yalçın ile yaptığımız söyleşinin ilk bölümünde insan hakları temelli belediyecilik üzerine konuştuk.

“Bazı belediyeler, LGBTİ+’lara sundukları hizmetleri duyurmuyor” Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Görsel: Serra Akcan/csgorselarsiv.org

Yerel seçimler yaklaşıyor. Partiler, seçim bildirgelerini açıkladı. Belediye başkanı adayları projelerini duyurmaya devam ediyor. Yeniden Refah ve Saadet gibi siyasi partiler seçim kampanyasını LGBTİ+ karşıtlığı üzerinden kuruyor. Buna karşın; yerelde eşitliğin sağlanması ve LGBTİ+’ların kent hakkı konusunda her seçimde olduğu gibi sessizlik hakim. Seçim yarışı hız kazanmışken, siyasi partiler insan hakları temelli belediyecilik konusunda sınıfta kalmış görünüyor.

Peki, insan hakları temelli belediyecilik nedir? Hukuki dayanakları nelerdir? Yerel seçimler yaklaşırken Türkiye bu konuda nasıl bir manzaraya sahip? Türkiye’de LGBTİ+’ların haklarını gözeten belediyecilik örnekleri var mı?   

Tüm bunları Kadın Koalisyonu’ndan İlknur Üstün ve Kadıköy Eski Belediye Başkan Yardımcısı Bahar Yalçın ile konuştuk.

Yerel yönetimler ve eşitlik meselesini LGBTİ+’lar üzerinden konuşurken, aslında hak temelli bir belediyeciliğe ve insan hakları temelli kentlere ilişkin bir konuşmanın kapısını aralamış oluyoruz. İnsan hakları temelli belediyecilik nedir? Nasıl bakmamız gerekir?

Bahar Yalçın: İnsan hakları temelli bir belediyecilik için hakları nasıl tanımladığımız önemli. Öncelikle herkese kendi haklarını tanımlama alanı yaratılıyor mu sonra tanımlanan haklar taleplere dönüşebiliyor mu ona bakmamız gerekiyor. Ardından da bu talepler doğrultusunda politikalar geliştirilmesi gerekiyor. Belediyelerin esas görevi insanların kendi mevcut hakları konusunda daha fazla bilgi sahibi olmasını sağlamak ve değişen koşulların gerektirdiği yeni hak taleplerinin doğmasını sağlayacak alanları yaratmak. Bugün sağlıklı gıdaya erişimden temiz bir havayı solumaya kadar kentte yaşarken mahrum kalmaya başladığımız bu sebepten de bir hak olarak tanımlamamız gereken pek çok yeni gündemimiz var. Belediyeler, yerel yönetimler insanların kendi haklarını tanımlayacağı bir örgütlenme ortamı yaratıyor mu? Ve bu ortam nasıl yaratılır? Bu sorulara cevap aramak için belediyelerle olan ilişkimizi bir müşteri-şirket ilişkisinden ya da atıl bir bürokratik aygıt ve yurttaşlar ilişkisinden çıkartıp daha etkileşimli bir yerden tanımlamamız, belediyelerin siyasi yapılar olduğunu unutmamamız gerekiyor. Aksi halde yönetim anlayışlarından çok kişileri tartışmakla yetiniyoruz. Kişiler üzerinden yürütülen tartışma bizi hak temelli bir yönetimin niteliklerini tanımlama çabasından alıkoyuyor.

İlknur Üstün: İnsan hakları temelli belediyecilik için evrensel insan hakları norm ve standartlarının yerelde uygulanması gibi çok genel bir tanım yapmak mümkün. Ben esas olarak bu kavramı içeriğinden koparan bir anlama ve uygulama haline karşı nasıl bir sorgulamaya ya da vurgulamaya ihtiyaç olduğundan söz etmek istiyorum. Kavramlar içinin nasıl doldurulduğuna bağlı olarak başka biçimlerde kullanılabiliyor; insan hakları temelli kent ya da belediyecilik kavramı da. Bunun önünü kesmek, onun içini görünür kılmakla mümkün. İnsan hakları kentleri gibi hak temelli bir kent anlayışı çok önemli. Burada kimin hakkından söz ediyoruz meselesinin altını çizmek de önemli. Her insan var mı bu insanın içinde? Katılımı, toplumsal cinsiyet eşitliğini esas alan bir kent yaklaşımının tabela olmaktan öteye geçmesi gerekiyor.

Bu anlamda kimlikleri yok saymayan, kimlik politikasına sıkışmayan onu aşan bir politik hattın oluşturulması şart! Her şeyi tek tipleştirme hali, kalıplar üretiyor, kategoriler oluşturuyor. Hal böyle olunca kalıbın dışına çıkanı dışarda bırakıyor. Demem o ki biz kadınlar varız, biz LGBTİ+’lar varız demek içerilmeye yetmiyor. Kadınlar, LGBTİ+lar dediğimiz bir stereotip değildir, tek tipten oluşmaz, çeşitlidir. LGBTİ+’ların haklarını esas alan bir kent, yaşlı, varsıl, yoksul, tek yaşayan, dili, dini, etnik kimliği vd. farklı olan LGBTİ+’ları içeriyor olmalı. Koşulları, deneyimleri, hayalleri, beklentileri de farklı olan bu çeşitliliği görmek, bunun için kalıpları genişletmek değil kırmak gerekiyor. İnsan hakları kenti önemli bir araç ama aynı zamanda hakiki bir uygulama için açmaya ve içini görünür kılmaya ihtiyaç duyulan kapalı bir kutu. Özellikle kadınların yıllarca insan haklarının kadınların hakları olduğunu anlatmak için mücadele etmek zorunda kaldıklarını hatırlatmak isterim.

Kentin sadece haklar değil, özgürlükler alanı olduğunu da unutmamak gerekir.

“LGBTİ+’ların kent hakkının tanınması için onların varlığı yeter sebeptir”

Peki, bu kavramsallaştırmanın hukuki dayanakları neler?

İlknur Üstün: Bir belediyede toplumsal cinsiyet eşitliğini hedeflemenin ne anlama geldiğinin altını çizmek lazım. Toplumsal cinsiyet dediğimizde sadece kadınlar ve erkeklerden değil aslında çok çeşitli kadınlık ve erkeklik hallerinden söz ediyoruz. Dolayısıyla bir çeşitliliğe, bir çokluğa ve bunların eşitliğine vurgu yapıyoruz. Mevcut mevzuatın pek çok problemi ve eksiği olmasına rağmen aslında elimizde çok temel iki şey var: Anayasa’nın 10. maddesi “Herkes eşittir” diyor. O “herkes”in içini belediyenin nasıl doldurduğu çok önemli. Belediye Kanunu’nun hemşeriliği düzenleyen maddesi orada yaşayan tüm sakinlerle ilgili bir çerçeve çiziyor. Aynı zamanda insan hakları temelli kent kavramına giden yolda Türkiye’nin de taraf olduğu uluslararası sözleşmeler var; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi. Kent hakkını cinsiyet boyutuyla ele alan uluslararası belgeler var; Avrupa Kentsel Şartı gibi. Burada uzunca bir liste yapabiliriz.

Mevzuat elbette çok önemli. Eşitlikçi düzenlemeler içeren mevzuatın varlığı güçlendirici, önemli bir araç sunuyor bize. Bu nedenle yasalara müdahale ediyor, sözleşmelerin oluşturulması için çalışıyoruz. Ama tek başına yeterli değil. Eşitlik ve özgürlük mücadelesinde yasaya indirgeyemeyeceğimiz bir alandan söz ediyoruz. Var olanın uygulanması, bunun için gerekli zeminin sağlanması ve meseleye ilişkin sergilenen politik tutum hayatımızı, var olabilmemizi belirliyor. 

Bu nedenle mevzuat mı, uygulama mı gibi bir ikilem yaratmadan her ikisini de dillendirmek gerekir. Eşitlik ve özgürlük için bir yerel yönetimin yapması gerekenleri söylemek çok önemli. Yerelin bütün sakinlerine dair politika ve uygulamaların neler olduğundan söz etmek. Bunu destekleyecek yeni bir uluslararası sözleşmeyi, yasayı beklemeden, olanı uygulatmaya çalışmak gerekir. Belediyenin kadınların, LGBTİ+’ların, mülksüzlerin, hayatın kıyısına sürülmüşlerin yaşam hakkını, kent hakkını tanıması için onların varlığı yeter sebeptir.   Mevzuat, sadece ulusal ve uluslararası boyutta oluşturulmuş normlardan ibaret değildir. Bir yerel yönetimin kendi duruşunu, hareket alanını ortaya koyacak yazılı ve sözlü tutum belgelerine de işaret eder. Oluşturulan planlar, projeler, tutum belgeleri… aslında eşitlikçi ve özgürlükçü bir belediye olmanın normlarını, yol haritalarını belirler. Bizim de bunların oluşturulması ve uygulanması, hakların tesisi ve özgürlüklerin gereğinin yapılması için zorlamamız gerekiyor.

Bahar Yalçın: Öyle bir noktadayız ki şu an Anayasa Mahkemesinin kararı tanınmıyor ülkede. Ya da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararı tanınmıyor. Sadece Türkiye’de olan bir problem de değil. Tüm dünyada şu ana kadar okuduğumuz zaman tatmin edici bir sürü anlaşma, plan, program, hedefler yazıldı ama ne oldu uygulamada? Savaşları durdurabildi mi? Tartışmamız gereken durumlardan bir tanesi bunları uygulama baskısını yaratacağımız kanalları nasıl güçlendireceğimiz.

Buna kafa yorarken de yine siyasetle bağını kurmamız önemli. Yerel yönetimlerin taraf olacağı uluslararası sözleşmeleri konuşurken bir taraftan da bu taraf olacak yöneticileri biz nasıl seçiyoruz, nasıl bir mevzuatla seçime gidiyoruz, bunu da konuşmamız gerekiyor. Neticede bu mevzuata göre seçilmiş kişilerin yönetiminden bahsediyoruz. Biz adayların, yönetimlerin belirlenme süreçlerine katılamıyoruz ki. Buna katılmak mümkün olmadığı zaman bir şey yapıldığında “Bunu yanlış yaptın”, “Bunu doğru yaptın” demekle kalıyoruz.  Bir dönem bütün belediye başkanları çeşitli sözleşmelere imza attı. Sonra dönüp baktığımızda imzalayan belediye başkanları bunları uyguladı mı? Uygulamadı mı?  Uyguladıysa öne çıkarıldı mı, uygulamadıysa hesap soruldu mu? Bunun takibi yapılmadığında birilerinin bir şeylerin altına “Ben yapacağım” diye imza atmasının da çok fazla bir anlamı olmuyor.

“Belediye, eşitlik için fiili durum yaratmak zorundadır”

İlknur Üstün: Bazı şeylerin yokluğunu, yapmamaya gerekçe gösterebiliyorlar. Varlığını ispat etmek de hak talebinde bulunanların ya da hakkı ihlal edilenlerin, görmezden gelinenlerin verdiği bir mücadeleye dönüşüyor. Niye ben bunun mücadelesini vermek zorunda kalıyorum? Belediye başkanı verdiği sözde diyor ki “Biz demokratik belediyecilik yapıyoruz”. Bize mevzuatın varlığını ya da yokluğunu gerekçe gösteremezler. Belediye, mevzuatın bazı sınırlılıklarına çekilmek değil, eşitlik için fiili durum yaratmak zorundadır. Belediye yurttaşlarına karşı sorumludur öncelikle.

“Tepkiler geldiğinde yaptıklarını görünmez kılan belediye başkanları oldu”

Türkiye, bu açıdan ne durumda? LGBTİ+’ların haklarını ve eşitliğini gözeten belediyecilik örnekleri var mı?

Bahar Yalçın: Her şeye o kadar parça parça bakmaya başladık ki. Mesela bir belediye bir konuda çok iyi işler yapabilir. Ama aynı belediye bambaşka bir alanda oradaki mevcut eşitliği bozacak başka bir uygulama yapmış olabilir. Bu yüzden bütünsel bakmalıyız. Bir başka ifadeyle; belediyelere sadece uygulama bazlı bakmak değil, uygulama ve söylem arasındaki bütünlüğü gözeterek bakmamız gerekiyor. Genellikle bu şekilde bakamıyoruz belediyelere. Bunun takibini yapanlar da daha çok sivil toplum, bu konuda hak mücadelesinde bulunan insanlar, bunu kendine dert edinenler.

LGBTİ+’lara bir örgütlenme ve kendi sözünü söyleme alanı yaratan belediyeler elbette olmuştur. Ama bunu yapmaktan daha kritik olan şey, buna yönelik tepkiler geldiğinde bunun arkasında durmak. Tepkiler geldiğinde yaptıklarını görünmez kılan belediye başkanları da oldu. Bu tepkilere, “Burası herkesin yaşadığı bir yer ve herkes varlığını gösterebilir” gibi bir açıklama yapan da oldu. Ama bunu yapanla yapmayan arasındaki fark politikleşmedikçe belediyelerin geliştirdikleri tutumlar zayıfladı.

Bu noktada; sivil toplumun, gerçekten kimin ne yaptığını anlayacak ve gösterecek mekanizmalar geliştirmesi gerekiyor.  Bu mekanizmalar, uygulamalar arasından cımbızla örnek seçmek gibi değil, belediyelerin politikalarına bütüncül olarak bakmayı sağlayacak mekanizmalar olmalı. Çünkü belediyelerin kapsayıcı tutumlarını öne çıkartacak birtakım girişimler olmazsa bu tutumlar arada kaybolup gidiyor.

Buna bağlı olarak da aday belirleme süreçlerinde de partilere tabandan daha fazla söz söyleyen müdahaleler yaratmak önemli. Böyle müdahaleler yapılmadığında tekil örnekler, yerinden edilirken beraberlerinde bu alanda gösterilmiş iradeyi de götürüyor.

İlknur Üstün: Bazı belediyeler örneğin LGBTİ+’lara, mültecilere sunduğu hizmetleri duyurmuyor. Duyumlarımız, seçmen kaybetmemek için duyurmak istemediği, partilerinden de bu doğrultuda baskı gördükleri yönünde. Peki, ben seçmen değil miyim?

Bahar Yalçın: Tüm bunlar için kavga etmemiz gerekiyor. Yani belediyelerin yapmadıklarını da açık açık söylemek gerekiyor.

İlknur Üstün: Belediyeyle ilişkileri güçlü bir kadın ya da LGBTİ+ örgütünün varlığı, orada bazı şeylerin yapılabilmesinin önünü açabiliyor. Harekete yol açabiliyor. Ya da belediyede bir şeyler yapma çabasında olan bir müdür, daire başkanı, genel sekreter yardımcısı, eşitlik biriminde bir grubun varlığı. Ama onların da önünü kesen unsurlar var; tepeden durdurulabiliyor. Bu nedenle içeridekini de güçlendirecek ve destekleyecek bir strateji izlemek çok önemli. Türkiye'deki iyi uygulamalar, o kadar mekâna, zamana ve kişilere göre değişen şeyler ki. Hal böyle olunca da bu iyi örnek dediğimiz şeyler bir anda ortaya çıkıp bir anda yok olabiliyor. Ne kadar süreceğinden emin olmadığımız uygulamalar silsilesine dönüşüyor.

Kadın Koalisyonu olarak yaptığımız izleme çalışmasında gördüğümüz temel şey, yurttaş katılımının olmadığı.  Ya da seçilen bazı grupların katılımıyla sınırlandırıldığı.

Bunu pandemide de çok net gördük. Bütün ülkeyi etkisi altına alan pandemi; dışlanmış, ötekileştirilmiş ve eşitsiz konumda bulunan insanları daha fazla etkiledi. Herkesi ilgilendiren bir salgının nasıl idare edileceğine ve neler yapılabileceğine dair birlikte düşünecek yurttaş katılımını sağlayan koordinasyon kurullarını göremedik. Çoğu belediyede yoktu. Bunu yapmayan bir belediyenin konuya ilişkin iyi bir uygulama yapması da çok zor. Ancak içerden birilerinin akıl etmesi gerekiyor. O nedenle iyi örnek dediğimiz uygulamalar olsa bile sürekliliği olmuyor. Diyelim ki bir kentte LGBTİ+ örgütünün varlığı oldukça güçlü ama bu güç de yetmiyor. Bu sesi duyacak ve etkiyi alacak bir belediyenin de olması gerekiyor.

Güç ilişkilerinin egemen olduğu belediyecilik anlayışı varken yaygın ve sürekliliği olan iyi uygulamaların çıkması zor oluyor. Ayrıksı değil, olağan olması gerekiyor iyi dediğimiz uygulamaların. Örneğin LGBTİ+ hakları konusunda son derece görünür politikalar hayata geçirmiş, LGBTİ+ örgütlerle beraber çalışan bir belediye başkanı, seçim döneminde çok fazla saldırıya uğradı ve hedef gösterildi. Bir sonraki seçimde aday gösterilmedi ve gelen yeni belediye başkanı, bu saldırılar nedeniyle olsa gerek LGBTİ+ hakları konusunda ağzını bile açmadı.  Aynı partiden iki ayrı belediye başkanı, iki ayrı tutum. Burada partinin tutumuna bakmak gerekir. Ne yazık ki adayı belirleyen partinin tutumu da ayrımcılığı beslemekten öteye geçmiyor. “Herkes için belediyecilik”, herkesin tüm çeşitliliğiyle birlikte yaşama koşullarından sorumlu belediyeciliktir. Dolayısıyla bu koşulları yaratacak, toplumsal barışı sağlayacak yol birilerini görmezden gelmekten ya da görünmez kılmaktan geçmez. Arkadan gizlice “Sizin için bir şeyler yapalım ama sosyal medyada paylaşmayın” demek değildir. Bunun kabul edilebilir bir yanı yok, muhalefet partisinde hiç yok. Kadınlar ve LGBTİ+’lar bunu yaşamaya devam ediyor.

“Belediyelerden en temel beklenti, kurumsal işbirliği kapılarını açmaları”

Örneğin son zamanlarda İzmir’de yaşayan LGBTİ+’lar, belediye başkanının değişecek olmasının onları kaygılandırdığını söylüyor.

Bahar Yalçın: Çünkü belediyeler bizde zaten başkanlarının inisiyatifinde yönetilen kurumlar. Kaldı ki en başta tartışmamız gereken konulardan biri de bu yönetim sistemi.  Partiler tarafından benimsenen ve uygulaması takip edilen prensipler yoksa belediyenin yönetim anlayışı gelen belediye başkanına göre değişiyor. Böyle bir durumda sivil toplum ve belediye ilişkileri, işbirliği de çok kırılgan bir zeminde yürütülüyor. Bu da sürekli bir tedirginlik yaratıyor.

Peki, belediye bu meselenin aşılması için ne tür aksiyonlar alabilir?   

Bahar Yalçın: İlk olarak görünür işbirliği anlaşmaları yapılmalı. Çünkü kendi kendine bir fikir üretmek değil de bir LGBTİ+ derneği ile kurumsal olarak işbirliği yapmak ve bu kapsamda ortak bir şeyler üretmek oldukça önemli. O yüzden belediyelerden en temeldeki beklenti, kurumsal işbirliği kapılarını açmaları ve karşılıklı bir ortak vizyonun oluşması. Sonraki adımda da uygulamaların beraber ve görünür bir şekilde yapılması gerekiyor. Önemli olan imkanları açmak ve kaynakları beraber planlayıp yönetmek. Örneğin; belediyenin mekanları LGBTİ+ örgütlerinin kullanımına açılabilir. Yani belediyenin kendi başına ne yaptığına değil, kimlere ve nasıl yaptırdığına bakmamız gerekiyor.

Söyleşinin ikinci bölümü yarın!


Etiketler: insan hakları, kent hakkı, siyaset, özel haber, yerel seçim
İstihdam