06/12/2021 | Yazar: Umut Erdem

“Bi+’lardan beklenen belirli bir cinsiyet performansı var ama ben onun ne olduğunu bilmiyorum. Bence görünmezliğin parçalarından biri de bu.”

Bi+seksüel ve erkeklik kesişimi üzerine Cem'le söyleşi - II Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Söyleşinin ilk bölümüne ulaşmak için tıklayın.

“Bi+’lardan beklenen belirli bir cinsiyet performansı var ama ben onun ne olduğunu bilmiyorum”

LGBTİA+ hareketin bi+ ve bi+ erkekliğe bakışını nasıl değerlendiriyorsun?

Bu çok zor bir soru. Çünkü tekil bir hareket varmış gibi bahsetsek de birçok hareket var aslında. Pek çok STK, grup, topluluk, örgüt, dernek vs. var. Genelde aynı şeylerle uğraşıyor gibi görünse de spesifik olarak değişebiliyor. Mesela konuya bakış ve yaklaşımı Genç LGBTİ+ Derneği ile atıyorum SPoD’unki aynı olmayabilir. Sadece içindeki özneler ve çalışılan konular sebebiyle bile söylemler ya da o tür söylemlerin varlığı ya da yokluğu değişim gösterebilir. Şu an nasıl bakılıyor? Ben çok bilmiyorum. Çünkü bu, çok öznel bir konu aynı zamanda. ‘Cem’e nasıl bakılıyor’u anlatabilirdim ama bu genellenebilir bir şey değil. Geçmişten bugüne bakışın değiştiğini hissettiren şeyler oldu ama. Mesela, bundan 30 yıl öncesine kadar “biseksüel erkekler gelmesin” şeklinde bir çaba varmış harekette. “Biseksüellerle ilgili etkinlik yapsak mı, ay yok yapmayalım ya, biseksüel erkekler gelir” şeklinde şeyler söyleniyormuş. Ben 3 yıldır harekette olduğum sürede ise böyle bir şeyle karşılaşmadım. Bi+ olduğum için bana doğrudan olumsuz hiçbir şey gelmedi. Çünkü bence neye nasıl baktığımız çok değişti. Ama yine de çevremden, eski partnerlerimden biseksüel erkeklere dair önyargıların hâlâ olduğunu duyuyorum. Hareketin içinde de olabilir bu yüzden, emin değilim ama bu konu hakkında yazıp çizen çok az insan var. Erkeklik çoğu zaman LGBTİ+ hareketi ya da feminizmde odağımızın ötesinde bir yerde olduğu için erkekliği konuşmayı değerli bulmuyoruz ve bundan daha büyük sorunların olduğunu düşünüyoruz. Ama sadece lubunyaları dönüştürerek tüm dünyayı dönüştüremeyeceğimiz için ataerkiyle mücadele ettiğimizden erkeklikleri de dönüştürmek için konuşmamız gerekiyor. Bu alanda çalışan akademisyenler var, eleştirel erkeklik çalışmaları var. Ama hareketin içinde kaç kişi olarak erkeklik üzerine konuşuyoruz pek bilmiyorum. Mesela Twitter’da erkekliğe dair bir şey yazdığımda daha az etkileşim alıyorum. 

Eleştirel erkeklik alanında bi+’lar üzerine konuşulduğuna hâlâ şahit olmadım ve LGBTİA+ hareket ve camia içerisinde özellikle geylerin kadın düşmanlığı ve hareketteki dominasyonu mevzularında bi+ erkekler nereye koyuluyor konusu bende soru işareti.

Bunun üzerine ben de düşündüm. Çok net bir cevabım yok ama tezimde de fark ettiğim bir şey oldu bu. Bi+’lardan beklenen belirli bir cinsiyet performansı var ama ben onun ne olduğunu bilmiyorum. Bence görünmezliğin parçalarından biri de bu. İnsanların kafasında öyle bir kategori olmadığı için öyle bir erkeklik kategorisi de yok. Dolayısıyla bi+ erkeklikler dediğimizde benim aklıma bir şey gelmiyor. Ben bu konuda çalıştım ve görüşme yaptığım 15 kişiden 10’u erkekti; 8’i cis (natrans), 2’si de transtı. Mesela onlara baktığımda gördüğüm ortak bir şey, bir performans var gibi görünüyor ama aslında bir temsil de olmadığı ve bu insanların kime benzediğini çok bilemediğimiz için bi+ erkeklere/erkekliklere dair bir stereotip çok yok. Orası tanımlı bir yer değil. Eşcinsel erkekler deyince aklımıza gelen 3-5 farklı model var ve hakkında bir şeyler diyebiliyoruz ama bi+ dediğimizde kişilerin kendi hayatlarında tanıştığı öznelerden dolayı kurduğu bazı stereotipler, varsayımlar vardır, onu geçiyorum; ama toplumsal olarak bizim bi+’lara dair senaryolarımızın olduğunu düşünmüyorum. Aslında görünmezliğin güzel yanlarından biri de bu. Belirli bir cinsiyet performansı olsaydı ve sen onu yapsaydın, insanlar seni öyle alımlayabilirdi belki. Evet, bu durum kişiyi biraz görünmez kılıyor olabilir ama bir yandan da senin üzerinde spesifik beklenen bir şey olmadığında senin olma ihtimalin olan şeylerin sayısı da artıyor. Bu anlamda baktığımızda bi+’ların performe ettiği erkeklikler çok değişken. Spekturumun pek çok yönüne varıyor. Şu ilgimi çekmişti, mülakatçılarım içinde hemen herkes kendini androjen görüyordu. Cinsiyet performansını bir spektrum olarak alırsak daha ortalarda olduklarını, arada sağa arada sola kaydıklarını ama genelde ortada (merkezde) gezdiklerini hayal ediyorlardı. Bu tabii benim bir şey öne sürmem için yeterli veri değil ama mantıklı da geliyor böylesi. Heteroseksüel olmamanın verdiği bir eleştirel mesafenin olduğunu düşünüyorum. Heteroseksüel olmadığım için ben, erkekliğe dair bir şeylere daha eleştirel bir yerden bakabiliyorum çünkü onlar heteroseksüel olmakla ilintili daha çok. Bendeki o eleştirel mesafe, o normlarda ne var, neye hizmet ediyor diye sorgulamama neden oluyor çünkü ben kendi deneyimimle de karşılaştırabiliyorum ve deneyimim heteroseksüelliğin ötesinde bir yer. Dolayısıyla gördüğüm şeyler farklı olabilir orada ya da işime yaramayacağını düşündüğüm yerler olabilir. Bu anlamda kişilerin bazı erkeklik performanslarına o kadar da çekilmemelerini, androjen olarak okuyoruz biz. Toksik erkekliğin belirli kısımlarını üstüne almayabilir bu insanlar. Ama şunu da parantez açayım, asla bi+’ları ve erkekliklerini burada övmeye çalışmıyorum çünkü özneler kadınlarla ilişkilerinde belirli senaryoları uyguladıklarını da söyleyebilirler. Öznelerin deneyimleri de karmaşık yani. Heteropatriyarkal düzlemde erkek olmalarından dolayı oturdukları, onlara güç ve ayrıcalık veren konumu da unutmamak lazım. Bi+ olmaları, erkek olmalarından dolayı yapma ihtimali olabilecek mizojiniye gerekçe ya da toplumda erkek olmalarından kaynaklı deneyimledikleri ayrıcalığı yok sayan bir yerde olamaz.

Ben de sosyal medya ya da politik tartışmalar bağlamında yapılan yorumlarda bu karmaşıklığa dikkat çekilmediğini gözlemliyorum. Daha çok tek yönlü ve genelleştirerek bir sonuç çıkarmaya daha yatkın olabiliyoruz. Örneğin, kadın-erkek ilişkilerinde erkeğin bi+ olması, onun heteroseksüel olarak etiketlenmesinin önüne geçmiyor. Heteroseksüel olarak etiketlenerek yargılamalar yapılıyor, kişinin erkek olmasına binaen.

Ee tabii, buna da maruz kalıyor insanlar. Bu sadece erkeklik deneyimleyen değil kadınlık deneyimleyen ya da varoluşunu bu ikilik üzerinden var etmeyen bi+’ların da yaşadığı bir şey. Yani sizin atanmış cinsiyetinize bakıp bir ilişkide kadın ve erkek görülen insanlar varsa, tabii ki, topluluk içinde de öyle görülüyorlar. Bi+ bir özneden bahsediyoruz diyelim, bu kişi uzun süredir aktivizm yapıyorsa, dışarıdan heteroseksüel varsayılan ilişkilerde bulunurken zorlanıyor çünkü bi+ olasılığı görülmüyor, bundan dolayı da bazı söylemler üretiliyor camia içinde, bu söylemlerin hedefinde o da olabiliyor. İçselleştirilmiş bir durum söz konusu yani ya da sen içselleştirmesen de dışarıdan sana dikte ediliyor: “Hayırdır hetero mu oldun?” diye. Lubunya partilerinden “hetero çift” olduğu varsayımıyla çıkarılmak istenenler de oluyor ya da rahatsız edilebiliyorlar.

Mesela benim aktivist mülakatçım vardı ve bana buna benzer bir hikaye anlattı. Kişi bir kadınla flörtleşiyor barda, lubunya ortamındalar. İkisi de bi+ bu arada ve ikisinin arkadaşları da o kadar rahatsız ediyor ki onları. Gidip gelip dalga geçiyorlar, laf sokuyorlar. Bifobi yapıyorlar. Bu durumdan o kadar zorlanmışlar ve o kadar var olamamışlar ki orada, en sonunda birbirlerine bakıp, zaten kaçma ihtiyacı hissetmişler, “tamam bu olmasın” demişler. Aralarında bir çekim var, yaklaşıyorlar birbirlerine ama lubunyalar o kadar istemiyorlar ki bunun olmasını, bir şekilde oraya başka bir enerji giriyor ve sen üstünde o baskıyı hissediyorsun. Sen o barda bu insanla öpüşemeyeceğini hissediyorsun. “Neden o kadın?”, “senin lubunya olman lazım” dikteleri… Ne yazık ki camianın içinde buna benzer deneyimler var. Bu deneyimleri yaşayanlar da içselleştirilmiş bifobinin bir sonucu olarak maruz bırakıldıkları bifobinin varlığını fark edemiyorlar. Normalleştirilen bir karşılaşma halini alıyor. Bu aslında senin fiziksel, psikolojik ve/veya duygusal güvenliğini tehdit eden bir şey olabilir ama orada bunu görme ve buna karşı koyma, bununla mücadele etme ve kendini oradan çıkarıp koruma güdüleri ertelenebiliyor. Kendimize ve çevremize karşı duyarsızlaştığımız için bu tehlikeli bir şey.

“Ben kendim de özne olduğum için güven alanı oluştu”

Peki tezine dönecek olursak süreç nasıl işledi senin için? Görüşmeci bulmak senin için kolay oldu mu mesela ya da ne türlü zorluklar yaşadın? Yaşadığın zorlukların çalıştığın konuya has olduğunu düşünüyor musun?

Güzel bir soru, evet sıkıntı yaşadım. Bu arada sağ olsun pek çok insan bana yardım etti. Hem topluluğun içinde olan insanlar hem de örgütler yardım etti. Beni tanıyan ve bana güvenen kişiler sayesinde görüşmeci bulabildim. Ama bir süre çok uğraştım bulmak için. Hatta bir noktada o kadar az kişiye ulaşmıştım ki; bir toplantıdayken hocam demişti ki “Böyle olmuyor Cem, sen bulamıyorsun. Biseksüeller yerine eşcinsellerle konuş biseksüeller hakkında”. Tabii ki bunu asla yapmayacağımı söyledim. Çünkü ben bu yola bi+’ların hikayelerini anlatacağım diye çıktım. Bu da bana çok motivasyon verdi ve bildiğim bilmediğim her yere talebimi yolladım. Sosyal medya kanallarından paylaşıldı. Hiç tanımadığım insanlar paylaştı. Derken buldum. Ama görüşmeci bulmakta yaşadığım zorluk, çalıştığım konuyla da alakalı. Biseksüel erkekler ve nonbinary’leri arıyordum. Bir sürü stigma, bir sürü stereotip var. Bu kişiler karşılarına neyin geleceğini, neyin sorgulanacağını bilemiyorlar. O süreçte benimle yazışan ama sonra yapmak istemeyen insanlar da oldu. En nihayetinde benimle mülakat yapan ama öncesinde endişelerini paylaşanlar da oldu; mesela biri şuydu: “beni yeterince biseksüel bulur musunuz bilmiyorum ama…” İnsanlar şeyi de hissetmişler, birisi senin biseksüelliğini çalışıyorsa senin biseksüelliğin zaten bir sorgu konusu. Bu kimlik böyle bir deneyim yaşatıyorsa ee tabii insanlara ulaşmak çok zor. Sana niye güvensin ki? İnsanlar onun kimliğini geçersiz kılarken, görünmezleştirirken neden seninle vaktini harcasın, sana değerli hikayelerini anlatsın, içini açsın? Bu anlamda benim özne olmam ve bunu açıkça söylemiş olmam bence o kişilere ulaşmamda en büyük role sahip unsurlardan biriydi. Ben kendim de özne olduğum için güven alanı oluştu. Mülakatçılarımla karşılıklı görüştüğümde birçoğu bana şey dedi: “Ben bunu kimseye anlatmazdım aslında ama duyulduğumu, görüldüğümü hissediyorum.” Öznelerin özverisi de bu çalışmanın ortaya çıkmasında çok yardımcı oldu. Böyle bir çalışma var olabilsin diye özel hayatlarını belki anlatmak istememelerine rağmen o kadar görünmez, üstünde çalışılmayan, söz söylenmeyen bir konu olduğu için onlar da sorumluluk alıp yanımda var oldular, sağ olsunlar, iyi ki oldular, bir şeyler çıkarabildim ben de. Onların hikayelerini anlatabildim, bunu değerli buluyorum. Ama bunun çalışılmasının önünde yapısal pek çok sorun var. Mülakatçıları bulmanın zorluğu, bilişim teknolojilerini çözememek ile açıklanabilecek bir şey değil. Bir sürü insana ulaşabiliyorum ama o kişi akademi hakkında ne düşünüyor, LGBTİA+’lar hakkında ne düşünüyor, kimliği hakkında ne düşünüyor, ne hissediyor, güvende mi hissediyor? gibi konular içinde sorun barındırdığından tabii ki ulaşmak zor oldu ve ben de zorlandım.

Çalışmana ve/veya anlatılara dair önemli bulduğun, vurgulanabilecek noktalar neler?

Kenji Yoshino diye biri var, sanırım hukuk profesörü. Biseksüellerin görünmezliği üzerine  The epistemic contract of bisexual erasure (Biseksüel Silinme Üzerine Epistemolojik Sözleşme) başlıklı bir makale yazmış. Orada, biseksüelliğin ve biseksüellerin görünmezliğinde aslında bir tık monoseksüellerin sözleşmesi olduğundan bahsediyor. Bunun sebebinin de aslında biseksüel görünmezliğinin, monoseksüellerin yaptığı bazı yatırım ve sahip oldukları çıkarlardan kaynaklı olduğunu söylüyor. Aslında 3 temel yerden bunu anlatıyor: Biseksüellerin yokluğu neye yarıyor? Birincisi, cinselliği algılamamıza dayanan ikili sistemi (sadece heteroseksüel ve eşcinseller vardır) korumaya yarıyor. İkinci yatırım, cinselliğin belirleyici unsurunun genitaller olarak saklanmaya çalışılması. Bu da monoseksizmle cisseksizmin ilişkisini deşifre ediyor aslında. Cinsellikle birlikte cinsiyetin de ikili ve biyolojik indirgemeci bir yerden ele alındığının altını çiziyor. Bi+ arzu bize bu anlamda neyi gösteriyor? Arzunun kendisi cinsiyete yönelen bir şey olmak zorunda değil. Arzu ile cinsiyetin arasındaki bu bağı kopardığında paradigmada pek çok şey değişiyor. Bu noktada cinsiyetin de önemi sorgulanır hale geliyor, bizim dünyayı düzenlediğimiz haliyle cinsiyetlere atfettiğimiz önemler, anlamlar, pratikler sorgulanır hale geliyor. Yani sen Bi+ olarak arzunu bu düzlemin dışında deneyimleyip var ettiğin noktada o düzlemin meşruluğunu sorguluyorsun. Bu tabii ki de çok büyük bir yatırım. Translarla birlikte bu konuda mücadele veriyoruz. LGBTİA+ hareketinin mücadele ettiği temel problemlerden biri bu aslında. Üçüncüsü de, tek eşliliğe (monogamiye) olan yatırım. Bi+’lar hem arzu hem de ilişki pratikleriyle monogami kurumunu çökertmekle tehdit ediyorlar. Heteropatriyarkanın işlemesinde monogaminin önemli bir rolü var. Bizim Bi+’lar olarak görünürlüğümüz, bu 3 temelin doğallığını, süregelmişliğini ve süregelecek olmasını kesintiye uğratıyor. Cis-heteropatriyarkanın yıkılmasıyla ilişkili aslında bu konu. Bi+ deneyimi bu kadar tehditkar olarak görülüyorsa tabii ki onu bastırmak, görünmez, gayri meşru kılmak, öznelerine her türlü şeyi yaşatmak için çok fazla yatırım yapılıyor. Ve bu yatırım monoseksüel bir yatırım, sadece heteroseksüel bir yatırım değil. Dolayısıyla harekette yıllarca eşcinsellerin de bu yatırımı yaptığını gördük. Tabii ki heteroseksüel ve eşcinsellerin farklı çıkarları olabilir, aldıkları konum farklı olabilir ama en nihayetinde bunların hepsi bi+’ların yok edilmesi, onların görünmezleştirilmesi için yapılıyor. Bu kurama rastlamak benim bayağı kafamı açmıştı. Kendi deneyimlerimle barışmamı da sağladı. Hayatımın her alanına sirayet eden ve karşımda duran, beni yaralayan bu sisteme, yapıya, güce karşı mücadele ederken sahip olduğum cesareti de takdir ettim.

Yaptığın çalışmanın bir dönüştürücü gücü olduğunu düşünüyorsun yani aslında.

Bu çalışmaya açık olup okuyup o deneyimleri anlamaya çalıştıkça insanlar dönüşecektir. Ben çalışmada akademik analizlerden çok insanların hikayelerini anlatmayı tercih ettim. Akademik olma düzeyini minimumda tuttum diyebilirim. Benim yaptığım insanlardan öykü toplamak ve onları yayımlamak oldu. Baştan sona okunduğunda o tez, bu süreçte bu insanların neler yaşadığı üzerine düşündürecektir. Mesela “dinden dolayı bakın neler yaşıyor insanlar” gibi bir enerjiyle yazdım ben bu tezi. Tezi okumak akademik dile aşina olmayı gerektirmiyor o yüzden kolayca okunabilir. Bi+’lar okuduğunda genelde “evet ben bunu yaşadım” ya da “bunu yaşamadım ama görüyorum, kesin yaşamışlardır” tepkisini vereceklerdir. Okuyanlara “Vay be bunları da yaşıyor muymuş insanlar?” dedirtecek anlatılar da var. “Bi+’lara bu kadarını da nasıl yaparlar?” şeklinde geri dönüş de aldım, tezi okuyanlardan. Benim tezim de şunu diyor: “Bak insanlar bunu yaşamış, buna üzülmüş, kırılmış, bu onu mutlu etmiş vs. ve bunların sebebi de bu ve insanların bi+ olması!” Dönüştüreceği yer de tezin deneyimleri görünür kılması. Anlatılar içinde benim de iyisiyle kötüsüyle hayal etmediğim hikayeler vardı o yüzden bana da perspektif kazandırdı. Deneyimlerin düşündüğümden de biricik olduğuna tanık oldum.

**

Cem'in İngilizce dilinde yazdığı ve yayımlanan At the intersection of bisexuality and masculinity: Bisexual people's experiences in Turkey başlıklı tezine buradan ulaşabilirsiniz.  

Şu içerik de ayrıca okunabilir.


Etiketler: yaşam, cinsellik
İstihdam