28/05/2020 | Yazar: Kerem Dikmen

Devlet, bir yandan LGBTİ+’ların kendilerini ifade etmek için kullanacağı araçları engellerken öte tarafta nefret söylemini soruşturmaktan kaçınmaktadır.

Bilgi notu: LGBTİ+’ların ifade özgürlüğü önündeki engeller Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Kaos GL Hukuk Koordinatörü Av. Kerem Dikmen, “LGBTİ+’lar ve ifade özgürlüğü” üzerine bilgi notlarının beşincisini hazırladı: LGBTİ+’ların ifade özgürlüğü önündeki engeller

İfade özgürlüğünün Türkiye’deki seyri ile ilgili bilgi notlarının ardından bu son bilgi notunda biraz da Türkiye’li LGBTİ+’ların ifade özgürlüğü önündeki engellere değineceğiz. Ama bunu yaparken yalnızca engel boyutu ile değil yani LGBTİ+’ların kendini ifade etme kanallarının kısıtlanması halleri ile değil ama bununla birlikte devletin, diğer kişilerin nefret söylemlerini ifade özgürlüğü olarak nitelemek yöntemi ile LGBTİ+’lara dönük saldırganlığı önleme görevini yerine getirmeyerek yaptığı engellemelere de değineceğiz. Yani bu bilgi notunda temel iki soru şunlar. İlki, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 10/1 hükmü uyarınca LGBTİ+’ların ifade özgürlüğü güvence altına alınmış mı? İkincisi ise üçüncü kişilerden LGBTİ+’lara yönelen söylemlerde gerektiğinde sözleşmenin 10/2 hükmü uygulanıyor mu? Önce, engellemelerin ne şekilde gerçekleştiğine bakalım. Fakat buna girmeden önce küçük bir hatırlatma yerinde olur. İfade özgürlüğü şüphesiz tek başına bir haktır. Bununla birlikte bu özgürlük, diğer hakların da bir unsurudur. Yani ifade özgürlüğü yoksa, bunun sonucunda ne örgütlenme ve toplanma özgürlüğünden ne de adil yargılanma hakkından bahsetmek mümkün olabilir. Hatta ifade özgürlüğünün olmaması kişilerin, özel hayatlarına saygı gösterilmesini isteme hakkını da ihlal edilebilir.

Devlet LGBTİ+’ların ifade özgürlüğünü nasıl ihlal ediyor?

Türkiye bu bakımdan Avrupa Konseyi üyesi diğer devletler olan Rusya, Azerbaycan, Ermenistan’dan oluşan ligin önemli bir oyuncusu. Bu oyuncuyu belki diğerlerinden en ayrıcalıklı kılan yön; başkent Ankara’da uygulamaya koyduğu “genel yasak” kararları oldu. Özellikle 2017 yılının Kasım ayı ile birlikte uygulamaya konulan Ankara yasakları; sinema gösteriminden akademik çalışmalara, bilimsel toplantılardan mesleki buluşmalara, konser organizasyonlarından basın açıklamalarına değin, “ifade etme”nin her türlü aracına getirdiği engellerle Ankara’yı yasakların başkentine, başkenti de LGBTİ+’lar için gettoya çevirdi. Sistem, yasaklama kararı ile tek bir taşla bütün özgürlükleri vurmuş oldu. Birinci yasak olarak nitelenen Ankara yasaklarının Mahkeme tarafından zorlu bir yargı süreci sonrasında iptali beklenirken, OHAL sonrasında ilan edilen ikinci yasaklama kararı ile devlet organlarının LGBTİ+’lara sürekli OHAL uygulayacağı da anlaşılmış oldu. COVID-19 salgını devam ederken ikinci yasaklama kararı da iptal edildi ancak henüz uygulamanın ne şekilde olacağını bilemiyoruz.

Bu arada devlet Ankara ilinde yasak kararını ısrarla uygularken, BM’nin ODTÜ’deki onur yürüyüşüne polis müdahalesi ile ilgili sorusuna verdiği yanıtta, yasak kararının ODTÜ’yü kapsamadığını öne sürmüştür. Oysa yasaklama kararının ilk halkası Alman Büyükelçiliği tarafından desteklenen bir film festivalinin iptali idi. Yani Ankara Valiliği ODTÜ’ye gösterdiği nezaketin “diplomatik” olanını Almanya Büyükelçiliğine göstermeye o zaman gerek görmemişti. Hızını alamayan yetkililer bu defa ODTÜ Onur Yürüyüşünde ifade özgürlüğü engellenen öğrencilerin öğrenim kredi ve burslarını da kesti.

Ankara’da yasaklar devam ederken herkesin bildiği gibi diğer Valilikler de kendi yetki alanlarında Onur Yürüyüşlerini yasaklamakla meşguldü. Son beş yıla baktığımızda Ankara, İstanbul, Mersin, Antalya idari kararlarla ifade özgürlüklerinin kolektif olarak engellendiği yerler oldu. İzmir ise 2019’a kadar bu yürüyüşleri gerçekleştirmekte iken Valilik 2019 yılında yalnızca onur yürüyüşünü değil; piknik, yoga gibi etkinlikleri de yasaklayarak her türlü buluşmayı engellemeye çalıştı. Yasağın kınandığı basın açıklamasında ise üçü çocuk yaklaşık 25 kişiyi göz altına alarak, haklarında kamu davası açılması için fezlekeler düzenledi.

Ankara’da filmden, İzmir’de piknikten rahatsız olan iradenin bir sonraki adımı spor etkinliklerini yasaklamak oldu. Bu panorama içerisinde spor etkinliğinin bir ifade biçimi olup olmadığı tartışılabilir ise de etkinlik bazındaki faaliyetin aynı zamanda bir toplanma eylemi de olduğu ve tek amacının futbol değil aynı zamanda meşru düşünceleri kitlelere ulaştırma yöntemi olduğu dikkate alındığında bu spor organizasyonunun engellenmesini bir ifade özgürlüğü ihlali olarak nitelemek mümkündür.

Öte yandan üniversitelerde engellenen kulüp faaliyetleri, imha edilen “Kız Çocuk Hakları Bildirgesi”, eski üyesi Faruk Bildirici’nin karşı oy yazısı ile hafızalarda yer eden; RTÜK’ün iki kadının öpüşmesini gerekçe göstererek şifreli yayın yapan bir TV’ye verdiği ceza akla gelen ifade özgürlüğü ihlalleri olarak dikkate çekmektedir. Bunlara ek olarak Aşk 101 dizisinde eşcinsel ilişkinin de yer alacağına ilişkin spekülasyonların ardından RTÜK Başkanının kamuoyuna yaptığı “Ahlaksızlığa geçit vermemekte kararlıyız.” açıklaması hem içerik hem de açıklama için seçilen zemin ( Y.AKİT ) göz önüne alındığında, henüz doğmamış ifadeler için peşin bir gözdağı anlamı taşımaktadır.

Devlet İHAS 10/2’deki yükümlülüklerini yerine getirmeyerek LGBTİ+’ların haklarını nasıl ihlal ediyor?

Önceki bilgi notunda genel olarak toplumda sayıca veya etkice çok olanın manevi şahıslarını hedef alan aşağılayıcı ifadelerin, soruşturma ve yargılama konusu edildikleri, Adalet Bakanlığı İstatistiklerinden bildiğimiz bir konudur. Buna göre 2018 yılında TCK 299, 300 ve 301’den yürütülen toplam soruşturma sayısı 36664’tür.

Ancak toplumda sayıca az olduğu varsayılan ve devlet yöneticilerinin dışlayıcı, ötekileştirici ve yok sayan politikalarının mağduru olan LGBTİ+’lara yönelen aşağılayıcı ve tahkir edici ifadelerin soruşturulması söz konusu olmamaktadır. Oysa ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı İHAS 10. maddesinin ikinci fıkrası, kişilerin şeref ve itibarına dönük saldırganlıklar gerekçe gösterilerek bu tip ifadelerin sınırlanabileceğini kayıt altına almaktadır. Bunun yanısıra aynı sözleşmenin sekizinci maddesi de kişilerin özel hayatlarına saygı gösterilmesini isteme hakkını teminat altına almaktadır.

Öte yandan daha önceki notlarda da belirtildiği gibi “nefret söylemi” ifade özgürlüğü korumasından yararlanamaz, başka bir şekilde ifade edersek, konusu nefret söylemi olan bir ifade için yapılan şikayet ya da açılan davada “ifade özgürlüğü”, nefret söylemi sahibini korumayacaktır. Peki pratik durum nedir?

Anayasa Mahkemesine göre “Sapkın Kaos GL” ifadesi, nefret söylemi boyutuna ulaşmış değildir. Bu ifade nedeniyle verilen bir takipsizlik kararı üzerine yapılan bireysel başvuruda Anayasa Mahkemesi, özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir. Tabii bu boyuta ulaşmanın ne demek olduğunu açıklamaktan kaçınsa da Mahkeme, internet haber sitesinde çıkan bu ifadenin nefret söylemi olmadığı sonucuna ulaşırken sitedeki haber altındaki yorumları dahi büyük bir “titizlikle” incelemiştir. Anayasa Mahkemesinden güç alan savcılıklar ise aynı nefret söyleminin kullanıldığı başka haber metinleri için sistematik olarak takipsizlik kararı vermektedir. Kaos GL tarafından benzer ifadelerin geçtiği söylemlerle ilgili olarak şimdiye dek yapılan dört ayrı suç duyurusu dört ayrı takipsizlik kararı ile sonuçlanmıştır. Başka bir ifade ile İHAS 10/2’deki yükümlülüklerine uygun davranmaya davet edilen Türkiye Cumhuriyeti ısrarla nefret söylemi hakkında soruşturma yapmamaktadır.

Sapkın ifadesinin geçtiği başka bir haber metninde geçen "ahlaksızlığı meşrulaştırmak", "Türk milletinin aile yapısını bozmak", "gençleri sapkınlığa yöneltmek" ifadelerinin birer nefret söylemi olduğunu belirten Kaos GL’nin, adı geçen gazete yayını nedeniyle ceza soruşturması yapılmasa bile siteye erişimin engellenmesi gerektiği noktasındaki talebi de ifade özgürlüğü gerekçe kılınarak reddedilmiştir. Oysa belirtildiği gibi nefret söylemi bir ifade özgürlüğü konusu değildir ve İHAS 10/2 hükmü uyarınca sınırlanması gerektiği halde bu talep reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesi buna ilişkin yapılan ve kamuoyuna duyurulmayan kararında başvuruyu, başvurucunun “hukuk davasında internet yayınını kaldırma veya hazırlayacağı bir metni yayınlatma imkânına da sahip” olduğunu öne sürerek başvuru yollarını tüketmemiş olmasını gerekçe göstererek kabul edilmezlik kararı vermiştir. ( 25.09.2019 tarih ve 2018/10605 numaralı başvuru )

Bir başka başvuruda İzmir’de kurulu Genç LGBTİ+ Derneği tarafından yapılan bir toplantı çağrısını “Eşcinsel sapkınlar 24 Eylül günü İzmir'de bir araya gelerek yeni yılın planlamasını yapacak.” ifadesiyle haberleştiren yayın organının, aynı haberin devamında geçen “Onursuz İbneler” söylemi, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından İHAS 10. madde bağlamında ifade özgürlüğü sınır içinde görülerek takipsizlik kararına konu olmuştur.

Diyanet İşleri Başkanının 24 Nisan 2020 tarihli hutbesindeki “lanetli” olan “eşcinsellerle mücadele” çağrısı bir soruşturmanın konusu edilmediği gibi bu ifadelerin soruşturulması gerektiğine dönük açıklamalara karşı soruşturmalar açılmıştır.

Hem yasakçı hem de anti-yasakçı

Şu birkaç örnek göstermektedir ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir yandan LGBTİ+’ların kendilerini ifade etmek için kullanacağı araçları genel veya özel yasaklarla engellerken öte tarafta evrensel hukuk açısından ifade özgürlüğü sınırı içerisinde görülmeyen nefret söylemini kendi anayasasındaki hükümlere ve uluslararası yükümlülüklerine rağmen soruşturmaktan kaçınmaktadır.

Konu LGBTİ+’ların ifade özgürlüğü olunca yasakçı yönde kullanılan devlet yetkisi, uluslararası sözleşmelerle yasaklamayı taahhüt ettiği ifadeler içinse anti-yasakçıdır.

Bilgi notları ile hem kavramsal boyut tartışılmış, hem kavramsal boyutu destekleyen ulusal ve uluslararası düzenlemelere değinilmiş hem de ülkesel uygulama pratik düzeyde gözler önüne serilmiştir. Ayrımcılıkla mücadele herkesin meselesidir. LGBTİ+’lar anayasalar, sözleşmeler ve de devletlerden önce insanlığın var oluşu ile birlikte yeryüzünde varlardı, dolayısıyla kendilerinden sonra kurulan devletler veya kendilerinden sonra yazılan anayasalar veya kendilerinden sonra imzalanan sözleşmelerle ortadan kalkacaklarını düşünmek tarihi tersine çevirmeye dönük boş bir çaba olur.

Latin Amerika’da Brezilya’dan, Asya’da Hindistan’a; Uzak Asya’da Çin’den Orta Avrupa’daki Macaristan ve Polonya’ya; “Avrasya”nın itici gücü Rusya’dan Okyanusya’nın komşusu Endonezya’ya dek birçok coğrafyada hükmedenlerce yükseltilen popülizm ve politik muhafazakarlık LGBTİ+’lar için buraları insan haklarının ihlal edildiği laboratuvarlara çevirmiş olabilir. Ancak hepimiz biliyoruz ki bu ülkeler aynı zamanda toplumsal barışa sahip olmayan, mutsuz, refah düzeyi düşük, iktidar mücadelelerinin gölgesinde yüzü gülmeyen insanların kötücül yönetimlere maruz kaldığı, her daim bir “öteki”ne ihtiyaç duyan iktidarlarca yönetilen ülkeler. Türkiye’de LGBTİ+’lara dönük ayrımcılığın savunucuları için ideali teşkil eden pratiklerin ise uluslararası LGBTİ+ çatı örgütü olan ILGA’nın dünya gökkuşağı haritasına göre Doğu ucu Afganistan ve Pakistan; Batı ucu ise Moritanya olan bir kuşak olduğu gözetildiğinde, LGBTİ+’lara yapılan düşmanlığın aslında toplumlarına düşman devletler yarattığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Ayrımcılık hiçbir topluma mutluluk taşımadı. Sistematik hale geldiği ölçüde “Üçüncü Reich” Almanyasında, “Apartheid” ile özdeşleşmiş Güney Afrika Cumhuriyeti örneğinde ve bir dönemi sistematik ayrımcılıkla malul ABD’de olduğu gibi ileride toplumlar açısından utanç vesikasına dönüşecek sabıka kayıtları yaratmaktan başka hiçbir şeye hizmet etmedi.

Devletler gerçekten toplumsal barışı istiyor ve yönettikleri ülke üzerinde yaşayan insanların gerçekten refaha erişmesini istiyorlarsa yapmaları gereken; eşitlikten ve barıştan korkmamaktır. Bu da ayrımcılıkla gerçekten mücadele ederek olabilir. Hiç şüphesiz bu, LGBTİ+’ların da tanındığı, eşitliğin korunduğu ve ayrımcılığın yasaklandığı bir yönetim pratiği gerektirir.


Etiketler: insan hakları
İstihdam