08/11/2019 | Yazar: Aslı Alpar
Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği ve Kaos GL’nin düzenlediği Dayanışma Yaşatır Çalıştayı: Hukuktan, akademiye, Türkiye’den dünyaya kadın ve LGBTİ+ hareketi…
Fotoğraflar: Ali Erol, Umut Güner / Kaos GL
Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği ve Kaos GL Derneği’nin düzenlediği Dayanışma Yaşatır Çalıştayı bugün (8 Kasım) İstanbul’da başladı.
Türkiye’deki toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığına karşı
feminist ve LGBTİ+ aktivistlerinin ortak mücadelesinin yol haritasını
belirlemek üzere düzenlenen Çalıştay, Kaos GL Derneğinden Seçin Tuncel ve
Kadının İnsan Hakları ve Yeni Çözümler Derneği’nden Özlem Şen’in açılış konuşması
ile başladı.
Açılış konuşmasının ardından “Hukuk, Akademi, Uluslararası
Süreçler” başlıklı oturuma geçildi. İlk oturumun konuşmacıları Hülya Gülbahar,
Reyda Ergün, Demet Bolat, Cemre Baytok, Berfu Şeker, Marsel Tuğkan Gündoğdu
oldu.
“İstanbul sözleşmesi sadece hükümeti değil medya dâhil tüm oluşumları
bağlar”
Oturumun ilk konuşmacısı Av. Hülya Gülbahar oldu. “İstanbul
Sözleşmesi farklı kimliklere sahip kadınlar için ne ifade ediyor” başlıklı
konuşmasına Gülbahar İstanbul Sözleşmesi’nin 88 kadın ve LGBTİ+ örgütünün ortak
hareketi olduğunu belirterek başladı.
2014 yılında yürürlüğe giren Sözleşme’nin iç hukukta yer alışına değinen Gülbahar, “Sadece devleti bağlamıyor. Grevio Türkiye Raporu’nda Türkiye raporunun meclis tarafından izlenmesi gerekiyor. Sivil toplum ve yerel yönetimlerin de devreye girmesi gerekiyor sözleşme hükümlerinin uygulanması için. Herkesi bağlıyor sadece hükümeti değil medya dâhil tüm oluşumları bağlıyor” dedi.
“Ev içi şiddet aslında aynı mekânda yaşayan kişiler
kastediliyor ancak bu Türkçe’ye çevrilirken “aile içi şiddet” olarak ifade
edildi. Bir diğer karşı çıkış şiddetin belgesini görmeyi beklemek. Oysa tüm
sözleşmelerde şiddetin önlenmesinden bahseder ancak belgesini beklemek bu
hükümlere karşı çıkmaktır.”
İstanbul Sözleşmesi’ne bir diğer karşı kampanyanın toplumsal
cinsiyet tanımına olduğunu belirten Gülbahar, “İstanbul Sözleşmesi kesişimsel
ayrımcılık, çoklu ayrımcılık konusunda özel bir önem gösteriyor. Bu sebeple
İstanbul Sözleşmesi’ni savunmalıyız” diyerek sözü Reyda Ergün’e bıraktı.
“LGBTİ+ hareketi hukuki taleplerini devletin önüne koydu”
“Ulusal Mevzuatta ve Anayasa’da LGBTİ+ Hakları”na dair konuşan Reyda Ergün konuşmasına bir soru ile başladı: “Ulusal Mevzuatta ve Anayasa’da LGBTİ+ Hakları var mı, diye sormak istiyorum. Bunun yanıtı yok. Ancak çok güçlü bir LGBTİ+ mücadelesi var. Ve hareket hukuki taleplerini devletin önüne koydu. Ancak devlet görmezden gelme ve yok saymayı sürdürüyor” dedi.
Ergün, patolojik hale getirme ve damgalamanın da bir başka
ayrımcılık biçimi olduğunu belirtti. “Hastalık, ahlaksızlık, sapkınlık söyleminin
hukuk eliyle yeniden üretilmesi söz konusu. Devlet ve hukuk koruma alanı
yaratmadığında görmez gelme pratiğini meşrulaştırıyor” diyen Ergün 90’lı
yıllarda LGBTİ+ hareketinin kamusal alana çıkarak ve feminist hareketle de
ilişkilenerek kendini var ettiğini hatırlattı.
“2000’li yıllar kurumsallaşmanın yaşattığı yıllar. Avrupa
Birliği entegrasyon süreci ve demokratikleşme vaatlerinin önünü açtığı kanallar
vardır, kimlik ve inşa hakları temelli politikaların üretildiğini görüyoruz. Bu
yıllar trans öznelerinin kamusal alana çıktığı yıllar aynı zamanda” diyen
Ergün, LGBTİ+ hareketinin anayasal eşitlik mücadelesi ve nefret söyleminin
hukukta yer alması için mücadele ettiklerini belirtti.
Ergün konuşmasını “Kamusal alanda görünürlüğün devleti ne
kadar rahatsız ettiğini OHAL süreci ile bir kez daha gördük. En büyük baskının
LGBTİ+ hareketine yönelik olması da üzerine düşünülmesi gereken bir diğer konu”
diyerek bitirdi.
“Feminizmin toplumsal hareketlerle bağı koptuğunda steril akademik bir
alana çekilir”
Ergün’den sözü alıp akademilere getiren Demet Bolat, “OHAL ve KHK’lar üniversitelerde toplumsal cinsiyet çalışmalarına etkileri”ne dair konuştu. Feminist teorinin toplumsal hareketlerle iç içe olduğunu belirten Bolat, “OHAL döneminde ciddi bir baskı oldu bu hareketlerin üzerinde. Kamusal görünürlük zarar gördü ve bu durum akademideki bağı kopardı. Bu da şuna yol açtı. Feminizm anaakımlaşıyor mu düşüncesini pekiştirdi. Feminizmin toplumsal hareketlerle bağı koptuğunda son derece steril akademik bir alana çekilir” dedi.
Bolat, Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) birlikte ihraç
edilen feminist akademisyenlerin, politika ile ilişkisini kesmeyen feministler
olduğuna dikkat çekti. “Temayüllerin ortaya çıkması, kanunların esnetilmesi ile
kimlerin karar alıcı olduğu sorusunu sormak gerekiyor. Dekanların, rektörlerin çoğunlukla
erkekler olduğunu biliyoruz ve bu baskın eğilimleri yazılı kurallar olmadığında
bu kişilerin karar mekanizmalarında şekillenen bir yere dönüşüyor. Aile gibi,
özel bir alana çekiliyor. Bu da tabi ki orada daha kırılgan konumda olan toplumsala
cinsiyet çalışmaları ya da feminist akademisyenleri olumsuz etkiliyor” diyen
Bolat akademilerdeki son süreci aktardı.
“Üniversitelerin bilim üretme iddiası varsa toplumsal cinsiyet konusunda da
sorumlu”
Bolat’tan sözü alan Cemre Baytok, “Üniversitelerde feminizm
ve LGBTİ+ Hakları”na dair konuştu. Baytok, “Üniversitelerin bilim üretme iddiası
varsa halen bu toplumsal cinsiyet konusunda da sorumluluk sahibi olmak zorunda
oldukları anlamına geliyor” diyerek başladı konuşmasına.
Üniversitelerde cinsel tacizin önlenmesine dair ilkelerin feminist ilkeler olması gerektiğine dikkat çeken Baytok, “Cinsel tacizi önleme birimlerinin üniversiteye yayılması aslında feminist çalışmaları geliştiriyor. Eşit ilişki nasıl kurulur, erkek şiddetin psikolojik boyutları nedir, cinsellik nasıl yaşanır, nasıl hayır denir, sorularının tartışıldığı yerlere dönüştürüyor bu merkezleri” dedi.
Üniversitelerde cinsel tacizi önleme birimi yönetmeliklerine
değinen Baytok, bu yöntemeliklerin işlevini aktardı.
Baytok, “Evet, bugün üniversitelerde LGBTİ+ kulüplerinin
faaliyet göstermesi eskisine nazaran çok daha zor ancak halen cinsel tacizi önleme
birimleri var. Bu birimleri korumak da önemli. Hiç değilse üniversiteye yeni
gelen öğrencilerin kendini güçlü hissetmesine yardımcı olacak” diyerek sözü Berfu
Şeker’e bıraktı.
“Toplumsal cinsiyet karşıtı örgütlenmeler sağ poplist rejimlerin
yöntemlerini uyguluyor”
Berfu Şeker “Avrupa’da ve dünyada toplumsal cinsiyet eşitliği ve muhalif akımların etkisi” başlığında konuştu. Kürtaj karşıtlığı, toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtlığı ve LGBTİ+ hakları karşıtlığının Avrupa’daki görünürlüğünü anlatarak konuşmasına başlayan Şeker, “Bu hareketlerin genel özelliği feminist ve LGBTİ+ hareketini homojenleştirerek, onlara karşı ‘aileyi yıkmak, insanlığın sonunu getirmek’ iddiasıyla mücadele etmek” dedi.
Şeker, “Toplumsal cinsiyet karşıtı örgütlenmeler sağ popülist
rejimlerin yöntemlerini uyguluyor ötekiler oluşturuyor ve bu ötekilerin mağdur
değil fail olduklarını ve onların haklarını ellerinden aldıklarını iddia
ediyorlar. Nafaka mağduru erkeklerin kullandığı yöntem de buydu. Evlilikleri
boyunca kadın ve çocuklara şiddet uygulayıp, boşanma sonrası da tüm bakım sorumluluğunu
reddediyorlar. Mağduriyet söylemi üzerinden politika üretiyorlar” dedi.
Feminist hareketin içinde bazı akımların da bu yöntemi
kullandığına dikkat çeken Şeker, “Bu kavramları tekrar tekrar sorgulamamız ve
dayanışmayı oradaki pozisyonumuza göre yükseltmemiz gerekiyor” diyerek
konuşmasını sona erdirdi.
“Türkiye’de artan popülizmle bildiğimiz tüm savunuculuk faaliyetlerini
unutturuyor”
Oturumun son konuşmacısı “LGBTİ+
haklarının küresel durumu, lobi ve savunucuğa etkileri” başlığı ile Marsel
Tuğkan Gündoğdu oldu.
Gündoğdu konuşmasına savunuculuk biçimlerini özetleyerek
başladı.
“Türkiye’de artan popülizm ve kutuplaşma ile birlikte politik anlamda saygın ve tutarlı olmanın anlamını yitirdiği bir düzlemde bildiğimiz tüm savunuculuk faaliyetlerini unutmamız gerekiyor” diyen Gündoğdu konuşmasını demokratik kanalların kapanıyor oluşu ile birlikte LGBTİ+ hareketinin savunuculukta yaşadığı sorunları aktardı.
Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin Türkiye’yi de
etkilediğini belirten Gündoğdu, “Türkiye’de hak savunucularına sistematik bir
saldırı var. Bu da proje ve faaliyet temelli desteklerden ziyade
sürdürebilirliğini sağlayacak desteklerin başlatılmasını talep etmemizde
görünür oluyor. Şu an ne yapmak gerekiyor? Feminist ve LGBTİ+ örgütlerinin bir
araya gelip yeni bir yol haritası çıkarmak gerekiyor, neler yapabilir sorusuna
yanıt aramalıyız” dedi.
Oturum katılımcıların sorularının yanıtlanması ile sona
erdi.
9 Kasım Cumartesi’ye dek sürecek Dayanışma Yaşatır Çalıştayı'nın
gelecek oturumu “Yerel Siyaset, Medya, Aktivizm” oturumu olacak.
Etiketler: insan hakları, kadın