10/01/2022 | Yazar: Yıldız Tar

Çalışan Gazeteciler Günü’nde LGBTİ+ gazetecilerle konuştuk: Gazetecilik yapmak için kimliğinden taviz vermen dayatılıyor. Mücadele etmek işinizin bir parçası haline geliyor.

Çalışan Gazeteciler Günü’nün çalıştırılmayanları: LGBTİ+ gazeteciler Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

İllüstrasyon: Gülçe Gülnaz, KaosGL.org için stok görsel

“Çalışan gazetecilere bir de çalıştırılmayan gazetecileri eklemeliyiz. Çünkü gazetecilik yapmak için kimliğini gizlemen, kimliğinden ve var oluşundan taviz vermen, tacize, fobiye ve mobbinge boyun eğmen dayatılıyor.”

Bu cümleler, on beş yıldır gazetecilik yapan Sibel Yükler’e 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü için mikrofon uzattığımızda ağzından ilk dökülenler. Bir kutlama günü olması gerekirken mücadele gününe dönüşen 10 Ocak’ta LGBTİ+ gazetecilerin neler yaşadığını öğrenmek için haklarında yazılanlara değil, kendilerine kulak verdik. LGBTİ+ gazetecileri, LGBTİ+ gazetecilerden dinledik.

Kaos GL’nin özel sektör ve kamuda LGBTİ+ çalışanların durumu araştırmalarının 2021 sonuçları LGBTİ+’ların işyerlerinde gizlenmek zorunda kaldıklarını gösteriyor. LGBTİ+’lar neredeyse her sektörde çalışırken, bu toplumsal gerçeklik görünür olamıyor. İşyerinde açık olamamak sadece işe alım süreci veya çalışma hayatının ilk dönemlerine özgü de değil. İşyerlerinin çoğunda ayrımcılığa yol açan kural ve uygulamalar yer alıyor. LGBTİ+ çalışanlar ayrımcılık karşısında işlerini kaybetme korkusu, daha ağır bedeller ödeme olasılığı, cinsel kimliklerinin kendi kontrolleri dışında açığa çıkmasından çekinme, iş dışındaki hayatlarında karşılaşabilecekleri zorluklar ve benzeri nedenlerle haklarını arayamıyor.

“Sektörde inatla gazetecilik yapmaya direnmek hiç de kolay olmuyor”

Genel vaziyet böyleyken medyada durum ne peki? Bu soruyu Yükler şöyle yanıtlıyor:

“Öncelikle yıllardır emek verdiğimiz sektörün cis hetero erkek egemen bir yapıyla örülü olduğunu, hâlâ bu erkek egemen yapının hakimiyetinde mesleğin sürdürülmeye çalışıldığını söylemek gerekiyor. Karar merciinden sahaya kadar hetero-patriyarkanın hâkim olduğu bir alandan söz ediyoruz. Hal böyleyken kadın ve lubunya gazeteciler basında var olmak için yıllardır çeşitli mücadeleler veriyor. Kadınların, lubunyaların bir bütünen mizojineye, transfobiye, homofobiye maruz bırakıldığı sektörde inatla gazetecilik yapmaya direnmek hiç de kolay olmuyor. Kaç tane trans gazeteci sayabiliriz ya da açık kimlikli kaç LGBTİ+ gazeteciden söz edebiliriz? Üstelik ana akımdan değil, kendini muhalif basın olarak nitelendiren, bugün birçoğumuzun çalışmayı tercih ettiği, sayısı da hayli fazlalaşan alternatif/muhalif pek çok yayın organından bahsediyorum. Yan masasındaki meslektaşının kimliğinden bihaber, haberdar olsa bile türlü fobiyle yaklaşan sayısız çalışma arkadaşına sahibiz.”

“En azından LGBTİ+ meselesi evrensel ölçülerde bazı mecralarda yer bulabiliyor”

On yıldır gazetecilik yapan, Ege Telgraf Gazetesi Muhabiri Ahmet Buğra Tokmakoğlu’na göre ise, “Medyada özellikle de yerel medyada gazetecilerin uğraşmak zorunda kaldığı o kadar büyük ve yapısal sorun var ki LGBTİ+ gazetecilerin kimliklerinden kaynaklanan ya da mesleki koşuşturma içerisinde kendilerini ifade edebileceği düzlemden bahsetmek henüz mümkün değil”.

Tokmakoğlu, yakın geçmişe kadar ‘marjinal’ ve ‘ötekileşme’ olarak yorumlanan LGBTİ+ haklarının haber konusu bile olamadığını hatırlatarak yine de gelinen noktayı olumlu değerlendiriyor:

“En azından LGBTİ+ meselesinin evrensel ölçülerde bazı mecralarda kendine yer bulabildiğini söylemek mümkün.”

“Açık çalışabilmem LGBTİ+’lar olarak kazanımlarımızın bir sonucu”

Hiçbir baskı altında kalmadan kimliğinle açık yaşayabilmek ve çalışabilmek önemli bir aşama olsa da yeterli değil. Açık olmak her sorunu çözmüyor. On yıldır gazetecilik yapan Deniz, bugüne kadar çalıştığı her kurumda açık olduğunu söylüyor ama yetmiyor:

“İstihdamın kolay olmadığı, siyasi ve toplumsal koşullardan doğrudan etkilenen gazetecilikte, fobiler, önyargılar ve ideolojiler, hem açık kimlikli LGBTİ+ gazetecilerin çalışabileceği kurumların yelpazesini hem de bu gazetecilerin güvenli çalışma alanlarını daraltıyor. Ben mesleğe başlamadan önce, çalıştığım kurumlarda açık kimlikle var olabilmenin mümkün olacağını düşünmemiştim açıkçası. Buna rağmen hep açık kimlikle çalıştım. Ben bunu, Türkiye’de LGBTİ+’lar olarak kazanımlarımızın bir sonucu, kişisel hayatıma bir yansıması olarak görüyorum. Ancak herkes için sürecin aynı işlediğini ya da işleyeceğini düşünmüyorum.”

“LGBTİ+’ların sorunları, onların sorunlarıdır, toplumun değil” anlayışı

LGBTİ+ gazeteciler işyerinde bir yandan da lavanta tavanlarla karşılaşıyor. Lavanta tavan kavramı cam tavana benzer şekilde LGBTİ+’ların çalışma yaşamında üst düzey olarak addedilen karar alıcı ya da temsil edici nitelikteki görevlere gelebilmelerine yönelik engelleri ve sırf cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerinden dolayı belli işlere hapsedilmelerini ifade ediyor. Hem gününü kutlamak hem de yaşadıklarını dinlemek için kapısını çaldığımız bir diğer gazeteci toksababy, bu tavanların iş hayatında kendisini nasıl etkilediğini şöyle anlatıyor:

“Ben çalıştığım haber merkezinde tek açık kimlikli LGBTİ+ bireyim. Bu da biraz şuna denk geliyor: LGBTİ+’ların bir şekilde öznesi ya da nesnesi olduğu her türlü konudan sorumlu devlet bakanı. Bunun iyi ve kötü yönleri var. Kuşkusuz iyi yanı bizim yaptığımız haberlerde kullandığımız dilin ya da bakış açısının, kendisi de LGBTİ+ biri tarafından belirleniyor olması, başka basın organlarında yapılan hatalara ya da kötü niyetli / fobik haberlerin yapılmıyor olması anlamına geliyor.  Kötü yanı da şu: 'böyle bir haber mi yazılacak? tamam bizde bunları Toksababy yapar' denmesi, aslında biraz şunun yansıması bence: 'LGBTİ+’ların sorunları, onların sorunlarıdır, toplumun değil.' Dolayısıyla cishetero muhabirlerimizin bu konularda araştırmasına, bilgilenmesine, haber üretmesine gerek yoktur. Nasıl ki toplumsal cinsiyet temelli sorunlar toplumun bir kısmının sorunları ise, bununla ilgili haberleri takip etmek de gazetecilerin 'bir kısmına' düşüyor. Bu durum zamanla hak temelli tüm haberlere doğru yayıldı, ben genel olarak ötekilerden sorumlu devlet bakanı olarak buldum kendimi.”

“LGBTİ+ gazeteciler niçin adliye muhabiri yapılmıyor, niçin kamera arkasında görevlendiriliyor?”

Yükler ve Deniz de çok benzer deneyimlerden bahsediyor. “En asgari düzeyde çalıştığımız yerlerin "renkleri"yiz” diyor Yükler ve ekliyor:

“Bizim gibi renkliler, beyaz ya da siyah diyebileceğimiz keskin, sert, kıymetli, hayati görülen haberlere pek bulaştırılmıyor. Bir yayın organında çalışıyorsunuz ve LGBTİ+ olduğunuz biliniyorsa sizi kimliğinizin dışına çıkmayan haberlerle sorumlu kılmaya çalışıyorlar. "sen geysin, sen yap bu haberi", "sen biseksüelsin, anlarsın", "adliye haberine başkası gider, sen onur haftası gündemini al" gibi laf salatasıyla hem mobbinge hem fobiye maruz kalıyor hem de mesleki olarak kategorize ediliyorsunuz. Dikkat ederseniz "sen transsın" diye başlayan bir cümle kuramadım, çünkü transların hâlâ açık kimlikleriyle çalışabildiklerine pek tanıklık edemiyoruz. Örneğin LGBTİ+ gazeteciler niçin adliye muhabiri yapılmıyor, TV muhabiri ya da spikeri yapılmak yerine niçin kamera arkasında görevlendiriliyor, haber konuları, yapacaklar işler neden sınırlandırılıp şekillendiriliyor? Halkın haber alma hakkı kadar gazetecinin de haber yapma hakkının gözetilmesi gerekirken LGBTİ+ gazeteciler hâlâ ekran önüne çıkarılmayan, adliyede, sahada, toplantıda çalıştığı yerleri temsil etmesinden imtina edilen, çok görünme, çok konuşma, sivrilme denilerek çalışması engellenen mesleğin ötekileri. Yani çalıştırılmayan gazeteciler. Kimliği, tarzı, pembe saçı, butch halleri, non binaryliği, zırıllığı, dönmeliği ile gazetecilik yapmakta direten lubunyalar var olmaya devam ettikçe, bu devran da dönecek elbette.”

“Mücadele etmek neredeyse işinizin bir parçası haline geliyor…”

Deniz ise “Siyaset veya diplomasi yerine kültür-sanat, eğitim ve sağlık gibi alanlara sıkıştırılmaktan” dert yanıyor. “Bu alanlarda başkalarına oranla daha fazla kendini kanıtlamanız bekleniyor” diyor. Deniz’e göre mücadele vermek neredeyse işinizin bir parçası haline geliyor…

“İşsiz gazeteci sayısının, çalışan gazeteci sayısından çok daha fazla olması, hapis cezalarıyla, kapatma davalarıyla, sansürle, maddi cezalarla boğuşan mesleğin ve meslektaşlarının durumunun güzel bir özeti bence. İktidar elindeki sopaları çeşitlendirirken, temel bir hak olan çalışma hakkı, hiç olmadığı kadar tehdit altında” diye devam ediyor sözlerine toksababy.

Gazeteciliğin ve gazetecilerin sorunları anlatmakla bitmese de Tokmakoğlu, birlikte hareket etme inancını yineliyor:

“Temel ifade hakkı ve düşünce özgürlüğü konusunda mücadelenin sürdüğü ancak her fırsatta hakları ilk budanacak kesim olarak görülen medya çalışanlarının her zamankinden çok daha fazla birlikte hareket etmesi gerektiğine inanıyorum. Her şeye rağmen çalışmaya çalışan gazetecilerin gündelik tartışmalardan uzaklaştığı, farklılıkların farkına varabildiği nice 10 Ocak’lar diliyorum.”


Etiketler: insan hakları, medya, çalışma hayatı
nefret