16/11/2014 | Yazar: Kaos GL

Görünmezlik, en tehlikeli şiddet biçimi olarak mücadele edecek bir alan yaratma olanaklarını dahi yok ediyor.

Cinsel şiddetle mücadelede lezbiyen deneyimin görünmezliği Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı
Hilal, Leman Sevda ve Özlem Ç. Kaos GL Dergisi’nin “Taciz” dosya konulu 121. sayısına yazdı:
 
Ön not: Bu yazı boyunca esas aldığımız taciz tanımı şudur: ’Karşısındaki kişiyi nesneleştiren, öznelliğini, arzularını ve varoluşunu yok sayan her türlü davranış-eylem’ . Bunu yok saymanın tekabül ettiği yer şiddettir. Yazı boyunca tacizi çoğunlukla cinsel taciz anlamında kullansak da, ’heteroseksüel varsayımı’nın kendisinin de, kişinin varoluşunu yok sayan bir taciz olduğunu düşünüyoruz.
 
Yazıda bi/panseksüalitenin geçmemesi nedeniyle bi/panseksüel görünmezliğinden bahsedilebilir, fakat kimliklere odaklanmak yerine deneyimlere odaklanmak istedik. Bi/panseksüel kadınların toplumda karşılaştığı fobik sorunlar toplumsal algıda heteroseksüel olarak algılanacak deneyimlerde değil, yaşadıkları eşcinsel deneyimlerde karşılarına çıkıyor, yani bi/panseksüel kadınlar toplumda bifobiye değil, homofobiye maruz kalıyorlar. (Bifobi, toplumda heteroseksüellerden doğru maruz kalınan bir ayrımcılıktan çok LGBT’ler arasında maruz kalınan bir ayrımcılık olarak deneyimleniyor.)

Yazım sürecinde karşımıza çıkan önemli bir sıkıntı, politik doğrucu ve kimseyi dışarıda bırakmayan bir tavır geliştirme isteğiyle kadın kavramını nasıl kullanacağımızdı. İkili cinsiyet sistemi içerisindeki kadın-erkek karşıt ayrımına karşı çıkıyor ve böyle bir ayrımın birçok kadın ve erkeği dışarıda bırakan bir algı çizdiğini düşünüyoruz. Özellikle Fransız post feministleri ve Queer teorisyenlerle ortaya çıkan “Kadın kimdir?” sorgusunun mutlak cevabının verilmesinin cinsiyet faşizminin/cinsel faşizmin içinden gelişebileceği bir nokta olarak görüyoruz. İlk başta, bu gibi sorgularımızı da aktarması için kadını tırnak içinde; “kadın” şeklinde (ve erkeği “erkek” şeklinde) yazdık fakat yazının içinde kadın kelimesinin sayıca çok olması, metinde görsel bir karmaşaya neden oldu. Kadınlık için de deneyim kavramını kullanmayı düşündük fakat lezbiyen, bi/panseksüel kavramlarını kullanmak yerine lezbiyen deneyim kavramını kullandığımız için, bu kullanımımız “lezbiyen deneyimler yaşayan kadınlık deneyimi yaşayanlar” gibi hayli karmaşık bir söz öbeği yaratacağı için vazgeçtik. Ve biraz da ne diyeceğimizi bilmez şekilde, biraz da bu ön notla affınıza sığınarak alışılagelmiş kadın kavramını kullanmaya döndük. Son olarak, bilmenizi isteriz ki, bu metinde geçen tüm mutlaklaştırılmış kimlik kavramlarına şerh düşmekteyiz. 
 
Bizi bu yazıyı yazmaya teşvik eden neydi? Kaos GL’nin taciz ve tecavüz ile ilgili bir sayı hazırladığını öğrendiğimizde, ne zamandır aklımızda olan ancak bir şekilde konuşamadığımız, konuşmaya fırsat bulamadığımız bu mesele üzerine düşünelim dedik. Lezbiyen deneyimler yaşayan kadınlar olarak taciz ve tecavüz bizim için ne ifade ediyor, farklı yaşadığımız şey ne? Yani taciz ve tecavüz meselesinde kadınlar arasında cinsel yönelimlerimizi ve arzularımızı gündemleştirmemizin nedeni ne?

Kadınlar hem kadın, hem de eşcinsel varoluşları nedeniyle iki kere görünmez kılınırken, neden lezbiyen deneyimler yaşayan kadınların yaşadığı taciz ve tecavüz, LGBT ve feminist hareketin gündemine girmiyor? Feminist hareket, kadınların maruz bırakıldığı taciz ve tecavüz gibi cinsel şiddet biçimlerinin özellikle görünür olması için zemin oluşturma ereğini taşıdığı halde neden, ne LGBT hareketin, ne de feminist hareketin içinden lezbiyen deneyim yaşayanların seslerini duyamıyoruz? 
Öncelikle, lezbiyen deneyimler yaşayan kadınların cinsel yönelimleri, arzuları nedeniyle nasıl farklı tacizlerle karşılaşıyorlar, yani taciz gibi bir mevzuda cinsel yönelimleri, arzuları belirtmenin anlamı nedir bundan bahsedeceğiz. Ardından yüzümüzü mücadeleye çevirip, lezbiyen deneyimler yaşayan kadınların hem LGBT, hem de feminist hareket içerisindeki görünmezlikleri her iki harekette de faklı algılama biçimlerinden kaynaklandığından, bu görünmezlikten bahsederken iki hareketi ayrı ayrı eleştireceğiz. 
Lezbiyen deneyimler yaşayan kadınlar olarak tacizi cinsel yönelimlerimiz, arzularımız üzerinden gündeme getirme ihtiyacı, heteroseksüel varsayımından ve bu varsayımın geçerli olmadığını gösterdiğimiz kamusal alanda lezbiyen deneyimlerimizi açıkça yaşadığımız anlardan doğuyor. Toplumdaki heteropatriyarkal bakışın yıkılması yasalarla da desteklenmediğinden, LGBT bireylere yönelik ayrımcılık ve şiddet çok daha pervasız vuku bulabilmekte. Elbette, toplumdaki heteroseksüel varsayımın yok olması yasalarla olmayacaktır, fakat eşcinselliğin yasal olarak tanınması, heteropatriyarka karşıtı mücadelenin tek ve mutlak bir cinsel yönelimin olmadığı söylemini destekleyecektir. Eşcinsel varoluşun, yasalarla onaylanması “vatandaşlığın” sınırının eşcinselleri de kapsadığını kamu önünde gösterecek ve cinsel yönelim nedeniyle maruz kalınan nefret suçlarına karşı eşcinsel deneyimler yaşayan kişilerin varoluşlarının korunduğunu taahhüt edecektir. Böylece, lezbiyen deneyimler yaşayan kadınların yönelimlerinin, arzu ve varoluşlarının yok sayılmasının tacizi tetiklemesini ve normalleştirmesini ortadan kaldırması için yasal bir adım atılacaktır.
 
Yasaların yanı sıra; toplumsal hafızada bir eşcinsel erkek deneyimi hafızası varlığından bahsedebiliriz, bunun Osmanlı padişahlarının oğlancılığından, hamam geleneğinin içindeki oğlancılığa, kamusal alanlardaki gey hafıza mekanlarına kadar çok çeşitli örnekleri var. Lezbiyenlik ise, sadece bir “fetiş” imge. Bir lezbiyen deneyim hafızasının toplumsal hafızaya girdiğinden bahsedemeyeceğimiz gibi lezbiyenliğin imgesi “halk arasında” kadınlar arası ilişkiler olarak tanınmaz; zira lezbiyen bir çift, kendisini izleyecek erkek izleyici/leri tahrik etmek için vardır. Bir nevi; “Her erkeğin hayali lezbiyenlerle sevişmektir” ve lezbiyenlik sadece erkek fantezisidir. (Tarihte birçok “sevici” kaydı yok değil elbet lakin egemen tarih yazımının beyaz, orta sınıf, heteroseksüel ve erkek yapısı birçok “azınlık” grubu yok saydığı gibi bu sevicilerin ortaya çıkması için ancak mikro tarihlerin yükselişini, esasen feminist ve heteroseksist olmayan bir tarih yazımıyla ilgilenecek olan heteropatriyarka karşıtı yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıktığı 80 sonrası dönemi beklememiz gerekecektir. Bu mücadeleler kendi belleklerini henüz yaratmaktadır ve köken arayışları için “tarih” yazımında gözden kaybolmuş -genellikle dahil oldukları- mikro gruplara yüzlerini çevirmektedirler.) 
 
Bu bağlamda düşündüğümüzde, 80’ler sonrası Türkiye’de patriyarkaya karşı güçlenen feminist hareketin, kadın görünürlüğünü odağına almış olmasına karşın, özellikle 90’lardan sonra güçlenmeye ve görünür olmaya başlayan LGBT hareketi ve politikaları ile bugün hala yeterince iletişimi olmadığından, feminist hareket cinsel şiddete uğrayan kadınların cinsel yönelimlerini ve cinsiyet kimliklerini de göremedi, odağına alamadı. Bu görememe hali, erkek şiddetinin farklı yansımalarının da görülmemesi ve feminist hareketin şiddet ile mücadelede birçok boyutu hesaba katamayan, daha dar çerçeveli bir politika üretmesine neden oldu. Bugün şiddet alanında çalışan, başvuru alan kadın örgütlerinin LBT kadınlarla ilgili, birkaç istisna dışında, hiç başvuru almaması bize neyi gösteriyor; LBT kadınların yönelim ya da kimliklerinden ötürü şiddete uğramadıklarını mı, yoksa bu şiddeti görünür kılacak araçlarımızın olmadığını mı?
 
Kadınların sadece bedenleri değil, arzuları da nesneleştirilirken, “Bedenimiz bizimdir!” şiarını benimseyen feminist hareketin, bedensel hazlara ve arzulara karşı patriarkal sistemin kullanageldiği hizaya getirme araçlarını gözden kaçırması kabul edilemez.
 
Örneğin kimi zaman, özellikle LGBT bireylerin varoluşlarının yasal olarak tanındığı ülkelerden kulağımıza çalınan LB kadınlara yönelik “düzeltici tecavüz” haberleri Türkiye’deki feminist ve LGBT hareket içinde cinsel şiddetle mücadelenin neresinde duruyor? Burada yaşanan “düzeltici tecavüzleri” oldukça az duymamız, tecavüze uğrayan kadınların lezbiyen deneyim yaşayan kadınlar olmadığını ve uğradıkları tecavüzlerin “düzeltici tecavüz” olmadığını mı, yoksa lezbiyen varoluşlarının görünmezliğini mi gösteriyor? Lezbiyen deneyimler yaşaması nedeniyle “düzelmesi için” tecavüze uğrayan bir kadın, maruz bırakıldığı şiddetin travmasını yaşarken, lezbiyen olarak açıldığında onun maruz kalacağı şiddeti engelleyebilecek, önüne geçebilecek bir güce sahip miyiz? Türkiye’de yaşayan kadınlar olarak böyle durumlarda LGBT ya da feminist örgütlere gidebileceğimiz fikrine sahip miyiz, böyle bir refleksimiz oluştu mu? 
 
Lezbiyen deneyim yaşayan kadınların hem kadınlık deneyimleri hem eşcinsel deneyimleri onları iki kere görünmez kılıyor. Erkeklerin kamusal alanı yaratan ve belirleyen özne olmaları, toplumsal erkeklik rollerinin ihlali durumunda, kimi zaman öldürülmeye dahi varan bir şiddet “bedelini” (!) de getirdiği gibi görünür de kılıyor. Ancak lezbiyen deneyim, izleyenler için bir sırıtma nedeni, izlence, mastürbasyon nesnesi... Zira bu bakışa göre lezbiyenlik, bir varoluştan öte, bir kadının aynı zamanda evleneceği erkeğe kadar bakire kalmasını garantileyen bir oynaştır.
 
Varoluşu, arzuları tanınmayan lezbiyen deneyim yaşayan kadınların kamusal alandaki yokluğu ve görünmezliği, şiddetin ortaya çıkma biçimlerini değiştirdiği gibi yaşanılan şiddeti de görünmez kılıyor. Üstelik yalnızca toplumsal alanda değil, mücadele verdiğimiz feminist ve LGBT hareketleri içinde de görünmez kılıyor. Gözümüzün önünde olmayanı yokmuş gibi algılama eğilimimiz ağır basıyor. Zira, bu yazıyı yazarken hafızamızı yokladığımızda lezbiyen deneyim yaşayan kadınların yaşadıkları şiddetin biçimlerine ve etkilerine ilişkin herhangi bir bilgiye ya da duruma ilişkin izler bulamamamız tam da bu görünmezliğe ve dahi yokmuş gibi davranmaya işaret ediyor.
 
LGBT hareketi içindeki lezbiyen deneyimler yaşayan kadınların görünmezliği ise, mevzunun diğer boyutu. Eşcinsellik imgesi, toplumsal hafıza gibi, hareket içinde de daha çok erkek eşcinselleri akla getiriyor. Bunun elbette önemli bir nedeni de, LGBT hareketin tarihselliği içinde sürekliliği sağlamış bir lezbiyen örgütlenmenin olmaması. Fakat bu aynı zamanda varoluşu tarihsel olarak “özel” alanla sınırlandırılmış olan kadının “kamusal” alana çıkabilmesi ve politika gibi “erkek uğraşı” olarak cinsiyetlendirilmiş bir alana girebilmesinin zorluklarıyla da bağlantılı. Ve bu durum, var olan LGBT hareket içinde ne yazık ki kadınların politikadan uzak durma “alışkanlığını” kıracak bir söylem geliştiremediğimizin ya da toplumsal olarak dezavantajlı bir grubun kendinde eyleme geçme cesaret ve gücünü bulabilmesi için gereken alanı açamadığımızın da bir göstergesidir. (Aynı görünmezlikten trans erkekler için de bahsedebiliriz.)
 
Görünmezlik, en tehlikeli şiddet biçimi olarak mücadele edecek bir alan yaratma olanaklarını dahi yok ediyor. Yapmamız gereken, görünmez kılınan, yok sayılan var olma biçimlerine karşı sürekli uyanık olmaktan vazgeçmemek. Bugünden ütopyalarımıza doğru hareket ederken LGBT ve feminist hareketin, lezbiyen deneyim yaşayan kadınların maruz kaldıkları görünmez şiddeti görünür kılmayı odağında tutmaktan vazgeçmemesi önemli ve hatta hayati. Arzuları ve varoluşları sınırlamadan ve aynı zamanda mevcut koşulları ve durumları da gözden kaçırmadan mücadeleyi kurmak hem LGBT, hem de feminist hareketin olmazsa olmaz ilkelerinden olmak zorunda.  

Etiketler: kadın
İstihdam