09/07/2008 | Yazar: Barış Sulu

‘Canım Ailem Söyleşileri’nde, bu hafta eşcinsel evladı olan bir baba kaosgl.org okuyucuları ile buluşuyor. Kaos GL’nin 2003 yılında gerçekleştirdiği Lezbiyen ve Geylerin Sorunları ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları Sempozyumu’na katılan Nevzat Erol, sempozyumdaki deneyimlerini Mersin’de bir yerel gazeteye sonrasında da Kaos GL dergisine yazıp gönderdi. Ailelerimizin yavaş yavaş bizim örgütlülük süreçlerimize destek olduğu bu sıralar bu yazıyı okurlarımızla paylaşalım dedik. Ailelerimiz de dönüşüyor ve bizi destekliyorlar.

Canım Ailem Söyleşileri Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

‘Canım Ailem Söyleşileri’nde, bu hafta eşcinsel evladı olan bir baba kaosgl.org okuyucuları ile buluşuyor. Kaos GL’nin 2003 yılında gerçekleştirdiği Lezbiyen ve Geylerin Sorunları ve Toplumsal Barış İçin Çözüm Arayışları Sempozyumu’na katılan Nevzat Erol, sempozyumdaki deneyimlerini Mersin’de bir yerel gazeteye sonrasında da Kaos GL dergisine yazıp gönderdi. Ailelerimizin yavaş yavaş bizim örgütlülük süreçlerimize destek olduğu bu sıralar bu yazıyı okurlarımızla paylaşalım dedik. Ailelerimiz de dönüşüyor ve bizi destekliyorlar.

KAOS GL - 09/07/2008

Nevzat Erol

Kaos GL Sempozyumundan Üç Ay Sonra

Üç ay önce (23 – 24 Mayıs 2003) Ankara’da yapılan Kaos GL Sempozyumuna taşradan katılan bir birey olarak, sadece ‘..ilgilendirmesi..’ nedeninin ötesinde, iki gün boyunca ilgiyle izleyen biri olarak; öncelikle çok iyi düzenlenmiş, oldukça ‘..yüreklice..’ ve ötesinde dürüstçe ve açıklıkla, her biri kendi alanlarında çok iyi donanımlı yerli ve yabancı bilim insanları, gazeteciler, sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin katılımları ve onların sunumlarıyla çok iyi düzenlenmiş bir organizasyon dersek hiç de aşırıya kaçmış sayılmam...

Birbirinden güzel ve ‘..yerli-yerindelikle..’ seçilmiş konu başlıkları gerek konunun doğrudan muhataplarını ve gerekse çeşitli vesilerle orada bulunan dinleyicileri, bugüne değin ‘..bilinmezleri..’ açıklaması ve açması bakımından da sempozyumun bir özel yeri olduğunu söylersek, yine ‘..fazlacılık..’ değildir.

Bu yazıda asıl anlatacağım ya da anlatmak istediğim ‘..bence..bana göre..’ konularına gelmezden önce, ilgiyle dinlediğim sunumlardan aldığım çok çarpıcı birkaç örnek vermek isterim;

Açılış konuşmalarından sonra, psikiyatr Verda Tüzer’in ‘..kendinizi neden baskılıyorsunuz? Görünmezliğinize bir son vermelisiniz!..’ şeklindeki sözlerinin ardından İngiliz parlamenter Micheal Cashman, ‘..istediğimiz eşit haklar.. sorun aynı, yöntemler farklı.. toplum bizi sıra dışı bırakıyor..’ sözlerini Avrupa Komisyonu, Siyasi İşler Danışmanı Sema Kılıçer, ‘..AB’nin kimi yerlerinde bu haklar çok, kimi yerlerinde daha az.. niye böyle?’ derken, İskandinav ülkeleri temsilcisi Kurt Ole Linn’in ‘biz de kolaylıkla kabul ettiremedik. Devlet, hükümet, yasal olarak kabul etmeli..’ görüşlerinden sonra, Yrd. Docent Nilgün Küçükkaraca’nın, ‘..21y.y.’da engellilerle bile diyalog kuran toplum aynı hoşgörüyü neden bu konuda göstermez?’ diye sorulu sunumundan sonra ILGA Genel Sekreteri Kürşat Kahramanoğlu’nun ‘.. bugün bir milattır..’ diyen sözleri birinci günün oturumlarının en çarpıcı görüşleriydi...

Yine aynı gün gazeteci Murat Çelikkan’ın ‘.. medya bu işin ne yazık ki gerçekleriyle değil de sansasyonel biçimleriyle ilgileniyor..’ sözleri salonda bulunanların alkışlarıyla karşılanmıştır.



İkinci gün ise yine birbirinden güzel ve iyi hazırlanmış sunumlardan örnek verirsek;
Prof. Dr. Yusuf Eradam’ın konuşmasına ‘..baylar, bayanlar ve diğerleri..’ sözleriyle başlaması ilginçti.. Yazar Yıldırım Türker’in ‘..Eşcinselleri her an cinselliğe hazır, doymak bilmeyen şeklinde görmek yanlıştır... Medyanın bu konuyu ölümcül ve umutsuz bir vaka olarak pompalamasını yadırgamaktayım..’ şeklindeki sözlerinin ardından, ‘.. yatak odalarından bu problem çıkartılmalıdır..’ diyen Aksu Bora’yı, Yrd. Doç. Dr. Aysun Yüksel, ‘..hüzünlü genç adamlar daima çelişkilidirler..’ sözleri tamamlamaktaydı. Sosyolog Pınar Selek’in ise, ‘kuyularımızdan çıkmalıyız.. hesaplaşmadığımız bir çok konunun üzerine gitmeliyiz..’ sözleri yine çok çarpıcı ve ilginçti.

Aslında asıl önemli olan yıllar sonra oğlumla bir gerçek ve gerçekliği paylaşıyor olmamdı.
Bazı sorunları nasıl da kendimizin yarattığını ve sevginin, hoşgörünün çözemediği ve çözemeyeceği hiçbir sorunun olmadığını anlamamdı.

Hayat insana ciddi sürprizler yapıyor; her şeyi vererek büyüttüğünüze inandığınız çocuğunuza aslında önemli bir şeyi vermediğiniz ortaya çıkabiliyor. Onları tanımıyoruz; onların kendilerini ifade edebileceği bir ortam bile sunamıyoruz; yıllar yıllar sonra onların en büyük gerçeklerini keşfediyoruz. Ben hiçbir şeye üzülmüyorum; sadece oğlumla bir geç kalmışlığı yaşadığıma üzülüyorum, onu geç tanıdığıma, yıllarca yaşamış olduğu bastırılmışlığa ve bitmemişliğe geç tanıdık olduğum için üzülüyorum.

Yunus Emre’nin insan sevgisi, Mevlana’nın hoşgörü görüşleriyle yetişmiş bu toplumun bir bireyi olarak ne insan sevgisini ne de hoşgörüyü bir kalemde silip atacak görüşlerin yanında ve yakınında olmanın beklenmesi en azından kendi payıma benden ve benim gibi düşünenlerden beklenmemelidir.

Sonuç olarak 23-24 Mayıs’da Ankara’da düzenlenen sempozyum bir çok yönüyle değil hemen hemen her yönüyle iyi sesler getiren bir oturumlar dizisiydi.

Gelecek için umut doluyum; anne ve babaların çocuklarını anladığı; bu zor kültürde darbe yiyen çocuklarına yardım eli uzattığı; çocukların anne ve babalarına sırt çevirmediği; bu durumun onlar içinde zor olduğunun ayırdına vardığı bir zaman umuyorum; bir yaşam umuyorum; oğlumu seviyorum ve onunla gurur duyuyorum.



Etiketler: insan hakları, aile
İstihdam